• Sonuç bulunamadı

2.3. Verilerin Toplanması ve Değerlendirilmesi

3.1.3. Dil, Yazım ve Noktalama

3.1.4.6. Eğitim-Öğretime Önem Verme

Okullar eğitim-öğretim hayatının vazgeçilmez kurumlarıdır. Alanında uzman kişilerden alınan dersler öğrencilerin bilgilerini artırır. Çocukluk zamanı iyi değerlendirilmeli, okula devam etmenin yanı sıra çalışma evde de sürdürülmelidir:

“(…) İşbu mahalde insanı dünyada herkese sevdirecek yollar ve ahirette muhterem kılacak taraflar öğrenilir. İnsan âlim olur. Cahillik sıfatından kurtulur ise de mekteplere devam ister. Yoksa vakt-i azizini hususuyla çocukluk zamanını hadden aşırı oyun ve sefahat (2b) ile geçirirse ihtiyarlıkta bir şey hâsıl edemez. Devam ister vesselam ” (No.3: 2a-2b).

“(…) tahsil yalnız mektebe gitmekle olmayıp hem mektebe gitmek ve hem de dersine çalışmak iledir (…)”(No.12: 2a).

“(…) Mektep ise bir ana babadır ki anasından babasından her ne kadar bi’ltevlit ispat-ı vücut etmiş ise de henüz kemalet-i insaniye ve fezail-i ademiye âleminde ispat-ı vücut etmemiş olan o adamı o âlemde dahi tevlit ederek meydana çıkarır (…) Mektep ki cümlesinin fikri bir nokta üzerinde müctemi şakirt çıkaramaz belki cümlesi bir rahmin mahsulü kardeşler gibi kardeşler çıkarın öyle kardeşler ki bize halef olacaklar ve ileride memleketimizin saadetine onlar hizmet edeceklerdir (…)” (No.12: 2a).

Okuyup yazması olan kişi kendi işlerini rahatlıkla halledebilir. Yabancı memleketlerde bile evinde gibi hissedebilir. Okuryazar insan için kendini geliştirmede ve ahlakını güzelleştirmede önünde hiçbir engel yoktur. Etfal’in farklı sayılarında okuyup yazmanın önemi konusunda çocuklara şöyle seslenilmektedir:

“(…) Okuyup yazanlar için bütün dünya bir ev gibidir. Her memleketi eviniz. her memleketteki adamları evinizdeki adamlar gibi görmek her hâllerini anlamak için okuyup yazmak lazımdır” (No.1: 1b).

“(…) Şimdi anlayabilirsiniz ki şu elinizdeki gazete sizin gibi birçok çocuğun elinde

bulunuyor. Yazı ve okumak sayesinde benim efkârımı onlar da anlıyor bir kere düşününüz ki âlemde yazı olmayaydı bu iş mümkün olur muydu? Haydi diyelim ki bir kalfa nihayet yüz çocuğa meramını

anlatabilsin. Hâlbuki bu saatte gazete bin beş yüz çocuğa şamatasızca ve pek güzel meramını

anlatabiliyor. Öyle ise bu işler hep yazı okumak sayesinde olmuyor mu? Bir iyice düşünseniz bulursunuz zannederim (…) Yazı insanı geçindirir her bir sanattan ziyade para getirir. Dünyada yazı gibi âlâ iş yoktur. Yazı insanın adını ahirete kadar andırır. Yazı insanı zengin eder. Yazı adamı meşhur eder (…)” (No.2: 2a).

“(…) Aklın terbiyesi de okuyup yazmak ile hâsıl olduğu için her insana evvela okuyup

yazmak lazımdır. Bir insan okuryazarsa aklını terbiye eder aklını güzel terbiye edince de aczini setr eder hatta yukarıda söylediğimiz büyük büyük şeyleri yapar bazen hiç görülmedik şeyler icat eder mucit olur kıyamete kadar namı kalır.

İşte şundan da anlaşıldı ki okuyup yazmak insanlar için en evvel tahsil olunması lazım gelen şey imiş!!!” (No.3: 1b).

İlim sahibi olmak, insanların kazanabileceği en büyük faziletlerdendir. Âlim insan toplumda itibar sahibi olur. “BİR HOCA İLE ÇALIŞKAN BİR MEKTEP ÇOCUĞU” (No.6: 2a) başlıklı yazıda ilimden bahsedilir. İlmin bireyleri her zaman doğru yola sevk edeceği, rahat bir yaşam geçirmelerine başlıca bir vasıta olduğu ifade edilir. İlme sahip olmayan insanların yapılacak işlerde tercih edilmeyeceğinden

bahsedilir. İlim sahibi olmak için gençlik zamanlarının iyi değerlendirilmesi gerektiği üzerinde durulur.

İlim her insan için zaruri bir ihtiyaçtır. Okullarda öğrenilenlerin yanı sıra kişinin kendi çabaları ve isteğiyle ilmini artırması mümkündür. Etfal’in yedinci sayısındaki “MUKADDİME” de çocuklara şu şekilde seslenilmektedir:

“Ey etfal-i vatan!

