• Sonuç bulunamadı

1.3. Dilbilimsel Rekonstrüksiyon ve Tipoloji

1.3.1. Dilbilimsel Rekonstrüksiyon

Rekonstrüksiyon (reconstruction), kelime anlamı itibarıyla yeniden kurma, yeniden yapılandırma anlamlarına gelmekte olup birçok bilim disiplininde kullanılan bir araçtır. Daha eski şeklin ortaya çıkarılması için kullanılan bu araç özellikle tıp ve arkeoloji gibi bilim dallarında sıkça başvurulan bir metottur. Örneğin; sağlık bilimlerinde bir insanın kayıp veya tahribata uğramış bir organını eski hâline getirmeye çalışma işi bu alandaki rekonstrüksiyonun temelini oluşturur. Benzer bir şekilde arkeolojik çalışmalarla elde edilen herhangi bir tarihî objenin ilk şekline dönüştürülme çabası yine rekonstrüksiyonun kendisidir.

Dilbilimsel rekonstrüksiyon (linguistic reconstruction) ise varsayımsal ve soyut biçimler yardımı ile bir dilin ya da dillerin orijinal ses, biçim, söz dizimi ve anlam tarihini inceleme süreci olarak tanımlanabilir. Veya karşılaştırılan dillerden elde edilen sonuçların ürünleri olarak da görülebilir (Gökçe, 2015: 12). Yani yazılı olmayan tarih öncesi -veya tarihî- dillerin daha sonraki akraba diller yardımı ile tasvir edilmesidir. Osthoff ve Brugmann gibi yeni-gramercilerin manifestoları “Ses değişiminin istisnası olmaz.” sayesinde sesler büyük ölçüde tahmin edilebilir oldular.

Ve karşılaştırmalı metottaki birikimle birlikte modern rekonstrüksiyon başlamış oldu.

II. Dünya Savaşı sıralarında Hint-Avrupa dil ailesinin rekonstrüksiyon faaliyetlerinin neredeyse tamamı gerçekleşti ve bunu diğer dil ailelerinin çalışmaları takip etti (Nurse, 2010: 215).

Dilbilimsel rekonstrüksiyon, paleontolojik (fosilbilimsel) bir operasyondur. Bu operasyonda fosil olarak proto veya pre-diller düşünülürken bunların yansımaları olan alt grup dillerden yola çıkılır. Yansıma rekonstrüksiyonun ilk adımıdır. Yansıma ile kastedilen (sebebi her ne olursa olsun) bazı dil birimi setlerinin en üst düğümü (proto-dil) kayıp köklü genetik ağaçların (bkz. Ağaç modeli) son düğümlerini yansıtmasıdır. Hedef; metot, araç ya da önsezi ile (ya da hepsi ile) bu kayıp düğümü

22 tespit edebilmektir. Yani denklik setleri vererek setler için etiketler geliştirip kayıp düğümün sınırlarını çizebilmektir (Lass, 1993: 160).

Dilbilimsel rekonstrüksiyonun temel varsayımlarından biri, sadece daha mükemmel ve karmaşık yapılardan basit yapılara doğru hareketi -modern dillerden proto-dile doğru- değil, ayrıca dilin bütün seviyelerindeki art zamanlı geçişlere ve değişimlere uğramış olan dilin art zamanlı çeşitliliği ile ilgili dil değişim tezidir.

İlişkili dillerin kayıtlı olmayan tarihi, ancak tarihsel olarak ispatlanmış dil yapılarının çeşitliliğinin ortak ilk modellere (proto-yapılara) indirgenebildiği kanıtlanabilirse rekonstrükte edilebilir. Bu suretle başlangıç durumundan tarihsel olarak teyit edilmiş dil aşamalarına kadar başlangıç ve gelişme yolları rekonstrükte edilebilir. Bu şartlar altında bir dil ailesinin rekonstrüksiyonu ilişkili dillerin tarihsel olarak sıralanmasıyla ve bir dilin geçmişe yönelik hâlinden daha eski bir dil katmanına hareketle başarılır (Gamkrelidze, 1997: 26). O hâlde karşılaştırmalı metot kendi içerisinde rekonstrüksiyonu diller üzerinde tatbik ederken bir döngü içerisinde olmalıdır. Şöyle ki uygulama sürecinin başında bazı varsayımlarla birlikte rekonstrüksiyona dair bilgilerle genetik ilişkiler kabul edilirken sürecin diğer bütün kısımlarında rekonstrüksiyon kullanılarak süreç sonuçlandırılır. Böylece en başında yer alan varsayım aslında çalışmanın nihayetindeki sonuçla örtüşmesi gerektiğinden bir döngü içerisinde bulunmaktadır. Bu sonuç tarihsel dilbilimde, daha özel olarak karşılaştırmalı dilbilim/metotta rekonstrüksiyonu tartışmasız bir şekilde çok önemli kılar.

