• Sonuç bulunamadı

NIETZSCHE VE FELSEFENİN TEMELLERİNİ YENİDEN YARATMAK

1. DEĞERLERİN YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ VE FELSEFE

1.1. DEĞER VE DEĞERLENDİRME

Hâlihazırda yürürlükte olan ve yaşamımıza hükmeden değerlerin yeniden bir değerlendirmesini gerçekleştirmek, yukarıda dile getirilen nedenlerden dolayı belki de Nietzsche’nin felsefi etkinliğinin özünde yer almaktadır. Ecce Homo’da Nietzsche şöyle yazar: “Değerlerin yeniden değerlendirilmesi (Umwerthung aller Werthe): Bu, insanlığın en üst derecede kendisini sınaması edimi için benim formülümdür ki, bu edim bende somutlaşmış ve deha haline gelmiştir” (KSA 6, 365; EH, Warum ich ein Schicksal bin).

Anlaşılıyor ki Nietzsche açısından hayati derecede öneme sahip olan bir proje olarak

“değerlerin yeniden değerlendirilişi” onun felsefeye bakışını derinden etkilemektedir.

Peki, değerlerin yeniden değerlendirilmesinden ne anlaşılmalıdır? “Değer” ve

“değerlendirme” fenomenleri Nietzsche için ne ifade eder, dahası onların felsefi önemi nereden kaynaklanmaktadır?

Değer ve değerlendirme Nietzsche’ye göre her şeyden önce insanla ilgisinde düşünülmelidir. Çünkü bizzat bu iki kavram insanın insanlığını doğrudan tesis etmektedir. Nietzsche’nin deyişi ile “insan (manas) kendisini; değer biçen, değerlendiren ve ölçen varlık olarak gösterir, yani değer biçen hayvan olarak” (KSA 5, 306; GM II, 8). Nietzsche’nin iddiasına göre o halde “insan” kavramı etimolojik olarak, değerlendirme fenomenine kökensel biçimde bağlıdır ve bu anlamda “değer verme”, insanın olmazsa olmaz edimlerinin başında yer alır. Nietzsche, ne türden olursa olsun herhangi bir değerlendirme gerçekleştirmeyen insanın var olmadığını iddia eder. Peki, bu neden böyledir? Her şeyden önce, insanın kendi ölümlü varlığına ilişkin bir bilgiye sahip olması, yani ölümlü ve geçici bir varlık olduğunu idrak edişi, onu kaçınılmaz bir şekilde olup bitenin anlamını sorgulamaya sevk etmektedir. Her şeyin bir gün kendi varlığı için sona erecek olmasının farkındalığı karşısında, insan ayakta kalabilmek ve ne pahasına olursa olsun yaşamını sürdürebilmek için bir anlam bulmak durumundadır.

Gerçekten de kişi, kısa yaşamının ne anlama geldiğini, neden var olduğunu anlamaya çalışmaktadır. Daha da önemlisi kişi kendisini, bir gün yitip gidecek bir toz olmadığına ikna etmelidir. O halde kişi, ölüm karşısında hayata ve dolayısıyla da kendi hayatına ilişkin bir değerlendirme sunmalıdır, onu kendisi ile ilgili olarak bir bağlama yerleştirmelidir. Böylece ölüm karşısındaki çaresizliğine adeta bir tür savaş açan insan, kendisi için kaçınılmaz olan sona rağmen bir anlam dünyası yaratır. Çünkü o ancak bu şekilde var olabilir. Dolayısıyla insanın her değerlendirmesi kendi içerisinde, bir anlam dizisinin dışa vurumunu gizlemektedir. Her değerlendirme ile insan kendisini yaşam içerisinde ve belki de ölüm karşısında konumlandırmakta ve kendisi için anlamlı olan bir düzlemden sesini duyurmaktadır.

