• Sonuç bulunamadı

Efsane, mit, tarih, mitoloji, din

1. BİRİNCİ BÖLÜM: HAYATI, EDEBÎ KİŞİLİĞİ VE ESERLERİ

2.3. Şiirlerinde Motifler

2.3.2. Efsane, mit, tarih, mitoloji, din

Abdulvahap Akbaş, edebiyat fakültesi okumanın verdiği bilgi donanımına ek olarak doğu ve batı kültürünü bizzat yaşamış olması hasebiyle şiirlerinde bolca edebiyat külliyatını kullanmasına olanak göstermiştir. Bazı şiirlerin direkt isimler zikredilirken bazen de parça- bütün ilişkisiyle bu bilgiler verilmeye çalışılmıştır.

Akbaş'ın ilk şiiri olan "Merhaba" şiirinde İbrahim Ethem'in bir kıssasına değinme vardır.

"Merhaba aşk adına alınan soluklar İbrahim Ethem'in iğnesini

getiren balıklar. (s. 17)

Kıssa kısaca şöyledir: Bir gün İbrahim Ethem tenha bir deniz kıyısında oturmuş iğneye ipliği takarak hırkasını diker. Yanına bir emir gelir. Emir, İbrahim Ethem'in padişahlığı dönemindeki adamlarındandır. “Öylesine yüce bir sultanlığı bırak da gel böyle fakirane bir hayata razı ol. Bu nasıl bir iş,” diye düşünür. Emir’in bu düşüncesini anlayan İbrahim Ethem elindeki iğneyi, denize fırlatıp atar. Biraz sonra ağızlarında altından iğnelerle yüzlerce balık deniz kıyısına yığılır. Her biri: “Ya şeyh iğneni al lütfen!” diye seslenir. Bunun üzerine İbrahim Ethem Emir'e dönerek: “Ey emir daimî olan gönül sultanlığı mı daha iyi, yoksa öylesine bayağı bir sultanlık mı?” diye sorar. Emir düşüncesinden dolayı mahcup olur.

"Muştu" şiirinde şehrin her yanında, kültüre ters düşüncelerin peyda olduğunu söyleyerek değişime sebep olan birkaç kişi ve olayı söyler. Darwin, Freud ve Comte'nin düşüncelerini eleştirir. Ve bunu eleştirirken "Hallacı Mansur'a kurulan darağacı" benzetmesini uygun görür.

"Darağaçları kurmuşlar Günahkâr kapılar ardında Has güllerimize/ gönüllerimize -Mansur'çün kurulandan bin beter- Darağaçları kurmuşlar

Bir ayağı Darwin bir ayağı Freud bir ayağı Comte

Daraçları kurmuşlar (s. 33)

Şair, şiirlerindeki insancıl tavrı Yunus Emre'den aldığını ifade eder. "Gül" bahsinde belirtilmişti. Şiirlerinde Yunus Emre'den hem dizeler hem de yaşam örnekleri vardır. "Dadanmışım meyhanesine Yunus'un/ Ki Yunus bana mısra sunsun" (s. 44), "Yunus'tan güller diktim yolunun kıyılarına" (s. 52), "Göynür özüm Yunusça" (s. 65), "Islandık yağmurunda Yunus'un/Elhamdülillah" (s. 92)

Taşra kültürünü iyi bilen şair şehrin karmaşasında halk hikâyelerine sıkça başvurmuştur. "Acılar İstif Etmişiz" şiirinde Ferhat ile Şirin motifini kullanırken çağımız sevgi anlayışını eleştirir. Ferhat ile Şirin aşkından eser kalmamıştır. "Suya ulaşamayanlar nerede/ Acılar/acılar istif etmişiz Ferhat" (s. 64). Benzer bir kullanımı "Aslı ile Kerem" için de kullanır. Halk hikâyesi olarak yaygın bir kullanımı olan hikâyede "Kızını Kerem’e yâr etmemeğe ahdetmiş olan Keşiş; Aslı’ya, son düğmesine kadar çözüldükten sonra tekrar kendiliğinden iliklenen sihirli bir gömlek giydirir. Kerem, Aslı’nın düğmelerini bir türlü çözemez, ateşli bir ah çeker, yanıp kül olur. Aslı dağılan külleri saçıyla toplarken bir kıvılcım da onu tutuşturur. Böylece, iki sevgilinin külleri birbirine kavuşur." Ancak yanıp kül olarak kavuşabilen Aslı ile Kerem'i Akbaş da aynı doğrultuda yâd etmiştir.

"Gönlümü tutuşturan hasretindir Kerem ...

Bu ne gelgittir bu ne gelgit

Yine başka bir şiirinde de bu halk hikâyesinin "yanma ile kavuşma" duygusunu işler.

