• Sonuç bulunamadı

2.2. ÜCRET TEORİLERİ

2.2.1. Klasik Ücret Teorileri

2.2.1.1. Doğal Ücret Teorisi

18.yüzyılın sonlarında İngiltere’de doğmuştur. Adam Smith’in başlattığı ve Ricardo’nun geliştirdiği doğal ücret teorisi, İngiltere’de klasik iktisat görüşünün hâkim olduğu yıllarda ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Temel argümanı, ücret düzeyini belirleyecek temel unsurun işçinin bedensel gereksinimlerinin karşılanması fikrine dayanır. Smith, işçinin soyunu devam ettirebilmesine yetecek kadar ücret alması gerektiğini iddia eder. Ricardo ve Malthus nüfus artışına imkân verecek bir ücret düzeyinin asgari ücret düzeyinin üzerinde olması gerektiğini öne sürmüşlerdir.

Doğal ücret teorisi, Malthus’un Nüfus Teorisi’ne dayandırılmıştır. Kısa dönemde olmasa da uzun dönemde piyasa ücreti ve doğal ücretin aynı noktada buluşacağı tezi üzerine kurulmuştur. Ücretlere ilişkin böyle katı bir otomatik mekanizmayı kabul etmelerinden dolayı Doğal ücret teorisi, “Tunç Kanunu” olarak da anılmaktadır. Klasik ekonomicilerin doğal ücret kuramı, sosyalist Ferdinand Lasalle tarafından, insafsız bir Tunç Kanunu olarak nitelendirilmiştir. Lasalle, doğal ücret mekanizması ile işçilerin yaşama düzeylerinin iyileştirilmesinin mümkün olmadığını, dolayısıyla ekonomik ve toplumsal düzenin değişmesi gerektiğini öne sürmüştür (Talas, 1983: 19).

116

Adam Smith, Milletlerin Zenginliği kitabının “Emeğin Ücretleri Üzerine” başlıklı bölümünde ücreti, emek ürünü olarak değerlendirir (Smith, 2014: 70). Toprağın benimsenip mal mevcudunun birikmesinden önceki ilkel dönemde emeğin tüm ürünü işçiye aitti. Çünkü kendisine ortaklık edecek bir mal sahibi yahut efendisi yoktu. Ancak toprağın özel mülk olarak edinilmesi ile birlikte mal sahibi emeğin ürününden pay ister ki bu da ücretten ilk kırpılan “rant”tır. Emeğin ürününden ikinci kırpılan, işçiyi çalıştıran çiftçi, diğer bir deyişle efendisinin el koyduğu “kar”dır. İşçilerin emek ürününden yapılan bir diğer kırpıntı, bir patron/ ustanın ortak olduğu paydır. Smith’e göre ortalama emek ücretleri, hemen her yerde çıkarı birbirinin aynı olmayan işçi ile karşısındaki mal mevcudu sahibi arasındaki sözleşmeye dayanır. İşçiler emek ücretlerini artırmak, ustalar ise elden geldiğince indirmek için aralarında birleşmeye meyillidirler. Bu iki taraftan biri olan ustalar hem sayıca az olmaları nedeni ile hem de kanunen birleşmeleri önünde bir engel olmadığı için daha kolay örgütlenebilirler.

Emek ücretlerini oldukları kertenin üstüne çıkarmamak için her zaman, her yerde bir nevi zımni, ancak sürekli bir birleşme içindedirler. Üstelik bu durum oldukça olağan bir durum kabul edildiği için çoğu zaman duyulmaz. Oysaki işçilerin birleşmesi hiç de böyle sessiz sedasız değildir. Onların birleşmesi her zaman gürültülüdür. Smith’ göre işçiler ümitsizlik içindedirler. “Ya açlıktan ölmek ya ustalarının gözünü korkutarak isteklerinin yerine getirilmesi için çarçabuk onama koparmak zorunda bulunduklarından, işi Allah’a kalmış insanların çılgınlık ve taşkınlığı ile davranırlar” (Smith, 2014: 73). Smith, ayrıca işçilerin bu

“velveleli patırtıdan” fayda görmek bir yana genelde işçinin cezalandırılması ya da mahvından başkaca bir sonuç elde edemeyeceklerini belirtmiştir.

Smith’e göre emek ücretlerinin yükselmesini sağlayan şey ulusal zenginliğin sürekli artışıdır. Bununla birlikte bir ülkenin zenginliği çok büyük olsa da yüzyıllarca aşağı yukarı aynı büyüklükte kalmışsa emek ücretlerinde artış beklenmemelidir. Çünkü işçilerin

117

sayısındaki artış, aralarındaki rekabeti artırır ve ücretlerin yükselmesinin önünde bir engel oluşturur.

Smith’e göre emek ücretleri çalışmanın körükleyicisidir; emeğin bolca ödüllendirilmesi, halk tabakasının çalışmasını artırır (Smith, 2014: 89). Bununla birlikte özellikle parça başı ücretle çalışılan iş kollarında işçilerin fazla kazanma arzusu, aşırı emek sarfıyla kendilerini aşırı yıpratıp sağlıklarını örselemeye sürükleyebilir. Örneğin Londra’da ve bazı başka yerlerde bir marangozun tam gücünü sekiz yıldan fazla korumasının beklenemeyeceği belirtilmiştir.

Smith, emeğin para olarak ödenen karşılığının iki şarta bağlı olduğunu; emeğe karşı olan talep ile yaşam için gerekli ve elverişli maddelerin fiyatına göre düzenlendiğini belirtir (Smith, 2014: 94). Bu düşünceye göre yiyecek içecek fiyatının düşük olduğu yerde, emeğin para ile belirtilen fiyatı bazen yüksek olmakla birlikte talep aynı kaldığında, yiyecek içecek fiyatı yüksekse emek fiyatı daha yüksek olacaktır.

