• Sonuç bulunamadı

3.3. Dünya Görüşlerinin Boş Zaman Değerlendirmesine Etkisi

3.3.2. Dünya Görüşlerinin Davranış ve Özgürlük Algısına Etkisi

Karl Mannheim, “İdeoloji ve ütopya” kitabında (2002, 153-164) toplumsal yapılanmanın ve dönemsel koşulların düşünce biçimine olan etkisi üzerinde durmuştur. Ona göre; ideoloji, egemenin(burjuva) statükosunun sürdürülmesini temsil ederken ütopya kavramı ise bağımlı toplumsal kategorilerin dünya görüşlerini(bakış açılarını) ve düşüncelerini oluşturmak amaçlı meydana gelen bütüncül düşünce örüntüleridir. Ütopya genel olarak toplumsal değişim ve dönüşümü ideoloji kavramı ise kendi egemenliğini ve statükosunu sürdürmek isteyen düşünce ve zihniyeti temsil eder. Düşünce ve dünya görüşleri toplumsal belirlenimle oluşmaktadır. Ona göre, dönemsel şartlar ve o an ki toplumsal zemin dünya görüşlerinin belirlenmesinde oldukça etkilidir.

İki tür sekülerleşme mevcuttur: Anglosakson liberal modeli ve Fransız siyasal Laicitesi’dir. Bu iki sekülerizm çeşidini kendi içinde genişletecek olursak ulusal, kültürel ve dinsel sekülerizm çeşitleri de mevcuttur. Türkiye’deki sekülerizm uygulamaları daha çok Fransız Laisizmini andırmaktadır. Ulus devlet olan Türkiye’nin kuruluş felsefesi sekülerizm üzerine inşa edilmiştir. Bu durum Osmanlı’daki çoğulcu etnisite ve dinsel geleneğin aksine tektipçi bir güzergahta seyretmiştir. Sekülerizmin iki boyutu mevcuttur. Bunlardan birincisi devlet idaresinde olanı yani laiklik de denilebilir diğeri ise kişinin kendine dönük boyutunu teşkil etmektedir. Seküler benlik de denen ikinci boyut kamusal alanda yerine getirilmesi elzem bedensel pratikler, kadın-erkeğin kamusal alanda birlikte sosyalleşmesi, giyim-kuşam şekline tekabül etmektedir. Özellikle son yıllarda yoğun güç alan Avrupa ülkelerinde camilerdeki minareler, okul, yüzme alanları, mezarlık, hastane gibi seküler-dinsel farklılığın bir arada olduğu alanlar kamusal, devlet ve benlik çatışmalarına sebebiyet vermiş; bunun yanında yeni toplumsal birleşimlere kapı aralamıştır. İslam artık reddedilemeyecek düzeyde küresel bir mecraya oturmuştur. İslamın Avrupadaki varlığı seküler modernizme bir meydan okumadır. Kamusal alanda İslamın varlığı dinsel ve seküler arasındaki keskin hatları aşındırmaktadır. İslam dini özellikle son 20 yıl içerisinde Avrupalı ve Müslüman toplumlarda kamusal alanda giderek görünürlük kazanmaktadır. Özellikle Avrupada kamusal alandaki keskin seküler sınırlar ile Müslümanların yeni bedensel ritüeller, yeni retorikler, kavramlar, dilsel biçemler(üslup) ve yeni mekanlar keşfetmesi ve kullanmasıyla aşınmaktadır. Avrupada son yıllarda Müslümanların başardıklarına bakılırsa kamusal alanda ciddi kültürel dönüşümler yaşanmıştır. Avrupa ve İslam arasındaki ilişki çarpışma, çatışma ve etkileşim şeklinde gerçekleşmiş; sonuç olarak iki kültür birbirinden birçok şeyi ödünç almış ve iki kültür de yavaş yavaş dönüşüme uğramıştır. Özellikle kamusal alanda seküler modernizm etkileşim ve

