• Sonuç bulunamadı

Din-Devlet İlişkisi Tipolojileri

(peygamberden sonraki yüzüncü halife) Abdülmecid, Paris’te 1944’te sürgünde iken hayatını kaybetmiştir.131 Bu tarihe kadar manen halife idi. Naaşı 1954 yılında Medine’ye, ilk halifenin metfun olduğu şehre nakledilmiştir. Dolayısıyla hilafet başladığı yerde son bulmuştur.132

Konuya din ve devlet ilişkileri açısından bakacak olursak, İslam’daki hilafet ve bu kurumun başındaki halife Hıristiyanlıkta olduğu gibi yanılmaz ve kutsal bir anlam çerçevesine sahip değildir. Fakat idari kaynak ve sınırlamaların çoğu dinidir. Bu anlamda Hz. Ömer bir yanlış anlamaya meydan vermemek ve hükümranlığı kutsallaştırmaktan uzak tutmak için “Halife-i Rasulullah” (Rasulullah’ın Halifesi) unvanı yerine “Emiru’l Mü’minin” (Müminlerin başkanı) unvanını getirmiş ve kullanmıştır. Daha önce de Hz. Ebubekir Allah’ın halifesi olmadığını belirtmiştir.133 İbn Haldun Hz. Ebubekir’in Halifelik ile ilgili bu yorumunda halifenin gaip birinin yerine geçme manasını taşıdığını onun için tek ve özel bir insanın Allah’ın halifesi olamayacağını çünkü Allah’ın daima hazır ve nazır olduğu dolayısıyla da bir vekile ihtiyacı olmadığı üzerinde durmuştur.134

Konu hakkındaki araştırmalarımızda dinin, devletten bağımsız ve onu yok saydığı bir modele rastlanmamıştır. Böyle bir sonuç, yukarıda ‘Din ve Toplum’, ‘Din ve Siyaset İlişkisi’ başlıkları altında değinilen dinin toplum ve siyasetten bağımsız olamayacağı gerçeğiyle de örtüşmektedir. Çalışmanın bu kısmında, din-devlet ilişkileri çerçevesinde oluşturulmuş belli başlı modeller üzerinde durmakla birlikte yeni ve farklı bir tipoloji oluşturma çabasında olmayacağız. Ancak çalışmanın İkinci Bölümü’nde Gazâli’nin din ve devlet hakkındaki görüşleri, aşağıda verilen modeller çerçevesinde değerlendirilecek ve onun düşüncesinin hangi modele uygun düştüğü üzerinde durulacaktır.

Din-devlet ilişkilerine dair birçok tipoloji, belli zaman dilimleri esas alınarak yapılmıştır. XVI. ve XX. yüzyıl boyunca din ve devlet ilişkilerine dair geliştirilen modeller Makyavel (1459–1577)’den Gramsci (1891–1937)’ye uzanan bir güzergâh üzerinde devletin mi dine, dinin mi devlete hâkim olması gerektiği konusundaki teorik yaklaşımların temelini oluşturmuştur.135 Batı siyaset tecrübesine dayanarak yapılan din-devlet ilişkileri genel olarak çalışmanın “Batı’da Din-Devlet İlişkileri” başlığı altında sunulmuştur. Kısaca değinmek gerekirse Batı’nın dini ve siyasi tecrübesinde din ve devlet şu ilişki biçimlerinden geçmiştir.

a. Dinin siyaset üzerindeki mutlak üstünlüğü diğer bir ifadeyle siyaseti dine tabi kılan model,

b. Siyasetin din üzerindeki üstünlüğü veya dinin siyasete tabi kılınması, c. Din ve devletin bağımsız olduğu model,

d. Devlet’ten ve toplumdan soyutlanmış, tamamen pozitif temellere dayanan, din ve devlet ilişkilerine olumsuz bakan model,136

