• Sonuç bulunamadı

XVI. yüzyılda Farsçadan Türkçeye tercüme edilen Kıssa-i Seyyid Cüneyd ve

Reşîde-i Arab, Eski Anadolu Türkçesinin karakteristik dil hususiyetlerini içerisinde

barındırır. Secili bir anlatımın görüldüğü hikâyede cümleler bazen bağlaçlar ve fiilimsilerle uzun bir yapıya bürünür. Hikâyede devrik yapılı cümlelere rastlanmakla beraber genellikle düz, kurallı cümlelere yer verilir. Ayrıca hikâyede deyim, atasözü gibi kalıp ifadelere sıkça başvurulur. Hikâye, arkaik kelimelerin yanı sıra Arapça ve Farsça kelime hazinesi bakımından da oldukça zengindir.

Bu bağlamda hikâyeyi dil bakımından ayrıntılı bir şekilde incelemek tek başına ayrı bir tez konusudur. Biz burada hikâyenin dil ve üslûbuyla ilgili unsurları genel hatlarıyla vermeye çalışacağız.

Daha önce de ifade edildiği üzere Eski Anadolu Türkçesinin dil özelliklerini içeren eser, arkaik kelimelerin yoğunluğu ile dikkat çeker. Bu kelimelerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

“Güyegü/ dirįġ/ daħı/ duħter/ arķun arķun/ dütün/ dįv/ kenįzek/ ayruķ/ ġulġule/ ķolan/ beyābān/ tįġ/ ķırban vs.”

Ayrıca birtakım Arapça ve Farsça kelime köklerine Türkçe ek getirilerek bu kelimelerin Türkçe kelime yapısına benzetilmesi ve bu tarzda oluşan kelimelerin sayıca fazla olması dikkat çeken diğer bir husustur. Eserde, bu şekilde yazılan kelimelerin bir kısmı şöyledir:

“Bį-şümārla/ ħalāśla-/ cāvidānlıķ/ derįçesinüñ/ zārįlıġın/ Ǿavretlige/ cāźūluķ/ rūşenālıķa vs.”

Hikâyenin deyim, atasözü gibi kalıp ifadeler bakımından zengin olduğu ve bu tarz kalıp ifadelerin hikâyede bağlama göre kullanıldığı görülmektedir. Örneğin, “cānı postına śıġma- /cān vir-/ nįm-cān ol-/ cān-bāzlıķ eyle-/ cānından śabrı git-/ başına ħāk śaç-/ śabr yaķasın çāk it-/ śabr eyle-/ naśiĥat eyle-/ terk-i diyār eyle-/ nažar it-/ pençesin pįç it-/ kār elden git-/ hüner eyle-/ elüñden gel-/ zįr ü zeber ķıl-/ fużullıķ göster-/ efkāra düş-/ vālih ü ĥayrān ķal- …” gibi deyimler hikâyede sıkça karşımıza çıkan kalıp ifadelerdendir. Ayrıca hikâyede deyim ve atasözü gibi kullanılan özlü söz mahiyetinde yer alan ifadelerin sayısı azımsanmayacak derecededir:

“… Yemeyen kişi yād elden ŧabānçe/ Demürdendür śanur ķolında pençe… (İ4b)” “…baş gidicek ayaķ pāydār olmaz… (İ8a)”

“… Çün aña ķaśd idüp vardı, gördi bir deryā-yı bį-pāyān ħandān olup kendüye eyitdi: Hele Ǿalāmet selāmetdür ve işāret Ǿimāretdür ve bu deryānuñ rūzgārından ümįźvārem ki bir gemi getüre ve beni alup götüre bir selāmet yaķasına yatura…(İ27a)”

“… Reşįde kendüye rāstį vü restį yaǾnį ħalāś iħlāśdadur…(İ27b)”

“… ǾĀşıķa śabr eylemek lā-büdd gerekdür yā sefer/ Bu iki olmazsa anı Ǿaşķ ider zįr ü zeber…(İ32a)”

“… Bu meŝeldür ādemi puħte ķılur dirler sefer/ Ķābili puħte ķılur nā-ķābili n’eyler sefer… (İ32b)”

