• Sonuç bulunamadı

Doğum, hamile kadının plasentasındaki sıvının boşalmasıyla başlar. Arkasından bebek annenin döl yatağından aşağıya doğru annenin kasılmalarıyla harekete geçerek plasentadan ayrılıp dışarı çıkar. Tabi gebelik boyunca besinini ve oksijenini taşıyan ve anne ile arasındaki temel bağlantıyı sağlayan göbek kordonu ile beraber. Bu sebeple doğumu bitiren işlem de göbek kordonunun kesilmesi ile yani bebeğin tamamen anneden bağımsız hale gelmesi ile gerçekleşir.

Doğum ciddi ve karmaşık bir biyolojik hadise olmasının yanında aynı zamanda önemli ve gerekli bir sosyal oluşumdur. Bu sebeple doğum, her toplumda olduğu gibi Türk toplumunda da üzerinde önemle durulan ve hayatın daha sonraki safhalarının ilk adımı, basamağı sayılan bir hadisedir. Doğum öncesinde uygulanan tüm pratiklerin sonuçlarının alınacağı andır ve iyi sonuçlara ulaşılması isteğiyle yani sağlıklı bir bireye kavuşmak arzusuyla bu süre iyi bir şekilde organize edilir. Herkes kendi görevinin bilincinde olarak doğuma katılır.

Hamile kadının sancısı geldiği vakit kimseye haber vermeden hemen ebeye haber verilir. Buna özellikle titizlik gösterilir. Ancak çocuk doğduktan sonra haber verilir. Zira çocuğun ölü doğma durumu ya da başka durumların çıkması hallerinden korkulur (eğer çocuk ölü doğarsa kadın kendini suçlar, feryad eder). Ebe gelince kapı önünde üç defa destur dedikten sonra eve girer. Hastanın yanına gelerek üç defa salavat getirir ve onu kontrol eder. Bu arada doğum gerçekten yaklaştı ise ebenin isteği üzerine kadının yakınları su hazırlar ve getirirler. Ebe, kadının sırtına bastırır ve belinin altına yüksekçe bir yastık koyarak doğumu gerçekleştirir. Doğan çocuk sağlıklı ise orada temizlenir e dışarıdaki babaya müjde götürülür. Baba, durumu öğrendikten sonra havaya üç el ateş ederek etrafa bu müjdeyi duyurur. Köyde çocuğun erkek veya kız olması halinde herhangi bir harekette bulunulmaz. İkisi de iyi karşılanır. Bu sırada içeride ebe, çocuğun göbeğini keser ve onu yıkar ve daha önce okunmuş, üflenmiş kundağa yatırır bağlar. Annesinin yanında kısa bir müddet kaldıktan sonra alınır ve ebe tarafından zemzem suyu veya şekerli su ağzına damlatılır. Bundan amaç çocuğun

69

dilinin şeker gibi olmasını sağlamaktır. İçerideki hazırlıklar bittikten sonra baba abdest alır ve iki rekat namaz kılar, karısının yanına gelerek onu kutlar, çocuğunu sever (Turan 1978: 91).

Balıkesir’de bugün itibariyle doğumu genellikle diplomalı ebeler ya da hastanelerdeki doktorlar yaptırmaktadırlar. Halkın özellikle doğum anında herhangi bir risk veya kalıcı bir rahatsızlık oluşturmaması için böyle bir tercihte bulunmuş olması doğum konusundaki hassasiyeti ve bilinçlenmeyi açıkça göstermektedir. Buna rağmen merkeze uzak köylerde hala köy ebelerinin veya köyün yaşlı kadınlarının doğum yaptırdığı da gözlenmiştir.

Doğuma genellikle hamile kadının annesi, kayınvalidesi, eltisi veya erkek tarafından yengesi ile aile büyüğü kadınlar katılırlar. Evlenmemiş genç kızlar, kız çocuklar, erkek çocuklar, doğum yapacak kadının eşi dahil hiçbir erkek doğum odasına alınmaz. Doğum odasının çok kalabalık olmamasına dikkat edilir. Aksi taktirde çocuk ürküp geri kaçar ve doğum zorlaşır (Bedia OĞUZ). Bunun yanı sıra doğum odasının serin ve rutubetsiz olması, temiz ve mikroplardan arındırılmış olması şarttır.