Kişiler günlük yaşantılarının her anında, karşı karşıya geldikleri olaylara ilişkin değerlendirmeler gerçekleştirirler. Fakat ilginç bir şekilde, kişiler çoğu zaman bu değerlendirmeleri bilinçsizce hayata geçirirler. Eylemler ve değerlendirmeler, yani hayat içerisinde konumlanma tarzı, her zaman açık ve seçik olarak kişinin bilincinde yer almaz. Her anın değerlendirmesini bilince taşımak ve onun farkındalığı ile eylemek mümkün değildir. Üstelik hayatın akışını sekteye uğratmadan böylesi sürekli bir farkındalık gerçekleştirilemez. Her an; nasıl ve neye göre eyleyeceğini hesaplamak, ölçmek ve biçmek kişiyi kuşkusuz bir eylemsizliğe sürükleyecektir. Böylelikle kişi, genellikle üzerine düşünmeden ezbere değerlendirmelerde bulunur. İçinde yaşadığı geleneğin kendisine verdiği değerlendirme şablonlarına bağlı kalan kişi, çoğunlukla

hiçbir sorun hissetmeden yaşamını idame ettirir. Tam da yaşamını bir şekilde

“sorunsuzca” idame ettirebilmesinden dolayı kişi, değerlendirmelerinin altında yer alan temeli hiçbir şekilde algılayamaz. Kişi hangi temel sebep yüzünden; bir takım olayları ve genel olarak yaşamın kendisini o şekilde değerlendirdiğini göremediği için de Nietzsche’nin tabiri ile söyleyecek olursak sürünün bir parçası haline gelir. Felsefe de tam bu noktada bir ihtiyaç olarak Nietzsche tarafından ileri sürülür ve yaşama ilişkin değerlendirmelerimizin zeminde yer alan unsurların gün yüzüne çıkarılmasını mümkün kılar. Fakat neticede, hayatın durmak bilmeyen akışı içerisinde kişi farkında olduğu ya da olmadığı sonsuz sayıda değerlendirme icra eder.

Burada Nietzsche için dikkat çekici olan husus, insanın farkında olarak ya da olmayarak sürekli olarak değerlendirme edimini nasıl gerçekleştirebildiğidir. Gerçekten de olan bitene ilişkin bir yorum ve değerlendirme kişi için nasıl mümkün olabilir? Kişi kuşkusuz hiçlikten hareketle yapamaz bunu. Herhangi bir düzenliliğin olmadığı kaotik bir ortamdan hareketle de yapamaz. Kişi, olan biten herhangi bir şeye ilişkin yorum ve değerlendirme sunabilmesi için her şeyden önce üzerinde duracağı bir zemine, bir şemaya, modele kısaca bir ölçüye ihtiyaç duymaktadır. Ancak sahip olduğu bir kıstas ile kişi kendi hayatına ve olan bitene ilişkin bir değerlendirme sunabilir. Sadece sahip olduğumuz bir ölçüye göre değerlendirme sunabiliriz. Değerlendirme o halde hep bir şeye göre değerlendirmedir. Bir kıstası, yani zemini olmayan değerlendirme boşlukta asılı kalmaya mahkûmdur ve işin doğrusu bu tarz bir değerlendirme olanaklı dahi değildir. Dolayısıyla sahip olunan ölçütler ve şemalar esasen değerlendirmelerin zeminini teşkil eder ve açıkçası her türden değerlendirmeyi baştan sona belirler.

O halde her değerlendirme, her yorum ve her söylem belirli bir zemine, perspektife ihtiyaç duyar. Her değerlendirme önceden sahip olunan bir koşulun, referansın bakış açısından hareketle hayat bulur. Nietzsche için belki de her şeyden daha önemli olan mesele, değerlendirmeyi olanaklı kılan bu referansın, ölçünün, kıstasın ya da perspektifin kişi tarafından nasıl elde edileceğidir. Bu perspektifin elde edilişi Nietzsche açısından felsefenin en temel görevlerinden birisi olmak durumundadır. Temel soru bu bakımdan, kişinin nasıl olup da “değerlendirme fenomenini” bizzat mümkün kılan bir bakış açısına, bir perspektife sahip olabildiğidir.

Kişinin yaşamında vazgeçilmez bir öğe olan bu ölçütler, perspektifler ve referans noktaları genellikle kendisine gelenek tarafından sağlanmaktadır. Bunlar tarih içerisinde kimi zaman örtük kimi zaman da alenen nesilden nesile aktarılan değerlerdir.