“… Derĥāl tįġ çıķarup başın kesdi ve eyitdi: Kesük başdan söz gelmez…(İ48b)”

“… Ķāđį Muħtār’a dönüp eyitdi: Ķıyısın gör bezin al anasın gör ķızın al, vay ne güzel gelin vardur. Güyegülük daħı mübārek olsun... (İ95a)”

“… Muħtār bunlaruñ seyrānında ŧaǾccüb ve barmaġı dehānında ĥayrān ķalmışdı… (İ100a)”

“… cānları derilerine śıġmaz oldı… (İ106a)”

“… Bu benüm gibi aķ saķallu, ķızıl şarāb içüp yüz ķarasın ķazanmaķ revā mıdur…(İ106b)”

“… Şeybū anlaruñ sözin diñleyüp bıyıġı altından gülerdi…(İ106b)” “… Emr emįrüñdür, bunuñ gibi işüñ āħiri teşvįşdür… (İ111a)” “… Şeybū eyitdi: İsteyici bulucı olur…(İ345b)”

“… Kerās eyitdi: Sen benüm hem-demümsin benüm daħı yüregüm yanmışdur, didi ve göynüklü göynüklü ĥālin bilür eyü diyüp ikisi bile çün aġlaşdılar… (İ345a)

“… Pes ġam yimegil kim zįrā müşkil işler çün āsānlıķ ile ĥāśılolur… (İ362b)”

Savaş sahnelerinin yoğun bir şekilde yer aldığı ve genel itibarıyla hareketli bir anlatımın olduğu eserde fiil, birleşik fiil, sıfat fiil ve zarf fiillerin fazlalığı dikkat çeker. Hikâyede onlarca örneğini bulabileceğimiz fiil, birleşik fiil, sıfat fiil ve zarf fiillerin bir bölümünü şöyle sıralayabiliriz:

“Ķaçuban/ varuban/ bulup/ ķapup/ eyleyüp/ idüp/ diyüp/ tulūǾ it-/ suǿāl it-/ temāşa eyle-/ śalıvir-/ alıvir-/ çıķa gel-/ helāk olayaz-/ cān vireyaz- vs.”

Edebî özelliklere haiz mensur eserlerde secili anlatım genellikle müellif tarafından vazgeçilmezdir. Söz konusu hikâyenin anlatımında da ifadeye ve manaya güzellik kazandırmak, hikâyenin okur tarafından kolaylıkla ezberlenebilmesini sağlamak için müellifin, bazen secili bir anlatımı benimsediği görülür. Hikâyede yer alan secili anlatıma dair örnekler şöyledir:

“… Ey pįr-i žālim niçe bir mežālim… (İ12a)”

“… Duħter eyitdi: Ben bį-çāre vü āvāre żaǾįfe vü naĥįfe miskįne vü ġamgįne şarāb-ı vāķıǾa-nūş ve muķniǾa-pūş Ǿavret olam benüm bu işde ne günāhum vardur ki beni öldürürsin…(İ14b)”

“… Ey şāh-ı ħalāyıķ baña silāĥ virüñ baña lāyıķ tā ben de ġazā idem…(İ36a)” “… naķįr ķıŧmįr taķrįr eyledi…(İ37b)”

Eserde yer alan Arapça ibarelerin kullanım sıklığı az olmakla beraber bu ibarelerin daha çok sûre isimleri, ayet ve duâ olduğu görülür. Ancak az da olsa Arapça bazı kalıp ifadelerin hikâyede yer alan bağlama göre serpiştirildiğine de şahit olmaktayız:

“… Aña eyidür ki ey žālim ben senüñ içün bir belāya giriftāram kim neǾūźü-bi’llāh ve her dem ölüme ümįźvāram… (İ64a)”

“… ķıśśa-i dil-nüvāza ve ol ġuśśa-i cān-güdāza āġāz eyleye min-evvelihi ilā-āħirihi ve ħalįfe-i cihānuñ meclis-i cān-fezāsında ve bezm-i śafā-baħşında naķįr ü ķıŧmįr taķrįr ide… (İ2a)”

“… Kendü ile endįşe eyledi ki el-Ǿiyāźü bi’llāh eger ben siyāhuñ eline düşem bir loķma gibi yir… (İ135b)”

