• Sonuç bulunamadı

Buğra.4.is Kalan veya artan bölüm:Yemek artığı 5.is Bir şey harcandıktan sonra artan bölümü:Kumaş artığı 6.müz Büyük ve

Bundan sonraki bölümlerde son sütun, sözcüğün taranan sözlüğe göre değil Türkçe sözcüğe göre uğramış olduğu ses değişikliğini göstermektedir Ses olayı konusunda Türkçe

T. Buğra.4.is Kalan veya artan bölüm:Yemek artığı 5.is Bir şey harcandıktan sonra artan bölümü:Kumaş artığı 6.müz Büyük ve

tam aralıkların yarım ses artmış hali.

artuķ>artık

Aşur-(KTADY36):

Aşırmak, geçirmek, kovalamak, takip etmek.

Aşırmak(-i,-den) 1.Yüksek veya geçilmesi güç bir yerin üstünden

diğer yanına geçmek:"Zengin arabasını dağdan aşırır, züğürt düz

ovada yolunu şaşırır." Atasözü. 2.(-i)argo Çalmak, çalıp

götürmek, araklamak: "Borcunu ödeyeme-yecek fakat bavulunu

oradan nasıl aşırabilecekti?" H.R. Gürpınar. 3.(-i,-e) Tehlike

içinde bulunan bir şeyi acele ka-çırmak:Yangın büyüyünce eşyayı

bostana aşırdılar. 4.ed. Başkasının eserinden parçalar alıp

kendisininmiş gibi göstermek.

aşur->aşır-

At(KTADY7):Ad, isim,

nam, şöhret.

Ad(I)is. 1.Bir kimseyi, bir şeyi anlatmaya , tanımlamaya,

açıklamaya, bildirmeye yarayan söz, isim. Çocuk, kedi, ağaç,

düşünce, iyilik, Ahmet, Ertuğrul birer addır. 2. Her-kesçe tanınmış

veya işitilmiş olma durumu, ün, nam, şöh-ret. 3.Anılacak değer, önem: Bir baş soğanın da adı mı olurmuş? 4.dbl. İsim.

at>ad

Azķıñỹa(KTADY34)

Azıcık, pek az, biraz, az miktarda.

Azıcık,-ğısf.(a ′zıcık) 1.Çok az, biraz:"Kahve caddeye oranla azıcık

geride, bir bahçe içinde." -S.Birsel.2.zf. Kısa bir süre, az

miktarda:" Azıcık rahatsız olacaksın ama o kadar olur artık." - T.Dursun K.

azķınya>azıcık

Azuķ(KTADY39):

Azık. Azık,-ğıis. 1.Yiyecek, besin, gıda. azuk>azık

Bar-(KTAGY7):

Varmak, gitmek.

Varmak,-ır(-e) 1.Erişilmek istenen yere ayak basmak, ulaşmak,

vasıl olmak: "Köye akşama doğru ancak vara-

bildim." S.F.Abasıyanık. 2.Belli bir duruma veya düzeye

gelmek:Yaşı elliye vardı. 3.Hoş olmayan bir sona ermek: "Beni

tahkir etmeye kadar varıyorsun." P.Safa. 4.Bir şeyi iyice anlamak

veya duymak: Tadına varmak. Sırrına var-mak. 5.Acımadan, çekinmeden yapmak: Eli varmak. Dili varmak. 6.Kadın, evlenmek:"Gönül verdin derlerdi o deli-kanlıya/ En sonunda

varmışsın bir Erzincanlıya." -A.M. Dranas. 7.Bir durumdan başka

duruma geçmek: Secdeye varmak. Uykuya varmak.

Bar(TABTGY3):Var

,mevcut.

Varsf. 1.Mevcut, evrende veya düşüncede yer alan, yok karşıtı:Var

gücüyle çalışmak. 2.is.dbl. Sahiplik bildiren olumlu isim cümleleri

kuran bir söz: "Rahatsız etmek istemem hem de işim var." - H.E.Adıvar. 3.is. Elde bulunan her şey: "Elimizden alınan şeyler

bütün varımız ve bütün varlığımızdır." -R.E.Ünaydın.

bar>var

Basıt-(TABTKY10):

Bastırmak, bastırtmak, baskın yaptırmak.

