• Sonuç bulunamadı

2.3. Verilerin Toplanması ve Değerlendirilmesi

3.1.3. Dil, Yazım ve Noktalama

3.1.4.5. Edepli Olma

Güzel ahlak sahibi olan birey, toplumda herkes tarafından sevilir. Gittiği her yerde iyi karşılanır, sözü dinlenir. Gösterdiği incelikle karşısındakileri mutlu eder. Zarif sözleri ve tatlı diliyle işlerini kolaylıkla halleder, sorunlarını çözüme ulaştırır.

İnsanın aklını iyi kullanabilmesi için önce güzelce terbiye edebilmesi gerekir:

“(…) Cenabıhak herkese akıl vermiştir fakat o aklı terbiye etmek lazımdır yani aklı güzel

Başkasına ait evrakı izinsiz okumak terbiyesizlik sayılır. Gazetenin dördüncü sayısında dikkat çekebilecek ve çocukları eğlendirecek bir latife ile bu konuya örnek verilmiş ardından “HİSSE” (No.4: 2b) başlığı altında verilmek istenen ders açıkça dile getirilmiştir:

“LATİFE (4)

Zürefâdan birisi bir dostuna mektup yazarken yanında bir sakîl herif ol zarîfin yazdığı mektuba nazar eder idi. Zarîf esna-ı tahrirde satırın arasına “Eğer sana bu mektubu yazarken yanımda bir sakîl oturup yazdığıma bakmamış olsaydı daha çok şeyler yazacak idim. Ne çare ki onun nazar etmesi mâni oldu diye yazdı. Ol sakîl adam “Benden dostuna niçin şikâyet yazıyorsun ben senin yazdığın kâğıda ne vakit baktım” dedi. Herif çünkü bakmıyorsun benim senden şikâyet yazdığıma ne cehle vâkıf oldun diye herifi iskât etti.

HİSSE (4)

(Çocuklar bilmeyenleriniz var ise hatırlarında tutsunlar ki birisi yazı yazarken yazdığı şeye bakmak ve birine gelen kitap veya tezkireyi veya sair üstü kapalı ve açık her türlü evrakı açıp okumak terbiyesizlik asarındadır)”

Güzel ahlakın gerekliliklerinden biri de kötü söz kullanarak karşımızdakilerin kalbini kırmamaktır. Atalarımızdan yadigâr sözdür: “El yarası geçer, dil yarası geçmez” (Albayrak, 2009: 403). İnsanların kalbini kazanmak çok zor ama onları kaybetmek ağızdan çıkacak kötü bir kelime ile çok kolaydır. Bunun için dili terbiye etmek gerekir. “NASİHAT 1” (No.7: 2a)’de gerek beyitler gerek özlü sözlerle bu hususa değinilmiştir. Çocuklara dillerini güzel sözler söylemeye alıştırmaları, fena sözlerden uzak durmaları tavsiye ve telkin edilir.

Tatlı dilli olmak gerektiği bir annenin çocuğuna verdiği nasihatle şu şekilde ifade edilir:

“Daha (aks-ı sada) ne demek olduğunu bilmeyen on bir yaşlarında çocuk bir gün bir ormancık içinde oynayıp dururken ağzından çıkan (Hav! Hav!) sadalarının ormancığın içerisinden tekrarlandığını hisseder.

Bunun üzerine (Kimsin sen?) sualini irat yine (Kimsin sen?) sadası kulağına gelir. (Öyle ise sen ahmak etmişsin a!) deyip yine ormancık aksedince ağlayarak ormancık kendisine ahmak etmişsin dedi diye validesine şikâyete koşar validesi çocuğun ağlamasının sebebini öğrendikten sonra oğluna (( Bak oğlum! Bunu sen kendi kendine yaptın eğer sen ormancığa ahmak demeyeydin ormancık da sana ahmak demeyecek idi nasıl ki sen bir adama hiçbir vakitte bir fena söz söylemediğin halde o adam da hiçbir vakitte sana fena söylemez) cevabını verir

(İşte efendiler! Bu kadının dediği gibi insanlar aynen o sada-yı aksi ettiren mahallere benzerler. Eğer mütekellim iyi sözler söyler ise aks-i sadaya benzeyen muhatap yine bu sözlere mukabil iyi sözler akseder. Eğer mütekellim kötü kötü sözler söylerse muhatap da onları akseder. Bunu bilmeli de insanlığa layık surette hareket etmeli!!!)” (No.19: 3a).

İnsanlar dilleriyle olduğu kadar elleriyle de birbirlerini incitmemelidir: “Sakın zulüm etmeyin. Çünkü zulüm bir yılandır ki bir gün sizi de sokar” (No.9: 2a).