“… İlāhį ķaŧretun min-biĥârı cūdik tekfini ve źerretun min-niŝāri Ǿafvik taǾfįnî bi’raĥmetike yā erĥame’r-Rāĥimįn… (İ47b)”

“… Şeybū eyitdi: Ey Seyyid bizüm atalarumuz ve ecdadumuzuñ hemįşe kārları bunuñ gibidür, didi. Uġruluķ ve yalan söylemekdür, didi. Oġul oldur ki çün atasına beñzeye didi. El-veledu sırru ebįhi ve sizüñ atalaruñuzuñ kārı şecāǾat ve saħāvet ve emānet ve ĥarb ve đarb idi. Sen daħı bį-iħtiyār anı idersin, didi… (İ340a-İ340b)”

Mensur bir hikâye olarak kaleme alınan bu eserde bazen bağlama dayalı beyit, şi’r, mesnevî, kıt’a, nazm başlıkları altında manzum metinler de yer alır. Hikâyede Türkçe ve Farsça olarak yazılan bu manzum metinlerin bir kısmında vezin ve kafiye hassasiyetine dikkat edilmediği gibi sanat kaygısının da olmadığı görülür. Ancak bir kısım manzumelerin Dîvân şiirinin klâsik üslûp yapısıyla bağdaştığı tespit edilmiştir. Hikâyenin bağlamına uygun olarak yazılan Türkçe manzumelerin dili ise oldukça sadedir.

Dönemine göre sade bir dille yazılan bu hikâyenin anlatımında klâsik halk hikâye geleneğimizde yer alan meddâh tarzı anlatımın hâkim olduğu görülür. Bağlama göre Hârûn Reşîd’in çeşitli duygularının da yansıtıldığı hikâyede, anlatıcı durumunda olan Ebû Hafs-ı Kûfî yine bağlama göre birtakım nasihatler ve uyarılarla okuru/dinleyeni bilgilendirir. Ebû Hafs, bazen çeşitli söylemlerle hikâyenin önemini ve değerini belirttiği de görülür:

“… Hārūnu’r-reşįd çün bu ĥikāyeti Ĥafś-ı Kūfį’den işitdi, ġāyet Ǿaceb gelüp ķahķahaya düşüp eyitdi: Söyle görelüm Ķāđį’nüñ ĥāli ne oldı ve maķāli neye vardı? Ebū Ĥafś eyitdi: Ķāđį’nüñ göñlini ve Ǿaķlını ve śabrını ve diyānetini ve śıyānetini ve emānetiniol dil-ārām alup cānında ārām ķomadı ve Ķāđį kemend-i Ǿaşķa giriftār oldı…(İ12a)” “… Hārūnu’r-reşįd duħterüñ bu ĥāletin işidicek niçe kez zār zār aġladı. Eyitdi: Ey Ebū Ĥafś söyle görelüm bu miskįnüñ ĥāli ol beyābānda ne olısardur… (İ25a)”

“… Çün söz bu yire geldi. Ħalįfe eyitdi: Aĥsent ey Ebū Ĥafś sözüñ dādını virdüñ didi. Her kimesne ki bu ķıśśa-i naśįĥat-ħıśśayı yaħşı oķusa ve teǿemmül eylese aña ziyāde

fevāǿid ħāśıl olur, didi ve daħı Ǿömr leźźetini bula ve Ǿömr ve dünyā çün ĥālini bile, didi. Andan üstine hezār dįnār niŝār itdi. Yine söyle diyüp işāret buyurdı. Ebū Ĥafś-ı suħan-dırāz andan bu ķıśśa-i dil-nüvāza çün yine āġāz itdi… (İ327b)”

“… Bu maĥalli ferāmūş eyleme yine gelevüz. Çün ĥikāyeti bir yirden daħı işit. Hįç ķulaķlar işitmiş degüldür. Bu ĥikāyeti altun śuyıyla yazmaķ gerekdür… (İ298b)”

Birbirini takip eden olaylar zincirinin yer aldığı hikâyede bir olaydan diğer olaya geçiş sırasında okur, anlatıcı tarafından uyarılır. Bu uyarı bazen kalıplaşmış bir söylem olarak manzum veya mensur şeklinde karşımıza çıkar:

