• Sonuç bulunamadı

Tutumlar, kişilerin davranışlarını şekillendiren duyuşsal etmenlerdir. Kişinin davranışının yönünü ve şiddetini etkilerler. Eğitim ortamında son yıllarda yapılan çalışmalar öğrencilerin derse, materyale ve öğretmene ilişkin oluşturdukları tutumların ders başarısını etkilediğini ortaya koymuştur.

Bireyin bir konuya ilişkin olarak bilgi ve becerisinin yeterli olması, o konuyla ilgili davranışları göstermede onu yeterli kılabilir. Fakat birey güdülenmez ve olumlu tutum içerisinde olmazsa davranışları gerçekleştirmeye dönük yeterli eğilim göstermeyebilir. Bu sebeple, öğretme-öğrenme ortamındaki bireylerin öğrenmeye ilişkin olumlu tutumlarının geliştirilmesi gerekir. Öğrenciler okul hayatları süresince konular, öğretmenler ve sınıf arkadaşlarına ilişkin olarak genellikle olumlu bakış açısı oluştururlar. Kurallara uyarlar, başkalarıyla uyumlu çalışırlar, onlara saygı gösterirler ve serbest zamanlarını yararlı etkinlikler için kullanırlar (Şişko ve Demirhan, 2002).

Çoğu tutumların kökeni çocukluğa dayanmakta ve genelde doğrudan yaşantı, pekiştirme, taklit ve sosyal öğrenme ile edinilmektedir. Ancak çocuklukta edinilen tutumların kaynağı, genellikle anne-babalardır. İlköğretim çocukları, çeşitli konularla ilgili tutumlarını anlatırken, sık sık anne ve babalarının söylediklerinden örnekler verirler. Çocuklar büyüdükçe, anne-babalarının onların tutumları üzerindeki etkisi azalmakta ve özellikle ergenlik döneminin başlamasıyla diğer sosyal etkenlerin rolü giderek fazlalaşmaktadır. Bir bireyin tutumlarının büyük kısmı, 12 ile 30 yaş arasındaki dönemde son şeklini almakta ve daha sonra çok az değişmektedir. Tutumların kristalleştiği bu süre “kritik dönem” olarak adlandırılmaktadır. Kritik dönem boyunca, tutumların oluşmasında üç ana etmen rol oynamaktadır. Bunlar; akranlar, kitle haberleşme araçları ve diğer kaynaklardan edinilen bilgi ve eğitimdir (Hünük, 2006).

Tutum, bireylerin belirli bir kişiyi, grubu, kurumu veya düşünceyi kabul ya da reddetmesi şeklinde gözlenen, duygusal bir hazır oluş hali veya eğilimidir (Özgüven, 1994). Tutum bireyin herhangi bir şeye, bireylere, olaylara ve çok çeşitli durumlara karşı

bireysel etkinliklerindeki seçimini etkileyen, kazanılmış içsel bir durum olarak tanımlanabilir (Senemoğlu, 2001). Oppenheim, tutumu “genel olarak bir bireyin herhangi bir uyarıcı karşısında olumlu ya da olumsuz tepki gösterme eğilimi” olarak tanımlamakta ve tutumun duyuşsal alan davranışlarının önemli bir bölümünü oluşturduğunu belirtmektedir (Ülgen, 1995). Sosyal psikologlar da tutumu; “bir bireye atfedilen ve onun bir psikolojik objeyle ilgili düşünce, duygu ve davranışlarını düzenli bir biçimde oluşturan bir eğilimdir” şeklinde açıklamışlardır. Tanımlar incelendiğinde, tutumun bireye ait bir eğilim olduğu görülür. Yani tutumun doğrudan gözlenebilir bir özellik olmadığı, ancak bireyin gözlenebilir davranışlarından yola çıkılarak dolaylı olarak varsayıldığı ve o bireye atfedilen bir eğilim olduğu görülür. Demek ki tutum, gözlenebilir bir davranış değil, davranışa hazırlayıcı bir eğilimdir. Tutumla ilgili tanımlarda dikkat çeken yön; düşünce, duygu ve davranışlarda görülen düzenliliktir. Bu anlamda, tutumun meydana getirdiği sadece bir davranış eğilimi ya da bir duygu değil; düşünce, duygu ve davranış eğilimi bütünleşmesidir. Bu da bize, tutumun bilişsel, duyuşsal ve edimsel olmak üzere üç bileşeni olduğunu göstermektedir. Genelde bu bileşenler birbirinden bağımsız olmayıp, karşılıklı olarak birbirini etkiler ve aralarında bir tutarlılık bulunur (Holoğlu, 2006).

