• Sonuç bulunamadı

Gazâlî, din ve siyaseti/devleti iki kurum olarak görüp toplum adına işbirliğine sevk ettiğine göre devlet kurumu içerisinde dinin ve bu kurumun başındaki halifenin fonksiyonları ne olacaktır? Onun, incelemeye çalıştığımız siyasal teorisinde, sosyolojik açıdan din ve devletin birbiriyle karşılıklı etkileşimi nasıl olmaktadır? Bu sorular çerçevesinde öncelikle, Gazâlî’de devlet açısından dinin ne ifade ettiğini görelim.

ve itimat aşılayan hukuki bilgilerdir. Bunun için âhiretin kendisiyle tamamlanacağı dünya hayatının kuralları dini olacaktır.136

Gazâlî’de hâkim olan devlet anlayışı, sırf fonksiyonel değil gerek dünyevi ve gerekse uhrevi sorumluluk taşıyan bir devlet anlayışıdır. Ona göre, sırf kendisini gaye edinen dünyevi bir devlet anlayışı, putperest bir anlayıştır. Din ve akıl üzerine kurulan ideal devletin esas gayesi, mensuplarını nihai mutluluk olan âhiret hayatına eriştirmek olmalıdır. Gazâlî’ye göre insanı mutluluğa ulaştıran üç temel yol; Allah’a itaat, emir ve yasaklarına riayet ve İslam’ın gerekli kıldığı ahlakî faziletleri tatbik etmek137 olduğuna göre, bunların yerine getirilmesini temin edecek kurum devlet olacaktır.

Dinin, devlet açısından ne anlam taşıdığını iktidarın meşruiyet sorununda da görmek mümkündür. Meşruiyet, siyasetin konusu olmasına karşın dini meşruiyet söz konusu olduğunda sosyolojinin de konusu olmaktadır. Gazâlî’ye göre, devletin İslam toplumunun desteğini almış olması gereklidir. Bu anlamda dini bir lider olarak halifeler, Selçuklu sultanlarının İslam toplumundaki meşruiyetlerini de sağlayan bir misyona sahiptirler. Çünkü her ne kadar siyasal iktidar Selçuklu sultanlarının elinde olsa da iktidarlarının dini dayanağı bir başka ifadeyle meşruiyetleri halifenin onları tanımasına, menşûr ve hilat vermesine138 bunun yanında ülkenin dört bir yanında okunan Cuma hutbelerinde isimlerinin geçmesine bağlıdır.139

Anlaşılıyor ki, Gazâlî'ye göre günün şartları gereği Selçuklu sultanının yönetiminin meşruiyeti, halifeye biat etmesine de bağlı olacaktır. Çünkü din işlerinin düzenlenmesi, ancak kendisine itaat edilen bir halifenin (imamın) varlığı ile mümkündür.140 Aslında burada Gazâlî, halifeye de siyasal anlamda bir otorite

136 Bu çerçevede Gazâlî’ye göre, insanlar arasındaki ilişkilerin bir kısmı olan evlenme, fertler arasındaki muameleler, ukûbât denilen cezaî müeyyideler dinin hukuki yorumu olan fıkıh ilminin sadece bir kısmını oluşturmaktadır. Bkz. Gazâlî, Mizânü’l-Amel, s. 277.

137 Gazâlî, Kimyâ-yı Saadet, s. 367-68; Korkmaz, a.g.e., s. 50.

138 Tuğrul Bey Bağdat’a geldiğinde Halifenin huzuruna çıkmış kendisine saygı ve hürmetlerini

sunmuştur. Halife de kendisine hil’at giydirmiş, men’şur (kedisini tanıdığına ve görevlendirdiğine dair verilen bir belge ve rütbe) vermiş, ayrıca onu Rüknü’d-Din (Dinin temeli), “Melikü’l-Meşrık ve’el Mağrib” (Doğu’nun ve Batı’nın hükümdarı) unvanlarıyla şereflendirmiştir. Daha geniş bilgi için bkz.

Ocak, a.g.e., s. 342-343.

139 Gazâlî, İhyâ, c. II, s. 347; Ünlü, Nuri, Anahatlarıyla İslam Tarihi, Başlangıcından-1918’e, İFAV Yayınları, İstanbul, 1984, s. 164.

140 Gazâlî, El İktisâd, s. 283.

yüklemiyor mu? Evet yüklüyor, ama bu otorite içeriği boşaltılmış, geleneksel bir otoritedir. Yani İslam toplumunda halife hala İslam dünyasının birliğini sembolize etmektedir.141 Bu anlamda Selçukluların Müslüman toplum nezdinde kabul görmesi halifeyi tanımasına ve ona tabi olmasına da bağlıdır. Bir başka ifade ile iktidarı elinde bulundurmasına rağmen geleneksel otoriteye de boyun eğmesi gerekmektedir. Bunu bilen Selçuklu sultanları Abbasi halifeleri ile ilişkilerini iyi tutmaya çalışmışlardır. Buna bir örnek olarak, Selçuklu sultanlarından Alparslan’ın kızı Hatice Hatun, dönemin halifesi Kâim Bi-Emrillah’ın veliahtı, El-Muktedî Bi-Emrillah ile evlendirilmiştir. Bu suretle Abbasi halifeleri ile Selçuklu sultanları arasında kurulan akrabalık bu ilişkiyi güçlendirmeye yönelik bir girişim olarak değerlendirilmiştir.142

Yukarıda görüldüğü üzere, fertler arasındaki ilişkilerin ve bu ilişkilere dair verilen hükümlerin geçerliliği de yine Gazâlî tarafından bir halifenin varlığına bağlanmıştır.