“Bu maĥalli ħāŧıruñda ŧut ferāmūş eyleme Gūş ķıl tā saña bir ġayrı ĥikāyet ideyin İdeyin taĥrįr göñlüñ levĥine ey şehr-yār Ħūb-taķrįrile rāvįden rivāyet ideyin (İ28b)”

Aynı şekilde hikâyede “kıssa-i dîger, ez-în cânib, ez-ân cânib, râvî şöyle rivâyet eder ki, râvîler rivâyet eder ki, müellif-i kitâb rivâyet eder ki, muhaddis şöyle rivâyet eder ki, Ebû Hafs-ı Kûfî rivâyet eder ki” gibi kalıplaşmış ifadelerin kullanıldığı görülür. Bu ifadelerin, nazımdan nesre geçiş sırasında veya bir olaydan diğer olaya geçişte yazıldığı tespit edilmiştir. Hikâyede kullanılan bu kalıp ifadeler, Ebû Hafs-ı Kûfî’nin, olayları birkaç yönden anlatmasına olanak sağlar. Böylece hikâye bir film sahnesini aratmayacak türden bir yapıya bürünür. Müellif, anlattığı olayı heyecanlı bir noktada bırakır ve diğer bir olaya geçer. Bu türden ardı sıra devam eden olaylar okurun merakını ve heyecanını zirveye taşır. Müellif, hikâyeyi anlatımı sırasında bir başka olaya başlamadan önce, daha önceki olayı özetler ve gerekirse zaman, mekân ve şahıs tespiti yaptıktan sonra olayın anlatımına kaldığı yerden devam eder. Böylece olaylar arasındaki bağlantı okurun zihin dünyasında sürekli canlı kalır.

Eserde; şahıs, mekân, tabiat ve olağanüstü varlıkların tasvîrleri geniş yer tutar. Çoğu zaman mübalağalı bir anlatıma sahip olan bu tasvîrlerde ayrıntılara olabildiğince dikkat edilir. Özellikle hareketli tasvîrlerin yer aldığı savaş meydanları veya şahsın yapmış olduğu davranışlar bir film sahnesi gibi işlenir:

“… Kendü kendü ile fikr itdükden śoñra reml taħtasını öñine alup noķŧa düşdi. Öte cizdi ve beri cizdi ħānlara nažar itdi ve gözin oynatdı ve ŧudaġın ķımıldatdı. Başın śalup bunlara eyitdi: ŦāliǾin ŧutdum gördüm dįvden ayrılmış beyābānda ser- gerdāndur...(İ30b)”

“… Bu mühmelātdan şįr-i şerze gibi bį-iħtiyār üzerine ĥamle eyledi ve ol daħı bunuñ ĥamlesine üzerine ķarşu geldi ve birbiriyle ħaylį ŧutuşdılar ve āħir ellerine tįġ-i tįz alup ħūn-rįzlige ķaśd itdiler ve birbirlerine şol ķadar tįġ uruşdılar ki ammā kendülerine ħaŧā gelmeyüp tįġ tįġe ŧoķunmaķdan ellerinde tįġ şikest oldı. Çün tįġlerin bir yire bıraġup birbirinüñ kemerinden ŧutuşdılar. İki ejderha gibi birbirlerine śarmaşdılar. Keş-ā-keşde iken nā-gāh ol şaħś-ı zūr-kār bir ħancer-i ābdār ile Cüneyd’üñ elini mecrūĥ eyledi. Cüneyd çün anı gördi, ġażaba geldi. Şöyle ķuvvet ķıldı kim ol şaħśı yirden ķaldurup bālā-yı ser atdı. Andan śoñra zįr ü zeber ķıldı. Ol şaħśuñ iñüleri ħurd oldı ve kendüsi mürd oldı. Cüneyd ġāyetde ġażabından başına birķaç püşt-pā urup helāk ķıldı…(İ4b- İ5a)”

