• Sonuç bulunamadı

Ey kâfirlerin çokluklarından ve onların bazı hakâik-i imaniyenin inkârındaki ittifaklarından telâşa düşen ve iti-kadını bozan bîçare insan! Bil ki, kıymet ve ehemmiyet,

1 “ Allah bizi de, sizi de sırat-ı müstakîme hidâyet etsin.”

Adâvet: Düşmanlık.

Âgâh: Bilgili, haberli, uyanık.

Bâtıl: Gerçek olmayan, hak olma-yan.

Bîçare: Çaresiz.

Ehemmiyet: Mühimlik, önem, de-ğer, kıymet.

Efkâr: Fikirler.

Hakâik-i imaniye: Îmân hakikatleri.

Hamiyet: İnsanda bulunan din, vatan, millet, soy ve aile gayreti.

İdam: Yok etme.

İltihak: Bitişme, kavuşma.

İstihfaf: Küçümsemek, hafife almak.

İstihza: Alay etme, alay.

İtikat: İnanç.

İttifak: Sözbirliği, oybirliği.

Sefâhet: Zevk ve eğlenceye –aşırı derecede- düşkünlük, beyinsizlik.

Sefîhâne: Beyinsizce ve eğlenceye düşkün bir şekilde.

On Yedinci Lem’a --- 135 kemmiyette ve adet çokluğunda değil. Çünkü insan eğer insan olmazsa, şeytan bir hayvana inkılâp eder. İnsan, bazı firenkler ve firenk-meşrepler gibi ihtirâsât-ı hayvani-yede terakki ettikçe, daha şiddetli bir hayvaniyet merte-besini alır. Sen görüyorsun ki; hayvanâtın kemmiyet ve adet itibarıyla hadsiz bir çokluğu varken, ona nisbeten in-san gayet az iken, umum envâ-ı hayvanât üstünde sultan ve halife ve hâkim olmuştur.

İşte, muzır kâfirler ve kâfirlerin yolunda giden se-fihler, Cenâb-ı Hakkın hayvanâtından bir nevi habîs-lerdir ki, Fâtır-ı Hakîm onları dünyanın imareti için halk etmiştir. Mümin ibâdına ettiği nimetlerin dere-celerini bildirmek için, onları bir vâhid-i kıyasî ya-pıp, âkıbetinde müstehak oldukları cehenneme teslim eder.

Âkıbet: Bir şeyin sonu; nihayet, netice.

Fâtır-ı Hakîm: Her şeyi hikmetlerle Yaradan.

Firenkler: Avrupalılar.

Firenk-meşrepler: Batılıları taklid edenler, onlar gibi yaşayanlar.

Habis: Pis, kötü, hilekâr.

Halk etmek: Yaratmak.

Hayvanât: Hayvanlar.

Hayvaniyet: Hayvanlık.

İbâd: Kullar.

İhtirasât-ı hayvaniye: Hayvanî hırslar, istekler.

İmaret: Mamur etmek, şenlendir-mek.

İnkılâp etme: Dönüşme.

Kemmiyet: Nicelik, sayı.

Muzır: Zararlı, zarar veren.

Müstehak: Hak etmiş.

Nev: Çeşit, tür.

Sefihler: Helâl olmayan zevk ve eğlencelere düşkünler, beyinsizler.

Terakki: Yükselme, ilerleme.

Umum envâ-ı hayvanât: Bütün hayvan türleri.

Vâhid-i kıyasî: Ölçü birimi.

İşte, küffârın ve ehl-i dalâletin bir hakikat-i imaniyeyi inkâr ve nefyetmelerinde kuvvet yoktur. Çünkü nefiy sır-rıyla ittifakları kuvvetsizdir. Bin nefyediciler, bir tek hük-mündedir. Meselâ, bütün İstanbul ahalisi, Ramazan’ın ba-şında ayı görmediğinden nefyetse, iki şâhidin isbatıyla o cemm-i gafîrin nefiy ve ittifakı sukut eder.1 Madem küf-rün ve dalâletin mâhiyeti nefiydir ve inkârdır, cehildir ve ademdir, küffârın kesret ile ittifakı ehemmiyetsizdir.2 Ehl-i hakkın, hak ve sâbit ve sübûtu isbat olunan mesâil-i ima-niyede şuhûda istinat eden iki müminin hükmü, hadsiz o ehl-i dalâletin ittifakına râcih olur, galebe eder.

1 Bkz.: Ebû Dâvûd, Savm 14; es-Serahsî, el-Mebsût 3/139-140; el-Kâsânî, Bedâiu’s-sanâi’ 2/81-82. Ayrıca, bir kişinin şahitliğine göre hükmedildiği de olmuştur: Tirmizî, Savm 7; Ebû Dâvûd, Savm 15; Nesâî, Sıyâm 8.

