• Sonuç bulunamadı

III. EĞİTİMDE FIRSAT EŞİTSİZLİĞİ

3.3. Eğitimde Fırsat Eşitsizliğinin Boyutları

Toplumlarda eşitlik anlayışı farklılık gösterse de eğitim konusundaki eşitlik konusuna herkesin duyarlılığı aynı olmaktadır. Eğitimdeki fırsat eşitliği konusunda ilk çalışmaları James S. Coleman yapmıştır ve çocuğun sosyal konumunun değişik tarihsel zamanlara göre nasıl değiştiğinin dikkate alınması gerektiğini savunmaktadır. Tarihsel olarak eğitimde fırsat eşitliği kavramı değerlendirildiğinde, sanayi devrimi öncesi çocukların kariyeri anne ve babanınkine bağlı olarak belirlenmektedir. Başka bir ifadeyle, baba sanatkâr ise çocuk da sanatkâr; baba memur ise çocuk da memur olmaktadır. 19. Yüzyıldan itibaren Avrupa ve Amerika’da kamusal eğitim düşüncesi ile ilgili fikirler ortaya konulmaya başlamaktadır. Kamusal eğitim anlayışı ile eğitimde fırsat eşitliği kavramındaki açığın giderek azaltılması hedeflenmektedir. Amerika’da eğitimde fırsat eşitliği kavramının gelişimine bakıldığında ilk olarak, bütün çocukların aynı okullarda aynı programlardan yararlandırılması hedeflenmektedir. İkinci olarak, çocukların gelecekte farklı görev ve mesleklere gidecekleri düşünülerek, yükseköğretim programlarının buna göre ayrıştırılması yoluna gidilmiştir. Üçüncü olarak, zenci ve beyaz çocukların aynı haklardan yararlanılması gerekliliği kanunla kabul edilmiştir ve son olarak eğitimde fırsat eşitliğinde okulun girdileri yerine etkilerini temel alan yeni yaklaşımlar benimsenmektedir (Tan, 1987: 230).

Eğitimde fırsat eşitliği, toplumun bütün kişilerine, eğitim hizmetlerinden eşit şekilde yararlanma fırsatını en uygun şekilde verme olarak ifade edilmektedir. Eğitimde fırsat eşitliği kaidesinin temel hedefi, gençlerin toplumsal pozisyon ve rollerine ulaşmalarında karşılaştıkları toplumsal ve iktisadi imtiyazları ortadan kaldırmaktır. Bu

şekilde, toplumsal ve iktisadi hâllerine bakılmaksızın, toplumdaki yerlerini istek ve yeteneklerine göre belirleme imkânı sağlanacak, herkes kendi kişiliğini ve dileklerini tam olarak yerine getirme fırsatı elde edeceklerdir. Bununla beraber, eğitimde fırsat eşitliği, az eğitimli ve asgari ücretli bir ailenin çocuğunun da iyi koşullarda eğitilmesini sağlamaktır (İnan ve Demir, 2018: 344).

Fırsat eşitliği ve eğitim başarısı arasındaki ilişki üzerine geliştirilmiş modeller söz konusudur ve bu modeller aşağıda özetlenmektedir (Soylu, 2019: 3; Tan, 1987: 249).

1. Meritokrasi Modeli: Bu model çocukların öğrenme potansiyellerinin doğuştan

eşit olmadığı görüşünü savunmaktadır. Zengin ve zeki ebeveynler üstünlüklerini çocuklarına aktarmakta ve bu durum okuldaki başarılarını etkilemektedir. Başarı farklılıklarının kaynağı kalıtsal yetenek olduğu varsayımı benimsenmektedir. Aile, okul ve çevre gibi sosyal faktörler sadece biyolojik ekipmanı güçlendirmektedir (Soylu, 2019:3).

Devletin vermiş olduğu eğitiminin işlevi, yüksek becerilerde, pozisyonda ve liderlikte yetkinliklerini en iyi şekilde yerine getirecek ve yeteneklerin ortaya çıkmasına yönelik olmalıdır. Dolayısıyla, eğitim fırsatlarının ve koşullarının eşitlenmesi, genetik eşitsizliği daha açık hale getirmektedir. Bu modellere göre, kamusal eğitimin vazifesinin yüksek yetenek, statü ve önderlik görevlerini en iyi şekilde getirebilecek kabiliyetleri seçip yetiştirmekten ibaret olduğu savunmaktadır. Eğitimde fırsat eşitliğinin olması, kalıtsal eşitsizliği daha fazla ortaya çıkarmaktadır.

