• Sonuç bulunamadı

DURUM LATİNCE YUNANCA GERMENCE özne nominatif nominatif nominatif

3. Ana-Oğuzca Hipotezi ve Ana-Oğuzca İçin Gerekli Metot ve Varsayımlar Varsayımlar

3.1. Ana-Oğuzca Hipotezi ve Hipotezin Gerekliliği

Birçok araştırmacı tarafından 18. yüzyılın başlarından itibaren Türk yazı dillerinin tasnifi için denemeler yapılmıştır. Bu denemelerde Cenûb, Güney, Güneybatı, Batı Türkçesi, Türk, Türkmen ve Oğuz gibi farklı isimlendirmelerle özellikle dillik özellikleri bakımından bazı modern Türk yazı dilleri belirli gruplandırmalara dâhil edilmiştir5. Son dönemlerde özellikle Tekin ve Schönig gibi araştırmacılar tarafından daha ayrıntı hâlde yapılan tasniflere göre, Türkiye Türkçesi, Gagavuz Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi, Türkmenistan Türkçesi ve Horasan Türkçesi gibi yazı dillerinin içinde bulunduğu bir Oğuz Grubu tasarlanmıştır (Arat, 1976; Tekin, 1989; Schönig, 1999). Son çalışmalarda özellikle dil tipolojisi bakımından çizilen çerçeveye göre bu grup, Türkçenin ilk yazılı kaynaklarında görülen taglıg kelimesi ölçüt alınarak fonolojik ve morfolojik denkliği daglı olan bir yapıya sahiptir (Tekin, 1989: 166). Bu ölçüt zaman içerisinde daha farklı tipolojik özelliklerle genişletilmiştir (Schönig, 1999).

Modern Oğuz yazı dillerinin büyük bir kısmına kaynaklık ettiği düşünülen Eski Anadolu Türkçesi, (Bu terim yerine bazen Eski Türkiye Türkçesi veya Eski Osmanlı Türkçesi terimleri de sıklıkla kullanılmıştır.) beraberinde önemli sorunları getirmektedir. Öncelikle 12. yüzyıl öncesine ait elde yazılı kaynak bulunamaması, Eski Anadolu Türkçesi yazı dilinin başlangıç tarihini belirsiz kıldığı gibi, başka bir alt probleme daha işaret eder. Bu da 1071 itibarıyla Anadolu’da devlet kuran Oğuzların bu kuruluş zamanında ve daha eski dönemlerde bir yazı dillerinin olup olmadığı konusudur. Oğuz yazı dilinin izlerini taşıyan en eski tanıkların 12. yüzyılda kaleme alınmış olması, genel Türkçenin tarihî yazı dilleri ile karanlık bir döneme sahip olduğunu işaret etmektedir. Çünkü Kaşgarlı Mahmut 11. yüzyılın son çeyreğinde yazdığı Dîvânu Lügati’t-Türk adlı eserinde Oğuzların dili hakkında önemli bilgiler vermektedir. Dolayısıyla bu iki önemli tarih arasında anlaşılamayan yüzyıllık bir bulanıklık mevcuttur. Öte yandan, Oğuz adının kapsamı ve kavram alanı bir kenara

5 Bu konu hakkında daha geniş bilgi için bkz: Reşit R. Arat - A. Temir (1976), “Türk Şivelerinin Tasnifi”, Türk Dünyası El Kitabı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları 45, Ankara, s. 305-327.

67 bırakılacak olursa, yazıtlardaki mükerrer hâlde zikredilen Oğuz adıyla beraber, siyasi bir oluşum olarak Oğuzların varlığı bir Oğuz dili düşünmeyi zorunlu kılmaktadır.

Buradan hareketle, Oğuzca ile ilgili ilk fikirler Doerfer’e aittir. Ona göre yazıtlar dönemindeki bazı özellikler Orhun Oğuzcasını (orchonogus) işaret etmektedir (Doerfer, 1976: 92). Böylelikle, ilk Oğuzca metinler ile Türkçenin ilk kaynakları arasındaki karanlık zaman daha da artmaktadır.