2 Bkz.: “Kendi aralarındaki çatışmaları pek şiddetlidir. Sen dışardan onları birlik içinde sanırsın. Hâlbuki kalpleri darmadağınıktır.” ( Haşir Sûresi 59/14)

Adem: Yokluk.

Ahali: Halk.

Cehil: Cehalet, bilgisizlik.

Cemm-i gafîr: Ekseriyet, çoğunluk.

Ehl-i dalâlet: Batıl yolda olanlar.

Ehl-i hak: Hakikat ehli, doğru yol-da olan kimseler.

Galebe etmek: Galip gelmek, üs-tün gelmek, yenmek.

Hakikat-i imaniye: Îmâna ait ha-kikat.

İnkâr etme: Reddetme, tanımama, kabul etmeme.

İstinat eden: Dayanan.

İttifak: Sözbirliği, oybirliği.

Kesret: Çokluk.

Küffar: Kâfirler.

Küfür: İmansızlık.

Mahiyet: Bir şeyin asıl iç yüzü, esası.

Mesâil-i imaniye: Îmâna ait me-seleler.

Nefyetmek: İnkâr etmek, yok say-ma.

Râcih: Üstün olan, ağır basan.

Sukut: Düşme, seviye kaybetme.

Sübût: Var olma, varlık.

Şuhûd: Görme, şâhid olma.

On Yedinci Lem’a --- 137 Bu hakikatin sırrı şudur ki: Nefyedenlerin dâvâları sûreten bir iken, müteaddittir; birbiriyle ittihat edemez ki kuvvetlensin. İsbat edicilerin dâvâları ittihat ediyor, birbi-rinden kuvvet alır. Çünkü gökteki hilâl-i Ramazan’ı gör-meyen der ki: “Benim nazarımda ay yoktur; benim ya-nımda görünmüyor.” Başkası da, “Nazarımda yoktur.”

der. Daha başkası da öyle der. Her biri kendi nazarın-da “yoktur” der. Her birinin nazarları ayrı ayrı ve nazara perde olan esbap dahi ayrı ayrı olabildiği için, dâvâları da ayrı ayrı olur; birbirine kuvvet veremez. Fakat isbat eden-ler demiyor ki: “Benim nazarımda ve gözümde hilâl var.”

Belki “Nefsü’l-emirde, göğün yüzünde hilâl vardır, görü-nür.” der. Görenler bütün aynı dâvâyı ve “Nefsü’l-emirde vardır.” der. Demek bütün dâvâlar birdir. Nefyedenlerin nazarları ayrı ayrı olduğundan, dâvâları da ayrı ayrı olur.

Nefsü’l-emre hükmedemiyorlar. Çünkü nefsü’l-emirde nefiy isbat edilmez. Çünkü ihâta lâzımdır.

ُ َ ْ ُ ْا ُمَ ـَ ْاَو

1

ٍ َ ۪ َ ٍت َ ِכ ْ ُ ِ َّ ِإ ُ َ ْ ُ َ

bir kâide-i usûldür. Evet, bir

1 “Mutlak yokluk, ancak pek büyük güçlükle isbat edilebilir.” (Bkz.: İbn Nüceym, el-Bahru’r-râik 2/122; İbn Kayyim, es-Savâiku’l-mürsele 4/1310; İbn Kayyim, er-Rûh fi’l-kelâm 1/198)

Esbap: Sebepler, maddî şartlar.

Hilâl-i Ramazan: Ramazan hilâli.

İhâta: Tam kavrayış, anlayış.

İttihad: Birleşme, aynı fikirde olma.

Kâide-i usûl: Mantık kâidesi, temel kural.

Müteaddit: Ayrı ayrı, bir çok.

Nazar: Bakma, bakış.

Nefiy: İnkâr, reddetme.

Nefsü’l-emir: Aslında, işin hakikati.

Nefyedenler: İnkâr edenler, olma-dığını iddia edenler.

Sureten: Görünüşte.

şeyi dünyada var desen, yalnız o şeyi göstermek kâfi ge-lir. Eğer yok deyip nefyetsen, bütün dünyayı eleyip gös-termek lâzım gelir ki, tâ o nefiy isbat edilsin.

İşte bu sırra binâen; ehl-i küfrün bir hakikati nefyet-mesi ise, bir meseleyi halletmek veyahut dar bir delikten geçmek veyahut bir hendekten atlamak misalindedir ki;

bin de, bir de, birdir. Çünkü birbirine yardımcı olamaz.

Fakat isbat edenler nefsü’l-emirde hakikat-i hâle baktıkla-rı için, müddeâlabaktıkla-rı ittihat ediyor. Kuvvetleri birbirine yar-dım eder. Büyük bir taşın kaldırmasına benzer ki, ne ka-dar eller yapışsa daha ziyâde kaldırması kolay olur ve bir-birinden kuvvet alır.