• Sonuç bulunamadı

Osmanlı tarihinde içkinin serbest olduğu, meyhanelerin en parlak yıllarını yaşadığı, içki içmenin kendi kültürünü yarattığı, şiir ve şarkıda yansıttığı dönem Lale Devri olmuştu. Padişah ve sadrazam tarafından desteklenen şairler değişen İstanbul hayatını şiirlerine yansıtmışlardır. Şair Nedim:

“Destide, kadehte doyamam görmeye bari

Ey gevher-i şeffaf senin mahzenin olsam.”112 demekteydi.

Lale Devrinin Patrona Halil isyanı ile sona ermesi, zevk ve eğlence dönemini de sona erdirmişti. Toplumsal huzursuzlukların artması, savaşlar, Osmanlı-Rus-Avusturya, Osmanlı-İran savaşlarının arka arkaya yaşanması yeniden içki yasağını beraberinde getirmişti. 1746’da yasak yeniden konulup, İstanbul ve çevresine bir damla rakı ve şarabın sokulmaması buyurulmuştu. Bu fermanla İstanbul’da bulunan Hristiyan devletlerin elçileri ile tercümanları, oranı devletçe

111 Kahvehanelerin kapatılması fikrini padişaha uygulatan Kadızade Efendi tarafından, Cibali

yangınının kahvehanelerde tütün içerken uyuyakalan tiryakilerin düşürdüğü ateş sonrası çıktığı söylenmiş ve olası yangınların önünü almak için kahvehane ve meyhanelerin kapatıldığı duyurulmuştu. Uğur Akbulut, “Tanzimat ve Meşrutiyet Dönemlerinde Kahvehanelerden Kaynaklanan Sosyal Sorunlara Dair Bazı Tespitler”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları

Enstitüsü Dergisi(TAED), 54, Erzurum, 2015, s.566.

112 “Seni testide kadehte görmeye doyamam bari ey saydam şarap, ben senin mahzenin olsam”

Sülker, 1985, s.161; Lâle Devri’nde ülkemize gelen Lady Monteque’nun mektuplarında, bağ bozumunda, şarap satışında hatta yeni bir şarap fıçısını açmak için bile para ödemek zorunda kaldıklarından bahsedilmekteydi. Lady Montaqu, Türkiye Mektupları (1717-1718), (Çev. Aysel Kurutluoğlu), 1001 Temel Eser, İstanbul, s.170.

belirlenecek ancak kendilerine yetecek ölçüde şarap getirebileceklerdi. Bu şaraplar da Bostancıbaşı’nın kontrolünden geçecek ve dışarıya satılamayacaktı113.

I.Mahmud zamanında üzüm fazla pahalılaşınca padişah hatt-ı şerif ilan ederek –iaşecilik (provizyonizm) ilkesi gereği olarak- hiçbir vatandaşın evinde şarap yapamayacağını bildirdi. Ancak bazı Hristiyanlar (onlar da gizli olarak) zabıtaya ödenen büyük paralar karşılığında şarap yapabilmekteydi. Şarabı bir yerden bir yere nakledenlerin ise korkacağı bir husus yoktu. Çünkü şarap umumiyetle şehirlerin dışında yapılırdı çünkü daha ucuza mal olmaktaydı. Hristiyanlara karışmayan polis, nefesi şarap kokan bir Müslüman'a rastlasa derhal tevkif ederdi114.

Devlet, önceliği olan halkın temel ihtiyaçlarının karşılanması için tedbirler almaya devam etmekteydi. 1755 yılında Galata Kadısı ve Voyvodası ağaya verilen bir emirname ile Galata, Beşiktaş ve Hisar’dan Boğaz’a kadar olan havalideki bağlardan elde edilen üzümlerin (içki yapımı için) kefere ve Yahudilere verilmeyip, yemek için Müslümanlara verilmesi tenbih edilmişti. Üzümlerin gayrimüslimlere verilmesi durumunda bağ sahiplerinin cezalandırılacakları bildirilmişti115. Belirtilen alanlardaki üzüm miktarı, sadece Müslüman halkın yemek ihtiyacını karşılamaya yetecek ölçüde olmuş olmalıydı. Zira üretim bol miktarda olsaydı fazla miktarın içki yapımı için kullanımında herhangi bir sakınca görülmezdi.

