• Sonuç bulunamadı

Gazneliler bugünkü Afganistan’da eski Kuşhan Krallığı’nın bulunduğu bölgede 962 yılında kurulmuş bir devlettir. Bu devlet bir İran hanedanı olan Samanoğulları’ndan iktidarı alan Türkçe konuşan köleler tarafından kurulmuştur. 997 yılında devletin kurucusu öldüğü zaman oğlu Gazneli Mahmut yerine geçmiştir: “Zeki ve hırslı olan Gazneli Mahmut komşu Hindu krallıklarına akınlarda bulunmuş sınarlarını Hint Okyanusuna kadar güneye genişletmiştir. Sarayı refah ve kültürel zenginlik bakımından Bağdat’ta bulunan Abbasiler ile yarışmıştır” (Dukier ve Spielvogel, 2006: 247).

Thomson Wadsworth World History’de Gazneli Mahmut ile ilgili bu olumlu ifadelerden sonra Gazneli Mahmut’un başarılarının karanlık bir tarafı olduğu ifade edilmekte ve Biruni’nin Hint tarihi ile ilgili eserinden alıntı yapılarak bu durum örneklenmeye çalışılmaktadır:

“Mahmut ülkenin zenginliğini enkaza çevirdi. Gösterdiği olağanüstü kahramanlıklarla Hindular her tarafa yayılmış atom halini alıp insanların ağzında eski bir hikâye oldular. Onların her tarafa dağılmış kalıntıları, tüm Müslümanlara karşı kökleşmiş bir hoşnutsuzluk güttüler. Bu, Hindu bilimlerinin niçin bizim tarafımızdan fethedilen ülkenin bu kısımlarından elimizin ulaşamayacağı Keşmir, Benares ve diğer yerlere çekilmesinin sebebidir” (Dukier ve Spielvogel, 2006: 247). McDougal Littell World History’de de Gazneli Mahmut’un Hint seferleri vahşi olarak nitelemiştir: “Yaklaşık 1000 yılından itibaren iyi eğitilmiş Türk orduları Hindistan’ı istila ettiler. Onlar Hint kentlerini ve tapınaklarını 17 vahşi seferle enkaza çevirdiler” (Beck vd., 2009: 516).

4.2.Selçuklular

McDougal Littell World History, 10. yüzyılda Türklerin giderek artan sayılarda İslam’ı kabul ettiklerini ve yavaş yavaş zayıf Abbasi İmparatorluğu’na doğru göç ettiklerini bu göç edenler arasında Selçukluların bulunduğunu ve Selçukluların sayı

ve kuvvet olarak güçlenince 1055’te Bağdat’ı İranlılardan aldıklarını belirtmektedir. (Beck vd., 2009: 856).

Tuğrul Beyin Bağdat seferi Abbasi Halifesi Kaim Bi’Emrillah’ın Şiî Büveyhîlerin lideri Arslan Basasiri’nin baskılarından kurtulmak için daveti üzerine gerçekleşmiştir. O zaman Bağdat’a zayıf Sünnî Abbasi halifesi değil Büveyhîler hâkimdi. Şehirde Araplar ve Deylemli savaşçılar da yaşamakta idi. Tuğrul Bey Şiî Büveyhîlere son vermiş ve Bağdat’ta kendi adına para bastırmak suretiyle burayı kendisine bağlamıştır. Halifeye sadece dinî otoriteyi aşmayacak yetkiler bırakmıştır. (Turan, 1998a: 134).

Selçukluların Malazgirt Savaşı’nda Bizans İmparatorluğu’nu yenmesi ve kısa bir sürede Anadolu’nun çoğunu fethetmelerine de değinilmiştir. Selçukluların Rum kelimesini devlet ismi olarak kullanmalarında Yeni Roma’nın (İstanbul) yakınına kadar fetihlerde bulunmalarının etkili olduğu belirtilmiştir:

“ …1071 Malazgirt Savaşı’nda Türk kuvvetleri Bizanslıları ezdiler. 10 yıl içinde Selçuklular Bizans’ın doğu tarafını oluşturan Anadolu’nun çoğunu işgal ettiler. Bu Türkleri, Arap ve İranlıların hiçbir zaman yaklaşamadıkları kadar Konstantinapolis’in yakınına gelmelerini sağladı. Yeni Roma’nın yakınındaki bu fetih Selçuklu Rum-Roma’dan- Sultanlığının adına ilham oldu. Selçuklu İmparatorluğu parçalandıktan sonra bile Rum kelimesi varlığını korudu” (Beck vd., 2009: 856).

