• Sonuç bulunamadı

Çoklu zeka kuramı, eğitim bilimlerindeki yenileşme çabalarına paralel olarak, standart öğretim programlarıyla ulaşılamayan beyinleri yeniden kazanmak ve insanlardaki zenginliklerin farkına varılmasını sağlamak üzere geliştirilen anlayışlardan birisidir. Çoklu zeka kuramının amacı, öğrencilerin çoklu zeka alanlarını sınıfta işleyecekleri konularla ilişkilendirerek, her öğrencinin zeka alanlarının kendine özgü bir yapıda gelişmesine fırsat tanımaktır.

Hatırlanacağı gibi çoklu zeka kuramı, bireylerin farklı sebeplerle, farklı yollar ve farklı hızlarda öğrendiğini savunmakta, öğrenme ve öğretme sürecinde bütün zeka türlerinin işe koşulmasını öngörmektedir. Öğrencilerin bireysel farklılıkları, sahip oldukları zeka alanlarının farklılığından kaynaklanmaktadır ve etkili öğrenmenin sağlanabilmesi için bu zeka alanlarını dikkate alarak öğrenim hizmetinin verilmesi gerekmektedir (Gürbüz ve Çatlıoğlu, 2004). Bir başka ifadeyle, her öğrenci zeka yapısı ve öğrenme yöntemi açısından diğerlerinden farklıdır. Bazıları dinleyerek, bazıları öğrenme sürecinin içinde yer alarak; bazıları da araştırmak, düşünmek ve çözümlemek gibi farklı yöntemlerle öğrenmektedir. Eğitim-öğretim sürecinde yapılması gereken, var olan bu potansiyelden olabildiğince yararlanabilmektir. Saban’ın da (2003) belirttiği gibi çoklu zeka kuramı, çok kapsamlı bir öğretim modeli ortaya koyarak, öğretmenleri sınıfta daha fazla sayıda öğrenciye ulaşabilmek için eğitimde kullandıkları öğretim yöntemlerini

gözden geçirmeye zorlamakta ve öğretimde yöntem zenginliğine gitmeleri konusunda onlara yardımcı olmaktadır. Armstrong’a (2000) göre de, çoklu zeka kuramı, öğretmenlerin yenilikçi öğretim stratejileri geliştirmelerini kolaylaştırmakta, bunun yanında, sınıfta kolayca uygulanabilen çok çeşitli öğretim yöntemlerine imkan sağlamaktadır. Kuramın kurucusu Gardner da (1999), her öğrencinin zeka profilinin farklı olduğunu, bu sebeple de eğitim sisteminde öğrencilerin bireysel farklılıklarına uygun yöntemler kullanılması gerektiğini vurgulamıştır. Ona göre geleneksel eğitimde okullar, genel olarak dilsel ve mantıksal-matematiksel zeka ile çalışmakta ve bireysel yeteneklere ve değişik öğrenme yöntemlerine yer vermemektedir. Dolayısıyla, öğrencilerin tek bir ders programıyla ve aynı yöntemle öğrenme mecburiyetleri olmamalıdır.

Çoklu zeka kuramının, öğrenmede, değişik öğretim yöntemlerine imkan sağlamasının bir sonucu olarak, çoklu zeka etkinliklerinin kullanıldığı yöntemlerden birisi de işbirliğine dayalı öğrenim yöntemidir. İşbirliğine dayalı öğrenim yöntemi, öğrencilerin küçük karma gruplar oluşturarak, birbirlerinin öğrenmelerini kolaylaştırdıkları bir yöntemdir. Yöntemin ana eksenini, öğrencilerin farklı öğrenme yaşantıları geçirerek öğrenmesine yardımcı olma ve öğrenmede onlara farklı seçenekler sunma oluşturmaktadır. Dikkat edilirse, çoklu zeka kuramı da aynı felsefeyi öne sürmektedir.

Daha önce de değinildiği gibi, işbirliğine dayalı öğrenim yöntemini diğer yöntemlerden ayıran bazı temel ilkeler vardır ve bir grubun işbirliğine dayalı öğrenme grubu olabilmesi için bu temel ilkeleri taşıması gerekmektedir. İşbirliğine dayalı öğrenme, bu temel ilkeler doğrultusunda genel bir amacın başarılması için gruplarda çalışan öğrencileri kapsayan bir yöntemdir. İşbirliğine dayalı öğrenimin etkililiği de bu temel ilkelerin kullanımına bağlıdır. Bu ilkeler; olumlu bağımlılık, yüz yüze etkileşim, bireysel değerlendirilebilirlik, grup ödülü ve sosyal becerilerdir.

Gardner tarafından ortaya konulan çoklu zeka kuramının ifade ettiği zekalardan birisi de kişilerarası-sosyal zekadır. Kişilerarası-sosyal zeka, başkalarını anlama ve onlarla kuvvetli etkileşimlerde bulunma yeteneğidir. Bu zeka, sözlü veya sözsüz olarak iletişim ve duyarlılık içerir. İnsanları çeşitli perspektiften görebilmeyi sağlar. Bu zeka, bir insanın çevresindeki insanların duygularını, isteklerini ve ihtiyaçlarını anlama, ayırt etme ve karşılama kapasitesidir. Bu zeka türü ile, bir insanın diğer insanlardaki farklı özelliklerin farkına vararak, onları en iyi şekilde analiz etme, yorumlama ve değerlendirme kabiliyetleri kastedilir (Campbell, 1994; Saban, 2004).