Bu açıdan da dilbilimsel rekonstrüksiyonu ikiye bölmek mümkündür: (a) çıkarımsal (inferential) rekonstrüksiyon ve (b) rekonstrüktif analiz veya karşılaştırmalı analiz (Dyen, 1969: 509). Çıkarımsal rekonstrüksiyon karşılaştırmalı metodun nihaî ürünüyken karşılaştırmalı analiz daha çok araştırma sürecinin ve karşılaştırmalı gramer yaklaşımının kullandığı bir araçtır. Ve bu iki kısım kendi içerisinde bir döngüye sahiptir.

23 1.3.1.1. Dilbilimsel Rekonstrüksiyonun Uygulanması

Uygulama düzleminde, rekonstrüksiyonun iki önemli rolü vardır. Bunlardan birincisi, varsayımsal veya çıkarımsal form rekonstrükte edildikten sonra tarihsel dilbilimsel veri araştırma sürecinin bir parçası olarak düşünülebilir. Bu formların diller arasındaki tarihsel ilişkiler hakkındaki hipotezleri bakımından metodolojik değerleri vardır: Formlar dilbilimsel tarihsel araştırma sürecinin bir parçasıdır.

İkincisi, özel dillerden dikkatli veri kıyası sonucu üretilen bu formlar ayrıca araştırmanın bir ürünü ve araştırma sonucunun bir özetidir. Bundan dolayı rekonstrüksiyon sadece bir araç değil aynı zamanda bu çalışma sürecinin bir amacıdır (Fox, 1995: 3). Yine bu doğrultuda düşünüldüğünde tarihsel dilbilim temel olarak rekonstrüksiyon ile ilişkili farklı amaçlar gütmektedir. Öncelikle bir dilin gerçek veya muhtemel tarih öncesi katmanları hakkındaki bilgiyi artırmayı amaçlar. Diğeri dil değişim mekanizmasının yani dilin doğasının keşfini sağlamayı amaçlar. Son olarak ise eş zamanlı yapıların mümkün gelişme yollarını açıklamayı ve aydınlatmayı amaç edinir. Bu noktada Yapısalcılara göre, diller arasındaki genetik ilişki kurulduğu zaman karşılaştırmalı metoda dayanan rekonstrüksiyon, keyfî ve rastlantısal form-işlev eşleşmesini varsayarak ilerler (Barddal, 2013: 458).

Öyleyse bu şartlar altında bir dilin daha eski katmanları nasıl rekonstrükte edilebilir? Bunun için farklı yollar vardır. Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

a) tonlamaları inceleyerek: mesela eski bir İngilizce şiirde geçen “great” ve “eat”

kelimeleri kafiye olarak kullanılıyorsa bunların söyleyişleri aynı demektir. Ve buradan hareketle bir morfem tespit edilebilir, b) orijinal ve ödünç formlar karşılaştırılarak, c) günümüz dilindeki daha eski biçimler gözlemlenerek: Bu metoda zaten ayrıca iç rekonstrüksiyon denilmektedir, d) diğer dil veya diyalektlerdeki formlar incelenerek: zaten karşılaştırmalı dilbilimin esas merkezini oluşturan metot budur, e) ses değişimlerini takip ederek, f) çağdaş dil kullanımında kuralcı yorumları dikkate alarak ve g) tarihsel dilbilim ve dil değişimi üzerine eldeki bilgileri uygulayarak (Lass, 1993). Görüldüğü gibi rekonstrüksiyon uygulamasında çok farklı metotlar bulunmaktadır. Bunlardan bir veya birkaçı aynı anda uygulanabilir.

