• Sonuç bulunamadı

EĞĐTĐM SĐSTEMĐNE ĐNANCINI YĐTĐRMĐŞ KADINLAR

4. BÖLÜM: BULGULAR VE YORUMLAR 1 TÜRK EDEBĐYATI’NDA KADIN VE ADALET

4.2. ADALET AĞAOĞLU’NUN ESERLERĐNDE EĞĐTĐM VE KADIN

4.2.3. EĞĐTĐM SĐSTEMĐNE ĐNANCINI YĐTĐRMĐŞ KADINLAR

Başlangıçta belirttiğimiz gibi, yeni eğitim sisteminin başarıya ulaşıp yaygınlık kazanması halk arasında bir heyecan ve coşkuya neden olmuştur. Ancak bir süre sonra, özellikle bu eğitim sisteminin de kusurlu ve eksik yanları ortaya çıkmıştır. Bu durum özellikle aydın ve eğitimli kesimde, eğitime karşı bir inançsızlığın doğmasına neden olmuştur. Biz de bu bölümde, Adalet Ağaoğlu’nun da üzerinde durduğu bu konuyu, kadın karakterler üzerinde inceleyeceğiz.

Đncelemeye geçmeden önce şunu da belirtmeliyiz ki Ağaoğlu, bu inanç yitimini sadece aydın ve eğitimli kadınlar üzerinde işlemiştir. Dolayısıyla biz de incelememizi, bu çerçevede yapacağız.

Ağaoğlu, Ölmeye Yatmak’ta Kemalist rejimin getirdiği eğitim sisteminden yeterince bahsetmiştir. Bir önceki bölümde, bu rejimin kadın karakterler üzerindeki olumlu etkilerine ve bu olumlu etkilerin kadın karakterlerde uyandırdığı eğitime olan inanca değindik. Özellikle üzerinde durduğumuz Aysel, Kemalist ideolojinin istediği gibi bir kadın olmak için hayatı boyunca elinden geleni yapmıştır. Ancak profesör olduğunda yaşadığı kırılma, onun bu eğitim sistemine ve ideolojiye olan inancını sarsmıştır.

Aysel, Atatürk döneminin, Cumhuriyet’in ilk yıllarının eğitim ülküsüyle donanmış Dündar öğretmenin öğrencisidir. Kendisi de, Kandiyotti’nin kitabında belirttiği “Atatürk reformlarının sağladığı eğitim imkânlarından yararlanabilen tipik ilk kuşak cumhuriyet kadını” (Kandiyotti, 1997: 42) olarak yetişmiştir. Ancak daha sonra Paris’e gider ve toplumsal dönüşümleri tahlil eden bir sosyolog olarak bu tipik çizgiden çıkar. Babasının hayatta olmayışının Aysel’e verdiği bir şans sonucu olarak,

yaptığı bu mekân değişikliği Aysel’in kafasındaki birçok yerleşik düşünceyi değiştirir. Kızlarla erkeklerin; birbirine kadın ve erkek olarak bakmadan yan yana oturup konuşabileceklerini, bir parkta oturup sohbet edebileceklerini, okul ya da iş çıkışı bir bankta oturabileceklerini görür. Ve oradan ‘Avrupaî’ bir eğitim almış olarak döner. Bu, Aysel’in hayatının dönüm noktalarından biridir. Çünkü bundan sonraki bütün seçimlerini buradan aldığı kültüre göre yapmıştır. Ömer’le evlenmesinin en önemli nedeni, Ömer’in ona, tıpkı Paris’teki erkekler gibi bakması, yani bir kadın olarak değil de düşünen bir varlık olarak bakmasıdır.