Kadılar tarafından kıyılan nikâhların bile geçerliliği bu alandaki bir otoriteye ihtiyaç duymaktadır. Bu da devlet açısından dinin ne ifade ettiğinin bir başka boyutu olarak veya devletin işleyişi açısından din kurumunun bir başka fonksiyonu olarak değerlendirilebilir.

Gazâlîye göre fertlerin devlete ve başkana itaatinde, din önemli bir işleve sahiptir.

O’na göre devlet başkanı (sultan, halife) ‘Allah’ın yeryüzündeki gölgesi’ gibidir.

Dolayısıyla halkın ona itaat etmelidir.143 Burada Gazâlî’nin devlet başkanı için ‘Allah’ın yeryüzündeki gölgesi’ ifadesini konumuz olan din ve devlet ilişkileri açısından ele almamız gerekmektedir. Çünkü din ve siyaset/devlet ilişkisi bağlamında, yöneticilerin Allah’ın gölgesi olarak nitelendirilmesi, yöneticilere ilâhi bir misyon yükleme anlamını da içeren bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak aşağıda açıklanacağı üzere onun söz konusu ifadeyi eserlerinin kimi yerlerinde kullanmasını yöneticilere ilahi bir vasıf yüklemesi şeklinde değerlendirmemiz mümkün gözükmemektedir.

141 Kurtoğlu, a.g.e., s. 227.

142 Algül, Hüseyin, İslam Tarihi, c. III, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1987, s. 356. Ayrıca bkz. Ocak, a.g.e., s. 341-342.

143 Gazâlî, Nasîhati’l-Mülûk, s. 59-60.

Gazâlî’ye göre, “Allah, insanoğlundan iki grubu seçip diğer insanlar üzerine onları üstün kılmıştır. Bunlar peygamberler ve devlet başkanlarıdır.”144 Peygamberleri Allah’a kulluk vazifelerini bildirmek ve onlara doğru yolu açıklamak için göndermiştir.

Devlet başkanları ise insanların birbirlerine karşı münasebetlerini düzenlemek, anlaşmazlıkları çözmek ve geçimlerinin temini noktasında bir zorlukla karşılaşmamaları için seçmiştir. Allah, halkın idarecilerine itaat etmelerini, emirlerine uymalarını emretmiştir. Bu çerçevede halk başkana itaat etmelidir. Başkan da halk arasında adaletli olmalı, zulmü kaldırmalıdır. Ona göre, adaletle yönetmenin esaslarından biri, İslam'ın prensiplerini emretmedir. Öyle ki, yönetici, hiç kimseden dine aykırı bir istekte bulunmamalıdır.145 Böylelikle Gazâlî, halk için başkana itaati din yoluyla meşru kılmaya çalışırken, onu Allah’ın gölgesi şeklinde nitelemesi de aslında başkanı halka adalet ile hükmedip zulmetmemesi için uyaran bir amaca yöneliktir. Çünkü,

“Allah katında yönetme işi (hüküm) en önemli sorumluluklardandır. Her şeyden önce başkan yönetme işinin kendisine bir emanet olarak verildiğini ve hesabının bundan olacağını bilmelidir.”146

Sultan kendisini Allah’ın gölgesi olarak bilirse halkına zulmetmeyecek onlara adaletle davranacaktır. Çünkü bildirildiğine göre, der Gazâlî, “Nasıl ki gölge insanı yakıcı güneşten koruyorsa, devlet başkanı da halkını tehlikelerden koruduğu için Allah’ın gölgesi olarak nitelenmiştir.”147 Yine aynı yerde:

“Sultan, Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir. (…) Bilinmelidir ki, Allah kime hükümdarlık derecesini verirse ve onu yeryüzüne hâkim kılarsa, halka onu sevmek, ona uymak ve itaat etmek düşer. İsyan etmek ve çekişmek caiz değildir.

Allah’ın din verdiği herkesin, hükümdar ve sultanları sevmesi, emirlerinde onlarla itaat etmesi, hükümdarlığı ve sultanlığı onlara Allah’ın bir emanet olarak verdiğini bilmesi gerekir.”

144 Gazâlî, a.g.e., s. 52.

145 Gazâlî, a.g.e., s. 48; Ayrıca benzer ifadeler için bkz. Kimya-yı Saadet, s. 370.

146 Gazâlî, Nasîhati’l-Mülûk, s. 26.

147 Gazâlî, a.g.e., s. 52.

demek suretiyle aslında siyaseti, din vasıtasıyla meşrulaştırmaya çalışmaktadır.

Devlet başkanına bu ifadeyle verilen nitelik bir anlamda yönetilenler katında sultana meşru egemenlik hakkı sağlamakla birlikte sultanın mutlak bir yetkisinin de olmadığını belirtmektedir.

Bu konuyla alakalı olarak İhyâ’da halifelerin, (devlet başkanları) peygamberlerin yalnızca dünyevi özelliklerini aldıklarını, diğer dini liderliğin peygamberlik ile son bulduğunu ifade etmektedir:

“Din ve dünya işlerini bir araya getirmek herkese nasip olmaz. Bu ancak insanların dünyevi ve uhrevi işlerini idare edecek olan peygamberlere nasip olmuştur. Çünkü onlar ilahî vahiyle takviye edilmişlerdir. Diğer insanlar için böyle bir şey söz konusu değildir”148

Buradan da anlaşılacağı üzere idarecilere ulûhiyet verilemeyeceğinin altını çizmektedir. ‘Allah’ın gölgesi’ ifadesini bu çerçevede değerlendirmek gerekmektedir.149