Rekonstrüksiyonun temel aşamaları daha önce Hint-Avrupa dilleri üzerine yapılan çalışmalardan elde edilmiş deneyimlere göre belirlenmiştir. Mesela birçok

24 ses kanununun gelişmesine ön ayak olmuş “Grimm Yasası” bu konudaki ilk örnektir.

Hint-Avrupa dil ailesindeki Germanik dillerle diğer diller arasındaki fonolojik ilişkilerin tespit edildiği bu yasa ilk sistematik yasa olarak kabul edilir. Esasen bu çalışmanın teori babası Rasmus Rask olmuştur. Yasa genel hatlarıyla şöyle özetlenebilir:

Yunan dili Gotik dili Eski Yüksek Alman dili

P F B

B P F

PH B P

Yunan dili Gotik dili Eski Yüksek Alman dili

T TH D

D T Z

TH D T

Yunan dili Gotik dili Eski Yüksek Alman dili

K H G

G K CH

CH G K

Bu tabloya göre B, D, G  ötümlü patlamalı (mediae) M,

P, T, K  süreksiz ünsüz (tenuis) T,

PH/F, TH, CH/H  soluklu ünsüz (aspiratae) A olarak işaretlendiğinde şu şekilde bir denklem sonucu çıkarılmıştır:

25 Yunancada ötümlü patlamalı  Gotikçede süreksiz ünsüz

Yunancada süreksiz ünsüz  Gotikçede soluklu ünsüz Yunancada soluklu ünsüz  Gotikçede ötümlü patlamalı

Bu ilişki eski yüksek Alman dili için de kurulmuştur. Fakat yukarıdaki denklikte sonraları devamlı şekilde itiraz edilecek bir problem yer almaktadır.

Grimm bu denklikleri oluştururken ortaya koyduğu sesler -daha doğrusu harfler- üç dil için de aynı değildir. Bu çalışmanın temeli yazılı metinler olduğu için denklikler harflere bağlı kalınarak yapılmış ve bu durum oldukça fazla eleştiriye yol açmıştır (Fox, 1995: 21).

Bu yasadan hareketle yola çıkan Saussure ve Hoenigswald gibi yapısalcılara göre fonolojik çalışmalarda önemli olan ses değil fonemlerdir. Fonemler temsil edilebilir veya fark edilebilirler. Ses ve ses tipleri (alafon) gerçek görünümlerdir.

Mesela [k] bir fonemdir. [kh] ve [kj] gibi sesler alafondur. Ve işte karşılaştırmalı metot içerisinde rekonstrüksiyon bu fonemlerle yapılır. [k] orijinal bir fonemken özel bir metinde [kh]nin gerçek bir dilbilimsel değeri -özellikle de rekonstrüksiyon için- yoktur. O sadece yeni bir alafondur. Ancak [k] mevcut dildeki var olan [g]ye dönüşürse işte bu değişim o zaman kabul edilebilir. Bu yüzden ses ve ses değişimi belirsizdir. Bu anlamda Hoenigswald’a göre karşılaştırmalı metot, anadilden alınan alafonların ilişkili dillerdeki fonem denkliklerini kurma prensibine dayanır. Diğer bir deyişle ilişkili dillerdeki fonemlerin dağılımı, onların kaynağı olan proto-dildeki alafon dağılımını gösterir (Fox, 1995: 38-39). Pratikte biz, proto-dildeki farklı alafonları bir diğerinden ayıracak pozisyonda değiliz. Çünkü karşılaştırmalı metodun bu ikinci aşaması -yani fonetik değerlerin tespiti- çelişen takımlar kurmaktır, aksine alafonik çeşitliliği tanımlamak değildir.