Eli açık olmak, imkânları ölçüsünde ihtiyaç sahiplerini mutlu etmek insanların kazanması gereken başka bir değerdir:

“Paraya boş boşuna saklamaktan bir menfaat hâsıl olmadıktan başka bir gün olup telef olacağı gibi insan dirayetine göre tahsile gayret etmezse o dirayetinden hiçbir vakit fayda göremez” (No.9: 2a).

Etfal’de çeşitli başlıklar altında “MUHASİN AHLAK” (No.10: 1b), “AHLAK-I HÜSNA” (No.11: 1b) ve “TERBİYE” (No.14: 2a) alçakgönüllü olmak, anne babaya hürmet etmek, affedici olmak, boş konuşmamak, emanete hıyanet etmemek, güler yüzlü olmak, kibirli olmamak, saygılı olmak, sözünde durmak, yardımseverlik gibi değerler açıklamalar yapılarak ya da hikâyeler verilerek defalarca işlenmiştir.

Yanlışa sapmış kişiyi doğru yola sevk etmek en büyük erdemlerden biridir. Kişi sadece kendi kurtuluşunu düşünmemelidir:

“Bir gün bir zat-ı makdusun hanesine hırsız girip her ne kadar aşağı ve yukarı gezdi ise sirkat

edecek bir nesne bulamadı haneden çıkıp gitmek murat edildikte sahip-i hane olan zat-ı şerif hırsıza nida edip selam verdi hırsız vealeykümselam dedi sahip-i hanesinin için dünyalığa dair bir şey hâsıl olmadı acaba ahirete dair şeyin husulete rağbet eder misin dedi ve sarık katl oldukta beraber abdest aldırtıp iki rekat namaz kıldırttıktan sonra sabah namazını eda etmek için bareber alıp mescide götürdü

ahbabından bazıları bu kimdir diye sual ettiler bu hırsız idi şey çalmak için bize geldi lakin biz onu çaldık buyurdular” (No.18: 2b).

Verilen bir sırrı ifşa etmek, emanete hıyanet etmektir. Sır saklayamayan kimselere bir daha güvenilmez. “SIRRI SAKLAMAK EN GÜZEL BİR HUYDUR” (No.11: 2a) başlıklı yazı sır saklamanın güzel ahlakın ölçütü olduğundan bahseder. Din büyüklerinin sözleriyle ise en doğru olanın sırrı kendine saklamak olduğuna dikkat çekilir.

Elindekiyle yetinmek insanı gereksiz üzüntülerden alıkoyar. Kanaatkâr olan kimse gönül hoşluğu içinde yaşamdan zevk alır. “BİR HOCA İLE ÇALIŞKAN BİR MEKTEP ÇOCUĞU” (No.9: 2b) başlığı altında bir öğretmen ile öğrencisinin diyaloguna yer verilerek kanaatin ne olduğu anlatılır, kanaatsiz olanların kötü bir halde olduğundan bahsedilir.

“(…)

Hoca – Oğlum kanaat ne demektir?

Çocuk – Efendim kanaat hasbelkader bu ettiğimiz hal ve derecenin kadir ve kıymetini bilip

ona hamd u şükretmektir.

Zira insan kendinden olan aczi bilir ise Cenabıhakk’ın cüzi ve külli kendi hakkında olan her bir ihsanın derece-i kaderini idrak edip şükründe bir dakika ihmal etmez ki o adam sahihan kanaat sahibi bir adam demektir.

Hâsılı kanaati olan kimse kendi acziyle hakkında olan ihsanü’l-ileyhten Cenabıhakk’ın azametini anlar. Bu ise kemalin birinci eseri demektir.

Hoca – Kanaatsizlik neden ileri gelir?

Çocuk – Hırs ve emelin çokluğundan yani “Benim itibarım niçin herkesten âli değildir”

yahut Hak bana niçin ziyadesiyle tazim ve tekrim etmiyorlar” veyahut “Neden sairlerinden benim rütbem aşağıdır” diye birtakım nefsani ve şeytani ve beyhude fikirlerden neşet eder. Bu da pek kötü bir haldir.