iç içe geçmelerle etkisini giderek kaybetmiştir. Artık seküler ve dinsel arasında keskin hatlar çizmek mantık dışıdır; çünkü ikisi arasında hem çatışma hem de birleşmeler mevcuttur. İslam, Avrupada yurt tutarak Avrupalılaşmış ve gündelik hayatta gündelik pratiklerin ayrılmaz parçası haline gelmiştir. Türkiye’deki İslam Avrupalılaşan İslama nazaran daha homojen ve yekpare bir yapıdadır. Ortadoğunun geleneksel İslamı Müslümanlar üzerinde etkisini hala gösterse de baskısını günden güne kaybetmektedir. İslam artık modern zamanlarda meydana gelen türbülansların öznesi yani yaratıcısı olmuştur. Modernlik hevesine kapılan Müslümanlar her ne kadar nefeslerini şımartsalar da yeni tüketim metaları moda, mekanlar oluşturup modernliğe yeni bir kültürel alan açıp yeni soluk kazandırmıştır(Göle, 2017, 129-142). Bu değişim ve dönüşümü en güzel Y kuşağının içinde doğup büyümüş ve Z kuşağında da temsilcileri olmaya başlayan M neslinde daha net şekilde görmekteyiz. M nesli geleneksel ve radikal sınırları aşındıran ve gündelik hayata yeni bir soluk getiren kuşakların başında gelmektedir.

Araştırmaya konu olan Z kuşağı mensuplarının ekseriyeti kendilerini kısıtlayan hiçbir otorite, aktör, kişi vb. olmadığını, her istediklerini yapabildiklerini ve tamamen özgür olduklarını dile getirmişlerdir. Liberal, sol, seküler, laik, demokrat ve sosyalist olarak dünya görüşlerini ifade eden Z kuşağı mensuplarının daha özgür olduklarını ve dünya görüşlerinin boş zamanlarındaki özgürlüklerine pek de engel olmadığını aksine özgürlüklerini artırdığını ifade etmektedirler. Aynı şekilde hiçbir dünya görüşüne sahip olmadığını ifade edenler de tamamen özgür olduklarını şu cümlelerle ifade etmektedir:

“Kendimi sekülerliğin en üst boyutunda görüyorum. Dünya görüşüm sayesinde dilediğim her şeyi yapabiliyorum ve tamamen özgürüm. Beni etkileyen ve kısıtlayan hiçbir otorite ve güç yok. Çok çok özgürüm. Gündelik hayatımda ve boş zamanlarımda beni kısıtlayan ve yaşantıma yön veren hiçbir otorite ve ideoloji yok. Bu yüzden kendimi olabildiğince özgür hissediyorum.” (K6, K, 21)

“Dünya görüşüm yok ve yeni bir görüşe açığım. Dünya görüşüm olmadığı için gündelik hayatımı ve boş zamanlarımı etkiliyor ya da etkilemiyor diyemem. Dilediğim her şeyi yapabiliyorum ve tamamen özgürüm diyebilirim. Şimdilik benim eylem ve seçimlerime etki eden hiçbir ideolojim yok; ama gelecekte kendime uygun bir ideoloji ya da din vb. olgular seçer miyim açıkçası bilmiyorum.” (K9, K, 20)

107

Z kuşağı, gündelik hayatını ve boş zaman değerlendirmesini dünya görüşü doğrultusunda organize etmektedir. Z kuşağı kendi içinde birçok noktada farklılaşmaktadır. Kendilerini sadece Müslüman, orta, dengeli ve ılımlı dindar olarak ifade eden kişilerin ekseriyeti de tamamen özgür olduklarını şu cümlelerle dile getirmişlerdir:

“Kendimi orta ve ılımlı muhafazakâr görüyorum. Boş zamanlarımda tamamen özgürüm. Benimsediğim yaşam tarzım özgürlüğüme engel değildir. Dini değerlerimi önemsiyorum ve Müslümanım; ama eylemde dinimin gereklerini yerine getirmediğim için biraz daha rahat ya da sorumsuz davrandığımı ifade edebilirim. Yanlış anlaşılmasın dinin gereklerini fiiliyatta yerine getirmekten kaçınmak asla özgür olmama neden olmuyor.” (K22, E, 21)

“Kendimi sadece Müslüman olarak görüyorum. Özgürlüğümü engelleyen hiçbir faktör yoktur. Dünya görüşüm boş zamanlarımda özgürlüğümü kısıtlamıyor; aksine daha özgür olmamı sağlıyor. Günlük yaşantımda davranışlarımı sergilerken kendimi çok rahat hissediyorum. Beni kısıtlayan herhangi bir ideoloji ya da otoritenin olduğunu düşünmüyorum.” (K25, E, 21)

“Kendimi ılımlı muhafazakâr olarak görüyorum. Kendimi her konuda özgür hissediyorum. Ilımlı ve dengeli bir insan olduğumdan dünya görüşüm beni hiç kısıtlamıyor ve kesinlikle özgürlüğüme ket vurmuyor. Sadece boş zaman değerlendirmemde değil hayatımın tüm noktalarında özgür olduğumu düşünüyorum ve dilediğim şekilde hareket edebiliyorum.” (K27, K, 21)