Bizans İmparatorluğu Malazgirt Savaşı’nda yenildikten sonra Avrupa’dan yardım istemiş ve bu Haçlı Seferlerinin en mühim sebeplerinden birini teşkil etmişti. Thomson Wadsworth World History bundan bahsettikten sonra Türklerin Ortadoğu’ya gelmeleri ile ilgili bir değerlendirmeye yer vermiştir: “Avrupa’da ve şüphesiz Müslüman dünyasının kendi içinde Türklerin gelişi bir felaket olarak sayıldı. Türkler insanları baskı altında tutan ve medeniyetleri yok eden barbarlar olarak görüldü. Aslında birçok açıdan Türklerin Ortadoğu’daki yönetimi muhtemelen faydalıydı. İslam’ı kabul ettikten sonra Türk hükümdarları Sünnîliği destekleyerek Şiîler ve Sünnîler arasındaki kardeş kavgasına geçici olarak nihayet verdiler. Onlar enerjilerini İslam hukuk ve kurumlarını canlandırmak için harcadılar ve imparatorluğa-İslam imparatorluğu’na-eski refahı restore edecek çok ihtiyaç

duyulan siyasi istikrarı sağladılar. Selçuklu yönetimi altında Müslümanlar fütüvvet teşkilatı içinde örgütlenmeye başladılar”(Dukier ve Spielvogel, 2006: 196).

Selçukluların İran kültüründen etkilendikleri, Nizamülmülk gibi İranlı Devlet adamlarını görevlendirdikleri, İranlı sanatçı ve bilim adamlarını korudukları, Farsçayı kullandıkları ve Türklerin onlara hayran oldukları McDougal Littell World History’de Selçuklular’a ayrılan kısmın büyük kısmını oluşturmaktadır.

“…Aslında Selçuklu hanedanın kurucusu Tuğrul Bey onun krallığının başkenti olarak İran’ın İsfahan şehrini seçti. Bu hoşgörülü muamele İranlıları Selçukluların sadık destekçileri yaptı ve Türkler sık sık onlara devlette görev verdiler. Mesela Selçuklu sultanlarının en ünlüsü Melikşah’ın zeki veziri Nizamülmülk İranlıydı. Türkler üstelik İran bilimine büyük bir hayranlık duydular. Göçebe Selçuklular

aslında Güneybatı Asya’ya cahil olarak gelmişlerdi. Onlar yeni kabul ettikleri İslam

geleneklerini bilmiyorlardı. Bu nedenle onlar hem kültürel hem de dinî rehber olarak İranlılardan faydalandılar. Türkler hayran oldukları İranlıların yaşam tarzını ve dillerini benimsediler. Selçuklu yöneticileri İranlılara ait Şah unvanını kullandılar. Onlar ayrıca şiirleri bugün dahi yaygın olarak okunan İranlı mistik şair Mevlana Celaleddin Rumî’yi desteklediler.

Büyük Melikşah gibi Selçuklu şahları İranlı sanatçı ve mimarları desteklemekle gurur duydular… Türklerin politik ve kültürel alanda İranlılara ait olanları tercih etmesi Arapça’nın İran’da hemen hemen bütünüyle görülmemesine sebep oldu. Arapça sadece dinî bilimlerle uğraşan bilim adamları tarafından canlı tutuldu.

Selçuklular bu politikalarının sonucu olarak, köklü geçmişteki mirasları ile gurur duyan ve bunu geleceğe intikal ettirmek isteyen İranlıların güçlü desteğini sağladılar. Tarih boyuna görülen diğer fatih insanlar gibi Selçuklular da mağlup ettikleri insanlardan öğrenecekleri çok şeyin olduğunu anladılar” (Beck vd., 2009: 315).