Bununla birlikte, Cumhuriyet’in ilk yıllarında amacına ulaşarak bir dönem, idealist eğitimciler yetiştiren ve köylere, kasabalara, taşraya bu eğitimcileri gönderen eğitim politikası; ikinci ve üçüncü kuşaklarda aynı etkiyi yaratamamış ve yerini bir inançsızlığa bırakmıştır. Eğitim ve öğretim süreçleri ne düşünüldüğü gibi toplumu kurtarabilmiş ne köylerin, kasabaların gelişmesini sağlamış ne de bireyleri beklenildiği ölçüde ‘aydınlatabilmiş ve kurtarabilmiştir”. Aksine ülke her seferinde başka başka yıkımlar, darbeler, savaşlarla karşı karşıya kalmış; ülkenin bu kriz dönemlerinde en çok da bu eğitimli, aydın insanlar hırpalanmış, yara almıştır. Ayrıca bizim konumuz dâhilinde olduğu üzere, kadınların birey olması, özgürleşmesi yolunda da eğitim-öğretim süreci, toplumsal yapı ve kültürel özellikler altında yenik düşmüştür. Tüm bu sonuçlar, beraberinde inançsızlığı getirmiştir. Ağaoğlu, bu durumu şöyle ifade eder:

On dördümde ben de Çalıkuşu’nu okuyan birçok genç kız gibi, Anadolu’nun unutulmuş köşelerine ışık saçmaya gitmek istemiştim. Gidenlerin ayakta kalabilmek için bir Doktor Hayrullah’ı boşuna arayıp durmuş olduklarını görmekten mi, yüzlerce Feride’nin çıra, gaz lambası ışıklarında ‘aydınlattıkları’ köy, kasaba çocuklarının daha daha sonraları kentlerde pek de bulanık bakışlarla dolaştıklarını, bir yığın kıyımın hem kaçınılmaz nedeni, hem hedefi olduklarını seçmekten mi, Feride’nin Kamran’a yeniden kavuşmasıyla, bireysel ‘kurtuluşun’ toplumsal kurtuluşu bir kez daha ertelemesi sonucu güven yitimine uğramaktan mı, bir an çok kısa bir an da yüzümü Binbaşı Đhsan’a çevirmiştim. (Ağaoğlu, 2002a: 60)

Aslında Aysel’in okuma çabası, yeterince farkında olmasa da, bireyselleşme ve özgürleşme çabasıdır. Ancak dönemin koşulları gereği Ali’nin de belirttiği gibi, kadının eğitimi Atatürk’e karşı bir görev meselesidir. Bernard Caparol, eserinde, ‘Mustafa Kemal açısından Türk kadını için eğitim görmenin yalnızca bir hak

olmadığından, aynı zamanda bir ödev olduğu’ndan söz eder. ‘Çocuklarının ilk eğiticisi olarak kadın, erkek kadar, hatta ondan da fazla kendini yetiştirmeleridir.’(Caparol,1999: 87) Vatan için bu vazifeyi yerine getirmek bir zorunluluktur. Aysel, çoğu kez bu zorunluluklar içinde kendini bulamamıştır:

…diyebiliriz ki, Dündar öğretmenin yetiştirdiği bu irfan ordusunun bireyleri, Cumhuriyet rüzgârı içinde kendi yollarını bulmaya çalışan birer kuş gibi oradan oraya göçerler. Ancak esas bulmak istedikleri kendi kimlikleridir. Fakat, bu gençlerin üzerine yüklenen sorumluluklar çok fazladır ve bu geçiş döneminin de birebir içinde doğup onunla yoğrulmuşlardır. Bu yüzden karakterlerin hiçbirisi sağlıklı hayatın temsilcisi olamamış, tıpkı Durkheim’in daha önce bahsettiğimiz gibi kuralsızlıktan doğan iniş ve çıkış dönemlerinde gerçekleşen bunalımların sonuçlarını tek tek yansıtmışlardır. Ancak Aysel bu dönemin en hassas örneğidir ve bu yüzden ölmeye yatmıştır. (Erten, 2004: 111)

