• Sonuç bulunamadı

II. KURAMSAL ÇERÇEVE VE İLGİLİ ÇALIŞMALAR

2.10. Düşünme ve Stil Kavramı

Düşünme, insana özgü en temel özelliklerdendir. İnsanın düşünme yeteneğinin olması, farklı düşünme süreç ve becerilerine sahip olması gibi özelliklerinden dolayı diğer canlılardan farklıdır. İnsanlar tüm gün boyunca yaptıkları her işte düşünmeye ihtiyaç duyarlar. İnsan kasıtlı ya da farkında olmadan sürekli düşünme ile meşguldür. Bundan dolayı kaliteli bir yaşamın devamı için düşünme hayatımızın vazgeçilmez bir parçasıdır (Semerci, 1999: 209-216).

Düşünme tarihine bakıldığında, düşünmenin temellerinin yaklaşık M.Ö. 400-300 yılları arasında Yunanistan’ın başkenti Atina’da yaşamış olan Sokrates, Platon ve Aristotales’e dek uzandığı görülmektedir. Psikolojiden, felsefeye, sosyolojiden, eğitime pek çok araştırmacı düşünme üzerine çalışmışlardır. Dolayısıyla bu konuda pek çok farklı tanım göze çarpmaktadır (Dinçer, 2009).

Düşünme Türk Dil Kurumu Sözlüğünde (2011) Aristoteles'in öne sürdüğü biçimiyle, insanı hayvandan ayıran belirgin öznitelik: Duyum ve izlenimlerden, tasarımlardan ayrı olarak usun bağımsız ve kendine özgü eylemi; karşılaştırmalar yapma, ayırma, birleştirme, bağlantıları ve biçimleri kavrama yetisi olarak tanımlanmaktadır.

Düşünme; gözlem yapma ve deneyimlerle edinilen bilgiyi uygulama, analiz ve değerlendirme yapılarak organize edilmiş şeklidir (Özden, 1997:79). Düşünme kişiye

özgü bir özelliktir. İnsan dışındaki diğer canlıların böyle bir özelliği yoktur. Düşünme bilginin zihinsel olarak ortaya çıkarılıp işlenmesidir. Düşünme eylemi, bir problemi çözmek ya da bir soruya cevap vermek amaçlandığında, yeni ve farklı bir biçimde bilginin aktarılmasıdır (Çubukçu, 2004/b:88).

Yıldırım (1998), düşünme kavramına farklı bakış açısı getirerek, düşünmeyi oluşturan bileşenleri incelemenin, düşünmenin kendisini ve öğrenmeyle ilişkisini daha iyi açıklayacağını ifade ederek düşünmenin bileşenlerini: 1. Gözlem ve algılama, 2. Bilgileri saklama ve anımsama (bellek), 3. Bilgileri analiz etme ve değerlendirme, 4. Gözde canlandırma, geleceği görme, fikir üretme veya değiştirme (yaratıcılık) şeklinde belirtmiştir.

Düşünme üzerinde birçok tanım yapılmış olmakla birlikte tanımların paralellik gösterdiği görülmektedir. Özetle düşünme, insanın doğuşuyla başlayan ve hayat boyu devam eden, geliştirilebilen, insana özgü olan zihinsel bir süreçtir. İnsan düşünme sayesinde hayatını devam ettirip, geleceğine yön vermekle beraber toplum için önemli bir husus olduğundan sürekli geliştirilmesi gerekmektedir.

Düşünme kavramı ile ilgili yapılan tüm tanımların ortak noktası, düşünmenin zihinsel bir süreç olduğudur. Düşünme, var olan bir olayı anlamlandırabilmek ve sonrasında olaylar arasında ilişki kurabilmek ve tüm bunlardan bir sonuca varabilmektir. Araştırmalara göre kompleks bir sürecin işleyişini araştırmaya yarayan "stil" kavramı ortaya çıkmıştır. Stil, düşünme becerilerini ortaya çıkarmada yeni bir düzen vermeye yarayan bir özelliktir (Arıol, 2009: 4).

Her kişinin kendine özgü bir düşünme süreci vardır. Her beyin de farklıdır ve tektir. Kişilerin fiziksel özellikleri, hobileri, ilgi alanları ve bilgi birikimleri nasıl ki farklıysa, zihinsel gelişimleri, öğrenme ve düşünme stilleri de farklılık göstermektedir. Bundan dolayı da insanlar kabiliyetlerini farklı seçeneklerle kullanıp, olaylara farklı tepkiler verir ve farklı tercihlerde bulunurlar (Sternberg, 1997).

Bir insanı bariz bir şekilde gösteren stil düşüncesi ilk olarak Alport (1937) tarafından ileri sürülmüştür. Daha sonra araştırmacılar stili merak edip araştırmaları sonucunda stil kavramını ortaya koymuşlardır (Duru, 2004: 171-186). İlk araştırmalardan biri de 1977’de Torrance tarafından sağ ve sol beynin çalışması esas alınarak ortaya konulmuştur (Mert ve Ergeneli, 2003; Akt: Balgalmış, 2007). Sağ beyin

olarak karakterize edilmiştir (Cano- Garcia ve Hughes, 2000; Akt: Balgalmış, 2007). Daha sonra Sternberg (1997) uyum, seçim ve çevreyi paylaşmada, entellektüel olarak dünyayı araştırmanın karakteristik yollarını, kişinin düşünme stilleri dağarcığını oldukça geniş bir şekilde tartışmıştır (Dai ve Fedhusen, 1999, s.,302; Akt: Duru, 2004).

Öğrencilerin günlük yaşantılarındaki etkinlikleri gerçekleştirirken, öğrenme sürecinde davranış edinmeye çalışırken, becerilerini kullanmak için tercih ettikleri yollar stil olarak tanımlanır (Buluş, 2005). Başka bir açıklamada da stil kavramı, bir işi yapmayı düşünürken başvurdukları yöntem olarak tanımlanmaktadır (Zhang, 2000; Zhang ve Sternberg, 2000).

Stil, sergilenen davranışın tam ve en karmaşık şeklini yansıtır. Bütünün bir parçasıyla veya özel bir beceriyle değil de aktivitenin tamamıyla ilgilidir. Kişiye öz bir şivedir (Akt: Jones, 2006).

Bir Fransız atasözü vardır; “The style is the man himself.” (Stil kişinin kendisidir). Her ressam, her besteci, her piyanist, her heykeltıraş, her dansçı, her şair, her oyun yazarı, her aktör, her konuşmacı, her fotoğrafçı, her akrobat, her ev kadını ve her tamirci kendi stiline sahiptir. Sadece stillerine bakarak, bir bestenin Chopin’e, bir resmin Van Gogh’a ve masada duran kurabiyelerin ise Sally Hala’ya ait olduğunu anlayabilirsiniz (Alport, 1937’den Akt: Jones, 2006).

Stil, bireyin becerilerini kullanmada (Sternberg, 1997) ve bilgiyi işlemede tercih ettiği yol olarak tanımlanır (Duru, 2004). Riding ve Rayner (2000) ise, stili bireysel psikolojinin temel öğelerinin (duygu, davranış ve biliş) yapılandırılması ve organize olma biçimleri şeklinde tanımlamaktadır. Aynı zekâ seviyesine veya kişilik özelliklerine sahip bireyler farklı alanlarda farklı düzeylerde edimler sergilemektedir. Bu bağlamda stiller önem kazanmaktadır. Stil çalışmalarının temeli bireylerin çeşitli alanlarda gösterdiği edimlerin nedenlerini ve nasıllarını araştırmaktır. Stil kavramı yetenekleri kapsamaz, sadece tercihler yumağıdır (Akt: Sevinç ve Palut, 2001).

Stillerle ilgili önemli bir yanılgı, stillerin çoğu zaman yetenek olarak algılanmasıdır. Stil, kişinin sahip olduğu zekâ veya yetenek değil, zekânın ya da yeteneğin kullanılma yoludur. Stilin bu şekilde tanımlanması, onun becerilerden farklı olduğunun göstergesidir. Çünkü beceri bir şeyin yapılabilirliğiyle, stil ise neyi nasıl yapacağımıza dair tercihlerle ilgilidir (Fer, 2005; Duru, 2004). Bu yüzden stiller iyi ya da kötü olarak nitelendirilemez.