18. yüzyıl sonlarına doğru III. Selim döneminde toplumsal bozulmalara da engel olmak için “halkın son zamanlarda içkiye düştüğünü, sarhoşluk vakalarının arttığını haber alan Padişah, ‘öyleyse meyhaneler kapansın’ emrini vererek rakı ve şarap alım satımını kesin şekilde yasaklamıştı”116. İçki yasağındaki asıl sebep, orduların cephelerde savaştıkları sırada yenilgi haberleri İstanbul'a ulaşırken İstanbul'un neredeyse bir eğlence mekânı haline gelmiş olmasıydı. Özellikle Boğazlar, gayrimüslim reaya kayıklarının ve gemilerinin sabaha kadar cirit attıkları, içkili ve sarhoş insanların Topkapı Sarayı’nda padişahın duyacağı şekilde bağırıp çağırarak eğlendikleri yerler olmuştu. 1790 yılı arifesinde Boğazlar’da buna benzer

113 Reşad Ekrem Koçu, Tarihimizde Garip Vakalar, Varlık Yayınları, İkinci Basılış, İstanbul, 1952,

s.48.

114 D’Ohsson, 1973, s.46.

115 Ahmet Akgündüz, Şer’iye Sicilleri, C. 2, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1989,

s.161.

116 Sadi Irmak, Behçet Kemal Çağlar, Cevdet Paşa Tarihi’nden Seçmeler, Başbakanlık Kültür

olaylar o kadar artmış olmalı ki III. Selim sadrazama gönderdiği bir hattında "son bir defa daha söyle, edepsizlik etmesinler" diyerek çoğu kez insanları içkili olarak gezmemeleri ve bağırıp çağırmamaları konusunda uyarmak zorunda kalmıştı117. Devlet, mekânları kapatma girişimini sıklıkla tekrarlasa da aslında bir bakıma bu mekânları kanıksamıştı. Daha doğrusu, mekânları kapatması Müslüman kesimin şikâyetlerini azaltmaya kısmi çözüm olmakla birlikte diğer yandan devletin ekonomik kaybı olmaktaydı. Bu nedenle devlet sosyal ve ekonomik etkenler arasında sıkışıp kalmakta, ürettiği çözümler paralelinde git-geller yaşamaktaydı. Mesela Ağakapısı salmaları, İstanbul’da bazı yasakçılar ve kollukların masrafları, meyhanelerden tahsil edilen aylıklarla ödenmekteydi. Çok sayıda meyhanenin birden ortadan kaldırılması, masraflarını buradan aldıkları aylıklarla karşılayan bu kurumları ve geçimlerini bu meyhanelerden sağlayan reaya taifesini zora sokacaktı. Bu nedenle birden kapatılması kolay olmayacaktı. Her ne kadar devlet ve toplum tarafından hoş görülmese de bu artık sosyal bir gerçek olmuştu118. Daha önce olduğu gibi, bu dönemde de yine ekonomik ve toplumsal kaygılar ağır basmaktaydı. İstanbul, Galata ve Boğaziçi'nde içki yasağından etkilenen bir diğer kesim İstanbul'da bulunan yabancı elçiliklerin temsilcileri ve buralarda görev yapan gayrimüslimlerdi. İçki yasağı kararının alınmasından sonra onlar da yasaklar kapsamında ihtiyaçlarını temin edemez olmuşlardı. Birkaç defa elçilik temsilcileri Sadaret’e müracaat ederek içki yasağının kendilerini kapsamamasını talep ettilerse

117 Osman Köse, “XVIII. Yüzyıl Sonları Rus ve Avusturya Savaşları Esnasında Osmanlı Devletinde

Bir Uygulama: İstanbul’da İçki ve Fuhuş Yasağı”, Turkish Studied Türkoloji Araştırmaları Dergisi, Volume 2/1, Winter 2007, s. 117.

118 İstanbul'un durumunu en iyi bilen Sekbanbaşı’nın getirdiği bir öneri sadrazam tarafından uygun

bulunarak padişaha arz olunmuştu. Buna göre, “meyhanelerin hepsi kapatılmalıdır fakat reayanın

bekârları için şehrin kenar yerlerinde iki üç tane meyhane açık bırakılmalıdır. Meyhanelere Müslümanların girmemesi için kapılarına güvenlik görevlileri konulmalıdır. Bu şekilde hem bekârlar buralara giderek meşgul olurlar, hem de salmalar ve yasakçıların vs. masrafları eskiden olduğu gibi tahsil edilmeye devam edilirdi.” Padişah III. Selim, içkinin "külliyen ehl-i İslam'dan men'ini" istemekteydi. Bu konudaki uygulamanın esaslarını şeyhülislama ve sadrazama bırakmıştı.

