• Sonuç bulunamadı

c Türk Eskatologyasında Tufan

TÜRK KÜLTÜRÜNDE ESKATOLOJİ MİTLERİ

4.3. c Türk Eskatologyasında Tufan

Önceki bölümlerde de üzerinde durulduğu gibi, Tufan mitini de içine alan bütün eskatologya mitlerinin özünde, dünyanın yaşanmaz hale gelişi ve artık bir gençleşmeye ve arınmaya ihtiyaç duyuşu motifi yatmaktadır. Türklerin böyle bir beklentilerinin olmayışı, belki de onların savaşkan doğalarından, tarihteki başarılarından ve bölgesel güçlerini global ölçekte hiçbir zaman kaybetmemelerinden ileri gelmektedir. Oysa mistik yönleri hiç de zayıf olmayan, dünyanın ve insanın yaratılışı ile birçok tabiat kültüne dair geniş mitolojik kültürleri, birçok Şamanist ritüelleri bulunan Türklerin, tufanı da içine alan dünyanın sonuna dair eskatolojik mitlerinin neden fazla yer almadığını başka türlü açıklamak, kanaatimizce mümkün görülmemektedir. Yine de Altay Türkleri arasında tespit edilen tufan hikâyeleri, bu hikâyenin Ortadoğu coğrafyasından çıkarak bütün dünya mitolojilerine yayıldığı gibi, Türklerin mitsel dünyalarına da sirayet ettiğini göstermektedir. Gılgamış Destanı ve Eski Ahit’teki tufan hikâyelerini andıran bu anlatının, eski Altay Türkleri arasında nasıl ortaya çıktığını ve geliştiğini tespit edemiyoruz. Abdülkadir İnan da Türklerdeki “tufan efsanelerinin” temelinin Müslüman ve Hıristiyan kaynaklarından geldiğini söylemektedir.329 Altay yaratılış mitleri içerisinde yer alan tufan hikâyelerinde Altaylılar, tufana “yayık” demişlerdir ve bilinen tufan hadisesiyle mitolojideki tufanın ortak noktaları burada da kendini göstermektedir. Bunlar: Tufanın haber verilmesi, geminin yapılması, her canlı türünden gemiye ikişer çift alınması, tufanın vukuu bulması, dehşeti, tufandan sonra suların çekilmesi, kuzgunun ya da güvercinin birkaç defa dışarıya gönderilmesi ve geri dönmesi, canlıların dışarı çıkmaları, insan ırkının yeniden türemesi... şeklinde bir sıralama izlemektedir. Tek farkla ki, Gılgamış Destanı’nda Utanpiştim, suların çekilip çekilmediğini test etmek için

328 Tevrat, “Yaratılış Bölümü”, s. 10 329 Abdülkadir İnan, a.g.e., s. 22

sırasıyla güvercin, kırlangıç ve kargayı; Eski Ahit’te Nuh, kuzgun ve güvercini gönderirken, Türk tufan mitinde “Ülgen”, önce bir horoz (takaa ), sonra kaz, üçüncü defa olarak da kuzgunu göndermiştir. Burada ilginç olan taraf ise, gerek “horoz”un gerekse “kaz”ın birer kuş türü olmayışıdır. Uçma kabiliyeti olmayan bu hayvanların dışarıya gönderilmesi, diğer tufan hikâyelerindeki kırlangıç, karga ve güvercin motifleriyle çelişik bir durum oluşturmaktadır.

Altaylılar, evrendeki yaşamı iki devreye ayırmışlardır. Bugün yaşanan dönem ikinci devredir ve tufandan sonraki devreyi oluşturur. Mite göre, tufan olacağını demir boynuzlu, gök tüylü bir teke, yedi aziz kardeşe haber vermiştir. Türk mitolojisindeki “yedi” rakamı, burada da tekrarlarla karşımıza çıkmaktadır. Yedi gün zelzele olur, yedi gün dağlar ateş püskürtür. Yedi gün yağmur yağar, fırtına olur ve dolu ve kar yağar. Kardeşlerin büyüğü olan Ülgen, ilahi kudret sahibidir ve “nomçı” ( kitap ehli ) adını almıştır. Bir gemi yaparlar ve her hayvan türünden birer çift bu gemiye alırlar. Yedi kardeş gemiden çıktıklarında, Ülgen, ilahi kudret sahibi olduğu için, insan yaratmaya girişir. Altın fincan içine gök çiçek koyar. Kardeşi Erlik, bu çiçeğin bir parçasını çalıp o da insan yaratmaya girişir. Buna öfkelenen Ülgen, kendi yarattığı topluluğa “ak kavim”, kardeşinin yarattığı topluluğa “kara kavim” der ve kendi kavminin şarka, kardeşinin kavminin ise garba gideceğini söyler.330 Buradaki insan yaratma motifinden de anlaşılacağı üzere, tufandan sonra yeryüzünde insan türü yok olmuştur. Fakat, Tanrı, insanın yeniden türetilmesi işini kendisi üstlenmemekte, ilahi kudret sahibi bir kimse olan Ülgen, diğer anlatılardaki “çoğalma” yerine, “yaratma” görevini kendi üzerine almaktadır.