Yüzünü Batı’ya dönmüş olan; çağdaş, aydınlık bir Türk ulusu yaratmayı amaçlayan bu eğitim sistemi, içine düştüğü toplumsal yapıda bazı uyum sorunları yaşamaktadır. Dönemin eğitim felsefesi, kız ve erkek çocukların bir arada okumasının ‘medenî’ bir durum olduğu ve cins ayrımcılığının ortadan kaldırılması gerektiği üzerine şekillendirilmiştir. Bu çağdaş, ilerici ve aydınlanmacı bir tutum olacaktır. Bu düşünceyle yapılan işler, toplumun bilinçaltına etki etmiş olan, düşünce kalıplarını kırmış gibi görünse de; Dündar Öğretmen gibi ilerici ve aydın, Kemalist bir öğretmen de belli yerlerde hâlâ açık verebilmektedir. Yine Aysel’in okul müsameresi sırasında fark ettiği, ancak yıllar sonra ölmeye yattığında tam olarak anlamlandırabildiği bu durum, bağlı bulunduğu düşünsel yapının çatlaklarından biri olarak Aysel’e etki etmiştir:

Aysel’in dışında bütün öteki kızlar çiçek olmuşlardı: Lâle, gül, menekşe, papatya falan… Böcekler, hoplayıp zıplayıp vızıldayarak çiçekler üstüne konuyor, diplerini eşeliyor, kemiriyor, kokluyorlar; kelebek ise hep özgür, hep kanat çırpıp, o çiçekten bu çiçeğe konuyor. (Ağaoğlu, 2005a: 18)

Ağaoğlu’nun amaçlarından bir tanesi, üçlemenin özellikle ilk kitabında, Cumhuriyet’in eğitim politikasını bir kadın karakter olan Aysel üzerinden eleştirmektir.

Aysel’in ölmeye yattığı yerde en çok sorguladığı, Kemalist ideolojiye sırtını dönmesine neden olan şey de, eğitim ülküsüyle kendisine yerleştirilmiş olan ‘vazife’ bilincidir. Bu arada farkında olmadan peşine düştüğü kişisel kurtuluş yoluna o kadar adanmışlıkla girmiştir ki, bireyselliğini neredeyse unutmuştur:

… Öğretilerin yaşanmışlık değerleri olmadan anlam kazanamayacağını düşünür Aysel. Bir öğretiye ya da amaca kendini adamak ayrıdır, onu yaşamak ayrıdır. Ayrıca onları yaşantıya dönüştürmede onlara ferdin katılımı bambaşkadır. Aysel yaşantıya dönüşmemiş yani yaşanmışlık kazanmamış öğretilerin insan ferdi kimlik kazandıramayacağının, ancak bir görev gibi taşınabileceğinin ayrımındadır. Kendi nesline ve kendisine yaşanmışlıktan uzak ideallerini görev gibi taşıyan insanlar olarak bakar:

‘Yoksa tarihi yeniden yapan elin, Dündar öğretmenin irfan ordusunu da yaptığına, çattığına daha doğrusu bu irfan ordusunun tarihi yeniden yazdığına yürekten inanmadım mı hiç? Buna inanmak da salt bir görev miydi yoksa? Peki bu bir görev olmuş olsa. Bu da… Her gün karşımda bir bölüm temsilcisini gördüğüm genç öğrencilerime inanmakta mı bir görev?(s:300)

Aysel gerektiği için, kendisinden öylesi istendiği için yapılanlarla dolu bir hayatı yaşadığını fark etmiştir. (Ağca, 2003, s.121)

Yukarıda kitaptan alınan bu bölüm; aynı zamanda Aysel’in ‘ölmeye yatma’ ya giderken ve bir arkadaşının, eğitim şurasında ‘Eğitim Devriminin Amaçları, Đlkeleri ve Yeni Gereksinmeler’ adlı bir bildiri hazırlamasıyla ilgili yaptığı teklifi kabul ederek çalışmaya başladığı bir dönemde, kendine yaptığı bir itiraftır. Yıllarca inandığı, kendini âdeta adadığı, emek verdiği, bireyselleşmesini ve özgürleşmesini borçlu olduğu, Ağaoğlu’nun kendisinin yaptığı itirafta da belirttiği gibi, ‘Çalıkuşu Feride’ olmayı hayal ettiği bir sistem, Aysel için, düşünsel olarak tümüyle çökmüştür. Artık bu görevi yerine getiremeyecektir. O hâlde intihar etmelidir. Bu Aysel için, bir hiçleşme ya da hiçleme noktasıdır.