Nietzsche’nin gözünde işte bu değerler, kişinin kendisini yaşam içerisinde konumlandırmasına izin verir ve çok daha önemlisi bu değerler, her bir kişi için

değerlendirme fenomenini olanaklı kılar. Bizzat bu değerler; insanlığımızı, kim olduğumuzu tesis eder ve yaşam içerisinde her eylemimize yön verir. Bu değerler;

ahlaki, bilimsel, dini ve felsefi olabilir, hatta çoğu zaman iç içe geçerek sentezlenmiş bir değer bile karşımıza çıkabilir. Örneğin; “iyi”, “merhamet”, “hakikat”, “bilgelik”, “akıl” v.b.

kavramlar tarih boyunca her türlü değerlendirmenin, yaşama ilişkin yorumun zeminini meydana getirmiş ve gerçekliğe (realiteye) ilişkin her insani söylemi ve yorumu biçimlendirmiştir. Kişinin ortaya koyduğu tüm değerlendirmeler, bizzat kişinin kendisi tarafından çoğu zaman sorgusuz sualsiz bir şekilde benimsenen bu değerler ile olanaklı olabilmiştir. Değerler kişi için adeta dünyaya, hayata açılan ve böylece onların görünmesini olanaklı kılan pencerelerdir. Her şeyden önemlisi, bu değerler kişi için anlamlı bir dünyanın imkânını meydana getirirler. Dünya ancak bu değerler ile kişi için bir anlam kazanır; olan biten hakkında bir yorum, ancak bir değer referans alınarak ortaya konulabilir. Kısaca bu değerler, yeryüzünü insan için yaşanabilir bir mekâna, adeta bir eve dönüştürmektedir. İnsan bu değerler vasıtasıyla, dünyada kendini evdeymiş gibi hissetmektedir. Yeryüzü ancak bu değerler sayesinde bizim dünyamız olur.

Böylece Nietzsche söz konusu olduğunda sıklıkla yanlış anlaşılan yorumlama ve değerlendirme etkinliği, bir temel kazanmış olur. Nietzsche’de yorum hiç de öyle rastgele icra edilen, sallantılı, temelsiz ve keyfi bir eylem değildir. Nietzsche bu minvalde zannedildiği gibi yorum serbestliğini savunan ve her şeyin göreceli olduğunu ileri süren katıksız bir rölâtivist değildir. Dünyaya ilişkin her yorumun ve değerlendirmenin izi, gelenek tarafından temin edilip kişiye aktarılan ve bazen farkında olunan ya da çoğunlukla bilincinde olunmayan bir değere kadar sürülebilir.

Nietzsche’nin İyinin ve Kötünün Ötesinde’de ileri sürdüğü ve sıklıkla referans olarak gösterilen “Ahlaksal bir olgu yoktur, fakat sadece olguların ahlaki bir yorumu vardır”(KSA 5, 92; JGB 108) yargısı da ancak bu şekilde anlaşılabilir. Ahlak; yaşamın ve dünyanın kendisine ait olan yapısal bir özellik değildir, tam tersine ahlak, bu dünyanın bir yorumunu, değerlendirmesini mümkün kılan bir değer, adeta dünyaya ve yaşama bir bakış atmamıza olanak tanıyan bir perspektif, bir penceredir. Hatta denilebilir ki böylesi bir değere (örneğin ahlaki bir değere) sahip olmadan kişi dünyayı anlayamaz ve göremez. O halde sahip olunan değerlerin kişi için adeta dünya-kurucu bir özelliği vardır. Bir şey ancak, elde edilmiş bir değer perspektifinden kişi için anlamlıdır. Bu anlamda örneğin çoğu zaman dile getirilen dünyanın, yaşamın ya da herhangi bir şeyin kişi için anlamsız gelmesi olgusu da, ancak kişinin üzerinde

yükseldiği değer öğesinin sarsılması ve belki de kayıp gitmesi ile açıklanabilir hale gelmektedir.

Nietzsche’nin alıntıda dile getirdiği bir başka önemli husus da şudur, değerlendirme hep bir değere göre yapıldığından, kişi hiçbir zaman olgunun ya da dünyanın kendisini dile getiremez. Üstelik zaten olan biteni algılama, yorumlama ve değerlendirme edimi her zaman belli değerler tarafından koşullandığından, kişinin sahip olabileceği gerçeklik hiçbir zaman nasılsa öyle olan gerçeklik değil, tam tersine sadece yorumlanmış ve hatta değer vasıtasıyla yaratılmış bir gerçeklik olacaktır.

Dolayısıyla Nietzsche, insanın değerlendirme etkinliğini yaratıcı bir faaliyet olarak da görmektedir. Kişi, üzerinde yükseldiği zemin olarak değer öğesi vasıtasıyla dünyayı yorumlayarak, değerlendirerek şekillendirmekte ve dünya adeta insanoğlu için karanlıktan ve bilinmezlikten sıyrılıp yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaktadır. Dünya böylece artık kişi için bir anlam ifade etmektedir.