Goffman’a göre (2009) özel ya da kamusal alanda bir tiyatro sahnesi olan gündelik hayatta hepimiz rollerimize uygun performanslar sergileriz. Performanslar gerçek ve düzmece performans olarak ikiye ayrılmaktadır. Performans, gündelik hayatın akışı içinde gerçekleştirdiğimiz eylem ve faaliyetlerdir. Vitrin ise sahnede performans sergileyen kişinin standart ifade donanımını ifade etmektedir. Set genellikle görsel ifade aracı olarak kullanılmaktadır. Bireylerin kişisel vitrinleri imaj, jest, kilo, yaş, boy, mimik gibi ifade araçlarıdır. Bu tiyatro sahnesinde herkes ya samimi ya da taktik geliştirerek karşıdakine benliğimizi sunarız. Bu durum sahne önü, sahne arkası, set ya da vitrinlerde hiç değişmeksizin varlığını devam ettirmektedir. (s. 29-36). Kişisel benlik; düşünce, dünya görüşü ve kendimize has dünyayı anlama yani değerlendirmelerimizi kapsamaktadır. Her kuşakta olduğu gibi Z kuşağı mensuplarının da gündelik hayatlarının işleyişine etki eden faktörler mevcuttur. Z kuşağı mensupları dünya görüşleri doğrultusunda gündelik yaşantılarına ve boş zaman değerlendirmelerine yön vermektedirler. Kendisini kısmen özgür olarak gören ya da hiç özgür

olamadığını dile getiren Z kuşağının bazı mensupları buna etki eden faktörlerin dini değerleri, kültürleri, çevresel ve toplumsal faktörlerin etki ettiğini dile getirmişlerdir. Z kuşağı dini değerlerinin gereklerine karşı içten ve samimi gerçek performanslar sergilerken genellikle diğer faktörlere karşı taktik ve yöntem belirleyerek düzmece performanslar sergilemektedir.

Bazı kişiler de kısmen özgür olduğunu hatta hiç özgür olmadığını ifade etmiştir. Bunda dini norm ve teamüller, geleneklerinin, var olan iktisadi ve siyasi sistemlerin ortaya çıkardığı sorunlar, kaldıkları yurt kurallarının, maddi yetersizliklerin hatta ailelerinin tamamen özgür olmalarının önüne geçtiğini dile getirmiştir:

“Boş zamanlarımda tamamen özgürüm diyemem. Belki kullanılacak en doğru tabir kısmen özgürüm. Sonuçta kaldığım yurdun kurallarına ve dinimin gereklerine aykırı davranıp boş zamanımı fütursuzca ve sorumsuzca değerlendiremem. Dini vecibeleri yerine getirme, derslerimin yükümlülüklerini taşıma sorumluluklarım olduğundan istediğim her şeyi yapamam. Dini değerlerim dışında beni kısıtlayan siyasi, toplumsal, çevresel birçok faktör de var; ama bunların beni kısıtlamadığı düşüyorum. Çünkü kendime has yöntemlerimle istediğim şekilde özgür bir kişisel alan yarattım diyebilirim. Bunu nasıl başarabiliriz diyecek olursanız; siyasi, çevresel ve toplumsal baskılardan uzak duruyorum, toplum içinde sahte yüzle dolaşıyorum”

(K8, K, 19)

“Kendime tamamen özgürüm diyemem dini kuralları yerine getirmem ve norm dışına çıkmamam gerekiyor. Tamamen özgürüm diyecek kadar sorumsuz biri değilim. Kendini tamamen özgür hissedenler ya da öyleymiş gibi gösterenler bana göre manevi duyguları eksik ve sorumsuzdurlar. Dini ve kültürel faktörler dışında beni kısıtlayan bir norm bulunmamaktadır. Dini değerlerin beni kısıtladığını söylemek doğru olmaz; çünkü Müslüman olduğum için ben kendimi gönüllü olarak kısıtlıyorum diyebilirim.” (K26, K, 21)