Ancak şeyhülislama göre meyhanelerin men’i ancak hepsinin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olabilirdi. Bir yandan konu ile alakalı müzakereler devam ederken diğer yandan meyhaneler kapatılıyordu. Meyhanelerin mühürlenmesi en çok reayayı sıkıntıya sokmuştu. Çünkü birçoğu geçimini bu alandaki işlerle sağlıyorlardı. Sekbanbaşı çözüm olmak üzere, ‘meyhanelerde ve

İstanbul dışından gelen ve bekletilen kayıklarda bulunan içkileri, on günlük zaman zarfında reayaya satma’ önerisi getirdi. Öneri padişah tarafından da kabul edilerek on günde Sekbanbaşı, Bostancıbaşı

ve Galata Voyvodası’nın nezaretinde meyhaneler ve kayıklardaki içkiler reayaya satıldı. İçkiler satılırken çok titiz davranılmıştı. III. Selim'in "eğer Müslüman'dan bir kimesne sarhoş görülürse

sual kangı kâfirden aldı ise katlolunsun" emri gereği Müslümanların bu alışverişe

karıştırılmamasına önem verildi. Böylece içkilerin sahipleri olan gayrimüslim tebaanın zararı da önlenmiş oldu. Sekbanbaşıya göre "meyhane isminin ortadan kalkması" ancak meyhane olarak kullanılan binaların kömür mağazası veya başka bir iş yerine tahviliyle mümkün olabilirdi Köse, 2007, s.118-119.

de bu konudaki ısrarlar pek dikkate alınmadı. Meyhanelerin yıkılmasından sonra İngiltere elçisinin on varil, Felemenk elçisinin iki şişe şarap almak için son müracaatı, bir defaya mahsus olmak üzere kabul edilmişti. Padişah III. Selim'in onayıyla elçilik mensuplarına "kifayet miktarı" satın almalarına izin verildi119. Sultan Selim, İstanbul’da müskirat120 yasak olduğu halde Fransa elçisinin

Tekirdağı’ndan getireceği şarabın İstanbul’a nakli için Tekfurdağı kazası naibine zabitan ve iskele eminine hüküm göndererek ihtiyaçlarının karşılanmasında yardımcı olunmasını emretmişti121.

İçki ve meyhane yasağının takibinde İstanbul'daki yerel görevlilerden kaynaklanan su-i istimallerden dolayı ilk zamanlar uygulamada aksaklıklar görülmüştü. Bazı görevliler rüşvet karşılığı meyhane ve içki satışı konusunda müsamahakâr davranıyorlardı. İstanbul Bostancıbaşısı, aldığı rüşvetlerin etkisiyle olsa gerek, meyhanelerin tamamen yasaklanması ve yıkılması emrine rağmen, Boğaziçi'nde bazı meyhanelere ruhsat vermekle kalmıyor, kayıklarla Adalar’dan ve diğer yerlerden gelen içkilerin Boğaz’a getirilmesine ve bunların satışlarının yapılmasına göz yumuyordu. Bostancıbaşı, Boğaz’a şarap yüklü gelen her kayıktan akçe alıyordu. Yapılan denetimler, şikâyetlerin doğru olduğunu ortaya çıkarmıştı. Bostancıbaşı azledilerek "sa'ire ibret için" Rodos Adasına sürülmüştü.122

Uygulanan yasaklara rağmen, İstanbul'da içki bulmak çok zor olmuyordu. Çünkü ihtiyacı karşılamak üzere bazı yörelerde gizlice içki satılmaktaydı. Meyhaneler ve içki satılan yerler kapalı olduğu ve kayıkların Galata ve Boğazlar’a gelerek alenen içki satış imkânları olmadığı için, mevcut yasağı delmenin yolu hemen bulunmuştu. İstanbul'un belli başlı yörelerinde bu işi yapan "ayaklılar” türemişti. Çünkü toplumda artan bir şekilde talep vardı. Bu talebin karşılanması bir şekilde mümkün olmalıydı. İçkiler, ayaklılar ile İstanbul'un her tarafına

119 Köse, 2007, s.119.

120 Müskirat: Sarhoş eden, sarhoşluk veren şeyler; alkollü içkiler. Devellioğlu, 1986, s. 884;

tdk.gov.tr.

121 “Hamr, arak ve benzeri içeceklerin İslam’da haram olmasına binaen İstanbul’da, Galata ve civarında ne kadar meykede varsa hepsinin kapatılması ve diğer eşyaları için mağaza ve dükkânlar olmak üzere bozulup değiştirilmesi konusunda, bundan önceki iradem uygulansın. Meykedelerdeki çeşitli içkiler de kaldırılıp Hristiyanlara satılması için meyhaneler boşaltılsın. Fransa elçisi ve beraberindekilerin ihtiyaçları gereği getirilecek olan içki, Tekirdağ’dan satın alınıp Fransız gemilerine yüklenerek İstanbul’a getirilsin. Miktarı belirli şekilde getirilen içkiler İstanbul’da Bostancıbaşı ve Topçubaşı’nın kontrolünde Beyoğlu’ndaki Fransız elçisinin evine ulaştırılsın.