İşbirliğine dayalı öğrenim yönteminin beş temel ilkesinden dördü, çoklu zeka kuramı tarafından ortaya konulan kişilerarası-sosyal zeka içinde yer almaktadır. Saban’a (2004) göre, bu zeka alanı güçlü olan kimselerin, bir grup içerisinde grup üyeleriyle işbirliği yapma, onlarla uyum içinde çalışma ve bu kişilerle etkili olarak sözlü ve sözsüz iletişim kurma gibi yetenekleri söz konusudur. Ayrıca, kişilerarası-sosyal zekanın gelişmesi, bir grupta işbirliği ve ekip ruhunun güçlenmesini de sağlamaktadır.

İflazoğlu’nun da (2003) belirttiği gibi, işbirliğine dayalı öğrenim yöntemi ile ilgili yapılan araştırmalarda, işbirliği gruplarının; başarı, yetenek ve diğer değişkenler (yaş, cinsiyet, tutum, etnik köken, vb.) açısından farklı özelliklere sahip öğrencilerden oluşturulması gerektiği, bu heterojenliğin de öğrencilerde olumlu etkiye sebep olduğu ortaya konmuştur. Bir işbirliği grubunun, değişik başarı seviyesindeki öğrencilerden oluşması, onların grup sürecinden daha iyi yararlanmalarına imkan sağlamaktadır. Bununla beraber, grubun farklı cinsiyetteki öğrencilerden oluşması, birlikte çalışma becerilerini geliştirmelerine fırsat tanımaktadır (Slavin, 1994). Öğrencilerin ortak bir amaç doğrultusunda çalışması, grup dinamiğinin oluşmasını sağlar. Bu da, bireylerin tek başlarına sonuca ulaşmalarından çok gruptaki diğer bireylerin katkısını alarak daha nitelikli bir ürün ortaya koymaları sonucunu doğurur. Dolayısıyla farklı zeka alanları gelişmiş öğrencilerin, akademik bir konu üzerinde, ortak bir amaç doğrultusunda çalışmalarının da mümkün olduğu söylenebilir (İflazoğlu, 2003).

Çoklu zeka kuramı ile ilgili yapılan çalışmalar, sınıflarda işbirliğine dayalı öğrenim yönteminin kullanılmaya başlanması gerektiğine odaklanmıştır. Bunun sebebi de, işbirliğine dayalı öğrenme alanında son yirmi yılda yapılan araştırma sonuçlarına göre, öğrencilerin çoklu zekalarına uyarlanabilen ve onları içerecek şekle dönüştürebilen pek çok öğretme stratejisinin geliştirilmiş olmasıdır (Yıldırım, 2006).

Sonuç olarak, öğrenmeye yeni bir bakış açısı getiren çoklu zeka uygulamaları, başka öğretim yöntemlerinin kullanılmasıyla da öğrenci başarısını arttırmaktadır. Ancak, öğrencilerin birbirinin öğrenmesini desteklediği işbirliğine dayalı öğrenim yöntemi, çoklu zeka anlayışıyla öğrenmeyi sağlamada etkili yöntemlerden birisi olarak görülmektedir. Çünkü, hem kuram ve hem de yöntem, klasik eğitim anlayışına birer alternatif olarak ortaya çıkmışlar, öğrenmenin boyutlarını değiştirmişler, öğrencilere, tekdüze öğrenme anlayışı dışında başka şekilde de öğrenebilecekleri imkanlar sunmuşlardır.

Günümüzde geçerli olan eğitim, bilginin zihinlere yüklendiği bir süreç olmaktan çıkarak bilginin hayatta kullanılma sanatının öğrenildiği bir süreçtir. Çağdaş eğitimin amacı, bireylerin potansiyel güçlerini ve yeteneklerini ortaya çıkararak, bunları en üst seviyede geliştirmelerine yardımcı olmaktır. Bu amaca yönelik olarak günümüz eğitim anlayışı, bireyi fiziksel, zihinsel, duygusal ve toplumsal boyutlarıyla bir bütünlük içerisinde ele almaktadır. Böylece fiziksel, zihinsel ve duygusal boyutları ile ruhsal ve bedensel açıdan verimli ve üretken bireylerin topluma kazandırılması mümkün görünmektedir (Yenal ve diğ., 1999).

Bireyi fiziksel, zihinsel ve toplumsal boyutlarıyla bir bütün halinde eğitmek ve ruhsal ve bedensel olarak verimli ve üretken olarak topluma kazandırmak söz konusu edildiğinde ilk akla gelen, sayılan özellikleri sağlaması ile genel eğitimin vazgeçilmez unsurlarından birisi olan beden eğitimi uygulamalarıdır.

Günümüzdeki anlayış, sağlıklı bir toplumun oluşturulmasında beden eğitimi ve spor etkinliklerinin önemli bir işleve sahip olduğu yönündedir. Bu anlayışın gereği olarak da, beden eğitimi ve sporun bütün topluma yaygınlaştırılması için çalışılmaktadır. Bu çalışmalara paralel olarak, ilköğretim okullarından başlamak üzere beden eğitimi uygulamaları ciddiye alınmaktadır. Bireylere sağlıklı alışkanlıklar kazandırmanın en iyi yolunun, küçük yaşlardan itibaren planlı ve sistemli olarak eğitim vermek olduğu bilinmektedir. Bu bağlamda, ilköğretim okullarında verilen beden eğitimi dersinin önemi açıkça ortaya çıkmaktadır.