Selçukluların İran kültüründen etkilendikleri hatta Farsçayı devletin resmi dili olarak kullandıkları doğrudur. Devletin takip ettiği bu kültür siyaseti askeri teşkilat kadrolarında görev yapan gulam Türkler tarafından iyi karşılanmamıştı. Gulam askerler taht mücadelesinde Selçuklulara en parlak dönemlerini yaşatan Alparslan ve oğlu Melikşah yerine İran medeniyetinin pek etkisinde kalmamış olan Kirman Selçuklu hükümdarı Kavurt’u desteklemişlerdi. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki

Selçuklular Türk kültürünü bütünüyle terk etmemişlerdi. Her ne kadar Farsça resmi işlerde ve edebiyatta yaygın olarak kullanılsa da sarayda ve orduda herkes Türkçe konuşmaktaydı. Bilimde, mimari ve güzel sanatlarda da hâkim olan Türklerdi. Devletin kurucusu Tuğrul Bey halifenin kızıyla evlendiğinde Türk usulü oynamış Türkçe şarkılar söylemişti (Köymen, 2002: 637).

Arapça’nın hemen hemen yok olduğu şeklindeki değerlendirme de gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü o zamanlar Türkistan, Harezm, Horasan ve İran’da yazılan büyük ilmi eserler hâlen Arapça telif ediliyordu (Turan, 1998a: 418).

Selçuklu devlet kurumlarında İran etkisinin bir değerlendirmesini yapan Lambton, Selçukluların gerisinde uzun süreli bir yönetim anlayışı olduğunu, eski kurumlara yeni anlamlar vermek sureti ile bunu İran mirasına eklediklerini, oluşan yeni sitemin işlemesinde de pay sahibi olduklarını belirtir (Lambton, 2006: 203). Gerçekten askerlik ve yönetim alanında Türklerin sahip oldukları köklü geleneğe incelenen ders kitaplarında değinilmemiş Türkler cahil gösterilerek İranlılara pek çok hususta borçlu oldukları şeklinde bilgiler verilmiştir.

McDougal Littell World History’de History Maker adlı kısımda Melikşah’a yer verilmiş onun Selçukluların en büyük sultanı olduğu, sanatçı ve bilim adamlarını himaye ettiği, bunların arasında oldukça doğru bir takvim yapan ve Rubaiyyat’ı yazan Ömer Hayyam’ın da bulunduğu belirtildikten sonra Melikşah’ın oldukça merhametsiz biri olduğuna değinilmiştir:

“Melikşah üstelik merhametsizlikte de oldukça becerikliydi. Erkek kardeşi Tekiş kendisine karşı isyan ettiği zaman, Melikşah onu kör etmek yoluyla cezalandırdı. Melikşah 37 yaşında aniden öldü, muhtemelen eşi tarafından zehirlenmişti” (Beck vd., 2009: 315).

Sultan Melikşah tahta geçtiğinde kardeşi Tekiş’e Belh ve Toharistan bölgesinin idaresini vermişti. Melikşah’ın disiplinsiz davranışları nedeni ile ordudan çıkarttığı 7.000 askeri Tekiş yanına toplayarak isyan etmiştir. Bu ilk isyanında Tekiş başarısız olmuş ve af dilemiş bu da Melikşah tarafından kabul edilmiştir. Sultan Melikşah Musul’da iken Tekiş ikinci kez isyan etmiştir. Bu kez ele geçirilen Tekiş’in gözlerine mil çektirilerek hapse atılmıştır. Bunda Melikşah’ın dışarıda fetihlerle uğraşırken iç meselelerin bu fetihlere mani olmasının önüne geçmek istemesinin etkili olduğu

anlaşılmaktadır (Merçil, 2002: 617–618). Ders kitabında belirtildiği gibi Melikşah oldukça merhametsiz olsaydı Tekiş’i ilk isyanında cezalandırması gerekirdi.