"Bildim: nicedir Aslı, Kerem ne hardadır; Nerdeyse bir âşık, her bela da ordadır... Sevda ki kor ateş gibi düştü gönlüme;

Gönlüm, ölümün öldüğü kutlu şardadır." (s. 133)

Şair, halk hikâyelerindeki tutkulu aşkları sayarken "Beklerim Birini" adlı şiirinde Yunan mitolojisinden Narcissus'un hikâyesine de gönderme yapar. Olympos'un tanrıları ceza olarak Narcissus'u kendi görüntüsüne âşık olmaya mahkûm etmiştir. Kendine bakmaktan yorgun düşen Narcissus, düşüp ölür. Narcissus’un ölümünü haber alanlar çok dövünmüş, onu yakarak gök tanrılara ulaştırmak için kocaman bir odun yığını ve meşaleler hazırlamış. Ne kadar aradıysalar da bedeni hiçbir yerde bulunamamıştır. Birden fark edilmiş ki, onun öldüğü yerde daha önce hiç görmedikleri, sarı göbeğini beyaz yaprakların kucakladığı mis kokulu bir çiçek açmış. Ve bu çiçeğe onun anısına Narkissos (Nergis) adı verilmiş.

"aslı kerem'e ferhat şirin'e herkes birine gelir

ben suya eğilmiş nergis beklerim birini gelemez." (s. 211)

Trakya'da öğretmenlik yapan Akbaş, yöreye ait "Aliş'imin kaşları kare" türküsünün hikâyesinden yola çıkarak acıyı dile getirir. Rusçuk'un Maratin köyünde Mahmut Ağa adlı bir adam, kızı Gülsüm'ü kendisi gibi zengin birisiyle evlendirmek düşüncesindedir. Gülsüm, Aliş adlı bir faytoncuyu sevmektedir. Aliş, askerlik hizmeti dönüşü Gülsüm'ü kaçırır. Araya fayton sahibi Ömer Ağa girer, iki taraf anlaşır. Düğün hazırlıkları başlar. Bir gün Aliş arabasıyla Lom çayının üstünden geçerken köprü yıkılır, Tuna'ya düşer, kaybolur. Haberi duyan Gülsüm teessüre kapılıp kendini Tuna nehrine atar. "ağlar her biri bir yerde şimdi/ kara kaşlı aliş üzerine/ ve yȃreli içler üzerine" (s. 247)

Akbaş, masal kültürünün öğelerini de şiirlerinde kullanır. Bunlar bazen imkânsızlıkların da olabileceği inancını vermeye çalışırken bazen de estetik değer ifade ederler. "İrem Bağı'dan Kafdağı'ndan/ Göz haneme ne geldin" (s. 69) Kalbini Anka kuşuna benzetir, onun gibi varlığını kendisinin ortaya çıkarması gerekmektedir. Zümrüdü Anka kuşu öleceğini hissettiği zaman kendisine ağacın kuru dallarından bir yuva yapar ve hiçbir zaman ne olduğu anlaşılmayan bir yapışkanla yuvayı sıvar, yuvanın içinde ölümü bekler. Ta ki güneş bütün görkemiyle ortaya çıkıp, kuru dalları

yakıncaya kadar… Simurg oluşturduğu yuvada yanarak ölür ve küllerinden yeniden doğar. Akbaş da bu anlatı doğrultusunda olmasa da Anka kuşunu kullanır.

"Şöyle farz et ki maveradasın Anka'm, hey Anka'm Arifler gözüne şölendir süzülüşün /durma" (s. 160)

Akbaş, peygamber kıssaları da şiirinde kullanır. Özellikle zorluk karşısında direnmeyi, mucizevi yanlarını, tutkuyla inançlarına bağlılıklarını irdelemeye çalışır. "İçimizde Nuh tufanı" (s. 93), Gerdeğe girerken karalarla aklar/ Bir kuş gibi beni Süleyman san da gel" (s. 106). Doksanlı yıllarda Bosna Hersek'te olan olaylar karşısında üzüntüsünü şiirine yansıtmaya çalışan Akbaş, İsa peygamberin ölüleri diriltme motifinden faydalanmıştır. Çağdaş insanın seyirci kaldığı bu olumsuz tablonun ancak ilahi bir elle çözülebileceğini vurgular.

"Kanda yüzer ak gülleri Bosna'nın Ve titremez kalbi uygar insanın Kalplerde şefkati diriltmek için

Rabbim, nefesini üflet İsa'nın." (s. 137)

"Yangın" şiirinde yasak meyve yiyerek cennetten kovulan Âdem peygambere de atıf vardır. Zıt bir benzetme ilgisi kuran şair şöyle der: "Cennette Âdem'dim memnu meyve yedi beni/ Bende bu yangın oradan yadigȃr" (s. 174) "Küçük Balık" şiirinde ise Firavun'un sarayında büyüyen Musa'ya atıfta bulunulmuş. "Firavun'un sarayında büyüyen Musa gibi/ Büyüyorum burada" (s. 299).

