• Sonuç bulunamadı

Bil ki, nev-i beşerde nübüvvet, beşerdeki hayır ve kemâlâtın fezlekesi ve esasıdır. Din-i hak, saâdetin

1 “Rabbin bal arısına vahyetti.” (Nahl Sûresi 16/68)

2 “Rahmetim her şeyi kaplar.” (A’râf Sûresi 7/156)

3 “Hiç bir şey yoktur ki, O’nu hamd ile beraber tesbih (tenzih) ediyor bulunmasın.” (İsrâ Sûresi 17/44)

4 “Bir şeyi dilediğinde O’nun buyruğu, sadece ‘Ol!’ demektir, hemen oluverir...” (Yâsîn Sûresi 36/83)

5 “Sübhândır, münezzehtir O Zât ki, her şey üzerinde hâkimiyet elinde-dir. Ve... hepinizin de dönüşü, O’na olacaktır.” (Yâsîn Sûresi 36/83) Din-i hak: Hak din.

Fezleke: Hülâsa. Netice, özet.

Hads-i imanî: Îmânî sezgi.

İzhar etmek: Ortaya koymak, gös-termek.

Kemâlât: Mükemmellikler.

Nev-i beşer: İnsan türü.

Nota: Mülâhaza, düşünce fikir.

Nübüvvet: Peygamberlik.

Nükte: Bir söz veya ibâreden an-cak dikkatle anlaşılabilen mânâ.

fihristesidir. İman, bir hüsn-ü münezzeh ve mücerreddir.

Madem şu âlemde parlak bir hüsün, geniş ve yüksek bir hayr, zâhir bir hak, faik bir kemâl görünüyor. Bilbedâhe hak ve hakikat, nübüvvet içindedir ve nebiler elindedir.

Dalâlet, şer ve hasâret; onun muhalifindedir.

Mehâsin-i ubûdiyetin binlerinden yalnız buna bak ki, Nebi (aleyhisselâm), ubûdiyet cihetiyle muvahhidînin kalb-lerini îd ve Cuma ve cemaat namazlarında ittihat ettiri-yor ve dillerini bir kelimede cem ediettiri-yor. Öyle bir sûrette ki, şu insan, Mâbûd-u Ezelî’nin azamet-i hitabına, had-siz kalblerden ve dillerden çıkan sesler, dualar, zikir-ler ile mukâbele ediyor. O seszikir-ler, dualar, zikirzikir-ler birbiri-ne tesânüd ederek ve birbiribirbiri-ne yardım edip ittifak ederek

Azamet-i hitap: Hitabının yüce-liği.

Bi’l-bedâhe: Apaçık bir şekilde.

Cem etmek: Bir araya getirmek.

Cihet: Yön, taraf.

Dalâlet: Dinden sapma.

Faik: Üstün, yüksek.

Feyiz: İlâhi ihsan, bereket.

Hadsiz: Sayısız, sınırsız.

Hasâret: Zarar etme, ziyan, kayıp.

Hüsn-ü münezzeh ve mücerret:

Son derece nezih, mukaddes ve soyut güzellik.

Mehâsin-i ubûdiyet: Kulluğun gü-zellikleri.

Muhalif: Uymayan, aykırı.

Mukabele: Karşılık verme.

Muvahhidîn: Cenâb-ı Hakk’ın bir-liğine inananlar.

Nebi (aleyhisselâm): Peygamber Efendimiz (s.a.s).

Nebîler: Peygamberler.

Şer: kötülük, günahkârlık, iyi ol-mayan iş.

Tesânüt etmek: Dayanışma.

Ubûdiyet: Kulluk.

Zâhir: Görünen, görünürdeki.

On Yedinci Lem’a --- 157 öyle geniş bir sûrette Mâbûd-u Ezelî’nin ulûhiyetine kar-şı bir ubûdiyet gösteriyor ki; güyâ küre-i arz kendisi o zik-ri söylüyor, o duayı ediyor ve aktarıyla namaz kılıyor ve etrafıyla semâvâtın fevkinde izzet ve azametle nâzil olan

1

َة ٰ َّ ا ا ُ َ۪أ

emrini, küre-i arz imtisâl ediyor. Bu sırr-ı it-tihat ile, kâinat içinde bir zerre gibi zayıf, küçük bir mahlûk olan şu insan, ubûdiyetin azameti cihetiyle Hâlık-ı arz ve semâvât’ın mahbûp bir abdi ve arzın halifesi,2 sultanı ve hayvanâtın reisi ve hilkat-i kâinatın neticesi ve gayesi olu-yor.

1 “Siz namazı hakkıyla îfâ etmeye devam edin.” (Bakara Sûresi 2/43, 83, 110; Nisâ Sûresi 4/77, 103; En’âm Sûresi 6/72; Yûnus Sûresi 10/87; Hac Sûresi 22/78; Nûr Sûresi 24/56; Rûm Sûresi 30/31;

Mücadele Sûresi 58/13; Müzzemmil Sûresi 73/20)

2 Bkz.: Bakara Sûresi 2/30.

Abd: Kul.

Aktâr: Her taraf.

Azamet: Yücelik, büyüklük.

Etraf: Dört bir yan.

Fevk: Üst.

Hâlık-ı arz ve semâvât: Yeryüzü-nün ve semâların Yaratıcısı.

Halife: Yeryüzünde Allah adına icraat yapma yetkisi verilen ve O’nun emirlerini yerine getirmek-le sorumlu olan insan.

Hayvanât: Hayvanlar.

Hilkat-i kâinat: Kâinatın yaratılışı.