Oğuzların yazı diliyle verdikleri ilk eserlerin tarihine rağmen bu yazı dilini daha eski bir tarihe götürme zorunluluğu doğar. Çünkü mevcut yazı dilinin oluşumu için bir zeminin oluşması ve bu yüzden bilinen tarihten eski bir dönemin bulunması gerekebilir. Bu çerçevede Korkmaz, dil ve edebiyat ölçülerine dayanan karşılaştırmalarla, Anadolu’ya gelen Türklerin sanıldığının aksine, Anadolu’da sonradan güçlükle kurup geliştirdikleri bir yazı diline değil, Anadolu’ya ilk yerleştikleri dönemde, Orta Asya’dan getirdikleri bir yazı dili geleneğine sahip oldukları sonucuna varır (Korkmaz, 1973: 16). Ancak Oğuzların Anadolu’ya gelmeden nasıl bir yazı diline sahip olduklarını Ercilasun (1988: 41) şu şekilde açıklamaktadır:

“Hakaniye Türkçesindeki eserleri, hukuk vesikalarını ve Kur’an tercümelerini yazanların hangi boya mensup olduklarını bilmiyorsak da 13. yüzyıldan hemen sonraki dönemde bu konuda elimizde bir ipucu vardır. Kısasü’l-Enbiya adlı eserini 1310 tarihinde yazmış olan Rabguzî bir Oğuz Türkü idi. Bu husus onun adından istidlal edilmektedir.... Adından Oğuz olduğu anlaşılan bir Türk’ün 14. yüzyılın hemen başında eserini, Oğuz ağzı ile değil de, Doğu Türklüğünün ortak yazı dili olan Harezm Türkçesi ile yazmış olması, önceki asırlar için de bize fikir vermektedir. 14. yüzyılda bir Oğuz Türkü nasıl devrinin ortak yazı dili olan Harezm Türkçesini kullanıyorsa, 13. yüzyıldan önce de şüphesiz her Türk kendi döneminin yazı dili olan Hakaniye Türkçesini kullanıyordu.”

Dolayısıyla 12. - 13. yüzyıldan daha önce Oğuzların bir yazı dilinin olmadığı, buna rağmen ortaya koydukları eserlerde dönemin popüler veya geçerli yazı dilini kullandıkları anlaşılmaktadır. Elbette bu sonuç, Oğuzların genel Türkçeden farklı tipolojik özellikler barındıran bir diyalekte sahip olmadığını göstermeyecektir.

Genel Türkçenin ilk yazılı envanteri olan Köktürk yazıtlarının dili hakkında yapılan çalışmalar, genellikle, homojen olmayan bir dil sonucuna varmaktadır.

Stachowski’ye göre, Köktürk Kağanlığı’nda konuşulan bazı ağızların ses sistemi Oğuz dillerinden farklıdır. Yazıtlar, tek bir alfabe ile yazılmasına rağmen tek bir

68 düzene göre değil kişiden kişiye değişen bir söyleyişe göre okunurdu. Yani, Orhun Türkçesi modern Türk dillerinden hiçbirinin proto-dili sayılamaz. Adeta, o zamanlarda konuşulan ağızların bir nevi yapay standartıdır (Stachowski, 2011: 70).

Doerfer (1976) ve Korkmaz (2013) gibi araştırmacıların -her ne kadar veriler bugün tartışmalı olsa bile- yazıtlardaki diyalektik unsurlar üzerine yaptıkları çalışmalar, yazıtların ağızlar birliği çerçevesinde ortaya konulan bir standart yazı dili olduğunu düşündüren önemli sonuçlara götürmektedir. Zaten, boylar birliği olarak kurulan bir devletin, bünyesinde barındırdığı bir boyun dilini standart hâle getirmesi beklenir.

Çünkü devlet dili için bu evrensel bir hadisedir. Fakat oldukça çeşitli boylardan oluşan bir devlet yapısının ortaya koyduğu standart yazı dilinde, diğer boylara ait dilden izler bulmak da pek tabiidir. Bu konu hakkında Korkmaz, Yenisey Yazıtları’nda Oğuz beyleri adına dikilmiş mezar taşlarının bulunmasının, yazıtlarda sık sık Oğuzlara da yer verilmiş olmasının, onlarla yapılan savaşların anlatılmasının, Köktürk Kağanı’nın Türk Bodunu ile birlikte Oğuz Bodunu’na ve beylerine de seslenmesinin, yalnızca Oğuzların Köktürk siyasal varlığı içindeki önemine işaret etmekle kalmadığını, dolaylı olarak Eski Türk yazı diline mutlaka Oğuz lehçesinden de birtakım özelliklerin yansımış olacağı düşüncesini de benimsetmiş olduğunu öne sürer (Korkmaz, 2010: 11).

