• Sonuç bulunamadı

İnsanın hayat-ı içtimâiyesini ifsat eden bir desise-i şeytaniye şudur ki: Bir müminin bir tek seyyiesiyle, bütün hasenâtını örter. Şeytanın bu desisesini dinleyen insaf-sızlar, o mümine adâvet ederler. Hâlbuki Cenâb-ı Hak, haşirde adalet-i mutlaka ile mîzan-ı ekberinde a’mâl-i mükellefîni tarttığı zaman, hasenâtı seyyiâta galibiye-ti, mağlûbiyeti noktasında hükmeyler.1 Hem seyyiâtın esbabı çok ve vücûdları kolay olduğundan, bazen bir tek hasene ile çok seyyiâtını örter.

Demek bu dünyada, o adalet-i ilâhiye noktasında mu-amele gerektir. Eğer bir adamın iyilikleri fenalıklarına kem-miyeten veya keyfiyeten ziyâde gelse, o adam muhabbe-te ve hürmemuhabbe-te müsmuhabbe-tehaktır. Belki kıymettar bir muhabbe-tek hasene

1 Bkz.: A’râf Sûresi 7/8-9; Mü’minûn Sûresi 23/102-103; Kâria Sûresi 101/6-9.

A’mâl-i mükellefîn: İslâmî emir-leri yapmakla yükümlü olanların amelleri.

Adalet-i ilâhiye: İlâhî adalet.

Adalet-i mutlaka: Her şeyin huku-kunu gözeten tam, eksiksiz adalet.

Adâvet: Düşmanlık.

Esbap: Sebepler.

Hasenât: İyi ameller, sevaplar.

Hasene: İyilik, sevap.

Haşir: Dirilmek, mahşer meyda-nında toplanmak.

Hayat-ı içtimâiye ve şahsiye:

Toplum hayatı.

İfsat etmek: Bozmak, fesada uğ-ratmak.

Kemmiyeten: Nicelik, sayı olarak.

Keyfiyeten: Durum, hâl, nitelik olarak.

Mîzan-ı ekber: Pek büyük terazi, mahşerde herkesin amellerinin tar-tılacağı büyük terazi.

Seyyie: Fenalık, kötülük, günah.

ile, çok seyyiâtına nazar-ı af ile bakmak lâzımdır. Hâlbuki insan, fıtratındaki zulüm damarıyla, şeytanın telkiniyle, bir zâtın yüz hasenâtını bir tek seyyie yüzünden unutur, mü-min kardeşine adâvet eder, günahlara girer. Nasıl bir si-nek kanadı göz üstüne bırakılsa bir dağı setreder, göster-mez. Öyle de, insan garaz damarıyla, sinek kanadı kadar bir seyyie ile dağ gibi hasenâtı örter, unutur, mümin kar-deşine adâvet eder, insanların hayat-ı içtimâiyesinde bir fesat âleti olur.

Şeytanın bu desisesine benzer diğer bir desise ile, insa-nın selâmet-i fikrini ifsat ediyor, hakâik-i imaniyeye karşı sıhhat-i muhâkemeyi bozuyor ve istikamet-i fikriyeyi ihlâl ediyor. Şöyle ki:

Bir hakikat-i imaniyeye dair yüzer delâil-i isbatiye-nin hükmünü, nefyine delâlet eden bir emâre ile kırmak ister. Hâlbuki kâide-i mukarreredir ki: “Bir isbat edici,

Delâil-i isbatiye: İsbat delilleri.

Emâre: İz, alâmet, ip ucu.

Fıtrat: Tabiat, yaratılış.

Garaz: Kasıt, kin kötü niyet.

Hakâik-i imaniye: İman hakikat-leri.

Hakikat-i imaniye: İman hakikati.

İstikamet-i fikriye: Fikir istikameti, düşünce tutarlılığı.

Kâide-i mukarrere: Herkesin ka-bul ettiği kesin kâide.

Nazar-ı af: Affedici, bağışlayıcı ba-kış, yaklaşım.

Selâmet-i fikir: Zihnin derli toplu olması.

Setretmek: Örtmek.

Seyyiât: Fenalıklar, kötülükler, gü-nahlar.

Seyyie: Fenalık, kötülük, günah.

Sıhhat-i muhâkeme: Doğru de-ğerlendirme, hüküm verme.

On Üçüncü Lem’a --- 105 çok nefyedicilere tereccuh ediyor.” Bir dâvâya müsbit bir şâhidin hükmü, yüz nâfîlere râcih olur. Bu hakikate bu temsil ile bak. Şöyle ki:

Bir saray, yüzer kapalı kapıları var. Bir tek kapı açılma-sıyla, o saraya girilebilir, öteki kapılar da açılır. Eğer bütün kapılar açık olsa, bir-iki tanesi kapansa, o saraya girileme-yeceği söylenemez.