“… Çün Reşįde Kābūs’uñ vilāyetine indi nažar itdi. Gördi, kūhsitān-ı siyāh ve sengsitān-ı tebāh, ne śuyı var ve ne aġacı ve ħalķına nažar itdi, gördi. Her birinüñ ķāmeti bir yüce çenār aġacı gibi kendüleri siyāh ġurāb gibi ayaķları deve ayaġına beñzer ve başları ādem başlarına beñzer. Ammā kimisinüñ dilki başına beñzerdi ve kimisinüñ it başına beñzerdi ve kimisinüñ śırtlan başına beñzerdi. Ammā anlar ki ulular idi. Anlaruñ başı ādem başına beñzerdi ve ayaķları pįl ayaġına veyā arslan ayaġına beñzerdi veyā śıġır ayaġına beñzerdi ve bir bölügüñ daħı ayaķlarınuñ barmaķları ardından idi. Reşįde çün ol ķavmüñ içine düşdi. Anlar daħı Reşįde-i ǾArab’ı görüp neşāt u ŧarab gösterdiler ve naǾralar urup raǾd gibi güm güm gümlediler. Ol dįvlerden birisi peleng derisin veyā neheng derisin getürüp ķurudup def yirine keflerine alup çalarlardı ve şenlikler idüp birbirine eyidürlerdi kim bizüm pādişāhumuz bir ādemį-zāde duħter getürmişdür ki güneş gibi yüzi var yıldurar ve yılduzlar gibi gözi var ve servį gibi boyı var ve sünbül gibi siyāh mūyı var diyüp Reşįde-i ǾArab neşāŧla ve ŧarabla şehirlerine getürdiler. Reşįde nažar itdi, gördi. Evleri siyāh ŧaşdan yapılmış yüce evler. Her biri buluta berāber olmış ve ol evlerüñ her bir ŧaşı bir büyük ev gibi birbirinüñ üzerine ķonmış idi. Reşįde-i dil-ārāmı pādişāhlarınuñ maķāmına iletdiler. Ol dįvlerüñ Ǿavretleri bir yire cemǾ oldılar. Anlaruñ daħı ayaķları eşek ayaġına beñzer. Tā ŧabanları altından bellerine varınca deve yüñi gibi yüñ bitmişdi ve bellerinden omuzlarına varınca śıġır ķılı bitmişdi ve başları at ķuyruġına beñzerdi. Bu śıfatlarla vaśf olındı. Ol Ǿavretler Reşįde’nüñ öñine geldiler ve dįvler pādişāhınuñ Ǿavreti ġāyetde ķarımışdı. CemįǾ ķılları bedeninde aġarmışdı. Reşįde gördi, Ǿacebe ķaldı. Ol śaĥrāda sįm ü zer ü dürer-i ġurer ü laǾl yāķūt u fįrūzec ü zümürrüd yükler ile dökülüp yaturdı. Zįrā hįç kimesne ķıymetin bilmezdi ve ħalāyıķuñ gemilerini ġāret idüp gūne gūne silāĥlar ve cevşenler ve cāmeler getürüp ol śaĥrāda bıraķmışlar idi... (113b-114a-114b)”

Çeşitli anlatım tekniklerinin kullanıldığı hikâyede yer yer karşılıklı konuşmalara ve iç monoloğa da yer verilir:

“… Cevelān gösterüp Reşįde’ye muķābil oldı ve eyitdi: Ey duħter-i raǾnā ve ey dil-ber-i zįbā benden ne istersin ki beni meydāna oķursın? Reşįde eyitdi: Senden ķarındaşum ķanını dilerem ve aña diş bilerem ki senüñ anañ daħı benüm anam gibi ķaralar giyüp mātem-zede ola ve dįdeleri pür-ħūn cigerleri ŧola. Cüneyd eyitdi: Duħter-i nįk-aħter erlik degüldür ol ki ķarındaş ķanın dileye ve kimsenüñ etine diş bileye… (İ9a)”

