• Sonuç bulunamadı

Cinsiyet ve Cinsel Kimliklerin Gizlemesine Yönelik Elde Edilen Bulgular

4. BÖLÜM: BULGULAR ve YORUM

4.3. Cinsiyet ve Cinsel Kimliklerin Gizlemesine Yönelik Elde Edilen Bulgular

Katılımcıların tümünün, akraba, yakın çevre ve komşularının eşcinsellik ve translık ile alakalı olumsuz yargılarını ve düşüncelerini umursamadıkları görülmüştür. Trans kadın ve erkeklerin cinsel kimliklerini gizlemedikleri fakat 6 geyden ikisinin ve 4 lezbiyenden ikisinin gizledikleri anlaşılmıştır. Cinsel yönelimlerini gizleyen gey bir katılımcının (G3):

“Gey olduğumu gizliyorum, çünkü kendimi değil de anne ve babamı düşündüğüm için. Ben kendimi her türlü savunurum ama ailem çevresine karşı çok duyarlı, kahrolurlar. Bir de ailem ile aramın bozulmasından çok korkuyorum” ve lezbiyen bir katılımcının (L1): “Lezbiyen olduğumu ve bir kadın olarak bir kadına ilgi duyduğumu gizliyorum, ailemi bırak sınıf arkadaşlarımdan bile gizliyorum, yoksa üniversiteyi bitirmek benim için zor olur diye korkuyorum, keşke herkes saygılı olsa” ifadelerine bakıldığında eşcinsellerin

çevrenin baskısından çekindikleri için yönelimlerini beyan etmedikleri; cinsel yönelimlerini gizlemeyen gey bir katılımcının (G4): “Gey olduğumu başlarda gizledim,

81

Sonra üniversite için Ankara’ya geldim, sevgilim var ve birlikte yaşıyoruz, ailemin yanına gittiğimde sürekli mesajlaşmam dikkatlerini çekmiş, tabi onlar bir kızla yazıştığımı düşündüler, sonra babam İnstagram’da sevgilim ile olan fotoğraflarımı ve alttaki yorumları görünce çılgına döndü, ben de yanlarındaydım o zaman, kötü bir gündü, halen benimle görüşmüyorlar, babam beni reddettiğini söylemiş, artık gizlemiyorum gey olduğumu, ama böyle olmasını istemezdim” ve lezbiyen bir katılımcının (L4): “Gizlemiyorum, ama süreç çok mu kolay oldu derseniz, hayır. İlk olarak dışlandım ve birçok şeyden mahrum bırakıldım, ama birçok şeyi de kazandım. Mesela hayatımı. Başlarda çevremin tamamına yakını dışladı tabi, onlara ilginç geldi, onlar için önemli olan beklentiler olduğu için ve beklentilere aykırı davranış sergilediğimi düşündükleri için dışlandım, ama özgürlüğüm kazandı” ifadelerine bakıldığında ise eşcinsellerin

başlarda gizledikleri fakat cinsel yönelimlerini belirgin bir şekilde yaşamalarından dolayı sürekli bir bedel ödemeye maruz bırakıldıkları, bu durumun eşcinselleri bir insan olarak yıprattığı ve birçok sosyal alandan dışlandıkları anlaşılmıştır. Cinsel yönelimlerin ve cinsiyet kimliklerinin gizlenmesi konusunda trans bir kadın katılımcının (TK2): “Elbet

bende uzun bir süre gizledim, ama ruhum ile bedenim aynı şeyi söylemiyor ve günden güne uçurum artıyordu, bir gün ilk olarak anneme söyledim o da babama söylemiş. Başlarda reddettiler ve dışladılar. Hatta tedavi etmek istediler falan. Ama artık kabullendiler, eskisi gibi olmasa da görüşüyoruz annem ve babamla, her şeyden değerliler benim için ama akrabalarım ile görüşmüyorum, söylediklerini de umursamıyorum. Kimliğimi de sevgilimi de kimseden gizlemiyorum” ve trans bir erkek

katılımcının (TE2): “Heteroseksüel bir erkek kimliğini gizleme ihtiyacı duymuyorsa ben

neden duymalıyım ki? O da bana göre farklı o zaman! Artık politik olarak ben de erkeğim ve heteroseksüelim. Yaşım küçükken mecburen baskı nedeniyle gizlemek zorunda kaldım ama bu günkü aklım olsa gizlemezdim. Yani neyi neden kimden gizliyoruz ki, kimin özgürlüğüne saldırıyoruz” ifadelerine bakıldığında transların, gizlenme konusunu

eşcinsellere oranla daha çok eleştirdikleri, başlarda cinsel yönelimlerini ve olmak istedikleri cinsiyet kimliklerini gizleseler bile sonradan daha cesurca beyan ettikleri görülmüştür.