“Maddi durumum çok iyi değil; o yüzden boş zamanlarımı dilediğim şekilde aktif değerlendiremiyorum. Maddi durumum özgürlüğümü kısıtlıyor. Siyasi ve toplumsal baskılardan dolayı da kendimi özgür hissedemiyorum. Gündelik yaşantımda eylemde bulunurken 40 kere düşünmek deyimi vardır ben de 40 kere düşünüp hareket etmek zorunda hissediyorum kendimi. Toplumda yerleşik olan geleneksel, yerleşik ve radikal normlardan dolayı kendimi bir kere psikolojik olarak rahat hissedemiyorum. Suç teşkil etmeyen yaptığım eylemlerde birçok kez çevrem ve tanımadığım birçok kişi ve grup tarafından baskıyla ve damgalamayla karşılaştım. Buna karşı bulduğum çözüm de artık özellikle görünür ortak alanlarda sahte roller sergiliyorum. Kendim gibi davranıp dışlanacağıma ve ayıplanacağıma toplumun ve sistemin benden beklentilerine uygun davranmak zorunda kalıyorum; ama özel alanımda tabii ki yine ben benim.” (K34, E, 20)

109

Modernite ve seküler düşünce, Türkiye’de din ve dindarlık tipolojilerinin değişip dönüşmesine neden olmuştur. Modernleşme, Türkiye’de kendine has değişimler sergileyerek özel ve kamusal alanda görünür hale gelmiştir. Osmanlı’nın kendine has dinselliği Cumhuriyet Dönemiyle beraber sekteye uğramış, geleneksel dinsellik ulus devletlerin inşasıyla birlikte yeni bir yola girerek dönüşüme uğramıştır. Gündelik yaşamda modernite, dinsel ve seküleri karşılıklı dönüştürmüştür. Türkiye’nin kendine özgü dindarlık tipolojisi farklı olmuş, Avrupa toplumlarına nazaran Türiye’de dindarlık daha homojen şekilde gerçekleşmiştir. Modernite, geleneksel dindarlığı dönüştürerek gündelik hayatta özellikle kamusal alanda yeniden bir üretim sonucu farklı şekilde yansımasına neden olmuştur. Modern toplumlarda artık din gündelik hayata yansımasına müsade edilemeyecek hale getirilerek pasifize edilmiştir. Bu durum çoğu kez uyumsuzluğa ve kamusal alanda çatışmaya sebebiyet vermiştir. Batılılaşma fikri Türkiye’deki dinselliği dönüştürmüştür. Dindarlığı, modernliğin inançta yarattığı din algısı değiştirmiştir. Türkiye’nin modernleşme ve sekülerleşme sürecinde din ve İslam paradoks ve çatışmalarla karşı karşıya bırakılmıştır. Dünyevileşme çabası, dini gündelik yaşamın gerçekliğine adapte etme çabası dindarlığın görünümünü köklü olarak değiştirmiştir. Geleneksel dindarlık ve İslam, kentleşme sürecinde yeni kurumsal ilişkiler, kurallar ve değerlerle işlevsellik kazanmış ve kendini yeniden üretim döngüsü içine koymuştur. Türkiye’nin modernleşme süreci, din anlayışında olduğu gibi dindarlık tipolojisinde de köklü değişimlerin ve dönüşümlerin meydana gelmesine neden olmuştur(Subaşı, 2002, 20-32).

“Dünya görüşüm ve benimsediğim en önemli ideoloji kuşkusuz Müslüman olmam ve İslam dinine göre yaşantımı sürdürmemdir. İslam dinine aykırı olan her şeye temkinli yaklaşıyorum; ama yeni olan, modern ve popüler değişime de açık olduğumu söylemeliyim. Dinime ve kültürel değerlerime aykırı olmaması kaydıyla değişim ve dönüşümü hep istemişimdir. Yetiştiğim çevre biraz daha geleneksel ve katı kuralları benimserken ben medya ve internetin de bende bıraktığı etkiyle yenilikleri takip etmek; hatta modern ve popüler olanı hayatıma uygulamak istiyorum.”

(K4, E, 20)

“Kendimi muhafazakar ve dindar olarak görüyorum; zaten günlük hayatımın tümünü bu görüşüm doğrultusunda şekillendiriyorum. Ebeveynlerime ve büyüklerime nazaran dinime zıt olmayan modern kıyafetleri giyerim, lüks ve turistik mekanlarda tatil yapmaya çalışırım, helal olması kaydıyla her türlü tadı modern ve popüler mekanlarda denerim. Sosyal medyada Müslüman olan popüler kişilerin modern giyinmesi, pahalı mekanlarda takılması, popüler ve güncele uygun hareket etmesi bu konuda daha cesur hareket etmemi sağlıyor.” (K40, K, 20)