“… Andan śoñra kendü ile hezār gūne efkāra varup ve eyitdi ki eger sen bunda yüz yıl daħı oturup giryān olursañ bir dermān bulmazsıñ ve saña dermān oldur ki hemān ŧurı gelüp revāne olasın ve ammā bilmezem ki ne yire gidem ve ne iş idem ve ķanda varam ve nereye irem ve kimi görem ve kime śoram ki bu ne diyārdur ve ne iķlįmdür ki ben bį- çāre bu bādiye-i bį-kerāndan niçe geçem ve ne yiyem veyā ne içem ve ne bir refįķ var ki anuñla eglenem ve ne bir ŧāķ var ki aña girüp diñlenem ve bu niçe kār-ı müşkildür ki belā-yı cān u dildür diyüp andan yine aġladı ve Hārūnu’r-reşįd duħterüñ bu ĥāletin işidicek niçe kez zār zār aġladı. Eyitdi: Ey Ebū Ĥafś söyle görelüm bu miskįnüñ ĥāli ol beyābānda ne olısardur? Ebū Ĥafś eyitdi…(İ25a)”

Hikâyede, Arapça manzume yer almamasına karşın beyt, kıt’a ve şi’r başlıkları altında toplam 19 Farsça manzume ve yine aynı şekilde beyt, kıt’a, şi’r, nazm ve mesnevî başlıkları altında toplam 73 Türkçe manzume yer almaktadır. Daha önce de ifade edildiği üzere manzumelerin bir kısmında vezin ve kafiye hassasiyetine dikkat edilmediği gibi sanat kaygısının da olmadığı görülür. Hikâyenin bağlamına uygun olarak muhtelif amaçlar için yazılan manzumelerin hikâyedeki tekdüzeliği ortadan kaldırdığını söyleyebiliriz. Söz konusu manzumelerin hikâyedeki işlevlerini şöyle sıralayabiliriz:

a. Bağlam odaklı ve özlü söz olarak söylenen örnek manzumeler: Bu

manzumeler genellikle bir olayın akışı içerisinde veya sonucunda okurun ders çıkarması ve daha sonra gerçekleşecek olaylar hakkında fikir sahibi olması amacıyla söylenir.

Hikâyede bir av yüzünden Seyyid Cüneyd ile tartışan ve ondan daha üstün olduğunu iddiâ edip oldukça mağrûr durumda olan Hanzala’nın düşeceği durumu anlatan bir beyit söylenir:

“Yemeyen kişi yād elden ŧabānçe Demürdendür śanur ķolında pençe (İ4b)”

Seyyid Cüneyd ve Kâdî daha önce sefere çıkmamalarına rağmen Reşîde’nin bir dîv tarafından kaçırılması üzerine onun hasretine daha fazla dayanamayıp

Reşîde’yi aramak için vatanlarını terk ederek sefere çıkma durumları üzerine aşağıda yer alan beytler söylenir:

“ǾĀşıķa śabr eylemek lā-büdd gerekdür yā sefer Bu iki olmazsa anı Ǿaşķ ider zįr ü zeber (İ32a)” “Bu meŝeldür ādemi puħte ķılur dirler sefer Ķābili puħte ķılur nā-ķābili n’eyler sefer (İ32b)”

Hikâyede Kâbûs’un tutsağı durumunda ölüm anını bekleyen Reşîde, Allâh’a duâ ettikten sonra oradan kurtulur. Reşîde’nin bulunduğu durumdan kurtulacağını okura haber veren kıt’a şöyledir:

“ǾĀlem ki ĥādiŝātla her gice yüklüdür Gün ŧoġmadan neler ŧoġa kim bile nā-gehān Her ne ki geldi çarħ-ı felekden döne döne

Çekdüm yine çekem ne gelürse anı hemān (İ117b)”

b. Mevcut durumu tasvîr etmek için söylenen örnek manzumeler: Bu

manzumeler, bazen bir savaş meydanının tasvîri bazen de bulunulan durumun veya mekânın tasvîri için yazılan manzumelerdir.

Reşîde, savaş meydanında Seyyid Cüneyd’in babası Seyyid Üseyd’i öldürmekten vazgeçtikten sonra birbirine düşman her iki ordunun meydanda şiddetli bir şekilde savaşma durumu aşağıda yer alan şiirde şöyle dile getirilir:

“İki leşkerde ķopdı āh u efġān Gūyā ġulġule ile doldı cihān Çıķdı yirden ġubār Ǿayyūķa Toz žulmet bıraķdı maħlūķa Görmez oldılar birbirini Farķ olınmazdı faķįr ü ġanį Ķopdı gūyā ķıyāmet-i kübrā Nefes nefese oldı pįrle bernā Ħalķ olmışken serāsįme Geldi yil toz oldı iki nįme