Bir tutumun bilişsel yönü, bireyin tutumunun nesnesi hakkındaki bilgi, düşünce ve inançlarını kapsar. Buna örnek olarak, beden eğitimi ve spor dersinin insan sağlığı açısından önemini kavrama verilebilir. Duyuşsal yönü, tutumun nesnesini sevme, kabullenme ya da reddetmeye yol açan duygulardır. Bunun örneği de, beden eğitimi dersini sevip sevmemedir. Edimsel yönü ise; tutum nesnesine yönelik birtakım davranışlar gösterme, bazı hareketlerde bulunmadır. Beden eğitimi ve spor dersine sürekli katılma bunun örneğidir (Demirhan ve Altay, 2001).

Tezbaşaran’a göre; tutumların, öğrenci başarısındaki etkisi yönündeki görüşlerden hareketle, bilişsel ve devinişsel davranışların yanında tutumların da ölçülmesi gereği gündeme gelmiş ve tutum ölçekleri geliştirilmeye başlanmıştır. Tutumlar, davranışların gözlenmesi, bireyin kendisini rapor etmesi, görüşme, dereceleme ölçekleri ve gösterilen resimlere hikaye uydurmasıyla ölçülebilir. Davranışın doğrudan gözlenmesi en etkili yaklaşım olsa da çoğu zaman bu mümkün olmayabilir. Bireyin kendini rapor etmesinde de süre, anlatım gücündeki eksiklikler gibi durumlar ortaya çıkabilir. Resimleri yorumlamada da yorum gücü ve anlatım gücü eksiklikleri ortaya çıkabilir. Görüşmede ise insanlar bazı düşüncelerini saklayabilirler. Dereceleme ölçeklerinde ise, bireyin,

duygularının bütününü ifade edememesi gibi eksiklikler vardır. Ancak, ölçme ve uygulama kolaylığı, istatistik hesabı ve standartlaştırma açısından en sağlıklı olanın, dereceleme yoluyla tutum ölçme olduğu söylenebilir (Aktaran:Hünük, 2006).

Tutum, en olumludan en olumsuza kadar çeşitli derecelerde olabilir. Olumsuz tutumlar; nesne ya da fikir konusunda olumsuz inanca sahip olma, onu reddetme veya sevmeme, ona karşı hareketlerde bulunma demektir. Olumlu inanca sahip olma, onu benimseme ve sevme ise olumlu tutum göstergesidir. Programlarda yer alan her ders gibi beden eğitimi dersine ilişkin olarak da öğrenciler olumlu veya olumsuz tutum geliştirebilirler. Tutumun olumlu olması, dersin verimli işlenmesini sağlayıp öğretmeni güdüleyebilir. Birey bir nesneye ya da olaya yönelik olumlu tutum geliştirdiyse ona doğru yaklaşır ve onu destekler, olumsuz tutum geliştirdiyse ondan uzaklaşır, hatta olumsuz davranışlar gösterir. Ancak, tutumlar değişebilir, zamanla yenileri kazanılabilir (Şişko ve Demirhan, 2002).

Tutumlar, insanların hayatına yön vermede önemli bir rol oynamaktadır. Bireyin tutumlarının olumlu ya da olumsuz olması eğitim ve öğretimi için oldukça önemlidir. Bu sebeple insanların tutumları önceden bilinirse olumlu olması yönünde önlemler alınabilir ve bu tutumlar düzeltilebilir. Beden eğitimi alanında tutumla ilgili yapılacak araştırmalar, öğrencilerin beden eğitimi dersine ilişkin olumlu tutum geliştirmeleri konusunda yapılacak çalışmalara katkı sağlayabilir, öğrenmede hedeflere ulaşmada yardımcı olabilir.

