• Sonuç bulunamadı

Doğalcılık Dönemi 12-14 Yaş (Pseudo-Naturalistic) (Büyükkarabacak, 2008, s 13).

İLGİLİ ARAŞTIRMALAR

5- Doğalcılık Dönemi 12-14 Yaş (Pseudo-Naturalistic) (Büyükkarabacak, 2008, s 13).

Karalama Dönemi (2-4 Yaş)

Çocukların 2-4 yaş aralığında görülen karalama döneminde çocuk ilk çizme deneyimini yaşar. El-göz uyumunun tam olarak gelişmediği, karalama döneminin başında isimlendirilmeyen karalamalarla başlayan bu süreç her çocukta farklı seyreder. Kimi çocuk kısa sürede bu dönemi geçerken kimi çocuk uzun süre karalama döneminde kalır.

Çocukların karalamalarının bir amacı vardır ve belli bir gelişim sürecini temsil eder (Striker, 2001, s. 40). Yapılan ilk karalamalar rastlantısaldır ancak daha sonra çocuk kol hareketlerinin çizgilere neden olduğunu fark ettiği zaman zihinsel bağlantı kurmayı başarır. Kellogg’un 7500’den fazla 2-6 yaş arasındaki çocukların çizimlerini gösteren araştırması bulunmaktadır (Artut, 2007, s. 39). Uzun yıllar süren araştırmalar sonucunda Kellogg tarafından ortaya çıkarılan temel karalama şekilleri ile çocukların çizgi ve şekilleri farklı biçimlerde bir araya getirdikleri görülür. 1-2 yaş arasındaki çocuklar gelişigüzel karalamalar yaparlar (Striker, 2001, s. 43). Ancak daha sonra, 3-4 yaşlarına doğru gelişigüzel çizgiler yerlerini farklı nesnelere bırakır.

11

Şekil 1. Kellogg’un karalama dönemi aşamaları (Karadeniz, 2012)

Şema Öncesi Dönemi (4-7 Yaş)

Bu dönemde çocuğun çevresindekileri çizgisel olarak tasvirinde algısı, hayal kurabilmesi, oran, mekan kavramı ve duygusal özellikleri belirleyicidir. Bu özellikler çocuğun genel gelişimi ile doğru orantılı değişir (Artut, 2004, s. 2). Çocuğun bu genel değişimi 4 yaşından sonra hızlanır ve çevresini, çevresinde oluşan olayları merak etmeye başlamasıyla gelişir. Önce insanları ve diğer nesneleri gösteren resimler yapmaya çalışırlar. Bu çalışmalar yetişkinler tarafından anlaşılabilir (Kalburan, 2011, s. 25). Şema öncesi dönemin

12

başlangıcını oluşturan 4 yaş çocuğu, çöp adam şeklinde kolları ve bacakları çizgilerden oluşan ve bu çizgilerin kafaya eklendiği resimler yapabilir. Bu dönemde sürekli insan resmi yapan çocuk, insan figürü olarak, baş ve bacakları çizer; bazen buna gövde, kol ve parmakları da ekler (Yavuzer, 2005, s. 205).

Abacı’ya (2005) göre de bu dönemde çocuklar, yapmak istedikleri resim ile düşünceleri arasında ilişki kurmaya ve kendilerine özgü biçimler yaratmaya başlarlar. Bu biçimler, ilk benzetme çabalarıdır (Büyükekiz, 2008, s. 396’daki alıntı).

4-7 yaş arasındaki çocuklar algılayıp kavrayabilecek düzeye gelmişlerdir. Bu dönemde çocukların geometrik şekilleri algılamaya başladıkları görülür. Yavuzer’e (2005) göre 4 yaş sınırındaki çocukları çapraz şekillerin ve çemberlerin örneklerine bakarak aynısını çizebilirler.

Şema öncesi dönem çocuk resimlerinde saydamlık görülmektedir. Saydam (röntgen) resim, bu dönem çocuğunun en tipik davranışıdır. Resimde saydamlık, çocuğun içi görünmeyen bir nesnenin içinde olanları sanki içi görünüyormuşçasına çizmesidir. Bir apartmanın içindeki daireleri, dairelerin içindeki odaları, odalarda oturan insanları bile gösterir. Bir araba resmi yapan çocuk, arabanın içinde oturanları da şeffaf şekilde resmeder. Çünkü bu dönemde gerçekler olduğu gibi değil, düşünüldüğü gibi resmedilir. Hayal ile gerçeklik arasındaki fark henüz netleşmemiştir (Abacı, 2010).