Çünki yil aldı gitdi ol tozı Rūşen oldı o dem śaĥrā vü yazı Çün görüp birbirin dil-āverler

İtdiler ķaśd çün tįġ ü ħancerler (İ9b-İ10a)”

Bir dîvin gelip Reşîde’yi Kâdî’nin sarayından alıp götürdüğü sırada halkın bulunduğu durumu anlatan beyit şöyledir:

“Çünki ķapdı duħteri Ķāđį serāyından o dįv

Bu ħalāyıķdan hemān-dem ķopdı feryād u ġırįv (İ21a)”

Sa’îd-i Perî’nin ülkesine giden Reşîde’nin bulunduğu mekân bir kıt’ada şöyle tasvîr edilir:

“Çemen içinde işbu ĥavż-ı sįmįn Çü māh-ı bedredür gūyā miyānda Bu ĥavż içinde māhįler görinür Çü māh-ı nev miyān-ı āsmānda Anuñ gibi mücellādur kim ol ĥavż Görinür kāǿinātuñ Ǿaksi anda Bu ĥavża girse sįmįn-ten perįler Düşerdi ditreyüp güneş ol anda (İ68b)”

c. Kahramanların karşılıklı konuşma sırasında dile getirdiği örnek manzumeler: Hikâyede kahramanlar arasında geçen konuşmalar kimi zaman

manzume şeklinde dile getirilir.

Seyyid Cüneyd tarafından öldürülen oğlunun intikamını almak için savaş meydanına gelen Amr, Seyyid Üseyd’in nasihatlerini dinlemeyerek onunla savaşmak istediği söyler. Bunun üzerine Seyyid Üseyd, aşağıda yer alan kıt’ayı söyler:

“Hüner var ise sende üşde meydān Elüñden ne gelürse ķılġıl anı Alasın bunda cān yā viresin cān Bulursañ furśatı virme emānı (İ7b)”

Kayser-i Rûm’un zindanında tutsak olan Seyyid Cüneyd’e kayserin bir câriyesi âşık olur. Câriye, Seyyid Cüneyd’i zindandan kurtarma karşılığı olarak Seyyid Cüneyd’den murâd talep eder. Bunun üzerine Seyyid Cüneyd aşağıda yer alan manzumeyle şöyle cevap verir:

“Didi kim yüri ey zen-i tįre-ten Saña çözmezem ķuşaġum bil ki ben Ölem virmeyem saña hergiz murād Ki evlād-ı Seyyid’den olmaz fesād Ki biz naśįĥüz bu cihān ħalķına

Biz aħker ķoruz nefs-i seg ħalķına (İ46a)”

Bir havuz kenarında Selîm-i Cevherî’yle karşılaşan perîlerin sorusu üzerine Selîm-i Cevherî aşağıda yer alan manzumeyle cevap verir:

“Eyitdi böyledür benüm adum ey yüzleri çün māh Meger ilhām idüp durur ġaybdan çün size Allah Baña maķśūdumı virüñ ki siz de maķśūda irüñ

Sürüñ dilden gümānı kim Selįm’em ben oluñ āgāh (İ231a)”

d. Kahramanların kendi duygu ve düşüncelerini dile getirdiği örnek manzumeler: Hikâyede kahramanların kendi dilinden duygu ve düşüncelerini dile

getirdikleri manzumelerdir.

Reşîde’ye âşık olan Kâdî, bulunduğu durumu aşağıdaki manzumede şöyle dile getirir:

“Göñül bir duħter-i raǾnāya düşdi Yüzi ħūrşįd alnı aya düşdi Cihān ġavġālarından eymen iken Fiġān vāh vāh vāya düşdi Görelden duħterüñ mūy-ı siyāhın ǾAceb ince uzun sevdāya düşdi Yiri efserleyin söz üzre iken Nigāruñ zülfi gibi pāye düşdi Ferāġat gūşesinden Ķāđį-i miskįn

Bir āhū-çeşm içün śaĥrāya düşdi (İ12a)”

Reşîde’nin aşkıyla kendinden geçen Seyyid Cüneyd, ona verilen öğütleri

Benzer Belgeler