Sonuç olarak, Aysel’in ölmeye yattığında yaptığı bu sorgulama, onun Kemalist ideolojiye ve onun eğitim sistemine inancının sarsılmasına neden olmuştur. Bunun sonucunda Kemalist ideolojiden vazgeçmiştir. Eğitime inancını, hiçbir zaman tam olarak yitirmemişse de; sistemin çatlaklarını ve açıklarını tam olarak görebilmiştir.

Yine Dar Zamanlar Üçlemesi’nden Tezel, Aysel’in kardeşi; ailenin tekne kazıntısıdır. Tezel de yazarın çizdiği aydın/eğitimli kadın tiplemesine uymaktadır, ancak eserde Tezel’in eğitim sürecine ayrıntılı olarak yer verilmemiştir. Romandan

edindiğimiz bilgiye göre Tezel, resim bölümünde okumak istemiş, ağabeyi Đlhan’ın bütün itirazlarına rağmen, ablası Aysel ve Aysel’in eşi Ömer sayesinde, istediği bölümü okumuş ve ressam olmuştur. Tezel’in aydın ve eğitimli kadın kimliğinin yanına bir de sanatçı kimliği eklenmiştir. Ancak resim sanatının ülkemizde bilinemeyişi Tezel’i de olumsuz etkilemiştir; bu Tezel için bir çeşit başarısızlıktır; öteki olmaktır. Bu başarısızlık ve yalnızlaşma duygusu, aldığı eğitimin gerekliliğini de sorgulatır.

Tezel, Aysel’in aksine toplum baskısı ve yetiştirme gibi durumların ona biçtiği tüm değerlerden, zorunluluklardan sıyrılmıştır. Çocukluğuna ilişkin çok bilgi alamadığımız Tezel; erişkin çağlarında ise gördüğü ya da kendisine öğretildiği gibi değil, kendisi nasıl istiyor ve tercih ediyorsa öyle yaşamayı tercih etmiştir. Bu da bizi şu yorumu yapmaya götürüyor: Alışılmış şekillerde olmasa da Ağaoğlu kişilerinden en çok Tezel informal eğitim yoluyla öğrenmeye devam etmektedir; çünkü en çok hayatın içinde olan, en gerçekçi roman kişilerinden biridir Tezel:

Yazar, Tezel yoluyla doğruluğu, erdemi göstermektedir. Romanda Tezel yaşayan, yapay yanları olmayan – hatta – sevimli biri. Adalet Ağaoğlu’nun olumlu kişisi Ali Usta’dan daha gerçek, daha olumlu bir şekilde verilmiştir. ‘Đntihar etmeyeceksek içelim bari!’ diyen Tezel, romanın sonunda kendine gelmiş, dayanması gerektiğini söylemiş; tükenişten yeniden canlanmaya geçmiştir. Yazar, Tezel’i kadınca olma yönüyle değil insan olma yönüyle vermiştir. Romanın sonunda Tezel uzlaşmacı bir tavırla düğünden ayrılır. (Yılmaz, 2004: 44)