Zaman tahsil-i ilim ve marifet zamanıdır.

Marifetsiz kimse yaşayamaz. Yaşasa da ömrünü mezelletle geçirir. Vaktimiz pek başkalaştı. Okuyup yazması olmayanlara adeta insan nazarıyla bakılmıyor. Hulâsa bu zamanda ilim ve marifet insanların havayic-i zaruriyelerinden olmuştur. İşte bu dakikaya mebni devlet-i ebed-i müddet her türlü mekâtib-i inşa ile etfal-i vatanın talim ve terbiyelerine hasr-ı himmetle milyonlarla kuruşlar sarf ediyor.

Mektepler menba-ı ilim ve marifet olduğundan herkes sa’y ve gayreti nisbetinde hissesini alırsa da o kadarcıkla iktifa caiz olmayıp ilerletmek lazım ve mekteplerde ise ulum ve fünûnun her noktası beyan olunmak mümkün olmayacağından ilerisini öğrenip anlamak biraz daha kendi kendine mektepten aldığı malumat ile tahsil ettiği ulumun tevsîine çalışmayla olur” (No.7: 1b).

Âlim olmakla kazanılacak faziletler şöyle verilmektedir: “- Alim olmakla her şeyi bilmekle ne olur?

- Ne olacak efendim nereye gitse itibar bulur. Herkes kendisine riayet eder. Hiçbir yerde aç kalmaz. Hiçbir şeyde icaz göstermez. Hangi işe başlasa başa çıkarır” (No.9: 1b).

Cahilliğin ise yergisi yapılmıştır:

“-Dünyada en ziyade merhamete layık adam cahil olandır. Çünkü en büyük fakr cahilliktir. - Cahil olan her yerde istiskal görür” (No.9: 2a).

Cahil insan ilim sahibi olunca geçmişte güzel sandığı şeylerin kötülüğünü anlar:

“KISSA

Oldukça mâl-dâr bir kör hatun evce lazım gelen eşyasını güya en alası olmak üzere öteden beriden alır halbuki aldığı şeylerin kaffesi edna olduğunu fark edemediğinden hep ala buluyorum

efkarıyla evine lazım gelen intihazımı verir bade gözlerine bakmak ve iyi etmek üzere bir tabip ile akd-i mukasele eder ve tabibe lazım gelen mualeceleri verip icra-ı tedavi ettikten sonra mumiileyhin gözleri sıhhat bulur ise de evvelce güzel diyerek almış olduğu eşyanın ne ayarda olduğunu görmeye başlayınca (Bunları sen değiştirmişsin) diye tabibi hem tazîre hem de hakkını iptale kalkışır kalkışmaz tabip-i akil (Hayır öyle değil senin gözlerin evvelleri görmediğinden iyi ve kötüyü fark edemez idin yoksa sana güzel diye verdikleri eşyalar işte bunlardır) kelamlarıyla mumiileyhi ikna eder.

HİSSE

Bu kıssada tarif olunan hatunun körlük vakti cahillik zamanına ve sonradan gözlerinin iyileştiği vakit dahi alimlik zamanına benzer çünkü bir cahil tahsil-i ilim ve marifet ettikten sonra zaman-ı cahillikte güzel diye bulmuş olduğu fena şeylerin fenalığını ilim sayesinde anlar” (No.18: 2a).

On ikinci sayıda anlatılan hikâyede zengin bir adam tek oğlunun sıkılmasına gönlü razı olmayarak onu okula göndermez. Oğlunun büyüdüğünde kendisinden kalan miras ile geçinebileceğini düşünür. Oğlu büyüyüp yirmi yaşlarına geldiğinde adam vefat etmiştir. O yaşına kadar naz ve niyaz ile büyüyen çocuk, hesap bilmediğinden elde avuçta ne varsa harcar, bitirir. Sefalete düşer. Vaktiyle konaklarının yanında oturan fakir, dul bir kadın vardır. Bu kadının da bir oğlu vardır. Kadının oğlu okuluna devam etmiş, çok çalışarak iyi bir mevki elde etmiştir. Zengin adamın kıyamayıp okula göndermediği çocuğu, bu kadının oğlunun yanında üç kuruşa işe girer. Okula devam eden ile etmeyenin durumları böylelikle tasvir edilmiştir. Gazeteyi okuyan çocuklara hangisi işlerine gelirse onu tercih etmeleri tavsiye olunur.

İnsan ilmin lezzetini aldıktan sonra çalışmayı bırakmak istemez. Çalışma işi onun için adeta bir eğlenceye dönüşür:

“(…) Çünkü insan bir müddet dişini sıkıp gece gündüz çalışsa pek çabuk zamanda ilmin lezzetini duyup bilahare çalışmak o adam için lezzet hikmetine gireceğinden artık ondan sonra o adam için çalışmak adeta eğlence-i mukamette olup çalışmaktan sıkılıp usanmak değil çalışmamaktan sıkılır (…)” (No.9: 2a).

Benzer Belgeler