• Sonuç bulunamadı

6.1. Tunceli/Dersim’de Yapılan Görüşmeler

6.1.3 Celal Abbas Ocağından Zeynel Batar Dede

-Dede biz hangi ocağa geldik? Siz burdaki ocağın mensubu musunuz? Biraz buradan kutsal emanetlerden söz edermisiniz?

"Şimdi burası Celal Abbas tekkesi, Ali evladıdır. Ali'nin soyundan gelmiştir. İmam Hasan, İmam Hüseyin ile kardeştir bunlar. Anneleri ayrıdır. Hz. El-Murtaza Hz. Fatma'dan sonra tekrar evlenmiştir. Yani aslı temiz bir kadındır. Anasını adı Gülbahar'dır. Celal Abbas ondan doğmadır. Kerbela cenginde bu karargah bekçisiymiş. Kerbelada İmam Hüseyin'in karargah bekçisi. İki kollarını şehit vermiş. En son muaviye çembere aldılar. Üçgün toprakta kanla bölündü, kefeni kan oldu. İşte onun soyundan gelen evlatlardır.191 ".

“Celal Abbas Kerbela'da İmam Hüseyin'in karargah bekçisiymiş. İki kollarını şehit vermiş. En son Muaviye çembere aldı şehit etti. Üç gün toprakta bedeni kanla bölündü, kefeni kan oldu. İşte onun soyundan gelen evlatlarıdır. Buraya kadar gelmişler. Sonra bunlar beş kardeşmiş. Biri buraya gelmiş. Biri Elazığ Mığı'ya gitmiş. Biri Sivas'a gitmiş. Biri de buraya gelmiş. Bir teneside hiç evlenmeden sırrı dünya olmuş. Buraya gelen zatın ismi Mahmut dededir. Mahmut çelebi çelebi demek çok gezmiş çok dolanmış demek. Türkiye’nin her tarafını gezmiş. Kars'a ordan Erzurum'a oradan Erzincan boğazından buraya gelmiş, buraya mekan kurmuş. Bunun iki çocuğu olmuş biri Kadir Dede biri Mahmut'dur. Bugüne kadar bizde ocak, hem zakirlik hem halifelik hem de hocalık var. İki kapı var. Rehberlik ve Pirlik kapısıdır. Mürşitlerimiz Ağuçan'a

Hz.Ali'nin nurunun ise Ebu Talip'ten zuhura geldiği söylenmiştir. Aslında bunların başlangıçta bir olan nurlarının, doğumlarıyla iki olduğu; ancak yinede manaca bir oldukları söylenebilir”.( KAPLAN, age, s. 291) “Görülüyorki buyruklarda da herşey yaratılmadan olan kandilin içindeki nur söylencesi günümüze kadar anlatıla gelmiştir.

191

Dedelik Aleviliğin en önemli kurumlarından biridir. Geleneksel Alevilikte dedenin, sosyal, dini,

hukuksal, tıbbi ve eğitimsel işlevleri vardır. Onun etrafında yürütülen ayn-i cem, dedenin bütün işlevlerinin bir odaklaşma noktası sayılabilir. Her dede bir dede ocağına(ruhani sınıf) mensuptur. Ocak soylarının asılları ya Muhammed, ya Ehlibeyt, yada Hacı Bektaş gibi evliya sayılan şahsiyetlere dayanır. Ocak mensuplarının dini karizması bu ünlü soylarından kaynaklanır. Ocağın kutsallığı Dersim ve Erzincan Aleviliğinde de çok önemli bir yere sahiptir. Ocak aynı zamanda yaşamın, canlılığın, varoluşun ve devamın sembolü olarak bir öncekini bir sonrakine bağlayan ısı enerjisini yani ateşin bulundurulduğu ana noktadır. Ocağın tütmesi ailenin ve soyun devamlılığı açısından elzemdir. Bu açıklamalardan s Alevikte ocağın konumlarını belirleyen unsurları : Keramet, soy ve hizmet olarak ifade edebiliriz.

Keramet; sözlü geleneğe ve şecerelere göre bazı ocak uluları da olağanüstü güçlere sahip olmaları ve keramet göstermeleri nedeniyle ocak kurucusu olmuşlardır. Bu kerametler ateşe hükmetme, zehir içme, duvarı yürütme gibi kerametler sayılabilir.(Yaman, 2004, s. 151) Bu kerametlere Kureyş'in fırına girip yanmaması, Babamansur'un duvarı yürütmesi, Ağuçanlıların zehir içmesi ve tüm bunların yanında hasta insanlara şifa vermeklede keramet ehli olduklarını göstermektedirler.