Yukarıda değindiğimiz gibi Aysel, Dündar öğretmenin öğrencisidir ve Cumhuriyet ülküsüyle donanmıştır. Aysel’in modernist kafasına karşılık, Bir Düğün Gecesi’nde nihilizme ulaşmış bir Tezel görmekteyiz. Bu durum bizi şöyle bir kıyaslamaya götürmektedir: Yukarıda da sıkça belirttiğimiz gibi Cumhuriyet’in ilk kuşak öğretmenlerinin inançlarıyla yetişmiş bir Aysel, aldığı bu eğitimle -ölmeye yatmış olsa da- kendini yıllarca taşımıştır, ancak Tezel’le ilgili böyle bir durum söz konusu değildir. Aysel’den yirmi iki yaş küçük olan Tezel, büyük bir olasılıkla farklı bir öğretmen kuşağına denk gelmiş ve Cumhuriyet’in hayal kırıklıklarını da yaşamış olan bir kuşaktan eğitim almıştır. Kişilik yapılarının farklılığının yanı sıra, böyle farklı eğitim düzlemlerinden geçmiş olmaları da, hayatta, buldukları çözüm önerilerini değiştirebilmiştir denilebilir.

Ayrıca her anlamda inancını yitirmiş olan Tezel’in eğitime de inancını yitirmiş olması, yapılabilecek yorumlar arasındadır. Tezel’le paralellik gösteren bir diğer karakter ise Kendini Yazan Şarkı’daki Kız adlı oyun kişisidir. Kız, kolejlerde okutulmuş, para içinde büyütülmüştür; ancak informal eğitimini ya da model alma yoluyla öğrenmesini başarılı ve sağlıklı bir şekilde gerçekleştirememiştir. Đçinde bulunduğu aile yapısının yaşantısıyla; toplumsal yapı içinde ve örgün eğitim kurumlarından aldığı eğitimin çatışması onu bir çeşit inançsızlığa itmiştir. Bu inançsızlık, onu evden kaçmaya kadar götürmüştür:

KIZ: Beğeneceğiniz gibi konuşmak gerekirse: Kolejlerde okutuldum. Babam, onu metresleriyle her yakalayışımda çenemi tutayım diye cebime para doldurur. Yönetenleri yönetir, fırsat buldukça da kolejli arkadaşlarımı sıkıştırır. Anam kendine ‘Bu gece ne kadar güzelsiniz.’ dedirtmek için kumar masalarında büyük paralar kaybeder. Eh, bunun da ödenmesi gerekir. O da babamın yabancı iş ortaklarına pas vererek…(Alçak sesle) Aslında pek böyle değil, ama fark etmez… pas vererek öder bunu. (Ağaoğlu, 2005c: 44)

Đşte bu çatışmaların yarattığı kafa karışıklığının, Kız adlı oyun kişisinde yarattığı bu durum, aslında informal eğitimin formal eğitime karşı daha baskın bir unsur olarak gösterildiğini kanıtlamaktadır. Çünkü Evcilik Oyunu’ndaki Çiğdem de; Kız da eğitim almalarına rağmen, ikisinin de hayatlarını çizmelerinde asıl belirleyici olan unsur içinde bulundukları ortamdır.

Ağaoğlu, kızın aldığı eğitimi aynı zamanda bir sosyal sınıf oluşturacak şekilde kullanmıştır. Kolejlerde okutulan Kız, kafamızda giyimi, yaşamı, konuşması, anlayışı farklı bir kadın imgesi yaratıyor.

Konumuz dışında olmakla birlikte Aysel ve Tezel’in hayata karşı tahammülsüz oldukları noktalarda buldukları çözüm yöntemlerinin de karakterler arasındaki ayrımları belirginleştiren önemli bir unsur olduğunu düşündüğümüz için değinmeden geçemeyeceğiz. Tezel; evliliğe, anneliğe, kardeşliğe, aşka, sanata, devrimciliğe inancı kalmadığında, Bir Düğün Gecesi adlı roman o ünlü cümlesiyle başlar:

Burada önemli olan nokta, Aysel ve Tezel’in hiçlemelerini, romanda çizilen karakteristik özelliklerine uygun şekilde yaşamalarıdır. Tezel, üçleme boyunca rahat ve keyfine düşkün, heyecanlı, kendine değer veren, heyecanları ve arayışı bitmemiş, hayatın her anından tat alan, coşkusu inançlarından önce gelen ve bir işi, ancak gerçekten hissediyorsa yapabilen, yaşamla organik bağları olan bir roman kişisi olarak çizilmiştir. Kendine uygun olarak hayattan ayrılmadan, ama kendini de yaşamın içinde aktif ve canlı bir şekilde var etmeden yaşayabileceği bir yöntem seçer. Resmi, eşini, çocuğunu, devrimciliği, aşkı, Aysel’i bırakır ve içmeye başlar. Onun için gittikçe anlamsızlaşan hayata katlanabilmenin tek yolu budur.