26 Neo-gramercilere göre “Ses kanunlarının istisnası olmaz.”. İstisna olarak görülen bazı durumlar sadece kurulmamış ses yasalarıdır. Bu fikir Grimm’in kurduğu ilk ses yasasından hareketle ortaya atılmıştır. Bu açıdan ses değişimleri istisnasız ve tamamen düzenlidir. Daha önce belirtildiği gibi bu fikir, karşılaştırmalı metot ve rekonstrüksiyonun bize fizik ve kimya kanunları gibi istisnasız bir doğa bilimi olduğunu göstermektedir (Fox, 1995: 31-32). Ayrıca Neo-gramercilerin bu sloganına karşı İsveçli diyalektolog Gillieron’un “Her kelimenin kendi tarihi vardır.” ilkesi alınabilir. Bu prensip ile birlikte gerçekte iki düşünce birbirini tamamlayıp karşılaştırmalı metot için bilginin homojenliği ve değişimin düzenliliği daha da sağlamlaşmış olur.

Böylelikle istisnası olmayan ve kesinlikle düzenli görülen seslerin proto-dilden nasıl ayrıldığını görebilmek için pratikte dört farklı fonetik sistem değişimleri ortaya çıkmaktadır:

1. Değişiklik olmaması durumu (no change/default case): Aynı seslerin proto-dilde kullanılması

Proto-fonemlerin kurulmasında ilk durum değişimin olmaması durumudur. Yani herhangi en az iki dilin proto-formunda aynı seslerin mevcut olma durumudur.

O hâlde proto-dilde *A: w ve y (w/y), *B: x ve z (x/z) olup bir değişim olmamıştır.

2. Kaynaşma (merger): İki ya da daha fazla fonemin tek ses hâline gelmesi.

27 Bu kısımda iki denklik vardır: w/y ve w/z. Birinci dildeki w bazı durumlarda y’ye bazı durumlarda ise z’ye denk geliyor. O hâlde kaynaşma sebebiyle yine iki proto-fonem kurulması gerekir. Ancak bazen bu durum daha karmaşık bir hâl alabilir:

Bu durumda ise üç ayrı proto-fonem kurulması gerekir: *A: w/y, *B: w/z, *C: x/z.

3. Bölünme (split): Bir fonemin iki ya da daha fazla foneme dönüşmesi.

Bölünme genellikle karşımıza iki farklı şekilde çıkmaktadır. İlki birincil bölünme (primary split) ve diğeri ise ikincil bölünmedir (secondary split). İlki için şu şekilde bir şema çizilebilir:

28

*A fonemi aynı dil üzerinde iki farklı ses (w/x) hâlini alır. Yani diğer dildeki y için karşıda iki ayrı ses vardır. Bir diğer bölünme ise şu şekildedir:

4. Yer değiştirme (shift): Fonem alafonlarının fonetik özelliklerinin değişmesi.

Ancak fonolojik etkileri kati suretle değişmez (Fox, 1995: 68-76). İşte bu ses değişimleri karşılaştırmalı metot çalışmalarının ve rekonstrüksiyonun temelini oluşturmaktadır. Karşılaştırmalı metodun önemli araçlarından rekonstrüksiyonun uygulanma adımları içerisinde bu ses değişim yolları belirleyici olmaktadır.

İlişkili diller arasında gerçekleştirilecek bir rekonstrüksiyon için gereken adımlar karşılaştırmalı metot için kullanılan yukarıda yer verdiğimiz adımlarla paraleldir. Ancak Fox’a göre rekonstrüksiyonun 3 ana adımı vardır: (a) denklik (benzeşme) kurma, (b) proto-fonemleri belirleme ve (c) proto-fonemlere fonetik değer atama. Burada ilk adım zaten teorinin adapte edilmesidir. 19. yy.

dilbilimcilerinin yapmadığı 2. adım ve doğrudan onun bir süreci olan 3. adımdır.

Oysa sistematik bir düzenlilik gösterebilmek için bu iki aşama kaçınılmaz bir zorunluluktur. İlk adımda öncelikle ilişkili olduğu düşünülen dillere ait öğeleri takımlar hâlinde kurmak gerekmektedir. Bu öğeler için kullanılan terim denkliktir (correspond). Bu denkliklerin yer aldığı takımlara ise denklik takımları (correspondence sets) denilmektedir. Denklik takımlarındaki uyumun gerçekleşebilmesi için genetik eşdeğerlilik (genetically equivalent) gerekmektedir.