13

Şematik Dönem (7-9 Yaş)

Kehnemuyi (2004, s. 25)’ye göre “önceki dönemlerden geçen çocuk, denemeleri sonucunda, resimlerinde kendine has insan figürleri çizmeyi başarmıştır. Çocuk, kişisel bir insan şeması yaratmış, öz, vücut ve zihin yapısıyla da sıkı sıkıya bir bağlantı kurmuştur”. Aynı sınıfta farklı insan figürleri ile karşılaşılmasının sebebi budur. Bu dönemde insan figüründe çocuk için önemli olan parçaların detaylandırıldığı, önemsiz olanların ise hiç çizilmediği görülmektedir (Kırışoğlu, 1998, s. 69).

Çocuğun 7 yaşında başlayan bu dönem aynı zamanda çocuğun ilköğretimle tanıştığı dönemdir. Çocuklar, artık çevreleriyle daha yoğun iletişim halindedirler ve çevrelerini gözlemledikleri oranda çevre hakkında belli görüşler edinmeye başlarlar. Çevre ile ilişki kuran çocukta da artık çevre hakkında belirli bir görüş oluşmaya başlar. Kendi görüşüne dayanarak çevresindeki her şeyi çizer. Bu çizimler şema ya da sembol şeklindedir. Bu şemalar, çocuğun tekrarlamayla elde ettiği figürlerden oluşur ve çocuk için güven duygusu oluşturan büyük bir başarıdır. Çocuk, şematik dönemde belirli bir biçim geliştirir.

Piaget’ye göre, kazanımların birikmesi sonucu gelişim oluşmaz. Gelişimde, yeni doğan içgüdülerini kullanır ve basit davranışlar sergiler. Ardından şemalar ile düzenli eylemler başlar, bu somut ve aktif eylemler de zamanla bireyi içe dönük, çevresel farkındalık ve eski haline dönebilme özellikleri ile soyut eylemlere götüren kademeli bir süreçtir (Akarsu, 1984, s. 31).

Piaget’nin de bahsettiği gibi, çocuklar zamanla tecrübe ederek kazandıkları davranışlarını kullanarak soyut düşüncelerini somut eylemlere dönüştürebilmektedir. Kavram gelişimi ile çocuğun özellikle bu dönemde, okuma yazma öğrenmesinin de etkisiyle, çalışmasını yazı ile destekleme ihtiyacı içinde olduğu görülür. Çocuklar bu yaşlarda kendilerine göre önemli olan detayları abartarak çizerler (Büyükekiz, 2008, s. 397).

14

Çocuklar geometrik formlardan yararlanarak oluşturdukları figürlere, sadece gördüklerini değil düşündüklerini de eklerler. Hayalleri ile gerçekleri bir arada kullanırlar (Abacı, 2006, s. 215). Şematik dönemde çocuk, baş, gövde, kollar ve bacakların yanı sıra göz, burun ve ağız gibi organları da çizer. Figürlerde gövdeyi genelde elbiseler oluşturur. Bu dönemde çocuk, resimde cinsiyeti belli eden kaş, kirpik, ruj gibi ayrıntılara dikkat eder.

İlköğretime başlayan çocuklar çevrelerini gözlemledikleri için artık nesneler arasındaki ilişkiyi gerçeğine yakın vermeye çalışırlar. Bir önceki döneme göre başarı sağlasalar da, yine de bu durum, yakın ve uzak nesneler arasındaki orantıya yansımaz (Abacı, 2010).

7-9 yaş arasında gelişen bir diğer önemli konu çocuğun mekan algısını kavrayabilmesidir. Şematik dönemdeki resimlerde kompozisyon bir zemin üzerinde kurgulanır. Şema öncesi dönemde görülen nesnelerin birbirinden bağımsız yerleştirilmesine bu dönemde artık çok rastlanmaz. Çocuk, kendisi ile çevresi arasındaki ilişkiyi anladığının bir belirtisi olarak ortaya çıkan bir yer çizgisi üzerinde nesneleri yerleştirir (Yavuzer, 1997, s. 58). Kullanılan yer çizgisi yetersiz kaldığında, çocuk kağıdı ikiye katlayıp iki ayrı yüzüne iki ayrı resim de çizebilir (Striker, 2001, s. 76).