İşte, hakâik-i imaniye o saraydır. Her bir delil, bir anah-tardır, isbat ediyor, kapıyı açıyor. Bir tek kapının kapa-lı kalmasıyla o hakâik-i imaniyeden vazgeçilmez ve inkâr edilemez. Şeytan ise, bazı esbaba binaen, ya gaflet veya cehâlet vasıtasıyla, kapalı kalmış olan bir kapıyı gösterir;

isbat edici bütün delilleri nazardan iskat ediyor. “İşte, bu saraya girilmez, belki saray değildir, içinde bir şey yoktur.”

der kandırır.

İşte ey şeytanın desiselerine müptelâ olan bîçare in-san! Hayat-ı diniye, hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimâiyenin selâmetini dilersen ve sıhhat-i fikir ve istikamet-i nazar

Hayat-ı diniye: Dinî hayat.

Hayat-ı şahsiye: Ferdin hayatı.

Iskat etmek: Düşürmek.

İstikamet-i nazar: Doğru bakış.

Müsbit: İsbat eden.

Nâfî: Bir şeyin yokluğunu veya ol-madığını iddia eden kimse.

Nefyedici: Bir şeyin yokluğunu ve-ya olmadığını iddia eden kimse.

Râcih: Üstün olan, ağır basan.

Sıhhat-i fikir: Doğru düşünme.

Temsil: Misal, örnek.

Tereccuh etmek: Üstün olmak, ağır basmak.

ve selâmet-i kalb istersen; muhkemât-ı Kur’âniye’nin mîzanlarıyla ve sünnet-i seniyyenin terazileriyle a’mâl ve hâtırâtını tart ve Kur’ân’ı ve sünnet-i seniyyeyi daima rehber yap. Ve 1

ِ ۪ َّ ا ِنאَ ْ َّ ا َ ِ ِّٰ אِ ُذ ُ َأ

de, Cenâb-ı Hakk’a ilticada bulun.

İşte bu On Üç İşaret, on üç anahtardır. Kur’ân-ı Mu’ci zü’l-Beyan’ın en âhirki sûresi ve

ِ ۪ َّ ا ِنאَ ْ َّ ا َ ِ ِّٰ אِ ُذ ُ َأ

’in

mufassalı ve madeni olan

ِ ۪ َّ ا ِ ٰ ْ َّ ا ِّٰ ا ِ ــــــ ْ ِ

2

ِ ّٰ אِ ُ ۪ َ ْ َأ

۝ ِسאَّ ا ِ ٰ ِإ۝ ِسאَّ ا ِכِ َ ۝ ِسאَّ ا ِّبَ ِ ُذ ُ َأ ْ ُ

۝ ِسאَّ ا ِروُ ُ ۪ ُسِ ْ َ ُ ي۪ َّ َا ۝ ِسאَّ َ ْا ِساَ ْ َ ْا ِّ َ ْ ِ

3

ِسאَّ اَو ِ َّ ِ ْا َ ِ

1 “Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah Teâlâ’ya sığınırım.”

2 “ Allah’a sığınırım.”

3 “De ki: İnsanların Rabbine, İnsanların yegâne Hükümdarına, İnsanların İlâhına sığınırım: O sinsi şeytanın şerrinden O ki insanların kalblerine vesvese verir, O şeytan, cinlerden de olur, insanlardan da olur.” (Nâs Sûresi 114/1-6)

A’mâl: Ameller.

Âhirki: Sonuncu.

Hâtırât: Hâtıralar.

İltica: Sığınma.

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: Açıkla-ma ve ifadesiyle mu’cize olan Kur’ân.

Maden: Kaynak.

Muhkemât-ı Kur’âniye: Yoruma açık olmaksızın hüküm ifade eden âyetler.

Selâmet-i kalb: Kalb sağlığı. Kal-bin arı ve duru oluşu.

On Üçüncü Lem’a --- 107 sûresinin hısn-ı hasîni ve kal’a-yı metîninin kapısını o on üç anahtarla aç, gir, selâmeti bul!

1

ُ ۪כَ ْا ُ ۪ َ ْا َ َْأ َכَّ ِإ ۘאَ َ ْ َّ َ אَ َّ ِإ א َ َ ْ ِ َ َכَאَ ْ ُ

ِّبَر َכِ ُذ ُ َأ َو۝ ِ ۪ אَ َّ ا ِتاَ َ َ ْ ِ َכِ ُذ ُ َأ ِّبَر ْ ُ َو

2

ِنوُ ُ ْ َ ْنَأ

1 “Sübhânsın yâ Rab! Sen’in bize bildirdiğinden başka ne bilebiliriz ki?

Her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan Sensin.” (Bakara Sûresi 2/32)

2 “Bir de şöyle dua et: “Rabbim, (bilhassa vazifemi yerine getirirken inkârcılarla olan münasebetlerimde ins ve cin) şeytanlarının kışkırt-malarından (ve birtakım duygularımı harekete geçirmelerinden) Sana sığınırım. Rabbim, yakınımda bulunup (beni tesir altına almaların-dan da) Sana sığınırım.” (Mü’minûn Sûresi 23/97-98)

Hısn-ı hasîn: Sağlam sığınak. Kal’a-yı metîn: Sağlam kale.