Sadece genetik ilişki (genetic related) yeterli değildir. Aşağıda verilen A, B, C, D, E ve F dilleri ile ilgili genetik ilişkileri gösteren tabloya göre C ve D dilleri genetik eşdeğerdir. B, E ve F dilleri de genetik eşdeğerdir.

29 Yani bu durumda

A ile C-D dilleri arasında büyük baba/büyükanne (grandparents)-torun (grandchild), C ile D dilleri arasında erkek kardeş (brother)-kızkardeş (sister),

B, E, F dilleri arasında erkek kardeş (brother)-kızkardeş (sister) ilişkisi vardır ve bunlardan genetik eşdeğerliliği olmayan -C ile F dili gibi- diller arasında bir denklik kurulamaz.

Kurulan ilk denklik takımında aşağıdaki birkaç örnekte görülen durumlardan biriyle karşılaşmak kaçınılmazdır:

Latince Yunanca Sanskritçe Eski Almanca

Anlamı

ma: ter ma: tır ma: ta: muater anne 1. denklik takımı

Bu denklik takımında söz başı /m/nin proto-form tayin edilmesi oldukça kolaydır. Çünkü bütün dillerde aynı şekilde m/m/m/m olarak görülmektedir. Ancak 2. denklik setinde durum biraz daha karışıktır:

Latince Yunanca Sanskritçe Eski Almanca

Anlamı

formus thermos gharmas warm sıcak 2. denklik takımı

30 Bu denklik takımında söz başı proto-fonem tayininde karşımıza f/th/gh/w denkliği çıkar. Ancak böyle bir durumun sonuca götürmesi biraz karmaşıktır.

Fonemlerden hareketle buradaki söz başı proto-fonemi /gwh/ olmalıdır. Ancak böyle durumlarda, bir sonuca varmadan önce hemen söylenmelidir ki denklik takımlarını artırarak daha sağlıklı ve net sonuçlar alınabilir.

Latince Yunanca Sanskritçe Eski Almanca

Anlamı

okto: okta: aştau axto sekiz

ager agros ajras akar alan

3. denklik takımı

İki takımın bir arada verildiği yukarıdaki tabloda iki farklı sonuç ortaya çıkmaktadır. İkinci denklik takımına göre verilen dillerdeki /a/ fonemi tam uyum içerisindedir. Ancak 1. takımdaki Latince ve Sanskritçenin sahip olduğu /o/ çok açık bir şekilde diğer iki dildeki /a/ya tekabül etmektedir. O hâlde burada kaynaşma veya bölünme meselelerinden biri ile karşı karşıya kalınır. Yani iki orijinal (proto) vokalin zaman içerisinde kaynaştığını veya tek orijinal vokalin iki ayrı vokale bölündüğünü varsaymak gerekmektedir.

İtalyanca Fransızca İspanyolca Anlamı

cane [ka:

ne]

chien [ʃj]

perro [pro]

köpek

4. denklik takımı

4. takımda yer alan İspanyolca örnek hiçbir şekilde uyum göstermemektedir. O hâlde bu denklik takımına nasıl yaklaşmak gerekir? Bu örnekte yer alan kelime aslında o dile ait olmayan ödünç bir kelimedir (Fox, 1995: 58). Dilbilimsel rekonstrüksiyon sürecinde tehlikeli bir problem olan ödünç kelimeler denklik takımlarına dâhil edilmemelidir.

31 Bütün bu denklik takımı örneklerinden hareketle söylenebilir ki takımları kurmak için en geçerli ölçüt anlam benzerliğidir. Ancak son örnekte olduğu gibi ödünç kelimelere oldukça dikkat etmek gerekir. Bu açıdan fonetik benzerlik ama anlamsal benzememe durumu da dikkate alınmalıdır. Dolayısıyla mümkün olduğunca fonetik ve semantik benzerliği eşit ölçüde değerlendirmek gerekir. Doğal olarak fonetik benzerlik de oldukça dikkatli olmayı gerektirir. Mesela daha önce kurulan aşağıdaki denklik takımı incelenebilir:

Yunanca Sanskritçe Ermenice Anlamı

duo dva erku iki

Bu denklikte ilk etapta öğeler fonetik olarak benzer görünmese de makul bir ses değişimi gösterilebilir: *dw-*tg-*tk-*rk-erk. Her adım kabul edilebilir bir ses değişiminden oluşursa denklik takımları daha sağlıklı oluşturulabilir (Fox,1995:

58).