Gene aynı kitapta Melikşah’ın ölümünden sonra onun yerine yeteneksiz kişilerin geçtiği ve bunun devletin zayıflamasına sebep olduğu belirtilmiştir. Aynı sayfanın üst tarafına 13. yüzyıla ait Türklerin bir şehrin kuşatmasını gösteren minyatüre yer verilmiştir (Beck vd., 2009: 316)22. Türkiye’de okutulan MEB 9.Sınıf Tarih’te de aynı minyatüre Gazneliler döneminde yer verilmiştir (Okur vd., 2008: 145). McDougal Littell World History’nin bu minyatüre yer vererek kendi kendisiyle çelişkiye düştüğü görülmektedir. Zira Osmanlılar bahsinde Yeniçerilerin kuruluş sebebi olarak Türk askerlerinin kent surlarını yarma yeteneğine sahip olmamaları gösterilmişti (Beck vd., 2009: 420-421).

Thomson Wadsworth World History’de Selçukluların eski Abbasi İmparatorluğu üzerinde siyasi egemenlik kurmasının İranlı Şiîler üzerinde olumsuz etki bıraktığına değinilmiştir: “Şiîler Türkleri İslam’ın hakiki inancına ihanet eden gaspçı yabancılar olarak gördüler. Rejimin en korkulu düşmanları Kahire’de eğitim görmüş olan ve Haşhaşîler adlı örgütü kuran İranlı Hasan Sabah idi. Haşhaşîler Hazar Denizi’nin güneyindeki dağlık dağlardaki üstlerinden devlet yöneticilerine ve diğer önde gelen siyasi ve dinî şahıslara dehşet saldılar” Thomson Wadsworth World History bunların bugünkü El-Kaide’ye benzediğini ve 13. yüzyılda Moğollar tarafından ortadan kaldırıldıklarını da eklemektedir (Dukier ve Spielvogel, 2006: 196–197).

4.3. Timur ve İmparatorluğu

Timur için ders kitaplarında kullanılan isimlere baktığımızda “Timur-Lang” (Bower ve Lobdell, 2005: 128). “Timur Lenk” (Spielvogel, 2008: 286). “Tamerlane” (Dukier ve Spielvogel, 2006: 249). gibi isimler yaygın olarak karşımıza çıkmaktadır23.

“Göçebe fatihlerin sonuncusu” (Dukier ve Spielvogel, 2006: 249). olan Timur Amerikan tarih ders kitaplarında daha çok Moğol kökenli olarak gösterilmektedir:

22 Bkz. Ek–17

“Timur Orta Asya’daki bir Moğol kabilesinden gelir. O Cengiz’in soyundan geldiğini iddia etmiştir” (Bower ve Lobdell, 2005: 128).

Osmanlıların 1402’de Moğol savaşçısı Timur’a yenilmeleri kısa süreli bir geri çekilmeye sebep oldu” (Dukier ve Spielvogel, 2006: 421).

Thomson Wadsworth World History’de Timur İmparatorluğu ile ilgili haritanın yan tarafındaki açıklamada “14. yüzyılda Moğol kökenli dehşet verici bir fatih olan Timur Orta Asya’da başkenti Semerkant olan kısa süre varlığını sürdüren bir imparatorluk kurmuştu.” ifadesine yer verilmiştir (Dukier ve Spielvogel, 2006: 250). Glencoe World History Timur’u “Türkik Fatih” olarak nitelemiştir: “Timurlenk Pamir’in kuzeyinde Semerkant’ta kurulan bir Moğol devletinin yöneticisi

idi. Semerkant’ta 1330’lar da doğan Timur 1369’ da iktidarı devraldı ve hemen fetih harekâtına başladı ( Spielvogel, 2008: 286).

Türkiye’de ise Timur genelde Türk kabul edilmekte, kurduğu devlet de cumhurbaşkanlığı forsunda mevcut 16 büyük Türk devletinden biri sayılmaktadır. Ülkemizde okutulan Tarih ders kitaplarında da durum aynıdır. Mesela Lise 1. sınıf için hazırlanan tarih kitaplarında şu ifadelere yer verilmektedir:

“Türk tarihinin en büyük komutan ve devlet adamlarından biri olan Timur, 1336 yılında Semerkant yakınlarındaki Keş kentinde doğdu. 1369 yılında Belh yakınlarında emir ilan edildi. Daha sonra Semerkant’a gelerek burasını kendine başkent yaptı” (Kara, 2004: 200).