Din ve devlet ilişkileri hakkında tipoloji geliştirenlerden birisi, Fransız araştırmacı Jacgues Robert’tir. Robert, din-devlet ilişkileriyle ilgili tipoloji denemesinde kilise-devlet ilişkilerini baz almakla birlikte, genel olarak din ve kilise-devlet arasındaki ilişkilerin üç modelde kendini gösterdiğini belirtmektedir.137 Bunlardan birincisi kilise ile devletin iç içe olduğu (confusion) model, yani teokrasidir. Robert, Müslümanların kurduğu

135 Vergin, “Din ve Devlet İlişkileri”, s. 99.

136 Barbier, a.g.e., s. 15-177.

137 Robert, Jacgues, Batı’da Din-Devlet İlişkileri, çev. İzzet Er, İz Yayıncılık İstanbul, 1998, s. 17-40.

devletleri bu kategoride ele alır.138 İkinci model, kilise ile devletin ayrı ayrı fakat birlikte (Union) olduğu modeldir. Bu model kendi içinde “dini tanıma”, “devlet dini” ve

“dinin benimsenmesi” şeklinde üç ayrı formüle ayrılır. Üçüncü model ise din ve devletin birbirinden ayrılmasıdır (separation) ki bu modelde kendi içerisinde şu alt modelleri ihtiva eder.139 “Umumi ilgisizlik”, “Düşmanca Ayrılış” ve “Sempatizanca Müsamaha.” Robert’in tipolojisi özetle din ve devletin kaynaşması, birleşmesi ve ayrılması şeklinde yorumlanabilir.

Din ve devlet ilişkilerine dair diğer bir tipoloji Gustav Mensching’e aittir.

Mensching’e göre din ile ilişkileri bakımından devlet ve yönetim biçimleri şöyledir.

a. Milli dini egemenlik: Bu, ilkel, karizmatik krallık, Tanrı tarafından istenen krallık ve teokrasi olmak üzere üç kısımda ele alınmaktadır.

b. Evrensel din ve devlet: Bu model de, ‘dinin devlet karşısında ilgisizliği’,

‘hakimiyet şekli olarak din’, ‘din ve devletin rekabeti’ ve ‘devlet dini ve devletin tanrılaşması’ şeklinde dört biçimde şekillenmektedir.140

Ejder Okumuş, din-devlet ilişkilerini meşruiyet ekseninde değerlendirmiş ve tipolojisini iki ana grupta tasnif etmiştir.

a. Meşruiyetini temelde dinden alan devlet: Bu model kendi içerisinde dört kısma ayrılmıştır.

— Din ile yönetimin bir olduğu devlet — Dine tabi devlet

— Dinin yönetime tabi olduğu devlet — Şibih-laik (quasi-laik) devlet

b. Meşruiyetini temelde dinden almayan devlet:

— Din ve siyasetin birbirinden ayrıldığı (laik) devlet.141

Yukarıdaki bilgiler göz önünde bulundurulduğunda, din ve devlet ilişkilerine dair tipolojiler, toplumların tarihi gelişim aşamaları incelendiğinde ilkel toplumlarda din

138 Robert, a.g.e., s. 20-21.

139 Robert, a.g.e., s. 23, 31-40.

140 Mensching, Gustav, Dinî Sosyoloji, çev. Mehmet Aydın, Tekin Kitabevi, Konya, 1994, s. 116-130;

Okumuş, a.g.e., s. 183.

141 Okumuş, Meşruiyet Ekseninde Din ve Devlet, s. 182 vd.

ile devletin özdeş olduğu, ortaçağ toplumlarında din ile devletin birleştiği ve günümüz modern toplumlarında ise din ve devletin ayrıldığı genellemesine ulaşmak mümkündür.