Bastırmak(-i,-e) 1.Basma işini yaptırmak:"Çok güçlüydü, bastırdı,

omuzlarını yatağa yapıştırdı âdeta." -T.Dursun K. 2.(-i) Zararlı bir

olayı önlemek: Yangını bastırmak. 3.Durdurmak: İsyanı

bastırmak. 4.(-i) Üstünlüğünü göstermek: "Şişman, kısa boylu bir yüzbaşı usulsüzlükte, şarlatanlıkta ,inatta hepimizi bastırıyor." -

Ö.Seyfettin. 5.Bir kumaşın kenarını kıvırıp dikmek. 6. (-

i) Gidermek: "Heyecanını bir türlü bastıramıyor." -N.Araz.

7.Cevabı hemen yetiştirmek: Cevabı bastırdı. 8.(-i) Ansızın birinin

yanına gitmek: "Ama bir evi tek başına çeviren , o evin düzeninden

sorumlu kadınlar ansızın bastıran konuktan her zaman tedirgin olurlar." -O.Rifat. 9.(nsz) Birdenbire gerçekleşmek ve pek çok etki

göstermek: "Tipi birdenbire bastırmış." -S.F. Abasıyanık. 0.Baskı yapmak, üzerine iyice düşmek:"Köyün ihtiyarları da Fevziye'nin

babasına bastırmışlar , onları bağışlatmışlar." -E.Bener.

11.hlk. Kümes hayvanlarını kuluçkaya yatırmak.

basıt->bastır-

Başlayu:(KTADY25)

Başta olarak, en önce, evvelâ, birinci.

Baş olmak 1)Küçük bir işte de olsa, başta olmak, sözü dinlenir bir

kimse olmak. 2)Önde gelmek, lider olmak: "Hep baş olmaya

bakarız ve olduktan sonra nasihat veririz." -B.Felek.

başlayu>baş olmak

Başlıġ(KTADY2):

Başlı, başı olan; başkanı olan başı dik olan, gururlu.

Başlısf. Başı olan: "O zaman kırmızı başlı kibritler vardı

ya." P.Safa. başlıġ>başlı

Batsıķ(KTAGY2): Batış,

güneşin

batışı, gün batısı.

Batı:is. 1.Yeryüzündeki başlıca dört yönden güneşin battığı yön,

günindi, garp, doğu karşıtı: "En batıda sarı ,iki yüksek tepeli bir

dağ." H.E.Adıvar. 2.sf. Bu yönde olan. 3.Bulunulan yere göre

güneşin battığı yönde olan bölge, garp.

batsıķ>batı

Beg:(KTAGY1):Bey.

Bey:1.Erkek adlarından sonra kullanılan saygı sözü:" Eniştem

Neyyir Beyi kimin vurduğunu ben biliyorum. "R.N.Güntekin.

2.Erkek özel adları yerine kullanılan bir söz:Bir bey sizi aradı. 3.Eş, koca:"İki yol var önünde: ya beyinin dilini öğrenirsin, ya

beyin senin dilini. "T.Dursun K. 4.İskambil kağıtlarında birli, as.

5.Erkek sıfatlarının hemen arkasına eklenir: Doktor bey.

6.tar.Küçük bir toplumun veya küçük bir devletin başkanı:Karaman

beyi. 7.ask. Komutan Alay beyi. Uç beyi. 8.esk. Zengin, ileri gelen kimse, bay.

beg>bey

Beñĝgü(KTAGY8):

Ebedî, daimî, sonsuz.

Bengi(I)sf. Sonu olmayan, hep kalacak olan, ölümsüz,

ebedî. beñĝgü>bengi

Bıç-(BKAGY12):

Biçmek, kesmek.

Biçmek,-er(-i) 1.Belli bir biçim vererek kesmek: Tahta biçmek 2.Dikilecek kumaşı belli bir ölçüye ve modele uygun olarak

makasla kesmek. 3.Ekin, ot vb.ni orakla, tırpanla, makine ile kesmek. 4.mec. Yaylım ateşiyle öldürmek. 5.mec. Değer, paha, fiyat belirlemek.

Bilig(KTAGY5):

Bilgi, fikir, düşünce, zeka.