Yukarıdaki dillik açıdan ileri sürülen düşünce, tarihî verilerle de desteklenmektedir. Köktürkler -dolayısıyla tarih sahnesindeki ilk Türkler-, kuruldukları yıllardan itibaren Otuz Tatar, Tokuz Oğuz gibi farklı isimlerden oluşan bir konfederasyon şeklinde yaşıyorlardı (Golden, 2002: 118). Bu çerçevede ortaya iki önemli sorun çıkmaktadır:

(1) Konfederasyonu oluşturan boyların hepsi yazıtlarda görülen aynı yazı dilini mi konuşuyorlardı?

(2) Gerçekten konfederasyondaki boylar kendi dillerine rağmen devletin kurucu boyu tarafından oluşturulan yapay standart yazı dilini kullanmışlarsa, kendi dilleri hangi tipolojik özelliklere sahipti? Ve bu özelliklere göre standart dilden ne kadar ayrılabiliyordu?

Genetik -dolayısıyla etnik- ve dillik özelliklere başvurulduğunda, ilk sorunun cevabı ortaya çıkmaktadır. Köktürk Kağanlığından sonra kurulan çeşitli devletlerde ortaya çıkan yazılı metinler, yazıtlardaki dilden çok farklı dillik özellikleri ortaya

69 çıkarmaktadır. Kağanlıktan sonra kurulan her yeni devlet sistemiyle birlikte kurucu boya ait farklı yazı dili ortaya çıkmış, ayrıca farklı çevrelere ait eserlerde de yine farklı özelliklerle birlikte yazıtlardan farklı diyalektler görülmüştür. Bu farklılığın en önemli göstergesi yine Kaşgarlı’nın gösterdiği diyalektik farklardır. Öyle ki modern yazı dillerinin birçoğunun -her ne kadar tarihsel süreçte çeşitli değişimler geçirmiş olsa bile- yazıtların devamı olabileceği düşünülemez. Bu yüzden konfederasyona ait boyların aynı dili konuştukları düşünülemez.

İkinci soruya göre, kağanlığın kurucu boyunun oluşturduğu standart yazı dili dışında, konfederasyondaki boyların varlığını ve bu boyların dillerini kabul etmek gerekecektir. Bu varsayımla birlikte, yazıtlar döneminde çeşitli diyalektlerin varlığı kabul edilebilir. Bu çerçevede, söz konusu boyların önemli tipolojik farklarla birbirinden ayrılan ve belki yazıtlar döneminden önce ayrışmaya başlamış Türk dilinin proto-dilleri olduğu düşünülür. Türklerin ve Türk dillerinin oldukça geniş bir coğrafyada, bu kadar çeşitli yazı dili ve diyalektinin ortaya çıkmasını sağlayan, bu önkabul ile ortaya konacak proto-dillerden başka bir şey olamayacaktır. Zaten tarihsel dilbilim ile meşgul olan araştırmacılar evrensel olarak bütün dillerin proto-dillerini tasarlamayı gerekli bulmuşlardır. Çünkü dilin iç dinamiklerinden (diyalektler ve alt gruplar gibi) faydalanırken aynı zamanda dış faktörleri (akraba diller ve coğrafya gibi) de modern dillerde izler taşımaktadır (Campbell, 1999:1-4).

Modern Oğuz yazı dillerindeki ortak tipolojik özellikler, genel Türkçe içinde Oğuz grubunu çok farklı bir konuma taşımaktadır. Bu özellikler, yazıtlar dönemi ve öncesi için bir Proto-Oğuz toplumu ve Proto-Oğuzca (Ana-Oğuzca) varsayımını kabul etmeyi zorunlu kılmaktadır. Bu durum tıpkı Proto-Kıpçak, Proto-Hakas gibi diğer boylara ait dillerin tasarımı için de geçerlidir (Stachowski, 2014). Ölmez (2003:

68) bu konu hakkında, Eski Türkçenin diğer boyların dillerinden ayrılması gerektiğine inanarak şunları kaydeder:

“…Eski Türkçe ile örtüşmeyen, kimi yönlerden Eski Türkçeden daha eski özellikler gösteren Oğuz grubu Türk dilleri, Ana Türkçe ile Eski Türkçe arasında bir zaman diliminde yer almalıdır... Mevcut dil malzemesinden hareketle Eski Türkçeden daha geriye gitmek bugün için mümkün olmasa bile, ancak günümüz Türk dillerine ve tarihî dönem metinlerinin verilerine (sözvarlığı, söz yapımı, sesbilgisi) bakılarak Çuvaşça dışındaki Türk dillerinin daha eski, ortak bir köke götürülebilir. “Bu "kök"

dilin adı "Ana Türkçe"dir. Ana Türkçe dönemi tıpkı İlk Türkçe gibi

70 kuramsal bir dönemdir. Bu dönem ile Eski Türkçe arasında kimi

dil gruplarının "Ana" biçimlerini de düşünebiliriz.”