Doğum esnasında kaynatılmış ve belli bir derecede hazırlanmış sıcak suya; temiz, beyaz ve yumuşak bezlere, pamuğa; çocuğun göbek kordonunu kesmek için makas veya bıçağa; çocuğun göbeğinin içine koyarak bağlamak üzere çörek otuna; doğum yapan kadının ağzına vermek üzere bir tahta parçasına; doğumdan sonra gelecek eşi sarmak ve gömmek üzere temiz bir kumaş veya naylona ihtiyaç vardır (Halide YAŞAR).

Bunun dışında doğumda kötü ruhların doğum odasına girmemesi veya doğuran kadına fenalık etmemesi için odaya çeşitli nazar boncukları, çörek otu, hocalara yazdırılmış derman muskaları ve gayret kuşakları konulur (Halide YAŞAR).

70

Doğum çömelerek yapılır. Doğumda ön ebesi ile arka ebesi olmak üzere iki ebe olur. Arka ebesi gebenin karnını arkadan sararak bastırır, ön ebesi de çocuğu kavrayarak doğumu gerçekleştirir (Hanife ÇAKMAK).

Doğumda sadece diplomalı ebeye ya da kadın doğum uzmanına güvenilir (Aysel SÜMERTAŞ).

Doğum eskiden iki ebe tarafından çömelerek yapılırdı. Şimdi doğumevinde yapılıyor genellikle. Eskiden bizim zamanımızda evde doğum olurdu. Abdest yaparmış gibi hamile kadın çömelir. Asıl ebe aşağıda kadının eteğinde bulunur, yardımcı ebe hamile kadının karnını bastırır. Hamile kadın tavana bağlanmış bir ipten destek alır. Çocuk aşağı indi mi ebe çocuğu alır. Doğum esnasında mutlaka odanın içinde mayana otu bulundurmak lazımdır. Bir de Allah’ın duasını koymak gerekir. O zaman çocuğa cin, peri erişemez. Doğum bittikten sonra ebeye sabun ve lokum verilir (Nazlı ALKAN).

Gebe kadının sancıları başladığında saçları ağzına verilir, bundan destek alıp ıkınması istenir. Doğumu yaptıran ebeler kadının karnını bastırırlar, sıcak suyla ıslanmış havlularla rahim ağzı yumuşatılır. Bazen sıcak suyun içine sabun atılır. Ancak bu doğum zora girdiğinde yapılır (Emine ÖZDEMİR).

Tavana bir halka çakılır. Bu halkaya bir urgan bağlanır. Gebe kadın doğum yaparken bu urgana tutunur. Doğum iki yüksekçe kiremit üstüne çömelerek yapılır. Bebeğin geleceği, ineceği yerin temiz olmasına dikkat edilir (Fatma KAÇAR).

Eskiden doğum tarlada tapada olurdu, hiçbir hazırlık olmadan kadınlar bir kenarda doğuruverirdi tek başına (Feride ÇELİKALP).

Doğum sırası meydana gelen bahsi geçen uygulamaların pek çoğu günümüzde yerini hastanelerdeki tıbbi uygulamalara bırakmıştır. Günümüzde Balıkesir’de doğumların tamamına yakını doğumevlerinde gerçekleşmektedir. Bunun dışında kalan doğumlarda da merkeze uzaklık ya da zamanında doğumhaneye ulaşamama gibi

71

nedenlerle evde doğum görülmektedir. Evde yapılan doğum uygulamalarına ilişkin yaptığımız derlemelerin pek çoğu önceki dönemlerden edinilen tecrübe ya da duyumlara dayanmaktadır.

Doğum esnasında kullanılan malzemelerin temizliğine bilhassa dikkat edilir. Sıcak su konulacak kabın ve kullanılacak pamuk ya da havlu gibi malzemelerin mikroplardan arındırılmış olması gerekir. Hatta doğum, evde gerçekleşiyorsa doğumun olacağı odanın da doğumdan birkaç gün önce iyice temizlenmiş olması, loğusa yatağının ve bebek beşiğinin hazırlanmış olması gerekir.

Evde yapılan doğumlarda kadının çektiği acıyı hafifletmek için yapılan bazı uygulamalar dikkat çekmektedir. Kadının entarisinin bir kenarına gayret muskası takılması, okunması, ya da ağzına bir tahta parçasının sıkıştırılması buna örnek verilebilir. Bu uygulamalar arasında muska takmak ya da okutmak daha çok dinsel- büyüsel mahiyetleriyle, ağza tahta sıkıştırmak fiziksel bir güç kaynağı olmaktadır.

Doğumun gerçekleşeceği odaya özellikle evlenmemiş genç kızlar ile doğum yapacak kadının eşi dahil hiçbir erkeğin alınmaması da yine toplumdaki ahlaki tutumu yansıtmaktadır. İçerde bulunan kimselerin tümünün evli ve genelde doğum yapmış kişiler ile doğumu yaptıran ebelerden oluşması doğum olayının bilen kişilerle gerçeklemesi gerekliliğini belirtir. Bir başka deyişle kadınlara has ve özel olan bu alanda bir anlamda ahlaki bir sınırlama konulmuştur.

Doğumda ölen kadın ya da bebekle ilgili olarak da Balıkesir’de değişik inançlar vardır. Genel ve yaygın olan inanca göre doğumda ölen kadın “şehit” olur ve sorgu suale çekilmeden doğrudan cennete gider, tüm günahları affedilir.

Doğumda ölen kadın öbür dünyada kıyamet koparken doğum yapıyor olacakmış. Yani Allah tarafından onlara kıyametin koptuğu gösterilmeyecekmiş. Zaten ölürken acı çekerek öldüklerinden kıyametin koptuğundan haberleri olmayacakmış (Gülsevim ASLAN).

72

Doğumda ölen bebek ise “sabı”, “cennet kuşu”, “cennet meleği”, “melek” olarak görülür ve cennete gittiğine inanılır. Hatta öbür dünyada ailesinin şefaatçisi olacağına özellikle anne ve babasının günahlarının affedilmesi ve cennete alınası için duacı olacağına inanılır.

İsim verilmeden ölen bebeğe “sabı” denir. Gömülürken de hoca “Bir sabı kardeşimiz vefat etti” diye bahseder (Nazlı ALKAN).

Doğumda ölen bebek için “cennet kuşu” derler. “Ağlama, üzülme; O cennet kuşu oldu. Şimdi gurbet ormanının üstüne konmuştur. Seni orda bekler, yanına alıp cennete götürür, cehennemden kurtarır” derlerdi bize (Nuray KONAK).

Çocuklar doğumda bir de doğumdan akil baliğ olunacak yaşa gelinceye kadar yani 7-12 yaşlarına gelinceye kadar ölürlerse cennetliktir (Gülsevim ASLAN).

Doğumda ölen çocuk, annesini hiç emmeden ölürse annesine şefaatçi olmaz. Emdi de öldü mü annesinin günahı affolsun diye yarın ahirette duacı olur. Öteki türlü çocuğa annenin sütü geçmediğinden hakkı da geçmez (Cevriye YANIK).

Eğer çocuk anadan ölü olarak doğduysa hoca olmadan mezar kazılıp gömülüverir. Canlı olmadığı için. Canlı doğar ve sonra ölürse hoca çağırılır. Çocuk normal yıkanıp kefenlenip hocanın gözetiminde gömülür. Doğumdan sonra öldüyse ona cennet kuşu derler. Yemiş yedi sülalesini cehennemden kurtarır (Emine BİRLİK).

Doğumdan sonra gelen eşle ilgili de farklı inanış ve uygulamaların olması dikkat çekicidir. Genellikle çocuğun eşi yani çocuğun bir parçası gibi görülen bu dış zar temiz ve beyaz bir tülbente sarılır ve avlu dibine gömülür. Hatta bazen içine çörek otu atıldığı da görülmektedir. Zaten önemli olan temiz bir şekilde ayak asılmayan tenha bir kenara gömülmesidir. Atılmamasına özenle dikkat edilir.

Çocuğun “eş”ine göbeği gibi kendinden bir parça olduğu inancıyla önem verilmekte, saygı gösterilmektedir. Çocuktan gelen plasentaya kimi yerlerde “eş”, kimi

73

yerlerde “son”, kimi yerlerde de “etene”, “eten” denilmekte ve gebelik süresince dölyatağında ananın kendi kanıyla çocuğunu beslemesini sağlayan bu organa halk geleneğinde büyük önem verilmektedir (Boratav 1984: 182). Eş ya saklanır, ya gömülür, ya suya atılır ya da yakılır (Boratav 1984: 182).

Yaygın olan bir inanış, eşin (sonun) çocuk gibi “canlı” doğduğu, göbek bağı kesilince, döl yatağı ile ve çocukla bağlantısı kalmadığı için öldüğüdür. Ona ölmüş bir varlığa gösterilen saygının gösterilmesi, herhangi bir yere atılmayıp gömülmemesini, kedi, köpek gibi hayvanların yemelerine meydan verilmemesine dikkat edilmesini böyle açıklamak gerekir. Çocuğun sonuna (eşine) eski Türk geleneğinde döl sağlayıcı ve çocuk koruyucu bir “ana tanrıça” niteliklerine sahip Umay ile aynı adın verildiğini Kaşgarlı Mahmud’un sözlüğünden öğreniyoruz. Mahmud, umay kelimesini açıklarken ona “son”, “eş” anlamını verdikten sonra sözlerine bir inanışı da ekliyor: “umayka tapınsa oğul bolur” diyor. Bu sözler “İnsan Umay’a yani “çocuk tanrıçasına” tapınırsa çocuk sahibi olur.” Diye anlaşılabilir. Kaşgarlı’nın açıklamasını “insan, çocuğun sonunu kutlu sayıp, ona gerekli saygıyı gösterirse çocuk sahibi olur” biçiminde anlasak gene de Umay tanrıçanın gücünün, yeteneğinin, sonda yer aldığı inanışının bir anlamını buluruz bu sözlerde (Boratav 1997: 151).

Doğumdan sonra gelen eşe “çocuk ikizi” denir. Son, çok ağrı yapar. Bu ağrı, ilk çocukta bir gün, ikinci çocukta iki gün, üçüncü çocukta üç gün yaşanır. Son kedi köpeğin ulaşamayacağı bir yere gömülür (Fatma AYGÜL).

Çocuğun eşi üç ihlas bir fatiha okunduktan sonra gömülür (Fatma GÜNEŞ).

Doğumda çocuktan sonra gelen eş ile ilgili olarak yaşanmış farklı olaylar da rivayet şeklined anlatılmaktadır. Bunlardan biri şu şekildedir: “Bizim köyde bir ebe varmış. Doğumun birinde kadın çocuğu doğurduktan sonra ölmüş, kadının altından çocuktan sonra çocuk yatağı, soluğu çıkarmış. Ebe o sonları kadının içine geri sokmamış. Hâlbuki öldüğü için geri sokması gerekirmiş. Ölen kadın bir gün ebenin rüyasına girip demiş ki: “ Sen bana güzel ebelik yaptın, ben öldüm ama neden o sonları

74

geri sokmadın, burada herkes bana sen kokuyorsun diyor, yanıma yaklaşmıyor. Neden bıraktın, neden yaptın, benim ruhumu sıkıyorlar” (Kıymet SÖYLER).

Tıpkı bir insan gibi bir anlamda kefenlenmesi ve bebeği sarmaladığı için ve doğurulduğu için de bir kutunun olduğuna inanılması yapılan uygulamaların temelinde yatan inançlardır.

Doğum esnasında oluşan uygulamalardan birisi de doğumu yaptıran ebelerin ödüllendirilmesidir. Doğumu yaptıran ebelere yaygın olarak çember, patik, havlu, sabun, kına, basma, ferecelik, çorap, iç çamaşırı, para, lokum v.b hediyeler verilir. Doğumdan hemen sonra ebe aldığı sabunla ellerini yıkar, havlusuyla kurular. Bu havlu bebeğin çeyizi olarak saklanır (Halide YAŞAR).

Arkasından ellerine kına yakar. Verilen kumaşları dikip giyer, çemberi bağlar (Hanife ÇAKMAK).

75