• Sonuç bulunamadı

1.3. ADALET TEORİLERİ

2.1.2. Üretim Faktörü Olarak Emek

İşgücünün bir mülk ya da ticaret metası olarak kabul edilmemesi gerektiği fikri, emek gücünün kendisinden (işçiden) ayrılamayacağı düşüncesine dayanır (Polanyi, 2001: 72).

99

Emek değer teorisinin özü, tüm malların tek başına emek tarafından üretildiği düşüncesine dayanır. Bu teoriye göre yeryüzünde var olan tüm maddi şeyler, başlangıçta doğanın ücretsiz hediyeleri idi, sadece emek, onları insanlık için yararlı hale getirdiğinde bir değere sahip olmuşlardır. William Petty (1623-1687) sermaye mallarını, “geçmiş emeğin (past labour) ürünü” olarak tasvir eder (Dooley, 2005). Merkantilist iktisatçı William Petty’e göre toprak zenginliğin anası ise, emek de babası ve aktif ilkesidir (Petty, 1662: 94). Avrupa’da aydınlanmanın kurucusu kabul edilen İngiliz filozof John Locke (1632-1704), Petty’nin tezine karşı çıkarak değer yaratma sürecinin temel faktörünün emek olduğunu öne sürmüştür.

İktisat teorisinde değerin kaynağı olarak nitelenen emek kavramının ele alınması, Adam Smith’in emek-değer teorisi ile başlamış, David Ricardo ve Karl Marx tarafından ortaya konan emek-değer teorileri ile geliştirilmiştir. Emeğin kavramsal olarak ele alınışı ve üretim faktörü olarak yarattığı değer karşılığında alacağı payın, yani ücretin belirlenmesi, tarihsel süreçte güncelliğini daima koruyan bir tartışma konusu olmuştur. İdeolojik mücadelelerin emek faktörü üzerinden yürütüldüğü bir düzende ücret ve artı değer paylaşımına ilişkin tartışmalar, büyük ölçüde dönemin başat politik iktisadı ile birlikte analiz edilmelidir (Koç, 2016: 1388, Bocutoğlu, 2012: 129). Bu bağlamda iktisat literatüründe emek tartışmalarının doğuşu klasik iktisat okulunun kurucusu olan Adam Smith’e dayanmaktadır.

Smith’e göre tüm malların değişim değerinin gerçek ölçüsü emektir; “Emek, her şeyin ilk pahası, yani asıl satın alma bedeli olarak ödenmiş akçesidir”. Smith, piyasada fiyat oluşumunu değer olarak tanımlamakta ve değerin en sağlam ölçütü olarak da emek miktarına işaret etmektedir. Bu bağlamda para ya da mal ile satın alınan şey, aslında emek ile satın alınmıştır. Bütün dünya zenginlikleri, altın ya da gümüşle değil emekle satın alınmıştır (Smith, 2014: 32). Bu görüşe göre bir malın değerli olabilmesinin ön koşulu, söz konusu malın insan emeğinin ürünü olması gerektiğidir.

100

Smith kapitalist düzenden evvel, özel mülkiyetin henüz olmadığı dönem ile kapitalist ekonomiye geçilen özel mülkiyetin ve sermaye birikiminin olduğu dönemleri ayrı ayrı ele almıştır. Birinci aşamada, mallar içerdikleri emek miktarına göre mübadele edilirler, yani mübadele değerini belirleyen unsur sadece emektir. Ancak ikinci aşamaya geçildiğinde, kapitalist üretim ilişkilerinin hâkimiyeti ile birlikte mübadele değerini belirleyen tek etken artık emek değildir. Emeğe ek olarak sermayenin getirisi kar ve toprağın getirisi rant da üretim maliyetine dahil olmuştur. Böylece Smith, bu üç toplumsal sınıfın gelirinin aynı zamanda mübadele değerinin kaynakları olduğunu ortaya koymuştur (Kazgan, 2006: 76).

Smith, emeği verimli ve verimsiz emek olarak ikiye ayırmaktadır. Verimli emek, bir değer yaratan, satılabilir bir mal üreten ve karşılığında bir mal satın alınabilecek emektir. Öte yandan verimsiz emek böyle bir katma değer yaratmamaktadır. Smith verimli emeği tarım sektöründeki emek, verimsiz emeği ise hizmet sektöründeki emek ile örneklendirmektedir.

Bu görüş esasen Merkantilistler ve Fizyokratların görüşüne dayanır. Özellikle tarımdaki emeğin verimliliği konusundaki görüşü Fizyokratların anlayışını sürdürdüğünün kanıtıdır.