Bu başlık altında elde edilen bulgular değerlendirildiğinde trans olduğunu gizlemeyen dört katılımcının, akraba, aile, komşu ve yakın çevresinin eşcinsellik ve translık hakkındaki düşüncelerini en başta önemseseler bile şu anda önemsemedikleri, tutum ve davranışlarını umursamayarak ön yargılı insanlar ile aralarına mesafe koydukları

82

anlaşılmıştır. Bu noktada, trans katılımcıların cinsiyet kimliklerini gizlememelerinde, bedeni inşa sürecine girmelerinin ya da bedeni inşa sürecini tamamlamış olmalarının etkin olduğu düşünülmektedir; nitekim translar, duygularını ve davranışlarını gizleseler bile bedeni inşa sürecinde değişen görünümlerini gizleyemeyecek olmalarından ve doğumla gelen bedeninin ruhu ile bütünleşememesinden dolayı eşcinsellere oranla gizlenmesi de daha az mümkündür. Eşcinsel olduğunu gizleyen, dışa vuramayan ve bedeninden memnun olduğunu ifade eden eşcinsel gey ve lezbiyen katılımcıların, ataerkil yapıdaki heteroseksist hâkim düşüncenin ve heteronormatif düzenin baskısı altında gizlenmek zorunda kaldıkları (en azından bir süre), özgür iradeleri ile belirledikleri davranış ve rollerini dışa vur(a)madıkları, karşılaşılacak tepkilerden ve sosyal dışlanmadan çekindikleri anlaşılmıştır. Eşcinsel gey ve lezbiyenlerde, cinsel organları ile arasında memnuniyetsizliğin olmadığı, sadece cinsel ve duyusal arzularına yönelik kime karşı ne hissedecekleri noktasında katı belirlenmişliğin kendilerini rahatsız ettiği, cinsel organı ile barışık olan lezbiyen ve geyin, duygusal anlamda kimi çekici bulacağına kendilerinin karar verebilecek olduğu, kadın ya da erkek olmaya yani dikotomik cinsiyet kavramlarına ve belirlenmiş rollere çok fazla anlam yüklemedikleri görülmüştür. Bu bağlamda, Queer teorinin aslında gey ve lezbiyenlerde daha çok anlam kazandığı ve bir takım kriterlerle sınırlandırılmış düalist cinsiyet kimliklerine anlam atfetmedikleri görülmüş fakat eleştirel bakışın istenilen düzeyde olmadığı da anlaşılmıştır. Nitekim Queer teori cinsiyet kimliğinin tanımlanmasının da ötesindedir; lezbiyen, gey, trans, kadın, erkek vs. gibi aslında kadın-erkek dikotomisi temelinde tanımlamalara karşı bir duruş bir yaşam felsefesidir. Katılımcılar her ne kadar kendilerini belirlenmişliğin dışında davranış sergileyen bireyler olarak tanımlasalar da aslında kendilerini tanımladıkları kimliğin temelinde yine kadın-erkek dikotomisinin yattığı görülmektedir. Düalist kimliğin kabullenildiği, eşcinsel ve trans katılımcıların kendilerini bir şekilde yine belli kategorik başlıklar altında sınıflandırarak sınırlandırdıkları, dolayısıyla Queer teorinin amacına ulaşması bakımından yeteri kadar anlaşılamadığı ve ülkemizde bu alanda akademik çalışmaların ağırlık kazanmasının gerektiği değerlendirilmiştir.

Aşk ise, dünyevi anlamda iki insanın birbirlerine duydukları çekim, his, arzu şeklinde tanımlanabilir. Tıpkı insanların belli kategorik başlıklar altında sınırlandırılması gibi, aşk kavramının heteroseksist bir yaklaşımla kadın ve erkek temelinde tanımlanarak sınırlandırılması, bu kavrama yapılan bir haksızlık olduğu düşünülmektedir. Nitekim aşk, “ben” ve “ben olmayan” arasında yaşanması zorunlu hale getirilmiş heteronormatif düzen

83

içerisinde sıkışıp kalmıştır; aşk insanla insan arasında karşılıklı rıza içerisinde ya da tek taraflı olarak yaşanabilecek bir duygudur, kadın ve erkek dikotomisi arasında sıkıştırılması, birçok bireyin hatta aşkın mağdur olmasına temel oluşturmaktadır. Trans bir kadın katılımcının (T2) “…bırakın kim kime aşk duyarsa duysun, aşk nefretten daha

güzel bir duygu, karşılıklı rıza ile yaşanan aşkın kime ne zararı var, aşkı belli tanımlar arasında sıkıştırmayalım” ifadesi ele alındığında, heteroseksist ve sexist aşk

tanımlamalarının katılımcılar tarafından benimsenmediği, önemsenmediği, aşk tanımlamalarında bulunurken insanların insanlara duyulan hatta ilahi aşk şeklinde bile tanımlamalara gidildiği görülmüş, bu durum aşk hakkında kazuistik ve genel geçer bir tanımının yapılamayacağını göstermiştir.

Katılımcılar, aşkta herkesin özgür olduğu ve karşılıklı rıza ile aşk yaşamanın kimseyi ilgilendirmeyeceği noktasında vurgu yapmışlardır. Aşkın, düalist cinsiyete bağlı bir duygu olmadığı, sadece kadın ve erkeğin bir birlerine hissedebileceği bir duygu olmanın dışında insanın insana hissedebileceği ve hissettirebileceği bir duygu olduğu, aşkın cinsiyetler arasında bölüştürülmesine karşı olunduğu, cinsiyetlerin dışında ilahi aşkın da var olduğu görüşü hâkimdir. Bu konuda belirleyici olduğu düşünülen katılımcıların ifadelerine aşağıda yer verilmiştir.

Lezbiyen bir katılımcı (L2):

“Aşk hislerle alakalı bir şey ve kime ne hissedeceğime ben karar veremedikten sonra hayatın ne anlamı var? Aşk sadece kadın ve erkek arasında yaşanan bir şey değil iki insan arasında yaşanan en önemli duygudur.”

Trans bir kadın katılımcı (TK1):

“Aşk benim varlık felsefem, âşık olmayı ve aşk yaşamayı seviyorum. Beşeri aşk gibi ilahi aşk da vardır ve insanlar aşk konusunda özgürdür. Eğer âşık olduğum kişi de bana âşıksa kime ne…”

Eşcinsel ve transların sadece kendi aralarında mı aşk yaşadıkları noktasında, düşüncelerin değiştiği görülmüştür. Sekse düşkün olma noktasında ise genel olarak verilen cevapların birbirleri ile tutarlı olduğu ve heteroseksistlerin bu konudaki genel algısını umursamadıkları anlaşılmıştır. Bu konuda trans bir kadın katılımcı (TK2): “Ben bir

84

aldım. Erkek bir sevgilim var ama o trans erkek değil. Yani eşcinsel arkadaşları bilmem ama translar sadece translar ile aşk yaşamak zorunda değiller. Doğal olarak ben de sevgilim de heteroseksüel”, lezbiyen bir katılımcı (L4): “Evet, eşcinseller, eşcinseller ile aşk yaşar mantıken, bir kadın başka bir kadına âşık oluyorsa ve cinsel eylem halindeyse bunun adı lezbiyenliktir ve eşcinselliktir, politik olarak tabi… Eğer sekse düşkün olduğum için eşcinselsem bunu erkekler ile de yapabilirdim yani heteroseksüeller sekse düşkün değiller mi” ve gey bir katılımcı (G5): “Mantıken düşündüğünüzde erkek erkeğe kadın kadına ilgi duyuyor ise eşcinsel aşk olmuş oluyor, ama bu tanımlama politik bir tanımlama tabi. Sekse gelince, en az heteroseksüeller kadar sekse düşkünüm, heteroseksüeller sekse düşkün değil mi yani… Sanki sekse düşkün olunca mı eşcinsel olunuyor…” ifadelerinde bulunarak sekse düşkünlüğün eşcinsellik ve translık ile alakalı

olmadığını, heteroseksüellerin sekse düşkün olmadıkları iddiası ne kadar yersiz ise eşcinsel ve transların sekse düşkün olduğu iddiasının o kadar yersiz olduğunu savundukları görülmüştür.

