• Sonuç bulunamadı

Dünya’da Kadına Yönelik Ekonomik Şiddetin Kısa Tarihi

BÖLÜM 2: DÜNYA’DA VE TÜRKİYE’DE KADINA YÖNELİK EKONOMİK

2.1. Dünya’da Kadına Yönelik Ekonomik Şiddetin Kısa Tarihi

İnsanların varoluşundan beri kadına yönelik şiddetin mevcut olduğuna inanılmaktadır. İlkçağlar kadının anaerkil dönemini ifade eder ve bu dönemde üretim alanlarını kadınlar kontrol etmektedir. O dönemde kadınlar ekonomiye katkı sağlamakla kalmayıp üstünlük kurmuşlardır. Fakat doğa olaylarının keşfedilmesi kadının elinden bu gücün alınmasına ve arka plana atılmalarına neden olmaktadır. Üretim alanlarındaki gücünü kaybeden kadınlar ikinci plana atılmaya başlamakta, şiddetin ve ekonomik şiddetin başlangıcı olarak kabul etmemize referans olmaktadır. İlk çağlarda bulunan mumyalarda yapılan araştırmaya göre; erkek mumyaların kemiklerinde %9-20 oranında kırık tespit edilirken kadın mumyaların vücudunda %30-50 oranında kırık tespit edilmiştir. Bu kırıkların özellikle baş tarafında yoğunluk göstermesi erkekten kadına yönelik şiddetin varlığına karşı ilk bulgular olarak karşımıza çıkmaktadır (Dişsiz ve Şahin, 2008: 52).

Antik Yunan’da kadınlara verilen rol evde hizmet etmekti ve yasal olarak alınıp satılabilen bir eşya olarak görülmekteydi. Ev hizmetlerinin değersiz ve emek olarak görülmemesi Antik Yunan toplumundaki kadına yönelik ekonomik şiddetin temellerini atmaktadır. Antik Roma’da da durum buna çok benzerdir. Erkeklerin malı olarak sayılan kadınlar itaat etmek ve tüm emirlere uymak zorundaydılar. İtaatsizlik eden kadınlar eşleri tarafından cezalandırılabilmekte hatta yasal olarak öldürmelerine izin verilmekteydi. Eski Hindistan’da ise kadınlar erkeklerin kölesi olarak kabul edilmekte ve eğer eşleri kendilerinden önce ölürlerse yaşam hakları ellerinden alınıp ölen kocalarıyla beraber yakılmaktaydılar (Özçoban, 2018: 34).

34

İlk ve Orta Çağ’da kadınlar; şahitlik, evlenme, boşanma, miras, mal edinme, yaşama hakkı gibi birçok temel haktan kısmen veya tamamen mahrum bırakılmış, güvenilir ve inanılır insan olarak sayılmamıştır. Ekonomik olarak tüm hakları ihlal edilen kadınlar bağımlı nüfus olmaya zorlanmış ve kocası olmadan karar verme yetkileri ellerinden alınmıştır (Erbay, 2019: 4). Spinoza ; ‘Kızların devlet mirası almasına izin verilmemesi gerekir. Çünkü kızlar kadın olacaklardır ve kadınlar hükümdar değil boyun eğen olmalıdırlar. Kadınların kocalarının hakimiyeti altında olması doğanın bir gereğidir. ‘ diyerek kadınların miras hakkından men edilmesini savunmuştur. Kadına yönelik ekonomik şiddeti savunan tek felsefeci Spinoza olmamakla beraber Aristotales ve Sokrates gibi ünlü felsefecilerinde kadınları ikinci sınıf vatandaş olarak nitelendirdiklerini görebiliriz (Gödelek, 2005).

Kadınlar çalışma hayatına çırak, köle, yamak gibi rollerle girmiş olup günümüz çalışma koşullarına girişi 18. yüzyılda başlamıştır. Sanayi devrimi öncesi dönemde kadınlar çalışma hayatına tarım, hayvancılık, dokuma gibi sektörlerde faaliyet göstermiştir. Hem ev içi çalışma hem de tarım, hayvancılık gibi sektörlerde çalışarak emeğini işgücüne çevirmiştir. Sanayi devrimiyle birlikte artan işgücü talebi, korunmasız emek olarak kadınlar iş piyasasına giriş yapmışlardır. Zorlaşan ekonomik koşullar ve köyden kente göçlerin hızlı artışı kadınların emeğini satmasına neden olmuş ve zorlu koşullar altında çalışmaya başlamışlardır. Bu dönemde kadın haklarının olmaması, toplumsal cinsiyet ayrımlarının yüksek olması ve eğitimde eşitlik olmaması yüzünden kadınlar niteliksiz işlerde çalışmış, ücretsiz aile işçiliği yanı sıra uzun saatler, eşit olmayan ücret ve kötü çalışma koşullarına maruz kalmışlardır. Bu dönemde ilk defa İngiltere’de kadınların çalışma yaşamı ve koşullarını düzenleyen yasalar çıkarılmıştır. Bu yasalar kapsam bakımından çok sınırlı olup kadınların emek sömürüsüne karşı başarılı bir girişim olmamıştır (Durmaz, 2016: 38-39).