.

bağlıdır. Biz Ağuçan'a gideriz. Rehberlik ve pirlik var. Bizde bir emanet var. İmam Hüseyin tası, yazılı tespitli. Eski zamanlarda ocağa geldiği zaman eskiden her çağda kerametler vardı. Dedeler kendi vasfına sahip çıkmamış mevzuatlar bitmiş, kaybolmuştur. Eskiden buraya elini kolunu sallayan giremezdi. Korkarak gelirlerdi, insanlar toprağa bastıklarında, çekiniyorlardı. Acaba olmaya ki bir hata işleyelim. Onlar ocağa geldiklerinde araştırılıyorlardı. Günahlı ve günahsız olanları, günahlı olanlar dışarıda kurban kesiyorlardı asla beş kuruş para almıyorlardı, kimseden lokma almıyorlardı. Ama şimdi alıyorlar, lokmaları paylaşıyorlar, şimdi yanlış yapıyorlar”.

“Şimdi nefis olduğu için bu nefis çok acayip bir şeydir. Baştan kurban eder bağlarsan o zaman kurban etmiş olursun. Nefsi bağlamadılar, mevzuatlar kayboldu. Şimdi bu ocak değil bütün ocaklarda halihazırda keramet mevzuat bitmiştir. Özünü Hakka bağlamadılar. Yanlışla yanlış, haksızla haksız, yolsuzla yolsuz oldular, sonumuz kötü oldu. Eskiden öyleydi, çıralık almıyorlardı, para cebine koymuyorlardı. Günahlı dışarıda kalıyordu. Günahsızda ağlaya ağlaya sızlaya sızlaya eşiğine yüz sürüp davan sürüp böyle eline eline gidiyorlardı”

“Kötürümde olsa kalkar yürür giderdi. Birşeyi kalmazdı. Bizim eski doktorlarımız ocaklarımız, Öyle doktorların eline düştükki derman arayıp derman bulamıyoruz. Mekanımız öyleydi. Cem cemaat yol erkan, görgü cemi vardı. İki tane evliyamız vardı. Hızıraleyselam değneği var. Biz o görgümüzü onlarla yapıyorduk. Biz, taliplerimiz tarıkın altına giriyorlar. Bazı yerler kefen sarıyor bizde kefen yok. Bizde canlar beraber saf olur, bacılar arkada, müsahipler önde. Büyüğü sağ, küçüğü sol tarafta kalıyordu. Müsahibimin hanımı benim ayaklarımı kapatıyordu. Bir metre peştal vardı ayaklarını kapatıyordu. Bir metre büyüklüğünde, bacılar müsahipler yüzünü birbirine çevirmiş. Bunlar tarıkçının önüne gider, o kazan getirmiş saka suyu zemzem suyu duasını veriyorlar, duadan sonra müsahipler tarıkçının önüne geliyorlardı. Müsahiplerin beline vuruyorlardı, Onlar pirin rehberin eteğini tutuyorlardı, eteğini niyaz ediyor, pir ellerinden tutup kaldırıyorlardı. Secde olup mürşide sonra halifeye sonra bacılar ellerinin içine sürüyorlardı. Onlarda böyle devam edip gidiyorlardı. En azında 100-150 çift sofu onlara sofu diyoruz. O hizmetler hiç bitmiyordu. Sabaha kadar devam ediyorlardı. Ondan sonra saka suyu dağıtılıyordu, derde dermandı. Yemekler çekiliyor, niyazlar dağıtılıyordu, sabah oluyor güneş açıyor, cem dağılıyordu.”

Semah bitiyordu. Bizde ilk semah yapılır bizde mirazlama yok. Bizimki öyle değil, bizde folklorcu ekip yok. Sıradan insanlar yaşlı başlı kamil insanlar, bacılarımız istek olarak giriyorlardı, semanın amacı istekli gitmektir. Folklor alemine geçtinmi o semanın bir anlamı kalmıyor. İsimler alınıyordu, tek tek çağrılıyordu. Onlar gelip niyazını ediyordu. Kalk dedi mi herkes semaha, semah dönüyorlar, secde dönüyordu. İstek oldukça insanlar çıkıyordu. İsteğe bağlı, bizim semahımız öyledir ve ondan sonra cem mühürleniyordu.”