“Timur Cengiz soyundan gelmediği için emir unvanını kullanmıştır. Egemenliğini yasallaştırmak için de başta Çağatay soyundan kendine bağlı göstermelik bir han bulundurma gereksinimi duymuştur” (Gündoğdu ve Bulduk, 2006: 174).

Timur’un kökeni halen tartışılmakta ve bu konu ile ilgili değişik fikirler öne sürülmektedir24.

Elimizde Timur’un soyunu belirten bir taş mevcut olup, bu taş torunu Uluğ Bey tarafından Isık göl civarından getirilip Semerkant’ta yazılarak Timur’un mezarı üzerine dikilmiştir. Buna göre Emir Timur’un nesebi şöyledir: Küregan b. Emir Turagay b. Emir Berkel b. Emir İlengir b. Emir İcil b. Emir Karaçar Noyan b. Emir

Suguççin b. Emir Erdemci Barulas b. Emir Kaculay b. Emir Tumanay. Tumanay Cengizin beşinci göbekten atası olduğundan Cengiz ile Timur’un soyu birleşmektedir (Aka, 1995: 10). Ancak Moğol ananesine göre Tumanay’ın oğullarından Kaydu Han han olduğundan onun soyundan gelen Cengiz Han da han olma hakkına sahipti. Timur’un soyundan geldiği iddia edilen Tumanay’ın diğer oğlu Kaçulay ise hanlık yapmadığından Timur da han olma hakkına sahip değildi. Bu nedenle Timur’un hiçbir zaman hanlık iddiasında bulunmadığı söylenmektedir (Kafalı, 1997: 336). Timur’un Gazan Han’ın kızı ile evlenmesi, han unvanını kullanmaması bunun yerine Emir, Emirü’l-Kebir, Sahip Kıran ve iç güveyisi anlamına gelen Küreken unvanlarını kullanması da bunu göstermektedir.

Her ne kadar Timur’un mezarına dikilen ve nesebini belirten taşta Timur’un Cengiz Hanla soyu birleşmekte ise de Timur hiçbir zaman böyle bir iddiada bulunmamıştır. O iktidarı elde ettiği zaman Cengiz soyundan gelen kişileri kukla hükümdar olarak tahta oturtmuş böylece iktidarı için yasal dayanak elde etmiştir (Roemer, 2007: 44). Buradan hareketle Timur’un Moğol olmadığı ya da A. Zeki Velidi Togan25 ve Mustafa Kafalı gibi tarihçilerin belirttiği gibi Moğolların hanlık hakkına sahip olmayan kısmından geldiği şeklinde bir görüş ileri sürülmektedir26. Timur’un Türkleşmiş Moğol olabileceği şeklinde ileri sürülen bir başka görüş için Hans Roemer’in tespitlerini değerlendirmek gerekir. Bilindiği üzere Çağatay Hanlığı zayıflayınca biri Doğu Türkistan’da İli nehri üzerinde bulunan Moğolistan; diğeri, Maveraünnehir olmak üzere iki kola ayrılmıştır. Bunlardan ilki İslam’ın kökleşmediği Moğol geleneklerinin hâkim olduğu bir bölgeydi. Diğeri ise İslamiyet’i kabul eden Türkleşmiş Moğolların yaşadığı bir bölgeydi. Bunlara Karaunas27 denilmekte idi. 1346’ya kadar Karaunaslar daha önce bu bölgeyi idare eden Çağatay hanlarının yerlerini aldılar. Maveraünnehir’de bulunan bu insanlar buranın yerli

25 Zeki Velidi Togan da Timur’ un Cengiz’in mensup olduğu Börçegin sülalesinin hanlık

etmeyen bir şubesine mensup olduğunu, Timur’un aslen Moğol olup Barlas kabilesinden geldiğini belirtir ( Togan, 1981: 64).