(1790-1791). Ahmed Refik, Onüçüncü Asr-ı Hicrî’de İstanbul Hayatı (1786-1882), Enderun Kitabevi, İstanbul, 1998, s.7.

götürülmekteydi. İstenildiği zaman içkinin bulunabilmesi elbette yerel yöneticilerin ve sorumluların görevlerini yapmadıkları anlamına gelmekteydi. İstanbul'da içki satışının gizli de olsa sürdürülmesi ve bu yöndeki ihbar ve şikâyetlerin yoğun olarak geldiği durumlar, asıl sorumlu olarak görülen Sekbanbaşıların sıkça azlini gündeme getirmekteydi. İçkiye bir takım menfaatler karşılığı alenen göz yumduğu tespit edilenler sürgünle İstanbul'dan uzaklaştırılırken, görevlerini yapmayanlar da "tama'ından, küşküllüğünden; idare, zabt ve rabta kudreti olmadıkları" ile suçlanarak vazifelerinden uzaklaştırılıyorlardı123.

Ayaklıların yanı sıra bazı semtlerde içkinin satıldığı ve içildiği gizli mekânlar türemeye başlamıştı. Bu konuda H. 1205 (1791) tarihli bir hatt-ı hümâyûndan, yasak kararından sonra İstanbul’da bazı evlerin gizlice meyhaneye çevrildiği anlaşılmaktaydı. Bu gizli mekânlar, ahali tarafından doğrudan padişah veya kurumlara şikâyet ediliyor, bu sayede Sekbanbaşı’nın da durumdan haberi oluyordu. Böyle mekânların varlığı tespit edilirse cezası da anında veriliyordu. İçki yapıldığına dair kanaat getirilen evler konusunda padişahın önerisi buranın hemen yıkılması ve sahiplerinin de “salben” (asılarak) öldürülmeleriydi. Ancak kayıtlarda bu öldürülmelerin genelde sürgün veya hapis şekline dönüştürülerek uygulandığı görülmekteydi124.

Yasağın uygulanmasından sonraki sürede çok sayıda kişinin tutuklanması, içki yasağı konusundaki takibatın ilk zamanlarda istenen düzeyde bir azalma gösterdiğine işaret olarak değerlendirilebilir. Ancak sonuçta yine de toplumda içki kullanımına yönelik kesin kararın eksiksiz uygulanamadığını, isteyenlerin yasaklara rağmen bir yolunu bularak içkiyi elde edebildiklerini, insanları alışkanlıklarından vazgeçirmenin kolay olmadığını söylemek pek de yanlış olmayacaktır.

Dönemin vakayii Câbi Said Efendi de bu yasağın nasıl delinerek içki ihtiyacının karşılandığını örnekleriyle anlatmaktaydı: “Sultan Selim ne kadar meykede var ise kapattı. Şarap, rakı ve onlara benzer ne kadar içki varsa hepsini şiddetle yasak etti. Yasağa rağmen içki kullanmaya devam eden birkaç kişi idam olundu. Rumlara ve Ermenilere patrikleri, Yahudilere ise hahambaşı, Müslümanlara içki vermemeleri ve satmamaları için muhkem tembih ettiler, aksi

123 Köse, 2007, s.120-121.

takdirde idam olunacaklarını bildirdiler. Ayyaşların hali kötüleşti ama çok geçmedi el altından içki satanlar da peyda oldu. Mesela bir adam eline bir bülbül kafesi alıp sokağa çıkar, sorana bülbülümü gezdirmeye giderim derdi. Ama kafesin içine bağırsak konulmuş, bağırsaklar da rakı ile doldurulmuştu. Kafesin ağırlığından şüphelenen zabıta, herifi yakalamış, rakıyı meydana çıkarmıştı. Bazıları ise işçi, çamaşırcı kefere karıları tedarik etmişler, bekâr çamaşırı getirip götürmek bahanesi ile çamaşırların içinde gizli rakı ve şarap getirmişlerdi. Teneke boru satan Yahudiler türedi, boruların içi rakı ve şarap dolu. Erbabına rastladıklarında içindekini sunarlar, yabancılara ise ‘satılık değil ısmarlamadır’ derlerdi. Müptelalar evlerinde, bahçelerinde imbikler kurup kendi içkilerini kendileri yapmaya başladılar. Sultan Bayezid tarafındaki imbikçilerde imbik kalmadı…”125