Mekan algısının oluşması ile kağıdın alt tarafında yer çizgisi bulunur, üst tarafındaysa gökyüzü şeklinde çizilmiş ayrı bir çizgi yer alır. Mekan daha belirginleşir, netleşmeyen, oturmamış bir çeşit perspektif doğar. 6 yaşın yer çizgisi, 10 yaşında ufuk çizgisi olur (San, 1979, s. 148).

Bu dönemde, şekillerle çocukların çizimleri arasında daha gerçekçi bir benzeyiş var olabilmektedir. Yer çizgisini kullanan çocuk kendisini çevresiyle birlikte algılama dönemine girmiştir ve bu süreç resimlerine de yansır.

Gerçekçilik Dönemi (9-12 Yaş)

Gerçeklik dönemi, çocukların gerçekle ilgilenmeye ve sosyal açıdan özgürleşmeye başladıkları dönemdir. Resimlerinde gerçeği yansıtma kaygısı içinde olan çocuk, anlatımlarını yetersiz kılan geometrik biçimlerle artık ilgilenmez. İlkokul dönemi içinde bir ikinci devre olarak 9-12 yaşlar ele alınır. 6-9 yaşlarındaki gelişmelerin bazılarının hala devam ettiği, bununla beraber fiziksel ve ruhsal gelişimlerin başladığı bu erginlik öncesi dönemde, çocuğun bazı psikolojik özelliklerinin yaratıcı etkinliğine yansıdığı gözlenir (San, 1979, s. 149). Artık çocuklarda belli bir zihinsel gelişim görülmeye başlar ve buna paralel

15

olarak sorun çözme davranışları artar. Çocuklar, gördüklerini resmederken onların gerçek boyutlarına sadık kalma isteği içindedirler.

9-12 yaşları arasında aidiyet duygusunun oluştuğu görülür. Bu duygu ile çocuk belli bir topluma ait olma hissini resimlerine yansıtır. Çocuk toplumun bir üyesi olmasının farkındalığını çizgilerine yansıtır. Resimlerinde artık daha çok ayrıntı ve daha gerçekçi bir yaklaşım vardır (Tütüncü, 2006, s. 64). 6-8 yaşlarında başlayan cinsiyet ayrımı, bu dönem resimlerinde dikkatlice ve özellikle belirtilir. Çocuklar, artık kız ve erkek giysilerindeki ayrıma dikkat ederler.

Doğalcılık Dönemi (12-14 Yaş)

Mantık dönemi olarak da adlandırılan bu dönemde çocuklar hem zihinsel hem fiziksel anlamda, önceki dönemlere göre daha gelişkindirler. Çocukların el hakimiyetleri oldukça güçlenmiştir. Fakat bu dönem onlar için ergenliğe adım attıkları dönemle çakışır ve hemen her biri duygusal çatışmalar yaşayabilir (Büyükkarabacak, 2008, s. 22).

Gerçekçilik döneminde cesareti kırılan birçok çocuk zamanla resim yapmayı bırakır ve bu evreye geçemez. 12-14 yaşlarındayken resim yapmaya devam eden çocuklar, resimde daha çok ayrıntıya girerlerken; artık perspektifi resimlerinde etkin şekilde kullanmaktadırlar. Ergenliğin başlangıcına rastlayan bu dönemde çocukların giderek çevrelerinin farkına vardıkları görülmektedir. Çocuklar bu dönemde yakın çevrelerinde gördükleri nesnelerin orantılarını, boyutlarını, derinliklerini çizgilerine yansıtmayı denerler (Yavuzer, 1997, s. 67). Bu dönemde çocuklar, perspektifi keşfederler.

Perspektif

Perspektif, bir nesnenin var olan 3 boyutunun, 2 boyutlu herhangi bir düzlemde gösterilmesidir. Daha detaylı bir tanım ile bir nesnenin bir bakışta 3 yüzünü birden görmek ya da 3 boyutlu hacimsel bir nesneyi bir düzlem üzerinde çeşitli çizgisel anlatım yolları ile anlatma yoludur (nedir.org).

