• Sonuç bulunamadı

2. BEKÂRET VE NAMUSUN CİNSİYET KÜLTÜRÜNE YANSIMALARI

2.1. Bekâret Anlayışında Kadın ve Erkek Rolleri

2.1.3. Cinselliğin ve Kadının Denetim Alanı Olarak Evlilik

Toplumsal değişimin etkisini hissettirdiği alanlardan biri de cinsler arası iletişime bağlı olarak evlilik ve ailedir. Feodal toplumdan sanayi toplumuna geçişte modern hayatın etkisi dâhilinde kadının var olduğu alanlar genişlemiştir. Birçok statüde erkek ile eşit koşullara sahip olmasının ardından kadınların ve erkeklerin evliliğe ve aile içi sorumluluklara bakış açısı değişmeye başlamıştır. Öncelikle eş seçimlerinin sınırlılıklardan arınmasıyla başlayan değişimlerle evlilik kendini geleneksel ilişkiden romantizm akımına bırakmıştır. Eş, dost, arkadaş, sevgili, aşk gibi anlamlarla anılmaya başladığında özellikle feodal ataerkil yapıda alışık olunmayan evlilik yapıları türemeye başlamıştır. Ev işlerinde erkekten yardım beklentisi bile bu yapılara ters düşen bir durumken erkeklerin mutfağa giriyor olmasına alıştığımız bir döneme girmiş bulunmaktayız. İkili ilişkilerdeki ilerleme olarak niteleyebileceğimiz bu durum evliliği müşterek konumlara doğru yola çıkarmış olmaktadır (Aydın, Baran, 2010:117-121).

Günümüz terminolojisinde evlilik tanımlanırken resmi işlemlerle kanıtlanmış bir aile bütününün varlığından söz edilmekte ve bu bahis sırasında kadın ve erkeğin müşterek hayatından söz edilmektedir. Elbette ataerkillikte müşterek yaşamın tam varlığından söz edilemese de yokluğundan da söz edilememektedir. Evlilik kurumunun oluşması ise bir nikâh akdine bağlı olmaktadır. Yapılan bir araştırmaya göre Türk toplumunda %91 oranında hem resmi hem imam nikâhlı, %3 oranında ise sadece resmi nikâhlı evlilik bağı kurulmuştur. (Tezcan, 2004:15-34)

Cinsellik hem bulunduğu toplumu etkileyen hem de ondan etkilenen bir mefhumdur (Kaya, Aslan, 2017). Etkileme sürecinde kadının sosyal yaşamında belirleyici bir role sahiptir. Özellikle cinsel ayrımcılıklarla karşılaşması kadının imtihan alanını genişletmiştir. Küresel olarak bir eşitlik ve kadın haklarından bahsedilirken toplumlarda bunun ağır aksak ilerlemesi, özellikle sosyal öğrenme sürecinde erkeklerin bu baskısal yapıyı devralmalarından kaynaklanmaktadır. Erkekler kadınların cinsel ihtiyaçlarını görmezden gelirken, kendi ihtiyaçlarına her daim cevap verilmesini beklemektedirler. Kadının cinsel arzularını söz konusu etmesi mümkün değilken, uyarılmışları olmadığı halde cinsel görevlerini yerine getirmektedirler. Küçük yaşlardan itibaren cinsellikten uzak ve bedenini koruması üzerine yetiştirilen kız çocuklarının evlendikten sonra da cinsellikten beklentileri düşük olmaktadır. Ayıplar ve günahlarla kısıtlanan bu beden evlilikle erkeğe teslim edilmekte ve erkeğin denetimi altında olan kadın bedeni evlilikten sonrada bu denetimde yaşamaya devam ettirilmektedir (Kaya, Aslan, 2017). Cinsellikle ilgilenmemenin erdem sayıldığı bir kadın figürü oluşturularak, onun cinselliği denetim altına alınmakta böylelikle bedenini koruması sağlanmaktadır.

Modernleşmeye bağlı toplumsal değişimin, toplumsal cinsiyete ve cinselliğe etki ettiğini, ataerkil söylemler gözlemlendiğinde; kadınların söz konusu olduğu alanlarda söylemek pek mümkün olmamaktadır. İnsanlık tarihinin başlangıcının anaerkillik olduğu düşüncesi baz alındığında günümüz ataerkiline büyük bir dönüşüm yaşandığı görülmektedir. Ancak bu dönemlerde de erkeğe üreme dışında ihtiyaç duyulmamış, doğanın karşısında güçsüz kalan kadın, erkeğin bedensel gücünden faydalanmak için onu kullanmıştır. Bu fiziksel güç giderek diğer alanlara yayılmış ve erkeğin hâkimiyeti tüm alanlara yayılmıştır (Özkoçak, Tavuz, 2014:187-201).

Cinselliğin doğal süreçten çıkıp ayıplara ve günahlara sarıldığı toplumlarda kadının cinsel özgürlüğünün olması durumundan bahsedilmezken, erkeğe toplum tarafından günahlar yüklenmemiştir. Fizyolojik unsurlardan çıkıp toplumsallaşan bir cinsellikten bahsetmek mümkündür (Imam, 2004:75-98). Erkeğin elinin kiri tabirinin ün salması da buradan kaynaklanmaktadır. Toplumların cinsler arasında yarattıkları devasa farklar, kadın erkek ilişkileri için daima sorunlu bir alt yapı oluşmasına neden olmuştur.

Ataerkil toplumlarda erkeğin cinselliği öncelenirken kadın cinselliği sorunlu bir alanda yer almaktadır. Kadının bağımsız cinsel yaşantısı onu suçlu kılmaktadır. Cinsel ayartmaların şeytana ait olması, kadının da ayartma konusunda büyücü konumunda çeşitli kültürlerde suçlanması ve cezalandırılması rastlanan bir durum olmuştur (Tuner, 2006:108). Cinselliğin şeytansı bir özellik barındırmasından ziyade bu dürtünün kadın tarafından uyandırılmasına dayatılan suç, kadınını daima sorumlu tutmaktadır.

Cinsellik; cinsel doyumu, iki insanın uyum içindeki beraberliklerini içeren tabular, kurallar, biyolojik ve sosyal yönleri olan özel yaşantı olarak tanımlanabilmektedir. Cinsellik insan hayatının devamı için yaşmasal bir değere sahip olmasa da yaşam kalitesini artıran ögeler arasında yer almaktadır. Evlilik açısından cinsellik kutsanmışlığın, arınmışlığın bolluk ve bereketin simgesi olmuştur. Ancak tabular, mitler ve yasaklarla cinselliğin sınırları belirlenmiştir. Kuralların dışına çıkma ise toplumsal ahlakı bozucu bir tehdit, baş kaldırı ya da kutsanmış olana saldırı olarak anlaşılmıştır (Gülsün vd, 2009:3).

Kadın cinselliği bekâret ve namus üzerinden algılanmaktadır. Kadının toplum içersindeki değeri cinsel deneyimi ile belirlenmektedir. Kadının cinsel olarak toplum gözünde değerli ve evlenilebilir olması için namuslu olması gerekmektedir. Bu durum kadınların cinsel deneyimsizliğinin ödüllendirilmesini, deneyimin ise cezalandırılmasını beraberinde getirmiştir. Namus cinayetleri, intiharları ve bekâret kontrollerinin sebebi bu algı olmuştur. Böylece toplum bastırılmış bir kadın cinselliği yaratarak, onun cinselliğini evlilikle mümkün hale getirmiştir (CETAD, 2007:13).

Cinselliğin evlilikle denetlenmesi toplumda ‘ilk gece’ ritüelini daha önemli hale getirmiştir. Özellikle bu gecede bekâretin kontrol edilecek olması ve bu gecenin sadece kadın için ilki ifade ediyor olması kadınlarda korku oluşmasına neden olmaktadır. Cinselliğin denetimini sağlayan bekâretin de denetimi evlilik kurumuna dolayısı ile bir erkeğe bırakılmıştır (CETAD, 2007:16-18).

Eşleşme, çiftleşme ve çoğalma tüm canlılara ait bir durumdur. Çiftleşme biyolojik bir durumken, cinsellik ve evlilik; psikolojik ve kültürel bir olaydır. Cinselliğin ve evliliğin her toplumda farklı olması ve tarihsel süreçten etkileniyor olması bilinen bir gerçektir. Bu nedenle evlilik kavramının ve ona yüklenen anlamların tek bir boyutu yoktur (Tarhan, 2005).