Denklik takımları oluşturulduktan sonra hangi formun proto-form olması gerektiği yönünde karar alabilmek için daha önce bazı rekonstrüksiyon ilkeleri geliştirilmiştir. Bu ilkeler yine daha önceki denklik takımları üzerinde yeniden denenerek sağlaması da yapılmıştır. İlkelerin tamamı evrensel dilbilim kuralları ışığında oluşturulmuştur. İlk ilke yönlülük (directionality) ilkesidir. Bazı ses değişimleri belirli bir yöne doğru olur. A birimi B birimine doğru (AB) değişiyorsa ancak B birimi A birimine doğru (BA) değişmiyorsa bu rekonstrüksiyon için oldukça kıymetli bir ilkedir. Bu ilkeye “doğallık ilkesi” de denilir. Mesela birçok dilde /s//h/ var iken /h//s/ değişimi yoktur. Bu yüzden böyle iki sesin rekonstrüksiyonu mutlak surette *s olmalıdır. Tabii olarak bu ilke fonetik aşamada gereklidir. İkinci ilke çoğunluk kazanır (majority wins) ilkesidir. Bu ilke, kız kardeş dillerden kurulan denklik takımlarındaki çoğunluğa ait benzerliğin proto-dile ait olduğunu varsayar. Son ilke ise ekonomi (economy) ilkesidir. Bu ilkede tasarlanan formun kız kardeş dillerde en az değişen şeklinin proto-form olduğu kabul edilir. Tek

32 bir değişim bu ilkede onaylanmaktadır. Mesela dört dil formundan birini proto-form kabul etmek diğer üç dilde değişim olduğunu söylemek bu ilkeye ters düşmektedir (Campbell, 1999: 115). Rekonstrüksiyonda dikkate alınması gereken bu ilkeler için ayrıca iki önemli unsur vardır: Fonolojik ve tipolojik uygunluk. Yani bu ilkelerden herhangi biriyle hareket eden kişi, kabul ettiği proto-formun fonolojik ve tipolojik olarak uygunluğunu da ölçmek zorundadır. Aksi hâlde yukarıdaki ilkeler rekonstrüksiyonun güvenilirliğini zedeleyebilir.

Rekonstrüksiyon için her zaman düzenli ses denkliklerini kullanmak daha uygun olacaktır. Ana prensip, denklik takımlarının geçerliliği için bir garantör olmak ve denkliklerin tekrar eden bir daire gibi kesin hâlini -yani Grimm yasalarına benzer bir şekilde- ortaya çıkarmaktır. Meillet’e göre leksik karşılaştırmanın amacı için en azından minimum üç tanık yani denklik gerekir (Meillet, 1937: 340).

Rekonstrüksiyonun güvenilirliğini artırmak için bu denklikleri artırarak düzenli ses değişimlerini bulmak gerekir. Öyle ki rekonstrüksiyon ile veri arasında nihaî bir dairesellik olmalıdır. Veri hem metoda orijinal girişi hem de sonuçların kanıtını sağlayabilmelidir. Böylece rekonstrüksiyondaki hipotezler yeni bilgilerle test edilebilir. Ancak bu sadece daireyi genişletir, onu parçalamaz. Bütün bunların tek yolu da düzenli ses değişimlerine bağlıdır.

Bilimsel bir çalışmanın değeri üç kriter ile belirlenir: “nesnellik”,

“güvenilirlik” ve “geçerlilik”. İlki olan nesnellik güvenilirliği, güvenilirlik ise geçerliliği getirir. Ancak rekonstrüksiyon ile ilgili durum biraz daha karışıktır.