Aysel’in ilkokul arkadaşı olan Sevil, aynı zamanda savcının kızıdır ve öğrenimine devam etmektedir. Bir savcı kızı olarak, bir Atatürk kızı olma yolunda elinden geleni yapması gerekmektedir. Bunun için de Ankara’ya, eniştesinin yanına gönderilmiştir. Ancak orada eniştesi ve Alman yengesinin yaşadığı batılı yaşam tarzı, onun okulda aldığı eğitimin önüne geçmiştir. Burada batılı yaşam tarzıyla kastettiğimiz, Batı’nın giyim, kuşam ve eğlenceleridir. Sevil, kendisini bu gösterişli ortamdan ve eğlenceden koparamaz. Okul hayatı onun için ikinci planda kalmıştır. Doğu-Batı çatışması Sevil’in hayatının tam merkezine oturmuş; bu çatışmada Sevil seçimini batıdan yana yapmıştır:

Aydın ve Sevil ise köy ilköğretiminde iken bile diğerlerinden hep ayrı bir konuma sahiptirler ve bu yüzden de hem öğretmenleri hem de aileleri tarafından biraz şımartılan çocuklardır. Aydın’ın babası bulunduğu köyde kaymakam iken Sevil’in babası o köyün savcısıdır. Aydın okul için Galatasaray’a gönderilirken, Sevil yine Ankara’da iyi bir okula verilir. Alman yengesi ve eniştesinin durumu da gayet iyi olduğu için her ikisi de o dönemde batılılaşmaya ayak uydurma projesine dâhil olan partiler, balolar ve çaylardan nasiplerini alırlar. Mezunlar içerisinde Aydın kendisine bir tek Sevil’i denk görmektedir ve her ikisi de hem yetiştikleri çevre ve okul yüzünden hem de aldıkları eğitimin batılı olması ve yabancı dil öğrendiklerinden dolayı kendilerini herkesten farklı ve Atatürk’ün çizdiği yolda ilerleyen ve onun dediklerini gerçekleştiren kişiler olarak düşünürler. Ama bu batılılaşma hareketini hızlı adımlarla takip ederken bunun bir öteki ucu olan yozlaşmayı da en çabuk yaşayan yine bu iki karakterdir. (Erten, 2004: 110)

Bu nokta, bilinçsiz de olsa, Sevil’in hayat karşısında eğitimin eksik kaldığı yerleri tespit ettiği noktadır aynı zamanda. Sevil, eğitimine devam etmiş olsa da her zaman pratik olanı tercih etmiştir.

Sonuç olarak Ağaoğlu’nun kadın karakterlerinin eğitimle ilgili farklı bakış açılarına sahip olduğunu söylemek mümkün. Eğitimsiz kadınların bir kısmı, çocukları için eğitimi bir kurtuluş yolu olarak görürken; bir kısmı ise hâlâ çocuklarını gelenek ve göreneklere uygun olarak, aile içinde yetiştirmeyi uygun görmektedir. Eğitimli kadınlar için ise eğitim, bireysel özgürlükleri kazanmada önemli bir adımdır.

Ağaoğlu’nun eğitimle ilgili olarak üzerinde durduğu önemli bir nokta ise, Cumhuriyet’in ilk yıllarında yerleştirilmeye çalışılan eğitim sistemidir. Bu sistem kadınlar için bir kurtuluş yolu olmuş, ancak kadının bireyselleşmesini ve özgürleşmesini istenen ölçüde gerçekleştirememiştir.