İKİNCİ BÖLÜM

GAZÂLÎ’DE DİN VE DEVLET İLİŞKİSİ

I. GAZÂLÎ’NİN DİN ANLAYIŞI

Her çağın, yetiştirdiği düşünürler üzerinde önemli etkileri olmuştur. Gazâlî, içinde bulunduğu Ortaçağ’ın karakterine uygun olarak dinî bir dünya görüşünü savunmuş ve bunu eserlerine de yansıtmıştır. Bundan dolayı onun düşüncesinin objesini dinin teşkil ettiğini söylemek mümkündür. Eserlerinde, aklî yorumlarını dini nass’lar ile (Kur’an, Sünnet) desteklemeye çalıştığı gibi dini izahlarını da akli yorumlarla temellendirmeye çalışmıştır. Bu şekliyle dini konularda ciddi bir Sünnî çizgiyi takip ettiği görülür.

Yukarıda da (Giriş kısmında) belirtildiği üzere, Gazâlî’nin yaşadığı dönem, fikri alanda Şii-Sünnî çatışmalarının doruk safhaya ulaştığı, İslam toplumunun dini alanda buhran içinde olduğu bir dönem olmuştur. Din anlayışının temelinde ise insanın gerek dünyadaki gerekse âhiretteki iyiliği ve mutluluğunu sağlama çabası yatmaktadır. Bu anlamda siyaseti de söz konusu idealini gerçekleştirmeye yönelik bir araç olarak görmektedir.

Gazâlî’nin din anlayışını kapsamlı bir şekilde izah etmek mümkün gözükmemektedir. Zira bir İslam düşünürü olarak ele aldığı hemen her alanı din çerçevesinde İslami kaynaklara bağlı kalarak açıklamakta ve yorumlamaktadır. Bu şekliyle din, Gazâlî’nin çok yönlü ilmî kişiliğinin değişmez, sabit bir unsuru olarak görülmektedir.1 Bunun yanında onun bir filozof, bir kelamcı, bir fakih, bir psikolog, bir sosyolog, bir siyaset ve ahlak teorisyeni olduğunu da kabul edersek; bu kadar çok yönlü, ilmi bir kişiliğe sahip olan Gazâlî’nin her alanında temel ölçüt olarak ele aldığı dini görüşlerini bütün yönleriyle ele almamız çalışmamızın kapsamını aşmak olacaktır.

Ancak araştırmanın bu kısmında asıl konumuz olan din ve siyaset ilişkilerini ilgilendirdiği ölçüde onun din açısından dünyaya, insana, topluma, ahlaka ve siyasete nasıl baktığını yansıtmaya çalışacağız.

Hayatının sonlarına doğru tamamen yöneldiği tasavvuf da onun din anlayışını önemli ölçüde etkilemiştir. Eserlerine genel olarak bakıldığında din, ona göre, dünya ve âhiret mutluluğu için insanın uyması gereken kurallardır.2 İleride de görüleceği üzere insanoğlunun dünya ve âhiret mutluluğu için din olgusu önemli bir argüman olmakla

1 Aydınlı, Yaşar, Gazâlî: Muhafazakar ve Modern, Arasta Yayınları, Bursa, 2002, (önsöz içinde)

2 Gazâlî, İhyâ, c. I, s. 451 vd. ; Nasîhatü’l-Mülûk, s. 25 vd.

birlikte, hem birey hem de toplum için zaruri bir ihtiyaçtır. İnsanoğlunun beden ve ruhtan oluştuğuna dikkat çeken Gazâlî’ye göre, beden için hava, su ve gıdanın lüzumu ne ise aynı şekilde ruh için de bazı gıdalara ihtiyaç vardır ki, ruhun ihtiyaç duyduğu gıda din’dir. Bu, bireyler için böyle olduğu gibi toplumlar için de böyledir. Çünkü toplumsal düzenin sağlanması, güven ve huzurun temin edilmesi, insanlar arasındaki ihtilafların önlenmesi, birlik ve bütünlüğün sağlanmasında din önemli bir rol oynar.

Dini kuralların uygulanması ve düzenlenmesi ise ancak bir otorite/siyasal iktidar yani devlet ile mümkün olacaktır.3 Bu açıdan bakıldığında Gazâlî, sosyal ve siyasi nizamın oluşmasında dine önemli bir yer vermektedir. Öncelikle Gazâlî’ye göre dinin, insan için ne ifade ettiğini izah edelim.