İşte şundan tok gözlü olup da halimize şükür ve darimize himmet etmeye gayret eder isek bu fena ahlakı tez elden terk edebilmiş oluruz (…)”

“HİKÂYE-İ SAHİHA (ŞERİK İLE TÂ’Î)” (No.16: 2a)’da Numan bin Mansur isminde bir Arap padişahı konu edilir. Cahiliyet âdeti ile bu padişah gününün birini gazaba birini kereme ayırmıştır. Gazap gününde kim olursa olsun rast geldiğini öldürür. Kerem gününde ise rastladığına iyilikler eder. Cömertliğiyle meşhur olup daha sonra fakirliğe düşen bir adam evladının geçimini tedarik etmek için dilenmeye başlamıştır. Zavallı adam gazap gününde Numan’ın karşısına çıkar. Çaresiz ölümü kabul eder fakat topladığı yiyecekleri son kez ailesine götürmeyi ve onları kabile reislerine emanet etmeyi diler. Numan, adamın sözleriyle biraz merhamet etse de batıl inançları gereği, gelmez ise yerine öldürülmek için bir bedel bırakmasını ister. Zor durumda kalan adama Numan’ın şeriki kefil olur ve adam akşamüzeri dönmek üzere yola koyulur. Vakit gelip de adam geri döndüğünde Numan şaşkınlık ve hayranlık içinde kalır. Bir adam hiç tanımadığı biri için canını ortaya koyarak kerem sahibi olduğunu göstermiş; diğeri öldürüleceğini bile bile sözünde durarak ölüme meydan okumuştur. Bu olay üzerine Numan bu garip âdeti kaldırdığını ilan eder. Kerem sahibi olan kişi ile sözünde durup ona ihanet etmeyen kişi böyle güzel bir olaya vesile olmuşlardır. Bu hikâye çocukları cömert olmaya ve verdikleri sözü tutmaya teşvik edebilir.

Gerçek olmayan şeyleri söyleyerek insanları kandırmak yanlıştır. Bu hatalı davranışın zararı gün kişiye geri döner:

“Lisanımızda “Yalancının evi yanmış da kimse inanmamış” diye bir darb-ı mesel var ihtimal ki bu mesele üzerine yapılmış olsun

Kemancı aman yandım sözüyle herkesin kulağını doldurduğu için sahihan yandığı bu günde yine herkes eskisi gibi zannetmiş

İşte yalancı da tıpkı bunun gibidir daima ötekini berikini aldattığı için sahihan “Evim yanıyor” diye bağırsa “Yine yalan söylüyor” diyerek sözüne kulak asan bulunmaz bunun için yalan söylenmemelidir. Zira yalan söylemek en fena bir huydur. Bundan böyle gelecek nüshalarda yazacağımız “Ahlak” bentlerinde yalanın ne kadar fena olduğunu etrafıyla göstereceğiz. Şimdilik hissemize bu kadar düştü” (No.1: 3a).

“Yalan insanı şermende ve rezil eder” (No.9: 2a).

“İhtiyar bir Hristiyan karısının evine bir gün bir papaz gelmiş öte beri konuştuktan sonra nasıl İncil-i Şerif okumuyor musun diye sormuş. Kocakarı Hiç okumaz mıyım? Her sabah on yaprak yer

okurum demiş. Papaz – Öyle ise bu sabah okuduğun yeri göreyim deyince kocakarı kalkar üzeri toz toprak tutmuş olan İncil’i raftan indirir papazın önünde açar. Meğer kocakarının bir vakit bir gözlüğü kaybolmuş aramadık yer bırakmamış imiş. İncili açıp da gözlük içinden çıkınca – Oh ne kadar memnun oldum! Beş aydır şu gözlüğü arardım demiş….

İşte yalan daima sahibini böyle pek çabuk rezil eder. Hani ya kocakarı daha sabahleyin İncil okuduğunu söylemiş idi her sabah İncil okuyan beş aydır kaybolan gözlüğünü bulamaz mı?” (No.11: 2a).

Kendi değerini olduğundan aşağı gören, yaptıklarıyla büyüklenmeyen kimseler alçakgönüllüdür. Böyle kişiler toplumun sevgi ve saygısını kazanacağından insanların gözünde yükselirler:

“(…) Abbasi Devleti’nin yedinci padişahı olan Memûn halifenin huzuruna bir gün ulemadan Mehmet bin İbad girmiş idi. Meğer başındaki sarığı bozulmuş imiş. Memûn tevazu (alçakgönüllülük) ederek sarığı kendi eliyle tazeler. Yanında duran cariye bu hali görünce nasılsa güler. Memûn cariyeden gülüşünün sebebini sorar. Cariye cevap vermeden müşar ile Mehmet bin İbad gayet zeki ve fatin bir zat olduğundan “Efendim benim gibi çirkin yüzlü bir adamın sarığını senin gibi güzel bir padişahın kendi eliyle zahmet edip de sarışına taaccübünden güldü” der. Bunun üzerine Memûn cariyesine hitap ederek “Bu sarığın altında o kadar büyüklük o derecede şeref gizlenmiştir ki senin aklın ihatadan aciz ve benim büyüklüğüm onun yanında hükümsüzdür” demiş ve hem kadirşinaslığını hem de hüsn-i hulkını göstermiştir (…)” (No.11: 1b).

Benzer Belgeler