Ana-Oğuzcanın tasarlanmasındaki zorluklara ve Oğuz tipolojisinin ayrıntılarına yer verdiği yazısında Marcel Erdal, Ana Oğuzcayı araştırmanın zorluklarını saydıktan sonra, son yıllarda Eski Anadolu Türkçesi ve Harezm Türkçesi filolojisinde, İran Türkçelerinin araştırılmasında, Salırca konusunda büyük başarılar kaydedildiğini ve bu atılımın devam ettiğini söyler. Kazanılan bilgilere dayanarak Selçuklu Oğuzcası ve Ana Oğuzca sentezlerine ulaşmanın mümkün göründüğünü söyleyerek artık bir Proto-Oğuz tasarımının zamanı için uygun şartların oluştuğunu gösterir (Erdal, 2015: 376).

Stachowski Ana-Oğuzcanın varlığını bir kademeye kadar kabul ederken, aynı zamanda bu dilin tarihi hakkında oldukça karamsardır. Ona göre, eğer gerçekten bir Proto-Oğuzca adlandırması mümkün olabilecekse, bunun Eski Türkçe sınırları içinde 9. yüzyılın sonlarından 11. yüzyılın sonlarına kardar olan çok kısa bir süreyi kapsayan bir tarihi olduğunu düşünür ve bu proto-dilin Eski Türkçeden ayrılan ikincil bir formda olduğunu iddia eder (Stachowski, 2014: 412).

Bu konu hakkında daha önce Türk dilleri üzerine yapılan tasnif veya diğer çalışmalarda bir ön kabul oluşmuş olsa da Proto-Oğuzca için kapsamlı herhangi bir çalışma yapılmamıştır. Doerfer’in (1976: 92) Orhun Oğuzcası (orchonogus) bir kenara bırakılacak olursa, Ana-Oğuzca, Tekin’in Türk dillerini gösterdiği şemasında (Tekin-Ölmez, 2003: 168-169) yer bulabilmiştir. Tekin, Oğuzcayı, Proto-Türkçe ve Eski Proto-Türkçe arasında bir tarihe yerleştirmiştir:

71 Doerfer (1976), Oğuzcanın Eski Türkçeden itibaren kaydettiği gelişimi ele aldığı kapsamlı yazısında, Oğuzca için arkaik sayılabilecek ve hatta Eski Türkçenin sınırlarını aşabilecek 12 dillik özellik belirlemiştir. Bu özelliklerin tarihsel metinler ışığında tarihlendirilmesini yaparak tipolojik bir Oğuzca sınırı tasarlamaya çalışmıştır. Ancak Stachowski, bu dillik özelliklerin en erken 9. yüzyıla gidebileceğini düşünerek, Ana-Oğuzcanın gelişmiş proto-dil zincirini iki farklı çalışmada şu şekillerde tasarlamıştır:

Proto-Nostratic  Proto-Ural-Altaic  Proto-Altaic  Proto-Turkic-Mongolian

 Proto-Turkic (Standart and Bulgar)  Standart Proto-Turkic  Proto-Oghuz  Turkish (Stachowski, 2014: 409).

Ana-Altayca → Ana-Türkçe → Genel Türkçe → Ana-Oğuzca → Eski Anadolu Türkçesi → Osmanlıca → Modern Türkiye Türkçesi (Stachowski, 2011: 70).

Yine Buran ve diğer araştırmacılar, verdiği tarihsel Türk dilinin yayılma alanları şemasında, Ercilasun’un daha önce kabul ettiği çizgiyi devam ettirip, Ana-Oğuzcaya da yer vererek 9.-11. yüzyıllar arasındaki bir tarihe konumlandırmıştır (Buran vd. 2014: 18):

72 Bütün bu ön kabuller, kendi içlerinde bazı farklılıklar gösterse de modern ve tarihî Oğuz yazı dillerinin temelde belirli bir proto-dile götürülmesi gerektiği konusunda birleşmektedir. Ancak söz konusu proto-dilin Türkçenin genel tarihî zemininde tam olarak nerede bulunması gerektiği konusu, yapılan tipolojik ve tarihsel çalışmalarla netlik kazanacaktır. Bu yüzden Ana-Oğuzcanın hangi tarihlerde oluşmuş olabileceği ve Türk dilinin tarihsel gelişiminde nereye konumlandırılacağı öne sürülen hipotezin sonuç kısmında yeniden ele alınacaktır.