Dilbilimsel rekonstrüksiyonda “gerçeklik” ve “teori” proto-dil ve rekonstrüksiyon sistemi/metodu ile temsil edilir. Rekonstrüksiyon metodu ise daha önce olduğuna inanılan bir dil hakkındaki teoridir. Bu yüzden rekonstrüksiyonun geçerliliği proto-dil ve rekonstrüksiyon sistemi arasındaki ilişki olarak tanımlanabilir. Bu ilişkide proto-dil sadece rekonstrüksiyon metodu ile kurulduğundan dolayı proto-dili yansıtan rekonstrüksiyon sisteminin gücü onu tekrar kontrol edemez. Böyle bir çıkmaz birçok araştırmacının rekonstrüksiyon hakkında çeşitli tartışmalara girmesine sebep olmuştur. Lass’a göre rekonstrüksiyon yorumlanmamış “cebir”den faydalanır.

Özel bir ontoloji olmadığını farz eder. Sadece ifadenin maksimum uygunluğunu kabul eder. O sadece yansımalar sınıfını kapsayan formülleri üretmeyi amaçlar. Ne yazık ki bu pozisyon tarihsel hatta dilbilimsel değildir. Eğer rekonstrüksiyoncu

33 girişim, herhangi bir amacı gerçekleştirmek istiyorsa proto-dildeki yazılı metin ve düzenlenmemiş cebir arasında bir anlaşma yapmalıdır (Lass, 1993: 165). Ancak bu fikrin tam zıttı olarak Meillet ise rekonstrüksiyonun dilin eskiliğini asla vermediğini söyleyerek onun devamlı içeriği olmayan yorumlanmamış bir “cebir” de olmadığını vurgular (Meillet, 1967: 42). Yine Pulgram, rekonstrüksiyonda geçerliliğin mümkün olmadığını ve bu yüzden yıldızlı formların telaffuz edilebilirliğinin rekonstrüksiyona karşı meşru argüman olmadığını söyleyerek durumu biraz abartır. Hâlbuki bugün hâlâ geçerli bir görüş olan Hall’in fikri dikkate alınmalıdır: Rekonstrüksiyon yapan kişinin teşebbüsü zaman ölçekli çeşitler için gerçekçidir. Bu yüzden rekonstrüksiyon tekniklerinden daha emin bir şekilde çalışılmalıdır (Hall, 1960: 203). Çünkü rekonstrüksiyonu asıl önemli yapan metodik olmasıdır.

Buraya kadar bazı araştırmacıların görüşlerine yer verilmişken bu düşüncelerden hareketle iki farklı bakış açısı ortaya çıkmıştır. Bunlardan ilki olan formülist bakış açısına göre daha önce konuşulan gerçek bir dil değil sadece formüllerden ibaret bir denklemdir. Proto-dilin gerçekliği söz konusu dahi değildir.

Ancak proto-formları değerli kılan şey yaratımda kullanılan metottur. Yani rekonstrüksiyon sonucu elde edilen üretimin hiçbir değeri yokken rekonstrüksiyon metodu asıl değere sahiptir. Elde edilen formlar kelime değil tamamen formüldür.

formülist bakış açısına göre rekonstrüksiyonun tarihsel geçerliliği yoktur. Bu bakış açısının aksine realist bakış açısı ise ortaya çıkarılan proto-dilin hiç olmazsa küçük bir diyalekte ait olabileceğini ve konuşucusunun mümkün olduğunu kabul eder. Her iki bakış açısı da aslında metottan ürüne iki aşamayı da değerli kılar. Önemli olan bu iki bakış açısından birini seçmek değil nicel ve nitel metotlarla en makul proto-dile ulaşmak olmalıdır.

34 1.3.2. Tipoloji

Genetik çalışmalarla birlikte dillerin tipolojik sınıflandırmaları üzerine oldukça fazla bir ilgi vardı. 17. yüzyılda farklı dillerin örnek ve tasvirleri toplandı ve 18.

yüzyılın başlarında sınıflandırma şemaları başladı. Bu aşamada dilbilimcilerin iki farklı görüşü vardı: (1) Bütün diller biriciktir ve (2) bütün diller aynıdır. Aslında farkında olmadan her iki bakış açısı da tipolojiyi inkâr etmekteydi (Anttila, 2009:

yüzyılın başlarında sınıflandırma şemaları başladı. Bu aşamada dilbilimcilerin iki farklı görüşü vardı: (1) Bütün diller biriciktir ve (2) bütün diller aynıdır. Aslında farkında olmadan her iki bakış açısı da tipolojiyi inkâr etmekteydi (Anttila, 2009: