• Sonuç bulunamadı

1. RUSLARIN TRANS-KAFKASYA’YA YÖNELİK “JEO” GEREKÇELERİ

2.1. NÜFUZ ALANI YARATMA/KORUMA/KULLANMA

2.1.3 Demografi Politikası

151

152 Başka bir demografik girişim ise SSCB Dış İşleri Bakanı Vyaçeslav Molotov’un Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper’den 7 Haziran 1945 tarihinde Kars ve Ardahan’ı “1. Dünya Savaşı sırasında Türkiye’den bir buçuk milyon civarında sürülen Ermeni”ye anavatana geri dönüşlerinde yurt olarak vermek üzere istemiştir. Bu istekle birlikte ABD, Ortadoğu ve Balkanlar’da yaşayan Ermenileri Sovyet anavatanına döndürmek için Ermeni diasporaları çalışmaya başlamıştır. Temmuz 1946’da bu çabalara paralel olarak “Anavatana Dönüş” projesi başlatılmış ve bu projede Ermenistan SSC aktif rol oynamıştır751.

Genel ve soyut olarak SSCB’nin Trans-Kafkasya’daki Birlik Cumhuriyetleri’ne yönelik politikalarını Gramcian hegemonik rıza yaratma süreciyle açıklamak mümkündür. SSCB; dil, din ve Rus kimliğini kullanarak Trans-Kafkasya’da “rıza”

yaratmaya çalışmış, başarısız olduğu noktalarda politik amaçlarını sert güçle gerçekleştirmiştir.

SSCB Devlet Başkanları’nın Trans-Kafkasya’daki ve diğer birlik cumhuriyetlerine yönelik politikaları zaman zaman değişiklik göstermiştir. Lenin Dönemi’nin eşitlikçi politikaları Stalin Dönemi’nde yerini otoriter uygulamalara bırakmıştır. Stalin’in terör ve

“Büyük Tasfiye” politikalarından sonra Kruşçev Dönemi’nde Birlik Cumhuriyetleri üzerindeki otoriter uygulamalar eleştirilmiştir. Stalin sonrası konjonktür, de-Stalinizasyon sürecinin de etkisiyle Trans-Kafkasya’da milliyetçi-kültürel muhalefeti beslemiştir. Brejnev Dönemi’nde otoriter politikalar Trans-Kafkasya’da yeniden görülmüş fakat 1975 yılında Helsinki Nihai Senedi’nin imzalanması Trans-Kafkasya açısından bir kez daha milliyetçi-kültürel muhalefeti güçlendirmiştir. Gorbaçov Dönemi’ndeki siyasal dönüşüm Trans-Kafkasya’daki Birlik Cumhuriyetleri açısından bağımsızlık sürecini hızlandırmış fakat Gorçabov Dönemi’nde Kızıl Ordu bölgedeki hareketlere müdahale etmiştir.

Görüldüğü gibi SSCB’nin Birlik Cumhuriyetleri’ne yönelik liberal politikaları, akabinde daha sert müdahaleleri beraberinde getirmiş, sonuç olarak Ruslaştırma ve Sovyet kimliği yaratma süreci orta vadede Trans-Kafkas Birlik Cumhuriyetleri’nin siyasi bağımsızlıklarıyla sonuçlanmıştır. SSCB Dönemi’nde Dağlık Karabağ, Güney Osetya,

751 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Süleyman Seydi, “Sovyetler Birliği’nin Ermeniler İçin Başlattıkları

‘Anavatana Dönüş Projesi’ “, Ermeni Çalışmaları, C. 2, S. 8, Kış 2003, ss. 101-106.

153 Acaristan, Abhazya gibi Trans-Kafkas Cumhuriyetleri arasındaki dondurulmuş problemler 1980’lerin ortalarına kadar silahlı çatışmadan uzak kalmış, dolayısıyla SSCB sadece kültürel değil, yönetim ilkesi (imperum) olarak da hegemonyasını uygulamıştır.

Genel ve soyut bir şekilde ifade etmek gerekirse Sovyet kimliğinin temel çelişkisi, sınıf ve etnik temelli siyaseti aynı anda uygulamasıdır. Bunu yaparken burjuva tipi milliyetçilikten uzak durup, Sovyet üst kimliği çerçevesinde Pan-Sovyetik bir yapı kurmayı amaçlamıştır. Dolayısıyla SSCB farklı bir sosyal kontrat tipi önerse de uygulanan politikalar sonucu Birlik Cumhuriyetleri tarafından Rus Çarlığı’nın başka bir adla devamı olarak algılanmış752, Birlik Cumhuriyetleri’nin otonom yapısı “anayasal bir kurgu”dan ibaret kalmış, yerel dil ve kültürler Sovyet kimliğinin bir parçası haline getirilmiştir753. Eric Hobsbawm’ın ifadesiyle “küçük” bir halkın milliyetçiliği, “dil ya da kültürün ilerlemeye uygunluğu, yalnızca daha büyük bir birim karşısındaki aşağı statüsünü kabul ettiği ya da nostalji ve diğer duyguları içine atarak kavgadan çekildiği kadarıyla” mümkündür754. SSCB, kimlik yaratım sürecinde Eric Hobsbawm’ın ifadesiyle “küçük halk”lardan Proleter Devrim ve Sovyet kimliği adına kendi etnik kimliklerinden vazgeçmesini beklemiştir.

Kısacası SSCB, Rusların eşitler arasında birinci olduğu çok uluslu bir siyasal yapıdır755. Dolayısıyla Çar 3. Alexandr Dönemi’nde 19. yy’da uygulanmaya başlayan

“tek devlet, tek millet, tek inanç” siyaseti756, biçimsel açıdan farklılıklar arz etse de özü itibarıyla SSCB Dönemi’nde değişmemiştir. SSCB’nin oluşturduğu uluslu siyasal yapı Boris Kagalitsky’nin ifade ettiği gibi “çevrenin sağladığı kaynaklarla merkezin daha hızlı koşmasını” mümkün kılmıştır757. Bu hususlar SSCB’nin Trans-Kafkas Cumhuriyetleriyle ilişkilerinde belirleyici olmuştur.

752 Lovell, op. cit., s. 96.

753 Geukjian, op. cit., ss. 79-80.

754 Hobsbawm, 1780’den Günümüze Milletler…, op. cit., s. 59.

755 Hosking, op. cit., s. 594.

756 Ramazan Erhan Güllü, “The Crisis of Armenian Church in Russia (1903-1905) and Its Impact on Ottoman-Armenian Relations”, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C. 17, S. 2, Aralık 2015, s.

243.

757 Kagarlitsky, op. cit., s. 402.

154

BEŞİNCİ BÖLÜM

RUSYA FEDERASYONU’NUN TRANS-KAFKASYA POLİTİKASI (1991-2000)

1991 yılı uluslararası sistem açısından birbiriyle doğrudan bağlantılı iki gelişmenin etkisiyle şekillenmiştir. Bunlar SSCB’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesidir.

Soğuk Savaş’ın iki hegemon gücünden biri olan SSCB’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesi uluslararası sistemdeki önemli dönüşümleri beraberinde getirmiş;

küreselleşmenin uluslararası ilişkilere etkisi, ulus devletin uluslararası sistemdeki rolü, büyük ölçüde supranasyonel bir yapıya sahip olan AB ve ulus altı kimlikler gibi konular uluslararası ilişkilerin gündemini oluşturmuştur758. Soğuk Savaş Sonrası Dönem’de uluslararası sistemdeki değişim ve dönüşüm sadece küreselleşme ve siyasal birimler ekseninde değil gerçekleşmemiş, sistemdeki güvenlik sorunları ve tehditler de çeşitlenmeye başlamıştır. Yeni güvenlik sorunları arasında başarısız devletler (failed states), küresel terör, konvansiyonel olmayan silahların (nükleer ve biyolojik) yayılması, yasadışı göçler, uluslararası kaçakçılık sayılabilir759. Bunların yanı sıra internetin sivil kullanımının yaygınlaşması, iletişim / ağ teknolojisinde yaşanan köklü değişimler ve internet üzerinden zararlı yazılımların kullanabilmesi “siber uzay” ve “siber güvenlik”

gibi yeni kavramları uluslararası ilişkiler literatürüne kazandırmış, uluslararası sistem Soğuk Savaş Sonrası Dönem’de yeni bir güvenlik sorunuyla karşı karşıya kalmıştır760. Siber saldırılar ve siber güvenlik sorunları modern Westphalian uluslararası ilişkilerin ülkesellik (territoriality) ilkesini dönüştürmüş, olası siber saldırılar dünyanın herhangi bir yerinden rahatlıkla gerçekleştirilebilir hale gelmiştir. Bu çerçevede siber güvenlik sorunlarının uluslararası sistemin değişen ve dönüşen yapısı hakkında ipuçları verdiği iddia edilebilir.

Söz konusu değişim ve dönüşüm süreci pek çok siyaset bilimci ve uluslararası ilişkiler teorisyeni tarafından da tartışılmıştır. Örneğin ünlü siyaset bilimci Samuel

758 Gökhan Bacık, Modern Uluslararası Sistem Köken, Genişleme, Nedensellik, 1. b., İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2007, ss. 257-258.

759 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Fikret Birdişli, Teori ve Pratikte Uluslararası Güvenlik, 1. b., Ankara:

Seçkin Yayıncılık, 2014, ss. 107-140.

760 Ali Burak Darıcılı, Siber Uzay ve Siber Güvenlik ABD ve Rusya Federasyonu’nun Siber Güvenlik Stratejilerinin Karşılaştırmalı Analizi, 1. b., Bursa: Dora Yayınları, 2017, ss. 1-3.

155 Huntington Soğuk Savaş Sonrası Dönemi, en kapsayıcı kültürel kimlik olan medeniyetlerin ve medeniyetler arasındaki uyum, çözülme ve çatışmaların belirleyeceğini iddia etmiştir761. Huntington’a göre uluslararası sistemdeki güç mücadelesinde ekonomik ve ideolojik ayrımların etkisi azalmış, kültürel öğelerin rolü ise artmıştır762. “Medeniyetler Çatışması”nın etkili olduğunu iddia eden Huntington bu Dönem’in “tekli çok kutuplu” (unimultipolarity) bir yapıya sahip olduğunu öne sürmüştür. Zira Huntington’a göre uluslararası sistem askeri açıdan tek kutupludur ve hiçbir devlet askeri açıdan ABD ile rekabet edecek düzeyde değildir. ABD’nin dışında sistemde İngiltere, Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC), Fransa, RF, Almanya, Japonya ve Hindistan yer almaktadır763.

Teorik tartışmalara damga vuran bir diğer önemli siyaset bilimci Francis Fukuyama’dır. Fukuyama Soğuk Savaş’ın bitişini liberalizmin zaferi olarak okumuş, liberal demokrasiyi “insanlığın ideolojik evriminin son noktası” ve “nihai insani hükümet biçimi” olarak değerlendirmiştir. Fukuyama’ya göre dünyanın farklı bölgelerindeki farklı devletler liberal demokrasiye ulaşmayı amaçlamış ve liberalizmin ekonomik yönünü oluşturan serbest piyasa ilkeleri dünyada yayılmaya başlamıştır. Bu açıdan sağ ve sol totaliter rejimler uygulanabilir ve Batı düşüncesinin zaferi olarak değerlendirilen liberal demokrasi “tarihin sonu”nu ifade etmektedir764.

Robert W. Tucker da Fukuyama’nın görüşlerine paralel olarak dünyanın her yanında komünizmin sona ermeye başladığını ve bu durumun liberal demokrasinin başarısına karşılık geldiğini ifade etmiştir. Tucker Fukuyama’nın Tarihin Sonu Tezine karşılık, insanlığın tarihin sonu olmasa da Soğuk Savaş’ın sonuna şahit olabileceği değerlendirmesinde bulunmuştur. Tucker’a göre dönüşmekte olan dünya hem yeni bir umudu hem de belirsizliği içermektedir765.

761 Samuel P. Huntington, The Clash of Civilizations and The Remaking of World Order, New York: Simon

& Shuster, 1996, s. 20.

762 Samuel P. Huntington, “The Clash of Civilizations?”, Foreign Affairs, Vol. 72, No. 3, Summer 1993, s.

22. 763 Samuel Huntington, “America’s Changing Strategic Interests”, Survival: Global Politics and Strategy, Vol. 33, No. 1, January/ February, 1991, s. 6.

764 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Francis Fukuyama, Tarihin Sonu ve Son İnsan, çev. Zülfü Dicleli, 1.

b., İstanbul: Profil Yayıncılık, 2011, ss. 11-26; Francis Fukuyama, “The End of History?”, The National Interest, No. 16, Summer 1989, ss. 3-4.

765 Robert W. Tucker, “On Ending the Cold War”, The National Interest, No. 16, Summer 1989, ss. 117-118.

156 Stanley Hoffmann’a göre yeni dönem; Soğuk Savaş Sonrası Dönem ya da Tarihin Sonu gibi yanlış varsayımlarla açıklamamaktadır. Hoffman tarihin yeni bir aşamaya geçtiğini, Soğuk Savaş sonrası dünyanın geçmişteki herhangi bir döneme benzemediğini ileri sürmüştür. Hoffmann’a göre dünya yapısal olarak çok kutuplu bir yapıda olup, gücün de farklı çeşitleri görülmeye başlanmıştır. Örneğin Japonya ve Almanya gibi finansal ve ekonomik güçler, Hindistan ve Çin gibi demografik güçler, ABD gibi askeri-siyasi güçler sistemde yer almaktadır766. Hoffmann’ın görüşlerine paralel olarak Türk diplomasi tarihçisi Oral Sander “Tarih, başlangıcı tam belli olmayan bir noktadan sonu olmayan başka bir noktaya kadar uzanan bir süreçse, ‘sonuç’ noktasını nasıl yakalayacağız?”

sorusuyla tarihin sonunun ve sonucunun olamayacağını ifade etmiştir767.

Joseph Nye’a göre Westphalian Sistem’in ana mekanizması olan güç dengesi Soğuk Savaş Sonrası Dönem’de etkili bir şekilde işleyememektedir. Süper devletlerin hegemonyasından ziyade Soğuk Savaş sonrası sistem; gücün dağılmasını, bölgesel güçlerin sorumluluğunun artmasını ve uluslararası sistemin işleyişinin karmaşıklaşmasını beraberinde getirmiştir. Bu sebeple Nye, Soğuk Savaş sonrası uluslararası sistemi askeri olarak tek (ABD), ekonomik olarak üç (ABD, Batı Avrupa, Japonya) ve siyasal olarak çok kutuplu olarak değerlendirmiştir768. Kissinger’a göre Yeni Dünya Düzeni Soğuk Savaş’tan sonra Japonya, Hindistan, ÇHC, RF, ABD, Avrupa ve küçük-orta büyüklükte birçok devletin yer aldığı, farklı kültürleri temsil eden devletler tarafından kurulmaya çalışılacaktır. Fakat bu devletlerin hiçbirinin çok devletli sistem konusunda deneyimleri bulunmamaktadır769.

Benno Teschke ise Soğuk Savaş Sonrası Dönem’de sınırları belirli egemen devletlerin oluşturduğu klasik Westphalia Düzeni’nin yerini, sınırların öneminin kalmadığı post-modern bir küresel düzenin aldığını iddia etmiştir. Teschke’ye göre küresel yönetişimin görüldüğü ve çok aktörlü uluslararası sivil toplumun oluştuğu, köklü dönüşümlerin görüldüğü yeni düzen, yeni tip çatışma ve işbirliği kurallarını

766 Stanley Hoffmann, “A New World and Its Troubles”, Foreign Affairs, Vol. 69, No. 4, Fall 1990, pp.

115-121.

767 Sander, Siyasi Tarih 1918-1994, op. cit., s. 583.

768 Ibid., ss. 587-588.

769 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Henry Kissinger, Diplomasi, çev. İbrahim H. Kurt, 3. b., İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, Ocak 2002, ss. 16-19.

157 öngörmektedir770. Başka bir ifadeyle Westphalia Barış Antlaşmaları’nın uluslararası sistemin başlangıcı olduğuna dair genel kabulü sorunsallaştıran Teschke, Soğuk Savaş Sonrası Dönem’in sunduğu köklü değişimlerin olduğunu vurgulamıştır.

Yukarıdaki örneklerden ve teorik değerlendirmelerden anlaşılacağı üzere Soğuk Savaş Sonrası Dönemi ifade eden kelime “belirsizlik”tir. Uluslararası sistemdeki köklü değişim ve dönüşümler fark edilmekte ancak aktör ve sistem düzeyindeki “kaos” henüz

“düzen”e dönüşmediği için uluslararası ilişkiler tarihi açısından bir ara dönem yaşanmakta, yeni uluslararası sistem anlamlandırılmaya çalışılmaktadır. Şüphesiz ki Soğuk Savaş Sonrası Dönemi, başta da ifade ettiğimiz gibi SSCB’nin dağılmasından ayrı değerlendirmemek gerekmektedir.

SSCB dağıldığı zaman ABD’li bir yazar “Rusya tehlikeli bir şekilde güçlü iken, şimdi tehlikeli bir şekilde güçsüz hale geldi” diyerek SSCB sonrası yaşanacak güç boşluğunun yaratacağı tehlikenin altını çizmiştir771. Dmitri Trenin’in aktardığı gibi pek çok Rus göre dağılma “ani ve beklenmedik bir zamanda gerçekleşmiş ağır bir hastalık”

olarak nitelendirilmiştir772. Tarihleri boyunca Ruslar pek çok siyasal kaos ve güç boşluklarını yaşamışlar fakat bir şekilde yeniden güçlenebilmişlerdir. Bu durumu Trenin

“Anka Kuşu modeli” (Phoneix Model) olarak ifade ederken773, Trans-Kafkasya olası bir geri dönüşün gerçekleşeceği bölgeler arasında yer almaktadır. Çünkü bölge, Rus tarihi açısından stratejik olduğu kadar sembolik bir anlama da sahiptir.

Daha önceki bölümlerde ifade ettiğimiz gibi Trans-Kafkasya Rusların imparatorluklaşma sürecinin ilk adımı olarak görülmektedir. 19. yy’dan 1918 yılına kadar geçen süreçte Rusların Bölgeye yönelik hakimiyeti ve hegemonyası kesintisiz olarak devam etmiş, Bolşevik Devrimi sonrası bölgede yaşanan güç boşluğu Almanya, İngiltere ve Osmanlı İmparatorluğu tarafından doldurulmaya çalışılmıştır. 1922 yılında SSCB’nin kurulması ve Trans-Kafkasya’nın SSCB devlet ülkesine dahil olmasıyla Rusların kısa süreli hegemonya kaybı, Bölge “Sovyetleştirilerek / Ruslaştırılarak” telafi edilmiştir.

770 Benno Teschke, 1648 Söylencesi Sınıf, Jeopolitik ve Modern Uluslararası İlişkilerin Kuruluşu, çev.

Bülent Şimşek, 1. b., İstanbul: Can Yayınları, 2017, s. 19.

771 Mediha Akarslan, Değişen Dünya Dengeleri Rusya Federasyonu Yakın Çevre Politikası ve Türk Cumhuriyetleri, 1. b., Bursa: Ezgi Kitabevi Yayınları, 1994, ss. 126-127.

772 Dmitri Trenin, The End of Eurasia Russia on the Border Between Geopolitics and Globalization, 2. b., Washington: The Brookings Institution Press, 2003, ss. 77-78.

773 Ibid.

158 SSCB’nin dağılması, Bolşevik Devrimi sonrasında olduğu gibi Rusların bölge hegemonyasında duraklamaya neden olmuş; Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan siyasal bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Bu durum Trans-Kafkasya Bölgesel alt sisteminde birtakım değişikliklere yol açmıştır. Bunlar;

1) Bölge mutlak Rus hegemonyasından çıktıktan sonra ABD, İran, Türkiye, ÇHC, AB gibi bölgesel ve küresel güçlerin etkisine açılmış, özellikle Bölgenin enerji kaynakları “Yeni Büyük Oyun” olarak kavramsallaştırılan jeo ekonomik ve politik güç mücadelesinin mekanı haline gelmiştir774.

2) SSCB’den sonra sınırları daralan RF’nin yeni uluslararası sistemde kendini konumlandırma çabası, “dağılma psikozu” ile beraber Rus kimliğinin tartışılmasını ve kadim Rus tarihi tartışmalarından olan “Rusya Doğulu mu Batılı mı?” sorusunu beraberinde gelmiştir. Batıcılar (Atlantikçiler) ve Yeni Avrasyacılar arasındaki mücadele 1991-2000 yılları arasında RF’nin iç politikasını olduğu kadar dış politika tercihlerini de etkilemeye başlamıştır.

Zbigniew Brzezinski’nin de ifade ettiği gibi “Rusya nedir?”, “Rusya nerededir?” ve “Rus olmak ne anlama gelir?” gibi sorular sadece teorik değil aynı zamanda jeopolitik sorular olmuştur775.

Yukarıda aktardığımız değişikliklerden anlaşılacağı üzere Soğuk Savaş Sonrası Dönem’de RF iç politik sorunlarla dış politikada geri çekilme sürecini aynı anda yaşamıştır. Küresel güç olma statüsünü kaybetmesine rağmen RF için Trans-Kafkasya her zaman önemini korumuştur. Diğer bir deyişle “Arka Bahçesi”nin önemli

774 Soğuk Savaş Sonrası Dönem’de Trans-Kafkasya’nın da içinde yer aldığı eski Sovyet coğrafyası bölgesel ve bölge dışı aktörlerin güç mücadelesine sahne olmuştur. Bu güç mücadelesi 19. yy’da Rus Çarlığı ve İngiltere’nin Orta Asya’da yaşadığı “Büyük Oyun”a benzetilmiş ve “Yeni Büyük Oyun” olarak kavramsallaştırılmıştır. Trans-Kafkasya’nın petrol ve doğalgaz açısından zengin olması, hidrokarbon iletim yollarının üzerinde yer alması Yeni Büyük Oyun’da Trans-Kafkasya’yı önemli bir bölge haline getirmiştir.

Yeni Büyük Oyun hakkında detaylı bilgi için bkz. Esra Hatipoğlu, “Güney Kafkasya ve Orta Asya’da

‘Büyük Güçler’ Arasındaki Oyun: Bölgesel Örgüt ve Oluşumların Rolü”, Orta Asya & Kafkasya Güç Politikası, der. M. Turgut Demirtepe 1. b., Ankara: USAK Yayınları, 2008, passim; Dianne L. Smith,

“Central Asia: A New Great Game?”, Asian Affairs, Vol. 23, No. 3, Fall 1996, passim; Ian Cuthbertson,

“The New ‘Great Game’”, World Policy Journal, Vol. 11, No. 4, Winter 1994/1995, passim; Yelda Demirağ, “19. Yüzyılda Orta Asya’da Rus Çarlığı ve İngiltere Arasındaki Rekabetin Diplomasinin Gelişimine Etkileri”, Diplomasi Tarihi-I, ed. Barış Özdal-R. Kutay Karaca, 2. b., Bursa: Dora Yayınları, 2017, s. 548; Mitat Çelikpala, “Güney Kafkasya’da Yeni Jeopolitik Denge”, Güney Kafkasya: Toprak Bütünlüğü, Jeopolitik Mücadeleler ve Enerji, der. Cavid Veliev-Araz Aslanlı, Ankara: Berikan Yayınevi, 2011, s. 290.

775 Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası: Amerika’nın Küresel Üstünlüğü ve Bunun Jeostratejik Gereklilikleri, çev. Yelda Türedi, İstanbul: İnkılap Kitabevi, 2005 s. 139.

159 coğrafyalarından olan Trans-Kafkasya RF için her zaman çıkarlarını koruması gereken bir bölge olmuştur. Bu çerçevede hegemonyasını korumak ve Bolşevik Devrimi sonrası güç boşluğunun aleyhine doldurulmasını engellemek için RF çaba sarf etmiştir. Bu bağlamda 1991-2000 yılları arasında RF’nin Trans-Kafkasya politikası tezimizin beşinci bölümünde, daha önce belirlediğimiz hegemonya araçları çerçevesinde analiz edilecektir.

1. RUSLARIN TRANS-KAFKASYA’YA YÖNELİK “JEO”

GEREKÇELERİ

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle ulus devletin uluslararası sistemdeki rolü, küreselleşmenin uluslararası ilişkilere etkisi, sisteme yönelik tehditler ve riskler gibi jeopolitik de “post” ön ekli pek çok teorinin konusu olmuş ve değişen (değişmekte olan) uluslararası sistemde yeniden yorumlanmıştır. Hatta Daniel Deudney’e göre jeopolitik, modern uluslararası ilişkiler teorisindeki yerini büyük ölçüde kaybetmiştir776. 21. yy’da jeopolitiğin demode olduğunu, teknolojinin ilerlemesiyle iletişim ve ulaşımda mekanın etkisinin azaldığını savunan “kronopolitik”in777 jeopolitikten daha önemli hal geldiğini savunanlar vardır778. Eleştirel jeopolitik yaklaşıma göre klasik jeopolitiğin güç politikası merkezli realist yorumu sorgulanmalıdır. 1980’li yıllarda uluslararası ilişkiler literatüründe yer bulmaya başlayan fakat teorik etkisini Soğuk Savaş’ın sonundan itibaren arttıran eleştirel jeopolitiğe göre klasik jeopolitik yaklaşımın biz-onlar, iç-dış, yerli-yabancı, yakın-uzak, kalpgah-kenar kuşak, Doğu-Batı gibi dikotomik yaklaşımları aşılmalıdır. Dolayısıyla Eleştirel Jeopolitik “Ya-Ya da” yaklaşımından ziyade

776 Daniel Deudney, “Jeopolitik ve Değişim”, çev. Saygın Karabıyık, Uluslararası İlişkiler Teorisinde Yeni Düşünce, ed. Michael W. Doyle-G. John Ikenberry, İstanbul: Beta Yayınları, 2015, s. 91.

777 Kronopolitik, zaman ve mekan ilişkisini incelemektedir. Timoty W. Luke kronopoliğin değişimin hızına dayandığını savunmuştur. Luke’a göre dolaşım ne kadar hızla gerçekleşebilir ve yayılabilirse ve sınır gibi herhangi bir engelle karşılaşmazsa kronopolitiğin önemi de o kadar belirgin hale gelmektedir. Simon Dalby de kronopolitiği mekan ve uzaklığın politikasından ziyade hız ve zamanın politikası olarak tanımlamıştır.

Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. David Slater, “Geopolitical Themes and Postmodern Thought”, A Companion to Political Geography, ed. John Agnew-Katharyne Mitchell,-Gerard Toal, 1.b., Maiden, Oxford, Melbourne, Berlin: Backwell Publishing, 2003, s. 76; Timoty W. Luke, “The Discipline of Security Studies and the Codes of Containment : Learning from Kuwait”, The Geopolitics Reader, ed. Gearoid O Tuathail-Simon Dalby-Paul Routledge, London-New York: Routledge, 1998, s. 142; Simon Dalby,

“Conclusion”, The Geopolitics Reader, ed. Gearoid O Tuathail-Simon Dalby-Paul Routledge, London-New York: Routledge, 1998, s. 308.

778 “Jeopolitik”, Uluslararası İlişkilerde Temel Kavramlar, ed. Martin Griffiths-Terry O’Callaghan,-Steven C. Roach, çev. CESRAN, Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık, 2013, s. 173.

160 modern “hem-hem de” yaklaşımını benimsemektedir. Başka bir ifadeyle eleştirel jeopolitiğe göre bilgi teknolojileri ve tekno-bilimsel risklerin arttığı günümüz dünyası klasik jeopolitik ile açıklanamamaktadır779. Çünkü küresel terörizmin yayılması, kitle imha silahlarının kontrolsüzce yayılması, küresel ısınma ve çevre felaketleri realist ulusal güvenlik yaklaşımını aşmış, güvenlik sorunları küresel bir mahiyet kazanmıştır. Ulrich Beck’in kavramsallaştırmasıyla Soğuk Savaş sonrası uluslararası toplum “risk toplumu”780 haline gelmiştir781.

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle uluslararası sistem dönüşmeye başlasa ve Westphalian paradigma ile açıklanması zor hale gelse de jeopolitiğin uluslararası ilişkilerdeki önemini tamamen kaybettiği iddiası kabul edilebilir gözükmemektedir. Zira uluslararası sistem her ne kadar post-modern okumalarla açıklanmaya çalışılsa da mevcut başat aktör modern devlettir. Dolayısıyla jeopolitiğin ve diğer “jeo” faktörlerin hala uluslararası sistemde önemi yadsınmamalıdır. Soğuk Savaş sonrası dönemde RF’nin Trans-Kafkasya’nın da içinde yer aldığı Yakın Çevresi’ne ilişkin politikalarının “jeo”

kaygılarla oluştuğu iddia edilebilir. Aynı şekilde ABD, ÇHC, Türkiye ve AB gibi aktörlerin de Trans-Kafkasya’daki güç mücadelesinde “jeo” faktörlerin etkisinin bulunduğu iddia edilebilir. Bu çerçevede tarih boyunca pek çok siyasal birimin ilgisini çeken ve güç mücadelesine sahne olan Trans-Kafkasya’nın “jeo” özelliklerinin Soğuk Savaş sonrası dönemde de değişmediğini iddia etmek mümkündür.

