• Sonuç bulunamadı

2.7. Sosyal Belediyeciliğin Tarihsel Gelişimi

2.7.1. Dünyada Sosyal Belediyeciliğin Gelişimi

Sosyal belediyecilik tarihi süreç içerisinde ele alınırken toplumları derinden etkileyen olaylara bakmak gerekir. Bu bakımdan özellikle sosyal devlet ve onu meydana getiren sanayi devrimi ile sosyal devletin kriziyle gerçekleşen döngü sosyal belediyecilik açısından önem arz eden sürecin parçalarını oluşturmuştur.

Endüstri devriminden önce Avrupa’da mahalli idareler bağımsız şehir birimleri olarak meydana gelmişlerdir. Bu birimler, ilk çağlarda merkezden yönetimi geniş şekilde uygulayan devletlerin güvenlik ve düzeni temin edemediklerinden Ortaçağda hâkimiyetlerini derebeyleriyle paylaşmak zorunda kalmaları ile doğmuşlardır. Birçok şehir, bir prense bağlı olarak, sınırları içinde bağımsız bir yönetim, özerk bir bölge haline gelmiştir. Bazı şehirlerde halk, meclis üyelerini ve resmi görevlilerini seçme hakkı kazanmıştır. Bu dönemde şehir idareleri geleneksel olarak ifade edilen hizmetlere ek olarak devletlerin yerine getirdiği bazı sorumluluk alanlarında da görevler üstlenmişlerdir (Ersöz, 2006: 764). Bu durum 16. yy’a gelindiğinde toplumsal yardım ve hizmetlerin birer mecburiyet şeklinde görülmesini sağlamıştır. Sonuç itibariyle aşama aşama yerel birimlere kayan bu hizmetlerin kurumsallaşması yolunda adımlar atılarak yoksulluk yasaları çıkarılmak zorunda kalınmıştır (Sallan Gül, 2000: 55).

Sanayi devrimi ile başlayan dönemde ise belediyeler sosyal anlamdaki görevlerine yoksulluk ve küçük çaplı görevlendirmeler ile devam etmiştir. Ayrıca sanayi devriminin oluşturduğu köklü değişimler neticesinde devlet müdahaleci anlayışını kullanmak zorunda kalmış böylece de sosyal devlete götürecek kapı büyük ölçüde aralanmıştır

Sanayi devrimi ile devletlerin müdahale etmek zorunda oldukları sorunlar ise Ekinin belirttiği şekliyle geleneksel üretim tarzının yerini modern üretim tarzının almasıyla ortaya çıkmıştır. Bunun bir sonucu olarak da sanayi devrimine kadar nüfusun ve işgücünün çok önemli bir bölümünü oluşturan köylüler, feodal bir yapı içinde varlıklarını sürdürürken yeni değişimler onların yaşama ve çalışma koşullarını köklü bir şekilde değiştirmiş ve endüstri bölgelerinde yeni yaşama ve çalışma koşulları içine girmelerine neden olmuştur. Hızlı bir kentleşme ile birlikte o güne kadar benzeri görülmemiş büyük bir göç hareketi başlamıştır. Kitle üretimine geçilmesiyle ekonomik imkânlarını kaybeden küçük zanaat hayatının usta ve kalfaları yeni ortaya çıkan fabrika sanayinin vasıflı ve yarı vasıflı işçileri haline gelmiştir (Ekin, 1994: 2) Bu dönemin sosyal politikaların gelişme dönemi olmasının arkasında ise iki temel nedenin olduğu görüşü hâkimdir. Bunlar ekonomik ve siyasal nedenlerdir. Ekonomik neden çalışma yaşamındaki

olumsuzlukların sosyal politikalara yansımasını ifade etmektedir. Yeni sanayinin doğurduğu uzun çalışma süreleri, elverişsiz çalışma koşulları, kadın ve çocuk işçilerin sömürülmesi gibi sorunlar devletin ekonomik ilişkide zayıf olan ve zarar gören kesimler lehine karar alması sonucunu doğurmuştur. Siyasi nedenlerse genişleyen işçi sınıfının taleplerinin demokratikleşen devlet yönetimine etkisini ifade etmektedir. Sanayileşme ile birlikte işçiler nüfusun önemli bir kesimini oluşturmaya başlamışlardır. Demokratik sistemde bu nüfusun oy potansiyeli ise görmezden gelinemezdi. Bu nedenle sosyal politikaların gelişiminde demokrasinin önemli bir etkisi görülmektedir. Buna örnek olarak demokrasiyi ilk benimseyen ülke olan İngiltere’nin ilk sosyal politika önlemlerini alması durumunun verilmesi ise şaşırtıcı değildir.(Talas, 1981: 45).