Aynı boyut ve renkteki nesnelerden gözden daha uzak olanı, yakın olana göre daha küçük ve daha soluk görünür. Bu da resim düzlemine perspektif sayesinde aktarılır. Bu durum gerçeklik algısına ters düşen bir göz yanılsaması olsa da resim düzleminde perspektif unsuru olmadan aktarılan nesnede derinlik hissi elde edilemez. Perspektif, basit bir kurala sahiptir:

16

Uzak olan, yakın olandan küçük ve soluk resmedilir. Aslında perspektif, oran-orantı sanatıdır. Şekil 4’te kaçma noktası ve gözün bulunduğu yere göre bir küpün çeşitli görünüşleri yer almaktadır. Tek kaçma noktalı bu şekilde göz 1’in 1, 2, ve 3 numaralı küpleri; göz 2’nin de 4, 5 ve 6 numaralı küpleri aynı kaçma noktası üzerinde nasıl gördükleri gösterilmektedir.

Şekil 4. Kaçma noktaları aynı göz çizgileri üzerinde olan nesneler

Perspektif Çeşitleri

Çizgi Perspektifi

Aslında paralel olan çizgilerin sonsuza giderken bir noktada birleşmesidir. Yani küçülmesidir. Çizgi perspektifinde nesnelerin çiziminde geometrik kurallardan ve orantılardan yararlanılır. Mesela bir nesne gözden uzaklaştıkça, uzaklığının karesinin tersi ile orantılı şekilde küçülür (Çağlarca, 1991, s. 11).

Renk (Hava) Perspektifi

Nesnelerin uzaklaştıkça renklerinin solgun görünmesidir. Nesnenin gerçek renginin solmasının sebebi ise uzaklaştıkça nesne ile göz arasına giren hava katmanının perde perde artması ile nesnenin renginin soluk görünmesidir.

17

Perspektif ile İlgili Kavramlar

Üç Boyut

Bir nesnenin uzayda kapladığı yere hacim denir. Nesnelerin hacimleri en, boy ve yükseklik ölçüleri üzerinden hesaplanır.

İzdüşüm

Nesnenin bir yüzüne ışık verildiği zaman herhangi bir düzlem üzerine gölgesi düşer. Bir nesnenin şeklinin ışık aracılığıyla düzlem üzerine düşürülmesine izdüşüm denir.

Bakış Noktası (Göz Çizgisi)

Nesneye bakılan, nesnenin izdüşümünü çizecek olan kişinin gözünün bulunduğu sabit noktadır.

Bakış Uzaklığı

Nesnenin izdüşümünü çizecek olan kişinin nesneye olan uzaklığıdır.

Bakış Yüksekliği

Nesnenin izdüşümünü çizecek olan kişinin yerden yüksekliğidir. Kişinin boyuna göre değişir.

Ufuk Çizgisi

Gökyüzü ile yeryüzünün birleştiği noktaya ufuk çizgisi denir. Kapalı bir mekan resmedilirken ufuk çizgisi, kişinin gözlerinden geçtiği varsayılan çizginin resim düzlemini kestiği hattır. Ufuk çizgisinin altında kalan nesnelerin üst kısmı, üstünde kalan nesnelerin ise alt kısmı görülür.

Kaçma Noktası

Birbirine paralel olan çizgilerin gözden uzaklaşırken sonsuzda birleştikleri noktadır. Esas nokta da denir.

18

Minyatür

Minyatür sözcüğü İtalyanca miniatura’dan Fransızca’ya, oradan da Türkçe’ye girmiştir. Osmanlılarda minyatüre “nakış”, ustasına da “nakkaş” denir. Minyatür geniş anlamla el yazmalarına metni aydınlatmak amacıyla yerleştirilen açıklayıcı resimlerdir (Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 1997, s. 1262).

Minyatür terimi, bazen küçük boyutlu portreleri, manzaraları, figüratif resimleri tanımlamak için de kullanılır. Ancak bu, etimolojik açıdan doğru bir kullanım değildir. Minyatürün Osmanlıca karşılığı nakıştır. Bugünkü “bezeme” ve “resim” kavramlarının her ikisini de içeren anlamlara sahip bir sözcük olan nakış, sonraları, kumaş üzerine renkli ipliklerle yapılan süslemeler için de kullanılmaya başlanmıştır. Çağdaş Türkçe’de artık yalnızca bu son anlamda kullanılmaktadır (Sözen ve Tanyeli, 2005, s. 170).

Minyatür, kağıt, parşömen, fildişi üstüne boya ve yaldızla ışık, gölge, boyut verilmeden yapılan bir sanattır ve çok ince işlenmiş ve küçük boyutlu resimlere ve bu tür resim sanatına verilen addır (Saraç Sözer, 2011, s. 175).

Minyatürlerin genel özelliklerini incelemeden önce şu gerçeğin görülmesi gerekmektedir. İslam dininde resim sanatını yasaklayan bir ayet olmamasına karşın hadislerin yorumlanmasıyla İslam sanatçılarının somutu soyutlaştırdıkları, Batı sanatçılarının gerçekliği, derinliği yakalamaya çalıştıkları resimlerinin aksine, minyatürün derinlikten ve klasik perspektiften uzaklaştırılmış olduğu düşünülmektedir.

Minyatürler, el yazmalarının arasına girmeden önce Müslüman ressamların, gölgeyi, derinliği, hacmi bildikleri gerek tarihi kaynaklardan gerekse eserlerden anlaşılmaktadır. İleriki yılların minyatürleri ise hiçbir benzetiş kaygısı olmadan, yalnız renklerin birbiriyle uyuşması dikkate alınarak gerçekleştirilmiştir (Yetkin, 1953, s. 33).

Aradan geçen yıllar ile minyatür sanatı da bütün sanat dallarıyla benzer yolu izlemiştir. Minyatür resmi de kendisine özgü kurallar oluşturmuştur. Bu, salt renklerin kullanıldığı, dış hatların belirgin olduğu, gölgesiz, iki boyutun ve yüzeysel süslemenin özellikle tercih edildiği bir anlayış olmuştur. Minyatürü, Batı resminden ayıran bu özellikler, konu, düzen (kompozisyon), çizgi, renk ve leke, son olarak da perspektiftir.

Minyatür, süsleyiciliği yanında kuvvetli bir anlatım gücüne ve kendisine has estetik bir yapıya sahip olarak, asırlar boyu değişik ve çok çeşitli üsluplar altında daima gelişimini sürdürmüştür. Genelde kitap betimlemede, metni açıklayıcı ve destekleyici olarak yapılan minyatürün en önemli özelliği konuyu tam olarak göstermesidir. Bu resim tekniğinin tek boyutlu olması yapılan

19

eserlerde genellikle derinlik kavramının bulunmaması, minyatür sanatının estetik yapısına uygun olmasındandır (Keskiner’den aktaran Kibar, 2014, s. 2).

Minyatür kompozisyonunu şekillendiren en önemli unsur, resmin biçim özelliklerini betimleyici bir karaktere yönlendiren gerçeklik yaklaşımıdır. Bu açıdan bakıldığında minyatür, konu ve nesnel ortam açısından yararlandığı gerçeklik durumu ile natüralist; tasarlanmış gerçeklik durumu ile de soyut bir resimdir (Konak, 2007, s. 98). Şöyle ki minyatür sanatı, hem natüralist hem de soyut tarzlara değinerek, gözün gördüğü gerçekliği anlaşılabilir bir dille yansıtan resimdir. Minyatürün konusunun çoğunlukla gerçek mekanlarda, gerçek kişiler tarafından ve belli bir zaman diliminde yaşanmış ya da hikaye edilmiş olması ve bu nedenle nakkaşın her koşulda doğal olanı (görünen gerçeği) aktarma kaygısı içerisinde olması natüralist yapıyı koşullandırır (Konak, 2007, s. 98). Bu yaklaşım resmin betimleme özelliğini, gerçeklik yaklaşımını öne çıkarırken ayrıca soyut biçimlerin oluşmasına da neden olur.

Bir şeyin şekli anlamına gelen biçim, plastik sanatlarda derinlikle yakından ilgili olsa da resim sanatında bir tablonun tümünün yapı bakımından kuruluşunu ifade etmektedir (Turani, 2010, s. 24). Biçim natüralist resimde görsel algı ve onun direkt bilgisi ile oluşurken minyatürde modelin görünen değil, bilinen (gerçeklik) yapısını tasarıma katan bir mantık doğrultusunda oluşur (Konak, 2007, s. 99). Böylelikle, görünen gerçekliğin minyatürdeki görüntüsü, Batı tarzı resimdeki gibi bakış açısı ve perspektif olguları ile resmedilmez, gerçeğin anlamı ve bireysel durumu ile ilgili bilinen, tanınan gerçeklik şeklinde resmedilir. Aslında minyatür, Batı resminin İncil’de geçen hikayeleri anlatırken kuşandığı edebi tasvirlere de benzer (Tansuğ, 1993, s. 27).

Minyatür sanatı, yapım tekniği olarak Batı resim sanatından şu açılardan farklıdır. Figürler birbirini kapatmayacak şekilde dizilir, geriye kalan figürler kağıdın üst tarafına çizilir, şahısların büyüklüğü önemlerine göre tespit edilir, manzarada uzaklık renk ve boy yönünden belirtilmez, en ince ayrıntılar bile işlenir, renkler ışık, gölge unsuru olmadan kullanılır (Binark, 1978, s. 272). Yalnız önemli olan kısım minyatür sanatını kuru, soyut bir resim anlayışı olarak görmemek gerekliliğidir. Aksine minyatürlerde, toplumsal ilişkilerin, hayata bakış açısının birer örneği görülmektedir. Minyatür sanatının gerçeklikten uzaklaşmış, toplumsal hayata sırtını dönmüş, donuk kalıpların dünyası olmadığı bir gerçektir (Tansuğ, 1993, s. 27).

20

Türk Minyatür Sanatının Tarihi

İlk örneklerine eski Mısırlılarda rastlanan minyatürler o dönemlerde papirüs, parşömen ve fildişi gibi malzemeler üzerine çizilmektedir (Saraç Sözer, 2011, s. 176). Türklerde bilinen en eski minyatürlerde ise Maniheizm’in, Budizm’in ve son olarak da İslamiyet’in etkileri görülür. Bu nedenden ötürü, Türklerde resim, bu üç din etrafında şekillenmiştir.

İslamiyet Öncesi Türk Minyatürü

Türklerin tarih sahnesine ilk çıkışları, Çin kaynaklarına göre, Milattan Önce birinci binde kuzeybatı Çin’de görülen Hyungnu adı ile tanınan Asya Hunları ile başlamaktadır (Tekbaş Irlayıcı, 2008, s. 5). Türkler, tarihleri boyunca resim alanında aktif olmuşlar, Orta Asya’dan günümüze kadar, temelini el yazma eserlerinin sayfalarında bulunan minyatürlerin oluşturduğu tasvir sanatında ilerlemişlerdir.

Amerikalı arkeolog Raphael Pumpelly’nin 1908’de Orta Asya’da, Hubert Schmidt’in 1904’te Ön Asya’da Aşkabad civarındaki Anav şehrinde yaptığı arkeolojik kazılar, Orta Asya medeniyetinin Pumpelliy’e göre M.Ö. 9000, Schmidt’e göre ise M.Ö. 4500 yıllarına kadar uzandığını ortaya koymuştur (Binark, 1978, s. 273).

İslamiyet öncesi Türk resim sanatında Uygurlar kadar etkisi görülen başka bir medeniyet olmamıştır. Bunda Uygurların yerleşik hayata geçişlerinin ve bununla birlikte dini inanışları olan Budizm’in de önemli bir etkisi vardır. Görüldüğü üzere, Orta Asya medeniyetinin bu denli ilerlemesinde hiç şüphesiz Uygurların payı büyüktür. Mesela, birer Uygur şehri olan Bezeklik ve Kuça’da bulunan mabet, tapınak ve manastırların duvarlarındaki freskler ve el yazması kitapların sayfalarında karşılaşılan resimler, İslam öncesi Türk resim sanatı örnekleri olmalarına rağmen, biçim özellikleri açısından minyatür kompozisyonları ile benzerlik taşımaktadırlar (Konak, 2007, s. 98).