Verbitsky, Patonin ve Anohin tarafından da Altay Türkleri arasında tufan efsaneleri derlenmiştir. Verbitsky’nin derlemesinde bu kez Tanrı olarak karşımıza çıkan Ülgen, bir tufan olacağını, o zamanın meşhur bir insanı olan Nama’ya bildirir. Ülgen, ondan bir gemi yapmasını, ailesini ve hayvanları bu gemiye almasını söyler. Eski Ahit’e çok benzeyen bu mitte, tıpkı Nuh’un olduğu gibi Nama’nın da üç çocuğunun olduğunu görürüz. Yine tıpkı Tevrat’ta olduğu gibi, bu hikâyede de tufanın oluşmasında sadece seller değil, taşan yeryüzü kaynakları da etkili olmaktadır. Gemi Çomgoday ve Tuluttu dağlarında karaya oturur. Burada da kuşların dışarıya salınma sırası, Gılgamış Destanı’nı andırmaktadır. Önce kuzgunu, sonra kargayı, ardından saksağanı, en son olarak da güvercini gönderir. Güvercin, Nuh’a olduğu gibi, Nama’ya da müjdeli haberi getirmiştir. Enlil’in Ziusudra’ya veya Utanpiştim’e ebedi hayat bağışladığı gibi, Ülgen de “yayçı” ( yaratıcı ) ve Yayık ( Tufan ) Han adıyla tanrılar

arasına karışmıştır. Yeni nesiller ona kurbanlar kesmişlerdir. Altaylılar, Yayık Han’ın gemisiyle ilgili çeşitli yer adları vermişlerdir. Bunlardan Kuzey Altaylılara göre, Nama ( Yayık Han)’nın gemisi Uludağ denilen bir dağın tepesinde şimdiye kadar durmaktadır.

Potanin tarafından tespit edilen tufan miti ise, çok daha mitolojiktir. Yer bir kurbağa üzerindedir ve eski bir zamanda bu kurbağa hareket etmiş ve tufan olmuştur. Yeryüzünün büyük denizi Ulu Talay, dalgalanmış, kaynar gibi olmuştur. Tufanı önceden sezen bir ihtiyar, demir çivili bir sal yapmış, bununla insan neslini ve hayvanları kurtarmıştır.

Anohin tarafından tespit edilen tufan mitosunda da tufan olacağını yine demir boynuzlu gök teke haber vermiştir. Bu teke yedi gün dünya etrafında dolaşmış, yedi gün deprem olmuş, yedi gün fırtına kopmuş, yağmur, dolu ve kar yağmıştır. Tufan olacağını öğrenen – ki, nasıl öğrendikleri verilmemiştir. – Ülgen ve kardeşleri bir gemi yaparak insan türünün soyunu kurtarmıştır.331

A. İnan’ın da belirttiği gibi, XIX. Yüzyıldan itibaren tespit edilebilen tufan hikâyeleri, Şamanistler kendi tanrıları hakkında söylenen efsanelerdeki motiflerle süslemişlerdir. Abdülkadir İnan, muhtemelen, eski zamanlarda Şamanizm’in kendine mahsus bir tufan efsanesinin bulunduğunu, sonraları Samilerin efsanesiyle karıştırıldığını da söyleyerek özellikle dünyanın yaratılışında görülen Ortadoğu ve Türk mitolojileri arasındaki benzer tarafların bu mitte de kendini gösterdiğine dikkat çekmek ister gibidir.332

İnsanoğlu, suya karşı hep kutsal bir ilgi duymuş ve suyla ilgili efsaneler insanlığın sözlü kültüründe her zaman önemli bir yer işgal etmiştir. Kuşkusuz, suyun hem korkutucu hem de insanların hayatında bereket unsuru oluşu, bu ilgiyi kamçılamıştır. Yine şunu da söylemek mümkündür ki, su, mitolojik kültüre dinler aracılığıyla girmiştir. İnsansın sudan yaratılışı, Musa Peygamber’in gerek Eski ve Yeni Ahit’te, gerekse Kur’an’da Kızıl Deniz’i kavmiyle beraber yararak geçtiğini anlatan kıssalar, her üç kitabî dinin de su havzalarına yakın bölgelerde büyüyüp gelişmesi, suyu sadece bir bereket unsuru kılmamış, mucizelerin de odağı haline getirmiştir. Yunan, Sümer ve Türk mitolojilerinde gördüğümüz su mitlerinin de yine dinsel bir geleneğin zamanla aşınıp gerçek vasıflarından tamamen uzaklaşmasıyla oluştuğu görülmektedir ki, bu durum mitlerin genel bir özelliğidir aslında.