Sanayi devrimi ile işçi sınıfının sorunlarını giderme amaçlı ortaya çıkan sosyal devlet ikinci dünya savaşı sonrasına ait dönemde ise müdahaleci kimliğini sağlamlaştırarak ilerlemeye çalışmıştır.

Öyle ki savaşın oluşturduğu sıkıntıları ve olumsuz sonuçları gidermek için devletler ekonomik ve sosyal hayata sürekli ve düzenli bir şekilde müdahale etmeleri gerektiğini hissetmişlerdir (Göze, 2005: 182). Sonuç olarak bu müdahaleci anlayış1970’lerin ortalarına kadar sürecek olan ve literatürde refah devletinin altın çağı olarak adlandırılacak dönemi başlatmıştır. Bu dönemde; tam vatandaşlık fikrine dayalı çok daha kapsamlı ve evrensel bir refah devleti oluşturmak için hızlı reformlar yapılmış, bu doğrultuda devlet, refah sisteminin kapsadığı riskler ve gruplar ile sağlanan faydaların hızla genişlemesi için kaynakları arttırma taahhüdü vermiş; ekonomik büyüme ve tam istihdamı gerçekleştirmeyi vaat etmiş ve bu ortamda karma ekonomi ve kapsamlı refah sistemi lehine oldukça geniş tabanlı politik konsensüs sağlanmıştır (Göze, 1995:126). Bununla birlikte bu devirde merkezi yönetimler planladıkları projeleri uygulamak için mahalli idareleri görevli kılmıştır. Mesela İngiltere de mahalli idareler sosyal devlet işlevlerinin gerçekleşmesinde 1945 ve 1975 yılları arasında mühim vazifeler üstlenmişlerdir. Bu nedenle çoğu araştırmacı bu dönemi yerel refah devleti şeklinde belirtmeyi uygun görmüşlerdir (Ersöz, 2006: 770).

Altın Yılların ardından 1970’ler tüm dünya için ekonomik açıdan sıkıntılı günlerin habercisi olmuştur. (Şaylan, 1995: 80). Sosyal devletin krize girdiği bu dönemde ekonomik krizlerin yaşanmasına paralel olarak çok yüksek düzeylere çıkan sosyal harcamalar devlet için taşınması mümkün olmayan bir yük haline gelmiştir. Ciddi şekilde sosyal devletin eleştirilmesine sebep olan bu kriz ortamının aşılmasının çözümü ise “Neo-

liberal” olarak adlandırılan “yeni” bir ekonomi anlayışının kabulünde görülmüştür (Özdemir, 2007: 238).

Bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak amacıyla neo-liberal sosyal politika refah devletinden kopma anlamında şu üç temel özelliğe odaklanmaktadır: Özelleştirme, hedef belirleme ve yerinden yönetim. Özelleştirme ile devletin sosyal politika alanını daraltmak ve kaynak savurganlığı önlenmek istenmektedir. Hedef belirleme ise yalnızca toplumun belli kesimlerine sosyal yardım ve hizmet sağlanmasını ifade etmektedir. Sosyal politikada yerinden yönetim ise halka daha yakın unsurlarla hem daha etkili kaynak kullanımını hem de bireylerin karar alma sürecine katılımını sağlamaktadır (Şenkal, 2011: 153). Sonuç olarak sosyal devletin kriziyle başlayan, küreselleşme ve yeni kamu yönetimi anlayışıyla devam eden süreç içerisinde yerel yönetimler kentlerde sosyal politikaların gerçekleştirilmesi açısından ciddi yetkilerle donatılmıştır. Başlarda yerel yönetimlerin sosyal politika yelpazesi yoksulluk ve diğer bazı toplumsal sorunlarla sınırlıyken günümüzde sağlıktan eğitime, yoksulluktan kültürel ve sportif faaliyetlere kadar uzanan geniş bir yelpazeye sahip olmuşlardır.