Stiller, yetenekler gibi, doğumda kazanılmazlar. Büyük ölçüde kişinin çevre ile etkileşimlerinin bir fonksiyonu olarak belirir, geliştirilebilir ve toplumsallaştırılabilir (Sternberg ve Grigorenko, 1997). Stil ile yeteneği birbirinden ayırt etmek gerekir. Stil ve yetenek arasında hiçbir fark olmasaydı stil kavramına gereksinim duymazdık ve bu durum, yetenek kavramı için gereksiz bir fazlalık olurdu. Yetenek bireyin bir şeyi ne kadar iyi yapabildiğini gösterirken, stil ise kişinin bir şeyi nasıl yapmaktan hoşlandığını ifade eder. Yetenekler, okulda ve yaşamın her aşamasında başarı kazanmak için önemlidir fakat işin tamamı değildir ve olamaz (Sternberg, 2009).

Öğrencilerin okuldaki akademik başarıları ve başarısızlıklarının temel nedeninin bireysel yeteneklerin farklılığı olduğuna birçok öğretmen ve psikolog inanmaktadır. Bununla birlikte, öğrencilerin kimileri okulda başarılı olduğu halde, neden hayatta başarılı olamamaktadır? Ya da tam tersi. Neden öğrencilerin üniversite bölüm tercihleri farklı olmaktadır? Neden bazı doktorlar öğrencilik yıllarında çok yüksek notlar almalarına rağmen, hastalarında başarısız olmaktadır? Merkezi sistemle yapılan sınavda birbirine yakın puan alan başarılı öğrencilerin bazılarının neden okuldaki başarıları çok yüksek iken diğerlerininki düşüktür? Bu tür soruların açıklamasında yetersiz kalan yetenek kavramının yanında başka açıklamalara da gerek duyulmaktadır (Yıldız, 2010, s.19).

Eğitim sürecinde her öğrencinin bireysel farklılıklar gösterdiği ve birey olarak kendine özgü olduğu kabul edilmektedir (MEB, 2006, s.1). Bireysel farklılıklar, öğrenme davranışını etkileyen önemli unsurlardır. Öğrenme davranışını etkileyen bu farklılıklara ilişkin özelliklerin en önemlilerinden biri öğrencinin öğrenme süreçlerinde kullandığı stillerdir (Akbulut, 2006). Eğitimde bireysel farklılık denilince akla ilk gelen ayrım zekâ olsa da araştırmaların günümüze ulaştığı noktada, zekâdan daha önemli görülen ve vurgulanan ayrım, stil farklılıklarıdır (Erdoğan, 2008, s.1).

Bireyler birkaç stilden oluşan bir yapıya sahiptir. Çünkü bireyler duruma ve karşılaştıkları olaylara göre kendilerine gerekli olan stili kullanırlar. Kısacası insanlar kendilerini rahat hissedecekleri, onlar için daha pratik olabilecek stilleri seçerler (Fer, 2005). Örneğin, mesleğinde yeniliklere açık olup, karşısına çıkan yenilikleri kullanan bir kişi, ev hayatında kurallara uyan ya da bir matematik dersinde problem çözümü için yeni yollar deneyen bir öğrenci, fen ve teknoloji dersindeki problemleri klasik yollardan

çözebilir. Stiller değişik durumlarda değişebileceği gibi, bireylerin bireysel durumları ve sosyoekonomik durumlarıyla da yakından ilişkilidir.

Literatürde stillerin; biliş merkezliler, kişilik merkezliler ve etkinlik merkezliler olarak gruplandırılmasına sıkça rastlanmaktadır. Bu gruplar birbirinden farklıdır, fakat ortak yanları, kişilerin bilgiyi işlemede ve kabiliyetlerini kullanmada tercih ettikleri yöntemlere odaklanmalarıdır. Biliş merkezli yaklaşımlar bilişsel stillerle, bireyin belirli bir bilgiyi nasıl bilişe geçirdiği ile ilgilidir. Bireyin algısal ve zihinsel yeteneklerini içerir ve bilgi işleme üstüne odaklanır (örneğin, Witkin’in alan bağımlı ve alan bağımsız modeli). Kişilik merkezli yaklaşımlar bireysel kişilik özelliklerini içerir (örneğin, Myers-Briggs modeli). Etkinlik merkezli ya da diğer adı ile öğrenme merkezli yaklaşımlar ise bireyin bir konuyu nasıl öğrenmeyi tercih ettiği üstüne odaklanır (örneğin, Kolb modeli) (Fer, 2005, s.5).

Benzer Belgeler