Aynı bölgelerde Uygurlardan önce faaliyet gösteren ve göçebe bir yaşantıya sahip bulunan diğer Türk Devletlerinin sosyal ve kültürel hayatlarını günümüze aksettiren sanat eserlerinin sayısı oldukça azdır (Yerli, 2006). Bunda Uygurlardan önceki toplumların göçebe hayatının etkisini görmekteyiz. Uygurlar ise, yerleşik düzene geçtikten sonra mensubu oldukları Budizm dininin onları resim, mimari ve heykel gibi alanlara yönlendirmesiyle duvar resimlerinde, mimaride ve heykeltıraşlıkta etkin rol üstlenmişler ve bunun yanı sıra günümüze kalan minyatür örneklerini sergilemişlerdir.

21

Tarihte bulunan ilk minyatür örnekleri Orta Asya’da Turfan, Kuça, Kızıl gibi eski Türk şehirlerinde yapılan arkeolojik araştırmalar sonucunda bulunmuştur. Bu minyatürlü el yazması kitap ve resimler milattan birkaç asır öncelerine aittir (Tekbaş Irlayıcı, 2008, s. 5). Orta Asya’da Türklerin en eski resimleri hakkında Çin tarihlerinde birçok bilgiye rastlanmış olup, Türklerin büyüklerine ait mezarlar üstüne birer bina inşa ettikleri ve bu binaların duvarlarını ölünün hayatındaki çeşitli hadiselerin resimleri ile süsledikleri ifade edilmektedir (Binark, 1978, s. 273).

Uygurlardan kalan duvar ve kitap resimleri incelendiğinde, zaten minyatür tarzında bir resmin var olduğu görülmektedir (Konak, 2013, s. 982). Uygur resimlerinde de, minyatürde görüldüğü gibi yüzeyci ve şematik çizgiler bulunmaktadır.

Şekil 5. Uygur prensleri, duvar resmi, 8-9. yy. (Konak, 2013, s. 983)

İslamiyet Sonrası Türk Minyatürü

İslamiyet’ten önce Orta Asya’da Uygurların geliştirip üst seviyeye çıkardıkları minyatür sanatı, İslamiyet’in kabulünden sonra çeşitli yollarla Anadolu’ya gelmiştir (Elmas, 2000, s. 4).

İslamiyet’in kabulünün ardından, İslamiyet etkilerinin minyatür sanatında da görüldüğünü söylemek mümkündür. Türk minyatür sanatı ve yazı sanatı, İslamiyet’ten sonra daha da gelişmiştir (Dikici, 2001, s. 256).

Osmanlı dönemi minyatürleri saray hayatı, padişah portreleri, törenler, edebi eserler, dini konular, kent görünümleri, günlük yaşam sahneleri gibi konulardan oluşmaktadır. İnsan figürleri, hayvan

22

figürleri, çeşitli bitkiler ve mimari yapıların bulunduğu minyatürlerde; yerleri, duvarları, gökyüzünü meydana getiren arka plan unsurları, konuları tamamlayıcı dekoratif elemanlar olarak kullanılmıştır (Özaltın ve Ölmez, 2011, s. 5).

Anadolu’da Türk minyatür sanatının başlangıcına ait, az olmakla beraber bazı karakteristik yazmalar kalmıştır.1271-72 tarihlerinde Aksaray ve Kayseri de hazırlandığı belirtilen ve yazarı ile nakkaşın kendisini Sivaslı olarak gösterdiği 146 yapraklı, nesih yazılı minyatürlü bir yazma ilgi çekicidir (Aslanapa’dan aktaran Kibar, 2014, s. 8).

Karahanlılar ile başlayan Türk-İslam minyatür etkileri, Selçuklular ile ilerleme kat etmiştir. Ama Türk minyatür sanatının kendine has özellikler kazanması, Osmanlılar ile gerçekleşmiştir.

Osmanlılar minyatüre yeni bir anlatım ve konu çeşitliliği getirmişler, diğer İslam çevrelerinde görülen edebi konuların yanında, daha çok Osmanlı Devleti’nin gücünü yüceltici tasvirlerde başarıyla sonuçlanan savaşları, seferleri, görkemli törenleri yansıtırken bir tür tarih belgeciliği yapmışlardır (Kibar, 2014, s. 15). Arık (1988, s. 4)’ın da bahsettiği