"Nereye" adlı şiirinde "Dalıp Itrȋ bahrına/ Sû-yi nevȃkȃre mi?" dizeleriyle Itri'nin bağ ve bahçe sevgisine atıfta bulunmuştur. Meyvecilikle çiçekçiliğe meraklı olduğu, kendi adıyla anılan İstanbul’un ünlü Mustafabey armudunu ilk kez onun yetiştirdiği de söylenir. Itırdan gelen Itrî mahlası da çiçek merakına bağlanır. Aynı şiirde söylediklerinin doğruluğuna inanan ve bu uğurda darağacına asılan Mansur'a da değinilerek, hakikate ermenin kolay olmadığını vurgulamaya çalışmıştır.

Gönül böyle nereye; Yine kûy-i yȃre mi? Bulmak için öz canı

Mansur gibi dȃre mi? (s. 109)

Şair bazen kullandığı edebi bilginin sadece bir kısmını vererek parça-bütün ilişkisine yöneltir. "Kimimiz umutla göle mayalar çaldık" (s. 136). Nasrettin Hoca'nın boş ve gereksiz işlerle uğraşmayı yerdiği nüktesine işaret eder. Yine bu şekilde "Babam Ah" şiirinde İsra süresi yirmi üçüncü ayetine işaret ederek babasından af diler. Ayette

"Ve Rabbin, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi ve anaya, babaya iyilik etmenizi hükmetmiştir; onlardan biri yahut her ikisi, senin hayatında ihtiyarlık çağına ererse onlara üf bile deme, azarlama onları ve onlara güzel ve iyi söz söyle." buyrulur. Akbaş da şiirde: "Of dedirttiysem uf dedirttiysem af af /babam ah" (s. 161).

Şair sadece İslami edebiyattan faydalanmamıştır. "Nirvana bile olsan/Erişirdim hemen o an/Ama bende yaşarken/ Masalda dağdın gülüm" diyerek doğu kültürünü daha ulaşılmaz olarak göstermiştir (s. 119). Nirvana, Budizm'de, her türlü isteklerden, duygulanımlardan, tutkulardan arınıp en yüksek ruh durumuna erişme anlamında kullanılır.

Abdulvahap Akbaş, şiire verdiği önemi anlatırken önce İranlı ünlü şair Hafız'ı sonra da ülkemizin önemli şairlerinden Yahya Kemal'i hatırlar.

"Kabrinde Hafız'ın, kanayan güldü şiir; Görkemli doruklarda beyaz tüldü şiir; Sevdim bir ömür, Mehlika Sultan idi o,

Bin nazla, bin işveyle, şükür geldi şiir." (s. 131)

"Hamit Abi'nin Karanfilleri" şiirinde Ahmet Haşim'in Karanfil şiirinden bir bölümü şiirine monte etmiştir. "Yârin dudağından getirilmiş / Bir katre alev..."gibi değil" (s. 183).

Akbaş'ın "Ötüşler" şiiri edebiyat ve din sahasındaki önemli şahsiyetleri anlatır. Birinci bölümde "öter kuşları yunus'un" (Yunus Emre), ikinci bölümde "fuzuli'nin kuşları/ ağlar içimdeki kerbela'da" (Fuzuli), üçüncü bölümde bağlamam tellerine konar/ karacaoğlan'ın kuşları" (Karacaoğlan), dördüncü bölümde "haşim'in kuşları/ düşünür dallarda" (Ahmet Haşim), beşinci bölümde "yahya kemal'in kuşları/ ötecek/ "zaman-ı haşre" dek" (Yahya Kemal), altıncı bölüm "başkalarının kuşları için/ çok kuşları olmadı akif'in" (M.Akif Ersoy), yedinci bölümde "çok soylu kuşlar var daha/ çile'de arınan" (Necip Fazıl Kısakürek), "hızır'la konar/ hızır'la göçerler" (Sezai Karakoç) ve "ve zor menzilleri aşan/çok zarif kuşlar var daha" (Cahit Zarifoğlu) (s. 206-7-8).

Şair, "Prizren mi Burası" adlı şiirinde ressam Ethem Baymak'ın tablolarından esinlenerek duygularını dile getirir.

"prizren mi burası/

başka bir yer mi kosova'da... ethem'in bir tablosundan

Ayrıca fon olarak kullanılan diğer din-mitoloji-efsane- mitler de şunlardır: (Neron) "Muştu", (Eftelya) "Eski Bir Gramafon", (Yalancı cennet) "Ha Yüreğim Ha Cihan", (Leyla) "Susamışız Deniz Suyuna", (Leyla ve Mecnun) "Leyla", (Kafdağı) "Yürekistan Fırtına Kar", (Burak) "İnce Hüzün", (Yusuf, Leyla, Şirin) "Bir Özge Sevda", (Burak, Düldül, Aşkar) "Kişne Bre Şahbaz Şiirim", Hülagü "Temȃşa" (Leyla) "Sevgisiz", (Dede Efendi) "Bir Saraya Girdik", (uzza, menat, lat) "Ey Uzakları Yurt Edinen", (tiranlar) "Gençlik Güzellemesi", (Hızır ve İlyas, ah minel- Şeyh Galip) "İnce Lügat".