331 Prof. Dr. Saim Sakaoğlu ve Prof. Dr. Ali Duymaz, a.g.e., s. 184 ve devamı 332 Abdülkadir İnan, a.g.e., s. 22

Tufan olayının tarihte gerçekten olup olmadığına dair yapılan bilimsel araştırmalar, böyle bir felaketin olabilirliğini de göstermiştir. Doğu Afrika’dan başlayan bir fay hattı, bugünkü Filistin topraklarını da içine almaktadır. Tufan, büyük bir olasılıkla, Doğu Akdeniz’de meydana gelen büyük bir deprem sonucunda oluşan dev bir tsunamiyle gerçekleşmiştir. Tsunami sonucunda meydana gelen dev dalgalar, bölgeyi sular altında bırakmış, Nuh’un gemisini, bölgeye en yakın dağlardan olan Cudi’ye oturtmuştur. Tevrat’ta bu dağ “Ararat” olarak gösterilmektedir ki, buranın Ağrı Dağı olduğu açıktır. Fakat, Cudi’nin, Ağrı’ya göre daha yakın olduğu göz önüne alındığında, Kur’an’ın gösterdiği yerin daha gerçekçi olduğu da açıktır. Zaten, tufanın anlatıldığı Hud Suresi’nin 36–48 ayetleri arasında geçen kıssada, tufanın dev dalgalarla her şeyi yuttuğu belirtilmektedir ki, bu olayın Fırat ve Dicle nehirlerini de içine alan büyük bir taşma sonucunda gerçekleştiği de anlaşılmaktadır. Kur’an, Tevrat’ın, Gılgamış Destanı’nın ve diğer mitolojik tufan anlatılarının aksine, tufanın bütün bir yeryüzünü kaplamadığını, insanlığın medeni serüveninde herhangi bir kesinti olmadığını, sadece belli bir bölgeyi içine aldığını; “’Ey Nuh!’ denildi. ‘Sana ve seninle birlikte olan ümmetler (uluslar) üzerine bizden selam ve bereketlerle in. Ümmetleri yararlandıracağız, sonra onlara bizden acı bir azap dokunacaktır.’ ” sözleriyle vurgulamaktadır.333

Türklerin tufan mitlerinin temelinde Sümer ve Babil mitolojileri ile Kitabı Mukaddes

geleneğinin etkili olduğu açıktır. Zira, Orta Asya’nın iklim yapısı ve diğer coğrafi özellikler göz önüne alındığında, bu coğrafyada bir tufan hadisesinin meydana gelmiş olması, en azından bilimsel olarak mümkün değildir. Tufanın olabilmesi için, bölgenin açık denizlere yakın olması, zaman zaman şiddetli yağmurlara ve sel baskınlarına maruz kalması ve büyük bir deprem kuşağını içinde yer alması gerekir. Oysa, Orta Asya’nın açık denizlere komşuluğu yoktur. Bu bölgede yer alan Aral ve Hazar göllerinin ise, büyük dalgalarla her yeri sular altında bırakması mümkün değildir.(*) Orta Asya son derece kurak bir iklime sahiptir ve herhangi bir deprem kuşağı üzerinde de değildir. Bütün bu bilimsel gerçekler göz önüne alındığında, kozmik bir eskatolojik mitos olan tufanın, Türkler arasında gelişip yayılmasında, geçmişte bölgede böyle bir felaketin vukuu bulması mümkün görülmemektedir. Kaldı ki, her mitolojik olgunun tarihi bir gerçekliğe dayanması da gerekmemektedir. Mitosların, tarihi bir

333 Ali Bulaç, “Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Anlamı”, Hud Suresi 44. Ayet, İstanbu: Bakış Yayınları, b.t.y. (*) “Mitolojide sonsuz varlık olan Tanrı düşüncesi, sonsuz okyanus düşüncesi ile sembolize edilmiştir.” Ayrıntılı Bilgi İçin Bakınız: Prof. Dr. Hüseyin Aydın, “İlim Felsefe ve Din Açısından Yaratılış ve Gayelilik”, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2002, s. 51 ve devamı

gerçeklikten ziyade, dinsel dogmaların, öğretilerin zamanla aşınarak, insanlığın ortak hayal dünyasında olağanüstü unsurlarla donatılarak yeniden anlamlandırılmasıyla ortaya çıktığı söylenebilir. Kaldı ki, bütün mucizevî anlatılar, mitolojik öğeler içermektedirler. İnsanlar, olayın vahametini anlatabilmek ve etkisini vurgulayabilmek için mitoslara başvurmaktadırlar. Ayrıca, insanlığın yaşadığı dünyayı tanıma ve anlama çabasından doğdukları için, birbirinden çok farklı coğrafyalarda birbirine benzer birçok kozmik mitoslara rastlanabilmektedir. İşte, Türklerin kozmik dünyalarına giren tufan mitini de böyle anlamak gerekir. İbrani mTitolojisi ve Kutsal Kitap destekli bu mitos, İslamiyet öncesi dönemde Altay Türklerinin dünyasına girmiş, fakat buradaki Türk boyları bu hikâyeyi yerelleştirerek kendi kültürel ve mitolojik öğeleriyle yeniden şekillendirmişleredir. Böylece de Şamanizm’in etkisinde oluşturulmuş bir Türk tufan mitosu / mitosları doğmuştur.