Biseksüellerin dışında, eşcinsellerin doğal olarak eşcinseller ile aşk yaşadığını söylemek mümkündür; fakat bedeni inşa sürecini gerçekleştirip ruhu ile bedenini bütünleştirerek istediği kimliğe kavuşmuş (resmi anlamda da) translarda aşk, hemcinsine karşı olabilirken daha çok karşı cinse olduğunu söylemek mümkündür. Örneğin doğumunda kendisine erkek cinsiyeti atanan birey, ruhu ile bedeninin bütünleşememesinden dolayı memnun olmadığı bedenini değiştirerek artık trans kadın yani kadın olmaktadır. Doğumunda kendisine erkek cinsiyeti atanmış trans kadının tıbbi müdahaleler sonucunda politik olarak da artık kadın olduğu göz önünde bulundurulduğunda bir erkeğe âşık olması durumunda bu heteroseksüel davranış olmakta ve politik olarak seksist aşk ve birliktelik tanımlarına uymaktadır. Bu yüzdendir ki trans erkek ve kadınlarda politik kadın ve erkek rollerin ve beklentilerin yani toplumsal cinsiyetin kabullenildiği bulguları elde edilmiştir. Eşcinsel ve transların sekse düşkün olup olmamaları konusu ise, aslında heteroseksüellerin sekse düşkün olup olmalarından çok da farklı değildir. Nitekim eşcinsel ve transların sekse düşkün olduklarını iddia etmek, heteroseksüellerin sekse düşkün olmadığını iddia etmek kadar yersiz olacaktır. Eşcinsel ve translarda sekse düşkünlüğün yaygın olarak kabul görmesi veya gösterilmesi, tıpkı tercih kavramı gibi aslında eşcinsel ve transların etiketlenmesine, ötekileştirilmesine ve ayrımcılığa maruz bırakılmalarına meşru zemin hazırlamaktadır ve heteroseksüeller, natranslar ve heteronormatif düzen tarafından tam da bu amaç güdülmektedir.

85

Eşcinsel ve transların hemcinslerinden veya karşı cinsten nefret etmeleri konusunda, bu algının oldukça yersiz olduğu saptanmıştır. Bu konuda en kapsamlı ifadelerde bulunduğu düşünülen trans bir kadının (TK2) “Nefret, ne kadar kötü bir kelime, neden birbirimizden

nefret edelim ki, hem ben eğer erkeklerden nefret edersem eşcinsel ve translardan nefret edenlere söz söylemeye hakkım olur mu? Önce herkes kendisine bakmalı. Hayat çok kısa sevelim, sevmiyorsak saygı duyalım ve nefret hayatımızda olmasın” açıklaması,

katılımcıların tamamının düşüncelerini açıklar niteliktedir. Katılımcıların, hemcinsinden veya karşı cinsten nefret etmeleri halinde kendilerinden nefret edilmesinin meşru olabileceğini ifade ettikleri görülmüş ve kendilerine zarar vermeyen, haklarına tacizde bulunmayan hatta kendilerini sevmeseler bile saygılı ve hoşgörülü davranan insanlardan nefret etmedikleri anlaşılmıştır. Karşı cinsten nefret etme noktasında katılımcıların aynı fikirde oldukları ve kimsenin kimseden nefret etmemesi gerektiği düşüncesinin hâkim olduğu görülmüştür.

Bu bağlamda günlük hayata bakıldığında, kadına, çocuğa, yaşlıya, engelliye vs. şiddet uygulayanlardan daha çok nefret duygusu beslenen eşcinsel ve translar, kendilerine nefret duyanlara karşı bile hoşgörülü ve saygılı olmaları halinde nefret duygusu beslememektedir; beklentileri sadece saygı ve hoşgörüdür. Trans bir kadın katılımcının (T2) “…beni sevmeyebilirler, görüntümden de hoşlanmayabilirler, ama hoşgörülü olup

yansıtmadıkları ve beni rencide etmedikleri sürece asla nefret etmem” ifadesi konuyu

açıklar niteliktedir.