Smith’e göre emeğin verimli olabilmesi için emekçilerin emeklerinin kapitalistlere ücret maliyetlerini yeniden ödemelerine yetecek ve buna ek olarak kar bırakacak bir gelir yaratması gerekliydi. Bir başka verimli emek tanımında ise emekçinin harcadığı emek ile somut, satılabilir bir mal üretmesi koşulu öne sürülmekteydi (Hunt, 2009: 93). Her iki verimli emek tanımının ortak noktası ise sermaye birikimine katkıda bulunmuş olmasıdır. Verimsiz emek ise kar üretmeyen, sermaye birikimine katkıda bulunmayan emektir. Hükümdar, askerler, sanatçılar, adalet personeli, avukatlar, doktorlar gibi hizmet sektöründe çalışan emekçilerin emeği bu grupta değerlendirilmiştir. “Ancak Marx’ın belirttiği gibi aktörler, müzisyenler, dans ustaları, aşçılar ve fahişelerin hepsi de “bir tiyatro, konser, genelev vb işletmecisi tarafından çalıştırıldığında işverene bir artık ya da kar yaratabilir” (Dobb’tan akt. Hunt, 2009: 94).

101

Smith’e göre emeğin niteliği konusunda belirleyici olan, bir emekçinin diğer emekçiye kıyasla ustalığı ve harcanan emeğin yoğunluğudur. “Emek her ne kadar bütün nesnelerin değişim değerinin gerçek ölçüsü olsa da, bu şeylere çoğu zaman emekle değer biçilmez. Çoğu kez başka başka iki emek miktarı arasındaki oranı kestirmek güçtür. İki ayrı tür iş için harcanan zaman yalnız başına bu oranı her zaman belirlemez.” (Smith, 2014: 33). Malın değerinin sadece o malın yapımında harcanan zamanla belirlenemeyeceğini şu örneklerle açıklar Smith; bir saatlik zor bir işte harcanan emek, iki saatlik kolay bir işte harcanan emekten çok olabilir. Ya da öğrenmesi çok uzun yıllar alan bir zanaatta harcanan bir saatlik emek ile herkesin kolaylıkla yapabileceği alelade bir işte harcanan bir saatlik emek eşit sayılamaz. Ancak işin zorluğunun veya işçinin ustalığının ölçütünü tespit etmek de o kadar kolay değildir. Dolayısıyla çoğu zaman bir malın değerini belirleyen şey, karşılığında değişim yapılan diğer maldır ve bu oran bir kez belirlendiğinde bunun değişmesi de oldukça zordur.

Ricardo, Siyasal İktisadın ve Vergilemenin Temel İlkeleri (1817) adlı eserinin “Değer Üstüne” başlıklı birinci bölümünde Smith’in emek değer teorisini eleştirmektedir. Smith, bir malın satın alabileceği emek miktarının, değeri mutlak anlamda ölçtüğünü öne sürerken, Ricardo emek-zaman kavramına vurgu yapar. Buna göre bir malın mutlak değeri, o malın üretiminde sarf edilen doğrudan ve dolaylı emek-zaman tarafından belirlenir. Emeğin, bir malın üretiminde geçirdiği süreye emek-zaman denir.

Ricardo da, Smith ile benzer düşünceden hareketle malların değişim değerinin, üretilmeleri sırasında harcanan emek ile orantılı olduğunu öne sürmektedir. Sadece belirli bir malın üretilmesinde doğrudan harcanan emek değil aynı zamanda üretim esnasında kullanılan diğer makine ve teçhizatların üretiminde harcanan emeğin de hesaba katılması gerektiğini kabul eder (Ricardo, 2013: 19). Ricardo bu bağlamda Smith’in doğrudan emek ve dolaylı emek ayrımını kabul etmekle birlikte dolaylı emeği “birikmiş emek” şeklinde tanımlamıştır. İşçinin malın üretiminde bedenen kullandığı emeği doğrudan emek, sermaye ise dolaylı emektir. Bu

102

tanımlamanın nedeni ise sermayenin de insan emeği sonucunda üretilmiş olmasından kaynaklanmaktadır.

Ricardo’ya göre, verimli topraklarda tahılın değeri emek, sermaye ve toprak tarafından belirlenmektedir. Ancak hiç rant getirmeyen topraklarda bu üretim faktörlerinden toprağın tahılın değerine hiçbir katkısı olmayacaktır. Dolayısıyla verimsiz topraklarda tahılın değeri sadece emek ve sermaye tarafından belirlenmektedir. Yukarıda sermayenin dolaylı emek olarak tanımlandığı belirtilmişti. Bu bağlamda hiç rant getirmeyen topraklarda tahılın değerini belirleyen tek faktör dolaylı ve doğrudan emeğin toplamı olarak sadece emektir. Bu görüş Ricardo’nun emek değer teorisinin özünü oluşturmaktadır.

Özetle Smith ve Ricardo’nun emek değer teorisinin özünde liberalizmin kaynağı olan Tabii Kanun felsefesinin mülkiyet teorisi yatar (Kazgan, 2006: 78). Bu teoriye göre, mala harcanan emek, mülkiyetin tabii kaynağını oluşturur. Dolayısıyla bireyin emeğinin ürününe sahip çıkması onun en doğal hakkıdır. Smith’in; “Her insanın mülkiyetine sahip olması, diğer bütün mülkiyetin kaynağıdır; dolayısıyla en vazgeçilmez ve Tanrısal haktır” ifadesi, değerin ilk kaynağı olarak emeğe vurgu yapar.

Marx’ın emek değer teorisinde ise değerin kaynağı, bir başka deyişle mübadele değerinin ölçüsü; “toplumsal olarak gerekli emek-zamandır”. Emek zaman, herhangi bir işçinin bir metayı üretmesi için harcadığı zaman değildir. Eğer öyle olsaydı, bir işçi ne kadar tembel veya beceriksizse ürettiği metanın o kadar değerli olması gerekirdi (Kazgan, 2006: 305).

“Toplumsal olarak gerekli çalışma (iş zamanı), herhangi bir kullanım değerini toplumun o sıradaki normal üretim şartları altında, toplumun sahip bulunduğu ortalama hüner derecesiyle ve çalışma yoğunluğuna göre elde edebilmek için gerekli emek zamanıdır” (Marx, 2013: 192). Kişinin kendisine ait olan özel emek gücü, toplumun gerekli veya zorunlu gördüğü şekilde harcandığında toplumun tümü için, toplam kullanım değerleri kitlesi üretilmiş olur. Yani her bir bireye ait olan özel emek gücü, toplumun ihtiyaçlarını giderme

103

maksadıyla toplumsallaşmış olur. Bir bakıma her üretici, toplam toplumsal emeğin bir parçası haline gelmiş olmaktadır. Bu ilişkinin temeli ise, toplumda yaşayan her bireyin birbirine ihtiyaç duymasına dayanmaktadır. Böylelikle toplumu oluşturan bireyler, iş bölümü ile toplumsal emek verimliliğini artırmaktadırlar (Selik, 1982: 34). Toplumun toplam emeğinin veya bu emeğin kullanılması ile oluşan toplam ürün kitlesinin değerinin ne olduğu sorusunu Selik, (1982) şu şekilde yanıtlamaktadır; bireysel emeklerin veya üretilen toplam ürün kitlesinin değerlerinin toplamıdır. Peki bu değer ne ile ölçülecektir? Ürünün üretilmesinde harcanan emeğin miktarı ile ölçülecektir. Bu miktarın ölçüsü de ancak harcanmanın süresi ile ölçülebilir. Marx’ın ifadesi ile “harcanan emeğin (yapılan işin) kendisi, kendi devam süresi ile hesaplanır ve emek harcama süresinin de ölçüsü saat, gün, vs. gibi belli zaman parçalarıdır.”

Marx’a göre malın kullanım değeri bir kenara bırakılırsa, geriye malların tek bir özelliği kalır, o da sadece emek ürünü olmalarıdır. Bir emek ürününün ortaya çıkması ise ancak emek gücünün sahibi tarafından meta olarak satışa çıkarılması ile mümkündür. “Emek gücü ya da emek kapasitesi, insanın canlı varlığında mevcut olan ve onun herhangi bir kullanım değeri üretirken kullandığı fiziksel ve zihinsel yeteneklerin bütünüdür”. Bu bağlamda Marx, emek ile emek gücünün birbirinden farklı olduğunu belirtir ve kapitalistin üretim için satın aldığı şeyin emek gücü olduğunu ifade eder. Emek gücünün değeri de, tıpkı diğer metalar gibi, o nesnenin üretimi ve yeniden üretimi için gerekli olan emek zamanla belirlenmektedir. “Sermaye, vampir gibi ancak canlı emeği emerek hayatta kalan ve ne kadar canlı emek emerse o kadar uzun yaşayan ölü emektir. İşçinin çalışarak geçirdiği zaman kapitalistin satın almış olduğu emek gücünü tükettiği zamandır. İşçi, kullanılabilir zamanını kendisi için tüketecek olursa, kapitalistten çalmış olur” (Marx, 2013: 230).

Marx’ın emek değer teorisinin Ricardo’nun emek değer teorisinden farklılık gösteren en önemli noktası şudur; Ricardo, emek değer teorisini, metanın mübadele değerini yani nispi

104

fiyatları açıklamak üzerine inşa ederken, Marx’a göre metaların değerini belirleyen şey emek olmaktan ziyade, değerin özünün emekle açıklanmasıdır. Bu bağlamda Ricardo’nun emek değer teorisi, bir nispi fiyat teorisi olarak görülebilir. Marx ise bunun ötesine geçerek kapitalist ekonominin gerçeklerine ulaşmak için, değişen piyasa değerlerinin gerisinde metaların beşeri “öz”ünü aramaya yönelmiştir (Kazgan, 2006: 307). Bu arayışta dayandığı en kuvvetli argümanı ise ileride detaylı olarak ele alınacak olan “artı değer” teorisidir.