İmtisâl etmek: Emre uymak.

İzzet: Aziz olma, yücelik, üstün kudret.

Küre-i arz: Yerküre.

Mahbûp: Sevgili.

Mahlûk: Yaratık.

Nâzil olan: İnen, vahyedilen.

Semâvât: Yedi kat semâ, gökler.

Sırr-ı ittihat: İttifak sırrı, birlik sırrı.

Ulûhiyet: Cenâb-ı Hakk’ın ibadet ve itaate lâyık tek varlık olması.

Zerre: Maddenin en küçük parçası.

Evet, eğer namazların arkasında hususan bayram namazlarında bir anda 1

ُ َ ْכَأ ُ ّٰ َا

diyen yüzer milyon insanların sesleri, âlem-i gaypta ittihat ettikleri gibi, âlem-i şehâdette dahi birbiriyle ittihat edip içtimâ et-se, küre-i arz tamamıyla büyük bir insan olup, aza-metine nisbeten büyük bir sadâ ile söylediği

ُ َ ْכَأ ُ ّٰ َا

’e müsâvi geldiğinden, o muvahhidînin ittihadı ile bir anda

ُ َ ْכَأ ُ ّٰ َا

demeleri, küre-i arzın büyük bir

ُ َ ْכَأ ُ ّٰ َا

’i

hükmüne geçiyor. Âdeta bayram namazlarında Âlem-i İslâm’ınzikr u tesbihiyle zemin zelzele-i kübrâya maz-har olup, aktar u etrafıyla

ُ َ ْכَأ ُ ّٰ َا

deyip, kıblesi olan Kâbe-i Mükerreme’nin samimî kalbiyle niyet edip, Mekke ağzıyla, Cebel-i Arefe diliyle

ُ َ ْכَأ ُ ّٰ َا

diyerek,o

tek kelime etraf-ı arzdaki umum müminlerin mağara-misal ağızlarındaki havada temessül ediyor. Bir tek

1 “Sadece büyüklükte değil hiçbir konuda eşi ve benzeri olmayan, başka bir şey Kendisiyle kıyas bile edilemeyecek yegâne büyük, Allah’tır.”

Âlem-i şehâdet: Görünen âlem, bu dünya.

Allahu Ekber: Allah büyüktür.

Cebel-i Arefe: Mekke’de Arafat Dağı.

Etraf-ı Arz: Dünyanın dört bir yanı.

İctimâ etmek: Toplanmak.

İttihat: İttifak etme, birleşme, aynı fikirde olma.

Kâbe-i Mükerreme: Şerefli Kâbe.

Kıble: İbadette dönülen yön.

Mağara-misal: Mağara benzeri.

Müsâvi: Eşit.

Sadâ: Ses.

Temessül: Cisimleşme. Görün mek, belirmek.

On Yedinci Lem’a --- 159

ُ َ ْכَأ ُ ّٰ َا

kelimesininaks-i sadâsıyla hadsiz

ُ َ ْכَأ ُ ّٰ َا

vukû

bulduğugibi, o makbul zikir ve tekbir, semâvâtı dahi çınlatıp berzah âlemlerine de temevvüc ederek sadâ veriyor.

İşte bu arzı böyle Kendine sâcid1 ve âbid ve ibâdına mescid2 ve mahlûklarına beşik3 ve Kendine müsebbih4 ve mükebbir eden Zât-ı Zülcelâl’e, yerin zerrâtı adedin-ce hamd ve tesbih ve tekbir edip ve mevcudâtı adedinadedin-ce

1 Bkz.: Ra’d Sûresi 13/15; Nahl Sûresi 16/49; Hac Sûresi 22/18.

2 Bkz.: Buhârî, Salât 56 (bab başlığında); Tirmizî, Salât 119; Ebû Dâvûd, Salât 24; İbn Mâce, Mesâcid 4.

3 Bkz.: Bakara Sûresi 2/22; Tâhâ Sûresi 20/53; Zuhruf Sûresi 43/10;

Nebe Sûresi 78/6.

4 Bkz.: “Hiçbir şey yoktur ki, O’nu hamd ile beraber tesbih (tenzih) ediyor bulunmasın.” (İsrâ Sûresi 17/44). Ayrıca bkz.: Fâtiha Sûresi 1/2; En’âm Sûresi 6/1; Kehf Sûresi 18/1; ...

Âbid: İbadet eden. Kulluk eden.

Aks-i sadâ: Sesin yankılanması.

Berzah: Ruhların ölümden sonra gittikleri âlem, kabir hayatı.

Hadsiz: Sınırsız, hesapsız, sayısız.

Hamd: Mükemmel sıfatları ve ver-diği nimetler sebebiyle Allah’a ya-pılan övgü.

İbâd: Kullar.

Makbul: İtibar gören, beğenilen.

Mevcûdat: Varlıklar.

Mükebbir: “ Allahu Ekber” diyen.

Müsebbih: Tesbih eden, Allah’ı (c.c.) anan.

Sâcid: Secde eden.

Tekbir: “ Allahu Ekber” demek.

Temevvüc: Dalgalanma.

Tesbih: “ Sübhânallah” deme.

Vuku bulmak: Olmak, meydana gelmek.

Zât-ı Zülcelâl: Sonsuz yücelik ve heybet sahibi Hazreti Allah.

Zerrât: Zerreler, atomlar.

Zikir: Allah’ı (c.c.) anmak.

hamdediyoruz ki; bize bu nevi ubûdiyeti ders veren Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtü vesselâm)’ına ümmet eylemiş.