“ Mühürlendikten sonra kimseden çıt yok. Edep erkan mümin insan diyorlardı, diz üstü oturulurdu iltimas yok. Hastaysa derdine gelmiş, derdine derman aramak için gelmiş, derdine aramak için gelmiş, çile çekecek ki o derdine derman bulsun. Ben rahatsızım, ben edemem, ben edemem diz üstü oturayım. O zaman niye geldin. O zaman hak-Muhammed -Ali yoluna giriyorsun. Ya Ali bendeki bu emrazı bu derdi def eyle, cefa çekeceksin ki, sitem çekeceksin ki anlamı olsun. O zaman cem mühürleniyordu cem mühürlendikten sonra üç tane düazzı imam okunurdu. Üçtane Hızıraleyselam beyiti okunurdu "sıtkına eteğin tuttum yetiş pirim hızır yetiş" ağlama sızlama birbirini vurma, birbirini dövme, kendini vuruyorlardı. Bütün insanlar secde ederdi, evliyaları, embiyaları, gerçekleri, ocakları sayar bunların hürmetine burda ki herkesin canları, bu erkandaki mümin kullarımızı bağışla yarabbi, Ehlibeyt yüzü suyu hürmetine af için sana sığındım. Kureyşbaba hürmetine bağışla yarabbi.”

“Ondan sonra miraçlamaya geçerlerdi. Bundanda bütün halk bütün canlar nasıl ki Hz. Muhammed kırklar ceminde semaya girmiş ya herkes semaha girerdi. Burası olurdu bir derya, daha sonra ilahi söylerlerdi. "Eyvallah şahım eyvallah hakleilaheillah Muhemmedin Resullullah ey mürşidi güzel şah." Bu bittikten sonra cem bitiyordu. Süpürgesi yapılıyordu. Tarıkçı yani erkancı geliyordu. Tarık İmam Hasan'dır, celallıdır, çok disiplinli bir zattır. Onda hiç afmaf yokmuş. Kırarım demiş, yıkarım demiş, keserim demiş. Onun için Hz. Hüseyin'e verilmiş. Ona erkan verildi, tarık verildi. 100- 150 sofu var. O hizmetin altına girip çıkacaklar. Tarıkın altına girip çıkacaklar, tarıkçı derdi ki; ya rabbi burda sorgu sual sorulmuş ahrette sorulmasın, çünkü o tuba ağacının verdiği ikrardır. Ya Hüseyin bana ikrar et, benim altımdan geçen ahrette sorgusual sorulmazsa suyumu etki ben sana verem. Kansız, kinsiz, kibirsiz özünü bana bağlayıp benim yoluma talip olan hiç bir haksızlık yapmamak şartıyla bunun altına girerse ben ona ahrette sorgu sual sorayım. Ama onun altına girip ikinci bir hata yaptı mı yük üstüne yük biner, görgü böyledir”.

“Bizi toprağa gömüyorlar toprak kapalı. Sen topraktan gelmiş toprağa gidersin. Ruh ölmez, ruh ebedidir. Ruh sağdır. Ruhun olmazsa cesedin bir şey bilmez. Ruh çekilirse taş olursun, biri sana vursa acır. İman-ı kalp demişler, ruhun yanında imanı kalp vardır. Çünkü arkadaş giden var, gelen yoktur. Bazıları uykuda görüyoruz sitem içinde, çile içinde çamur içindedir. Değişmiş hayvan olmuş. Yani her şey ruhtan sorulur. Ruh gider gelir. Ama Allah insanı insan sıfatında getirsin. Bugün mesela Allah'tan emir yoktur. Kerbelada ki şehitler çürümezler ama Allah'tan emir yoktur. İyiler çürümezler zamanı bekliyorlar zaman nedir? Kıyamettir. Kuran'da diyor: Bu insanlar dirilecek. Hesap burada verilecek. Toprak altında değil. Üst sınıf veliler nebiler olacak. İkinci sınıf Güruh-u Naci bendesi Hak Muhammed yolunu sevenlerdir. Üçüncü sınıf Kerbelada İmam Hüseyin'e zülum eden onların kıyımıdır. Onlar burda hesap verecek. Bazan görüyoruz, tarihin birinde Zurek adında bir zat varmış. Bilgiliymiş. Erzincan'da karda kışta buraya gelirmiş. Kapının önünde azgın bir köpek varmış. Ev sahibi diyor" lo lo köpek bunu parçalar."

Köpek koşuyor, köpek elpençe gözlerinde yaş geliyor. Zurek'e diyorlar sen ne yaptın o köpek sana bir şey yapmadı. O diyor o köpek bu ev sahibidir. Zamanında zalimlik yapmış, kötülük yapmış, ruhunu buna vermiş, kalıbını buna vermişler.