RF, tarihi itibarıyla Trans-Kafkasya’nın “jeo” niteliklerinin farkında olan bir bölgesel güçtür. Zbigniew Brzezinski “Büyük Satranç Tahtası” eserinde RF’nin Soğuk Savaş sonrası dönemde imparatorluğunu kurduğu coğrafyada en önemli rakibinin ABD olacağını ileri sürmüştür. Brzezinski’ye göre ABD’nin Soğuk Savaş’ı kazanmasının

“jeopolitik ödülü”, içinde Trans-Kafkasya’nın da yer aldığı ve “Satranç Tahtası”

779 Gearoid O. Tuathail, “Eleştirel Jeopolitiği Anlamak: Jeopolitik ve Risk Toplumu”, çev. Tuğrul Karabacak, Jeopolitik, Strateji ve Coğrafya, ed. Colin S. Gray-Geoffrey Sloan, 1.b., Ankara: ASAM Yayınları, 2003, ss. 144-146.

780 Risk Toplumu Teorisi’ne göre modern dönemin öngörülebilir, hesaplanabilir riskleri yerini öngörülemeyen, mekanı aşan ve telafi edilemeyen risklere bırakmıştır. Çernobil faciası, küresel krizler ve 11 Eylül saldırıları gibi uluslararası sistemin yeni sorunları Beck’in yaklaşımına örnek gösterilebilir. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Ulrich Beck, Risk Toplumu Başka Bir Modernliğe Doğru, çev. Kazım Özdoğan-Bülent Doğan, 1. b., İstanbul: İthaki Yayınları, 2001, passim; Ulrich Beck, “The Terrorist Threat:

World Risk Society Revisited”, Theory, Culture & Society, Vol. 19, Issue 4, 2002, passim, Ulrich Beck, World at Risk, çev. Ciaran Cronin, Cambridge: Polity Press, 2009, passim.

781 Tuathail, op. cit. ss. 162-163.

161 metaforuyla belirttiği Avrasya’dır. Avrasya aynı zamanda ABD’nin küresel üstünlüğünün ne kadar süreceğini de doğrudan belirleyecektir. Çünkü bölge, dünya GSMH’sının % 60’ına, bilinen enerji kaynaklarının da ¾’üne sahiptir782. Bölgeden ABD’nin temel çıkarı Bölge’de herhangi bir gücün tek başına hegemonya kurmasını engellemek ve Bölge’nin uluslararası ekonomiye kapatılmasını engellemektir783. Brzezinski Avrasya’daki güç mücadelesinde ABD’nin rakiplerini şu şekilde sınıflandırmıştır784:

 Fransa, Almanya, RF, Çin, Hindistan büyük oyuncular,

 İngiltere, Japonya, Endonezya önemli devletler,

 Ukrayna, Azerbaycan, Güney Kore, Türkiye ve İran da Avrasya’daki önemli eksenlerdir.

Brzezinski RF ile ilgili şu cümleleri kullanır785:

“Rusya’nın, zayıflamış durumuna ve devam edip giden huzursuzluğuna karşın, önemli bir jeostratejik oyuncu olmaya devam ettiğini söylemeye bile gerek yoktur.

Varlığı, eski Sovyetler Birliği’nin büyün alanında yer alan yeni bağımsız devletleri önemli derecede etkilemektedir. Gittikçe daha fazla dile getirdiği jeopolitik hırsları vardır. Eski gücüne yeniden kavuştuktan sonra, batı ve doğudaki komşularını da belirgin olarak etkileyecektir.”

Yukarıdaki cümleden anlaşılacağı üzere Brzezinski RF’nin eski gücüne kavuşacağını ve yeniden önemli bir güç olacağını öngörmüş ve RF’nin jeopolitik hırslarının yanı sıra Trans-Kafkasya’nın yer aldığı Avrasya’yı, Soğuk Savaş Sonrası Dönem’de istikrarsızlıkların yaşanması muhtemel bölgeler arasında görmüştür.

Brzezinski’nin “Avrasya Balkanları” olarak nitelendirdiği Bölgede istikrarsızlık yaşaması muhtemel dokuz devlet; Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve Afganistan’dır. Bu devletlerin yanında Türkiye ve İran da istikrarsızlık yaşama potansiyeline sahiptir786.

Görüldüğü gibi Brzezinski Avrasya’yı hem ABD’nin Soğuk Savaş Sonrası Dönem’de hegemonya kurması gereken bir bölge olarak işaret etmiş hem de Bölgedeki dondurulmuş sorunların yaratacağı olası güç boşluğunun altını çizmiştir. Brzezinski’nin

782 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası…, op. cit., ss. 51-53.

783 Ibid., s. 206.

784 Ibid., s. 65.

785 Ibid., s. 69.

786 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Ibid., ss. 175-178.

Benzer Belgeler