1. ve 2. Dünya savaşının çıkmasıyla erkek işgücü silah altına alınmış ve kadınlar iş piyasasında yeni sahalara girip yeni roller yüklenmişlerdir. 1929 buhranının çıkmasıyla azalan iş talebi, kadınların yine ikinci plana atılmasına evlerine geri gönderilmelerine ve erkek yoğunluklu işgücü ortamına geri dönülmesine neden olmuştur. Kadının emeğinin yok sayılması ve yedek işgücü olarak görülmesi bu dönemde üst seviyelere çıkmıştır. Kriz dönemlerinde özellikle kadın çalışanların işgücüne katılım oranının düşmesi hala

35

yedek emek olarak görüldüğünün göstergesidir. Kadının üretim sürecine dahil olması bir nevi sahip olacağı haklar için zemin hazırlar. Çünkü ev içi çalışma ücrete tabi olmadığı için emeği görünmez kılmaktadır. Fiziksel ve bedensel aktivite gerektiren ev içi çalışma piyasa dışı çalışma olarak kabul edilip , kadını ikincil emek görülmesine neden olmaktadır. Sanayi devrimiyle beraber ortaya çıkan kapitalizm kadını ev içi hizmetlerde çalışmaya erkeği de üretim sürecine dahil etmektedir. Çalışma hayatına girebilen kadın yine kendine yüklenen rollerle bebek, hasta bakıcılığı ve temizlik gibi hizmet kollarında kendine yer bulmuş nitelikli işgücü olarak günümüzde bile hakkını alamamıştır (Durmaz, 2016: 38-39).

1791 Fransız İhtilaliyle beraber kadınlarda ayaklanmış ve 17 maddeden oluşan Kadın ve Kadın Yurttaşların Hakları Bildirgesi yayınlanmış kadın erkek eşitliği savunulmuştur. Yine aynı dönemde kadın ve erkeklerin politik anlamda eşit olmadıklarını ayrıca emek, cinsellik ve şiddet konuları toplumsal alanda konuşulmaya başlanmıştır (Özçoban, 2018: 36).

8 Mart 1857 tarihinde Amerika’da kadınlar uzun çalışma saatleri, yetersiz ücret ve kötü çalışma koşulları yüzünden greve girdiler. Kadınların ayaklanmasıyla büyük bir işçi dayanışması doğdu. Ancak polis işçilere müdahele de bulundu ve fabrikanın önünde barikat kuruldu. Fabrika da yangın çıktı ve kilitli kalan 129 kadın yanarak can verdi. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ekonomik şiddete maruz kalan bir grup kadının ayaklanması ve sonucunda hayatlarını kaybetmesi üzerine her yıl anmak için kutlanmakta ve ekonomik şiddetin kadınlar üzerinde ne kadar kötü sonuçlara neden olabileceğini göstermektedir (Basın-İş Sendikası, 2018).

Kadınların sesinin duyulmaya başlamasıyla beraber Birleşmiş Milletler 1975 yılını Dünya Kadın Yılı İlan etmiştir (Durmaz, 2016: 39). Dünya Ekonomik Forumu tarafından hazırlanan Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporuna göre 2006 yılından beri ülkelerdeki toplumsal cinsiyet uçurumu kapanma eğilimine girmiştir sadece 2018 yılında yüzde 0.03 ilerleme yaşandığını fakat bunun çok düşük bir oran olduğunu açıklamıştır. (Euronews, 2018). Bu durum ekonomik eşitsizliklerin giderilmesi, kadınların eşit işe eşit ücret alabilmesi, emeğinin yok sayılmaması ve bunun gibi pek çok konu da eşit haklara sahip olabilmeleri açısından umut vaad etmektedir.

36

Benzer Belgeler