26 Ünlü tarihçi Barthold Timur’un aşağı tabakadan, yol kesici ve asil olmayan birisi

olduğunu kendini asilzade tanıtmak ve Cengizhan ile aynı soydan geldiğini göstermek için sahte bir soy kütüğü düzenlemiş olduğunu yazar. Ancak Roemer’e göre Timur hiçbir zaman Cengiz soyu ile akrabalık iddiasında bulunmamıştır (Aka, 1995: 11; Roemer, 2007: 44).

27 Karaunasın anlamlarından biri Maveraünnehirdeki Türk-Moğol nüfusudur diğer anlamları

nüfusu içinde asimile oldular. 14. yüzyıla kadar bu asimilasyon Maveraünnehir ve ötesindeki Sistan gibi yerlere ulaştı. Bu asimilasyon sürecinden etkilenenler arasında Timur’un mensup olduğu Barlas kabilesi de vardı (Roemer, 2007: 43). Barlas kabilesinin Türkleşmiş olması, dilinin Türkçe olması ve Timur gibi mensuplarının bu dili kullanması Timur’un Türkleşmiş Moğol olduğu şeklindeki iddialara kanıt olarak gösterilmektedir.

Timur için Amerikan tarih ders kitaplarında çizilen portreler olumlu özellikler taşımamaktadır. Timur genelde zeki ama düşmanlarına acımayan, katliamlar yapan büyük bir fatih olarak tanıtılmaktadır.

Thomson Wadsworth World History’de Tuğluk hanedanının hâkimiyeti döneminde yaşamış olan Şair Hüsrev’in Hindistan’ın mutluluğunu anlattığı şiirine yer verilerek Timur’la birlikte bu mutluluğun sona erdiğine değinilmiştir:

“Tuğluk hanedanı yavaş yavaş çökmeye başladı. 1398 yılında yeni bir askeri güç kuzeybatıdan başkent Delhi’yi istila etti ve ondan sonra geri çekildi. Bazı çağdaş tarihçilere göre 100 bin kadar Hindu mahkûm kent kapılarının önünde katledildi. Bu Hindistan’ın Timur’la ilk karşılaşması idi” (Dukier ve Spielvogel, 2006: 249). Glencoe World History’de Timur’un isyan eden İranlıların kafataslarından kule yapması gibi bir örnekle Timur’un oldukça acımasız olduğu anlatılmaya çalışılmıştır: “Timurlenk bugünkü Irak’tan Hindistan’a, Umman Denizi’nden bugünkü Kazakistan’a uzanan bir imparatorluk kuran zeki bir savaşçıydı… Onun düşmanlarına ve fethettiği yerler halkına olan merhametsizliği efsanevidir. Örneğin 1395’te hâkimiyetinde bulunan İranlılar Timur’a isyan etmeyi denedikleri zaman kentin tüm sakinleri öldürüldü ve kurbanların kafataslarından kule yapıldı” (Spielvogel, 2008: 286).

McDougal Littell World History’de Delhi Sultanlığı’nın anlatıldığı bölümde Timur’un Delhi’yi bütünüyle tahrip ettiği belirtildikten sonra olaya tanık olan birinin “aylarca hiçbir kuşun kentte uçmadığı” şeklindeki ifadesine yer verilmiştir (Beck vd., 2009: 516).

Osmanlı Devleti’nin anlatıldığı kısımlarda da Timur’dan bahsedilmekte ve Timur’un Osmanlı Devleti’nin genişlemesini engellediği vurgulanmaktadır:

“Osmanlı Devlet’inin yükselişi 1400’lerin başında Orta Asya’da Semerkant’tan asi ve fatih bir savaşçı tarafından durduruldu… Avrupalıların Tamerlane dedikleri

Timur, 1402 Ankara Savaşında Osmanlı kuvvetlerini ezdi. Bu yenilgi Osmanlıların genişlemesini engelledi” (Beck vd., 2009: 508).

V.BÖLÜM

Benzer Belgeler