2. Temel Model: Bu modelin temeli, eğitimde başarının yetenekten ziyade eğitim

ortamı ve aile ortamına bağlı olduğu ilkesine dayanmaktadır. Bu model, sosyal- ekonomik yapı eşitsizliklerini yansıtmaktadır. Yetenek, ailedeki koşulların ve ilk sosyalleşme deneyimlerinin bir neticesidir. Fakir bir aileden gelen çocukların zekâlarını geliştirmek için eşit fırsatlara sahip değildirler. Birçok fakir öğrenci toplum içinde ‘okuyamaz’ olarak etiketlenmiştir. Bu modele göre, eğitim imkânlarını eşitlemek için söz konusu olan sosyal-ekonomik yapı değiştirilmelidir.

Köktenci model olarak da bilinen bu modelde, fırsat eşitsizliğinin sosyal- ekonomik yapı eşitsizlikleri ile ilgili sorunlara dayandığı savunulmaktadır. Çünkü, bu modele göre kabiliyetlerde çoğunlukla ailedeki şartlar ve toplumsallaşma sonucudur. Fakir aile çocuklarının zekâlarını geliştirebilecek fırsat eşitliğine asla sahip olamayacaklarını savunan bu model, fırsat eşitliği için söz konusu olan sosyal ekonomik yapının değişmesi gerektiğini savunmaktadır (Tan, 1987: 250).

3. Geleneksel Model: Tutucu olarak isimlendirilen bu modeldekiler, ayrıcalıklı

sınıftaki çocukların daha akıllı ve başarılı olmaları, daha kalifiye ve özel okullara gitmeleri gerektiğini savunmaktadır. Bu nedenle imkânları sınırlandıran bir eğitim sistemi vazgeçilmezdir. Özel okulların bütünlüğünü bozabilecek seçici, ayrıcalıklı, reform girişimlerinden kaçınılmalıdır. Onlara göre zekâ doğal değil, sosyal bir özelliktir. Bu özelliğin yüzyıllarca süren seçicilik ve kültürün bir yansıması olduğuna inanmaktadırlar. Başka bir ifadeyle, bu model ayrıcalıklı sınıfa dahil olan kişilerin çocuklarının daha zeki ve başarılı olmaları, daha iyi okullara devam etmelerini çok normal karşılamaktadır. Bu modelde, zekânın doğuştan olduğunu değil, toplumsal bir özellik olarak sonradan geliştiğini savunulmaktadır (Soylu, 2019:3).

4. Evrimci Liberal Model: Bu modele göre, kabiliyet çoğunlukla kalıtsaldır. Ancak

kabiliyet kalıtımı, bir nesilden diğerine sınıflar arasında büyük bir alışkanlığa yol açmaktadır. Bu nedenle, eğitimde yetenek ölçümüne dayanan bir seçim sürecinin sosyal imkânları artıracağını savunmaktadırlar. Zekâ, aile ile kaynağı arasında zayıf bir ilişki söz konusudur ve Meritokratik modelden farkı bu olmaktadır. Bu model ise zekânın kalıtsal olduğunu, bir kuşaktan diğerine geçtiğini savunmaktadır. Batı Avrupa ülkelerinden en çok destek gören bu model, eğitimde kabiliyet ölçümüne dayalı bir seçme surecinin toplumsal olanakları yadsımayacağını, fazlalaştıracağını savunmaktadır (Tan, 1987: 251).

5. Ödünleyici Liberal Model: Bu model, zekânın kalıtsal olmadığını ve eğitim

olarak kullanılmasını benimsemektedir. Bunlara göre aile ortamı ile başarı arasında anlamlı bir ilişki mevcuttur. Ayrıca, ailenin kültürel eksikliğinin belli bir politika izleyerek değiştirilebileceğini savunmaktadır.

1960’lı yıllarda benimsenen bu model, zekânın kalıtsal olmadığını, eğitim sisteminin toplumsal eşitsizlikleri önlemek için bir araç görevi üstlendiğini savunmaktadır. Bu modelde eğitimdeki başarının aile çevresiyle ilgili olduğu, özellikle çevre koşullarının iyi koşullarda olmasının başarıyı olumlu yönde etkilediği iddia edilmektedir (Tan, 1987:252)

Yukarıda bahsedilen beş model, yüzyıllar boyunca eğitimdeki başarı sebeplerini ve buna bağlı olarak eğitimdeki fırsat eşitliği konusundaki yaklaşım ve varsayımlar hakkında kapsamlı bir görüntü meydana getirmektedir. Bu varsayımlar zaman zaman benimsenirken, belli dönemlerde terkedilmiş, belli zamanlarda ise tekrar canlanmıştır.