Bilgi:is. 1.İnsan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin

bütünü, bili, malumat. 2.Öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malumat, vukuf: "Babası, önce ona, Mazlume

ve ailesi hakkında birçok bilgi vermişti. " H.E.Adıvar. 3.İnsan

zekâsının çalışması sonucu ortaya çıkan düşünce ürünü, malumat, vukuf. 4.fel. Genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin kavradığı temel düşünceler, malumat. 5.Bilim:Doğa bilgisi. 6.bl. Kurallardan yararlana-ak kişinin veriye yönelttiği anlam.

bilig>bilgi

Biñĝ(KTAGBY1):

Bin(1000)

Binis. 1.Dokuz yüz doksan dokuzdan sonra gelen sayının adı. 2.Bu

sayıyı gösteren 1000, M rakamlarının adı.3.sf. On kere yüz, dokuz yüz doksan dokuzdan bir artık. 4.sf.mec. Pek çok, çok sayıda:

"Taşlar, topraklar kaydırarak bin zorlukla iniyorlardı." -

R.H.Karay.

biñĝ>bin

Bir-(KTAGY5):

Vermek.

Ver-:(-i,-e) 1.Üzerinde, elinde veya yakınında olan bir şeyi birisine

eriştirmek, iletmek: Okumadığım zaman tavukların bahçesindeyim,

yemlerini ben veririm." Ö.Seyfettin. 2.Bırakmak veya bağışlamak: "Hırsımdan bazılarına bedava verdim, alın götürün diye

bağırdım." H.C.Yalçın. 3.Ondan bilmek, atfetmek:"Bilgin'in bu çekingen tavırlarını kusurlu ve zayıf oluşuna verdi..." -F.R.Atay.

4.Düşünce veya bilgi anlatan şeyleri başkalarına iletmek, bildirmek:

"Geçenlerde bir derginin, Eski ünlüler ne yapıyor? adlı bir röportajına verdiği cevapları okudum."- H.Taner. 5.Döndürmek,

çevirmek, yöneltmek:"Arabanın burnunu, en tenha kahvelerden

birinin önünde, rıhtıma verdiler." -A.İlhan. 6.Herhangi bir duruma

yol açmak: "Kendilerine iyi bir çalışma fırsatı verdim." -Y.K. Karaosmanoğlu. 7.Eğlenceli toplantı düzenlemek,konuk çağırığ ağırlamak: Yemek vermek. 8.Topluluk önünde sanatını göstermek, icra etmek: Konser vermek. 9.Topluluk önünde bilimsel

konudaki bildirisini sunmak:Konferans vermek. 10.Satmak. 11.Kızı, kadını biriyle evlendirmek. 12. (-i) Ödemek.

13.Yaymak. 14.Bitki ve ağaç, ürün üretmek. 15.Herhangi

bir şey ortaya çıkarmak.16.Hepsini herhangi bir duruma sokmak.17.Sahip olmasını sağlamak. 18.Bir şey üzerinde etki bırakmak. 19.Tespit etmek. 20.Kazanmak, kazandır- mak. 21.Ayırmak, harcamak. 22.Dayamak: Duvara sırtını

verip çömeldi. 23.(yar) Kök veya gövdeleri sonuna

-ı,(-i,-u,-ü)eki almış fillere gelerek tezlik bildiren birleşik

fiiler oluşturur:alıvermek.

bir->ver-

Birle(KTAGY4):İle,

beraber, birlikte.

İle:bağ. 1.Kelimenin sonuna geldiğinde birliktelik,

beraberlik, araç, sebep veya durum anlatan cümleler yap-maya yarayan bir söz: "Çabuk bir süvari ile bana haber gönderiniz." Ö.Seyfettin. 2.Bazı soyut isimlere getirildiğin-de durum bildiren zarflar oluşturan bir söz: Merhametle ona bakıyordu. 3. Cümle içinde aynı görevde bulunan iki ögeyi birbirine bağlamaya yarayan bir söz: Annesi ile (annesiyle) babası geldiler. Leyla ile Mecnun.

birle>ile

Biş(KTADY18):

Beş(5)

Beşis. 1.Dörtten sonra gelen sayının adı. 2.Bu sayıyı gösteren 5,V

rakamlarının adı.3.sf. Dörtten bir artık. 4. esk. İlkokul: "Biz

okumadık .Beşi bitirdik; gazete,mektup oku-masını söküp meramımızı anlatacak kadar.." -T.Dursun

Bişinç(KTAKY7):

Beşinci, beşinci olarak.

Beşincisf. 1.Beş sayısının sıra sayı sıfatı, sırada dördüncüden sonra

gelen. bişinç>beşinci

Bod(TABTBY4):

Boy .

Boy(II)is.sos. Ortak bir atadan türediklerine inanılan toplumsal ve

ekonomik ilişkilerinde anaerkil, ataerkil

anlayışı uygulayan geleneksel topluluk, kabile, klan: "Türk boyları

birbirlerini kardeş tanıyorlar." -O.S.Orhon.

bod>boy

Boġuz(TABTGY1):

Boğaz.

Boğazis. 1.Boynun ön bölümü ve bu bölümü oluşturan organlar,

imik: "Ses, ciğerlerde biriken havanın boğaza çarpması demektir." -Ö.Seyfettin. 2.Şişe, güğüm vb. kap-larda ağza yakın dar

bölüm:Şişenin boğazı.Testinin boğazı. 3 .İki dağ arasında dar geçit, derbent: "Yol üzerindeki derbentleri ve boğazları işgal ederek

ordunun başında bunları takip ediyordu." -F.F.Tülbentçi.

4.Yedirip içirme yükümü, iaşe İşçilerin boğazı bizden olacak. 5.mec. Yiye-ceği içeceği sağlanan kimse: Bizim evde beş boğaz

var. 6.mec. Yeme içme: Boğazına düşkün. 7.coğ. İki kara

arasındaki dar deniz.

boġuz>boğaz

Bol-(KTAGY1):

Olmak.

Ol-:Bir görev, makam, san veya nitelik

kazanmak. bolmak>olmak

Bor(KTADY37):

Fırtına, bora, tipi.

Borais. Genellikle arkasından yağmur getiren sert rüzgâr: "Müthiş

bir bora atlaşmışlardı." -S.F.Abasıyanık. bor>bora

Buķa(TABTBY5):

Boğa. Boğais. Damızlık erkek sığır. buķa>boğa

Bulġaķ(KTAKY4):

Bulanık, karışık, karışıklık içinde, düzensiz.

Bulanık,-ğısf. 1.Bulanmış olan, duru olmayan: "Koltuğuna oturdu,

Haliç'in bulanık nsularına daldı." -F.R.Atay. 2.Bulutlu,

kapaılı(hava). 3.Açık seçik görünmeyen, net olmayan: Bulanık

görüntü. 4.Donuk, anlamsız, fersiz (bakış): "Dimdik oturuyor, bulanık ve ıslak gözlerle ona bakıyordu." - P.Safa. 5.mec. Niteliği

tam anlaşılmayan: "İzmir-Bursa yolculuğundan dönüşümde ben

böyle bulanık bir politika havası içinde bulmuştum." -

Y.K.Karaosmaoğlu.

bulġaķ>bulanık

Bulıt(KTAKDY1):

Bulut.

Bulutis. 1.Atmosferdeki su damlacıkları ve buz taneciklerinin

görülebilir yoğunluk kazanmasıyla oluşan biçimleri, yükseklikleri ve yol açtıkları hava olaylarıyla birbirinden ayrılan yığınlar : "Mavi

maviydi gökyüzü/

Bulutlar beyaz beyazdı/Boşluğu ve üzüntüsü/İçinde ne garip bir yazdı." -A.H.Tanpınar. 2.Herhangi bir şeyden oluşan yoğun yığın: "Zehirli bir çekirge bulutu gibi oraya üşüşen Avrupalılar..." -

Ö.Seyfettin. 3.Keder, endişe:" Gazinin şen çehresi üstünden ciddi

bir düşüncenin bulutu geçer gibi oldu." -Y.K.Karaosmanoğlu.

bulıt>bulut

Bunç]a(KTAGY2):

Bunca, bu kadar, böyle, bu kadar çok.

Bunca:sf. 1.Epey, çok:"Bunca yıldır soluğum sırtını yakmamış da

şimdi yakıyor." M.Ş.Esendal. 2.zf. Bu kadar, bu denli: "Bunca hakkı var bende. Ben hiç boşar mıyım?" E.Bener.

[bunç]a>bunca

Bunda(KTADY20):

Burda.

Buradazf. Bu yerde:"Bu biraz kalın ve çekici sesi ilk defa yine

Buñĝad-(TABTKY2):

Bunalmak.

Bunalmak(nsz) 1.Soluk alması güçleşmek:"Hoca bu son sözleri

söylerken havasızlıktan bunalıyor gibi başını tavana kaldırıyor." -