Hatırlanacağı gibi geleneksel eğitim anlayışında, bireyin sadece zihinsel gelişimi önemsenir ve buna uygun eğitim vermenin yeterli olduğu düşünülürdü. Oysa, insan zihin ve beden olarak bir bütündür ve bir bütün olarak eğitilmelidir. Bu anlamda günümüz eğitim anlayışı, bireyi bir bütün olarak değerlendirmekte ve sağlanacak gelişimin bu doğrultuda olması gerektiğini vurgulamaktadır. Bireyin hem fiziksel ve hem de zihinsel olarak gelişimini sağlamanın en kısa yolu da, beden eğitimidir.

Hayata yeni başlayan ve çok çeşitli ilgi ve ihtiyaçlara sahip olan ilköğretim öğrencilerinin sağlıklı gelişimlerini sağlamak ve her yönüyle topluma yararlı bireyler olarak yetişmelerini temin etmek, iyi bir toplum oluşturma çabalarının birinci şartı olarak görülmektedir. Bu şartı yerine getirmede, öğrencilerin hem fiziksel ve hem de zihinsel gelişimlerinde çok önemli bir yere sahip olan beden eğitimi dersi, önemli bir araç konumundadır.

İlköğretim beden eğitimi derslerinin işlenişinde, gerek birinci kademe (beden eğitimi etkinlikleri) ve gerekse ikinci kademe (sportif etkinlikler) etkinliklerde, geleneksel öğrenme-öğretme yaklaşımının dışına çıkılamadığı görülmektedir. Her ne kadar yeni yaklaşımlar ve yöntemler uygulamaya konmaya çalışılsa da, büyük oranda geleneksel anlayış devam etmektedir.

Geleneksel anlayışla işlenen beden eğitimi derslerinde, öğrencilerin farklı zeka alanlarına sahip oldukları gerçeği önemsenmemekte, bir-iki zeka alanına yönelik etkinliklerle dersler verilmektedir. Genellikle sözel-dilsel ve bedensel-kinestetik zeka alanlarına yönelik olarak yapılan etkinlikler, farklı zeka alanlarındaki öğrencilerin öğrenmesine yetmemekte, bunun sonucu olarak beden eğitimi derslerinin amacına ulaşması sınırlı kalmaktadır. Bununla beraber, öğrenmenin tekdüze bir anlayışla hep aynı yöntem veya yöntemlerle verilmesi, öğrencilerde sıkılmaya sebep olmakta, derslerden beklenen verimin düşmesine yol açmakta, derse karşı olumsuz tutum geliştirilmesine sebep olabilmektedir.

Bu anlamda, öğrencilerde istenilen olumlu gelişmeyi sağlama ve dolayısıyla derslerin daha verimli hale gelmesi açısından çoklu zeka kuramı uygulamaları ile işbirliğine dayalı öğrenim yönteminden yararlanılabilir. Hatırlanacağı gibi, hem kuram ve hem de yöntem öğrenciyi merkeze alan bir öğrenme anlayışına sahiptir. Çoklu zeka kuramı uygulamalarıyla, farklı zeka alanlarındaki öğrencilerin etkinliklere katılımı ve öğrenmeleri kolaylaştırılırken, işbirliğine dayalı öğrenme yöntemiyle de, demokratik bir öğrenme ortamı sunularak birbirlerinin öğrenmelerine yardımcı olmaları desteklenebilir. Bir başka ifade ile, çoklu zeka uygulamalarının işbirliğine dayalı öğrenim yöntemi desteğiyle verilmesi, öğrencilerin beden eğitimi ve spor etkinliklerini öğrenmelerinde yararlı bir yol olarak görülebilir.

Kısaca, yukarıda belirtilen gerekçeler doğrultusunda, ayrı ayrı kullanımlarında öğrencilerin başarılarını arttırdığı sonucuna ulaşılan çoklu zeka kuramı ve işbirliğine dayalı öğrenim yönteminin, birlikte kullanılması halinde beden eğitimi dersindeki öğrenci tutumları, başarı ve kalıcılık konularında etkili olup olmadığını sınamaya ihtiyaç duyulmuştur.