Emeğin hem gerçek hem de para ile belirtilen fiyatı bolluk ve kıtlık dönemlerinde de değişkenlik gösterir.

“Ansızın ortaya çıkan olağanüstü bir bolluk yılında, emek kullanan patronların çoğunun elinde, bir yıl önce kullanılandan fazla adam tutup çalıştırmaya yetecek ödenek bulunur. Bu olağanüstü sayıyı bulmak her zaman kolay olmaz. Böylece, fazla işçi isteyen ustalar, bunları elde edebilmek için birbirleriyle açık artırma yaparlar. Bu, bazen işçi emeğinin gerçek bedelini de para olarak verilen karşılığını da yükseltir” (Smith, 2014: 94).

Darlık yıllarında işten çıkarmalar olur, bu kez işçiler iş bulmak için birbirleriyle açık eksiltmeye girerler. Bu da bazen işçi emeğinin hem gerçek pahasını hem de para ile belirtilen fiyatını düşürür.

Ricardo, Siyasal İktisadın Ve Vergilendirmenin İlkeleri adlı eserinin “Ücretler Üzerine”

başlıklı bölümünde emeğin bir doğal, bir de piyasa fiyatından bahseder. Ricardo’ya göre emeğin doğal fiyatı, emekçilerin soylarını bir artma ya da azalma olmaksızın korumaları ve sürdürmeleri için gerekli olan fiyattır (Ricardo, 2013: 67). Bu fiyat da emekçinin kendisini ve ailesini geçindirebilmek için gerekli olan besin ve temel ihtiyaç maddelerinin fiyatına bağlıdır. Emeğin piyasa fiyatı ise, emekçiye gerçekte ödenen fiyattır. Arzın talebe oranını

118

düzenleyen doğal işleyişle belirlenir, emek kıt olduğunda pahalı, emek bol olduğunda ucuzdur.

Ricardo emeğin doğal fiyatı ile piyasa fiyatının sürekli bir buluşma eğilimi içinde olduğunu öne sürer. Nüfustaki artış veya azalış, sermaye miktarındaki düşme veya artma ile fiyatlardaki iniş-çıkışlar hep doğal düzen içerisinde dengeye gelir ve emeğin doğal fiyatı ile piyasa fiyatı denge düzeyini bulur. Ricardo da ücretlerdeki değişikliğin nedenleri konusunda Smith’le aynı düşünceyi paylaşmaktadır; ücretler iki nedenle düşer ya da yükselir. Birincisi emek arzı ve talebi, ikincisi ücretlerin harcandığı malların fiyatıdır. Ricardo salt arz ve talep açısından bakıldığında toplumun doğal gelişimi içinde ücretlerin düşme eğilimi taşıdığını belirtir. Çünkü emekçiye olan talep, arzdan daha düşük bir hızda artacaktır. Bu da ücretlerin düşmesiyle sonuçlanacaktır. Bununla birlikte ücretler aynı zamanda harcandıkları malların fiyatlarıyla da belirlenmektedir. Ricardo’nun kuramı emeğin miktarına bağlıdır. Sermaye ve emeğin göreceli değeri, fiyatların farklılaşmasına ve ücretlerde değişikliğe yol açar (Douglas, 1964: 34).

Ricardo düşük ücretlerin, emekçiler için nasıl kötü koşullar oluşturduğunu şu şekilde ifade eder. “Emekçi sınıfların en az beklentiye sahip olduğu, en ucuz besinlerle yetindiği ülkelerde, halk her türlü talihsizliklere ve sefalete açık biçimde yaşar. Yıkımdan kaçabileceği yer yoktur, güvenceyi daha kıt kanaat geçineceği bir düzeye çekilmekte de arayamaz, çünkü insanlar zaten dibe vurmuş olduklarından, daha aşağı düzeye düşemezler” (Ricardo, 2013: 73).

Ricardo, rantların yükselmesi ile ücretlerin yükselmesi arasındaki farkı da satın alma gücü açısından değerlendirir. Öyle ki toprak sahibinin rantı hem parasal tutar hem de zahire miktarı bakımından artarken, -fiyatı yükselen zahire ile daha fazla miktarda daha düşük fiyatlı ürün alma gücü elde eder, emekçinin para cinsinden ücreti artar fakat zahire cinsinden ücreti azalır.

Bu durum, emekçinin genel durumunu kötüleştirirken, toprak sahibinkinin sürekli iyileşmesi ile sonuçlanacaktır.

119

Esasen bu teoriye yöneltilen eleştiriler, teorinin dayanağı olan Malthus’un Nüfus Teorisi’nden kaynaklanmaktadır. Malthus’un teorisine göre, nüfus artış hızı geometrik dizide, gıda maddelerindeki artış ise aritmetik dizide artmaktadır (Malthus, 1798: 33-34). Kurama göre nüfus artış hızı kontrol altına alınamazsa ücret düzeyi zorunlu olarak düşecektir. Bu görüşün gerçekleşmemiş olması, doğal ücret teorisinin de sorgulanmasına yol açmıştır. Doğal ücret teorisine yöneltilen bir başka eleştiri, nüfus ile gelirin birbirine paralel olarak artıp azalacağı savına ilişkindir. Bu iki parametre arasında yıllar içinde görülen ters yönlü ilişki de doğal ücret teorisinin güvenilirliğine ilişkin soru işaretleri uyandırmıştır.