• Sonuç bulunamadı

Bosna-Hersek çatışması, Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatlar arasında gerçekleşmiş ve çatışmalarda on binlerce insan etkilenmiştir. Yugoslavya’nın dağılması ile başlayan olaylar zincirlemesinde sırasıyla Hırvatistan, Slovenya ve Bosna-Hersek bağımsızlık elde etmiştir. Birçok etnik unsurdan bir araya gelmiş Yugoslavya’nın dağılma süreci çok sıkıntılı olmuştur. Hiçbir etnik kimlik herhangi bir şekilde azınlık olmayı kabul etmiyor ve hâkim güç olmaya çalışmaktaydılar199.

Bosna-Hersek çatışmalarının tetikleyicisi Sırpların “Büyük Sırbistan” kurma hayalleri olmuştur. Çatışmalar zaman içinde etnik temizlik haline dönüşmeye başlamıştır. Bu durumdan Hırvat ve Müslümanlar ciddi bir biçimde etkilenmiştir. Uluslararası kamuoyu barışçıl girişimlerde bulunmuş fakat başarılı olamamışlardır. Avrupa Topluluğu ve Birleşmiş Milletler bölgeye yardım girişimlerinde bulunmuş fakat istenilen başarı güvenlik sorunları nedeniyle elde edilememiştir200. Halk bu durumdan çıkar yolu olarak BM ve NATO’nun ülkeye askeri bir müdahalede bulunmasını görmüştür. Bu desteklerden en önemlisi ABD hava gücünün kullanılmasıdır. ABD hava gücünün kullanılmasında en önemli güç basın olarak karşımıza çıkmaktadır201.

NATO 1994 yılında Sırplara yönelik olarak AT ile hava saldırısı düzenlemiştir. Sırplar 1995 yılı biterken Birleşmiş Milletler’in koşullarını kabul etmeye mecbur kalmış ve Dayton Barış Anlaşması ile ateşkes ortamı sağlanmıştır202.

NATO’nun müdahalesinin geç kalma nedenleri incelenecek olursa, ABD’nin sorunun AT ve BM tarafından çözüleceğine inanması, ABD’nin ana

199Carl Bildt. "A. Second Chance in the Balkans." Foreign Affairs, Vol: 80, No:1, January-February,

2001, s.150.

200 Merve İrem Yapıcı. "Bosna Hersek'te Gerçekleştirilen Askeri Müdahalenin Uluslararası Hukuktaki

Yeri." Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt: 2, No: 8, 2007, s. 1.

201Henry F. Carey, "U.S. Domestic Politics and the Emerging Humanitarian Intervention Policy: Haiti,

Bosniaand Kosova", World Affairs, Vol: 162, No: 2, 2001, s. 74.

karasına olan uzaklık, ABD’nin doğrudan bir milli güvenlik tehdidi görmemesi, hayati çıkarlarının olmaması şeklinde sıralanabilmektedir203.

NATO Bosna-Hersek müdahalesi ile uluslararası alanda insani amaçlar doğrultusunda faaliyet gösteren kilit bir mekanizma rolü üstlenmiştir.

2.8. Kosova Müdahalesi

Yugoslavya’nın dağılması ile başlayan süreç Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesine de neden olmuştur. Tito’nun ölmesi ve ardından Miloşeviç’in Yugoslavya’nın başına gelmesi Sırp milliyetçilik harekâtını arttırmış ve Kosova’da yaşayan Arnavutlar için ciddi bir tehdit olmaya başlamıştır204.

Kosova’da yaşayan Arnavutlara yapılan baskıların artması sonucunda 1991 yılında Kosova Cumhuriyeti kurulmuştur. Kosova hükümeti otonominin kabul edilemeyeceğini gerekçe göstermiştir. Bu bağlamda esas konunun insan hakları değil bağımsızlık olduğu vurgulanmaktadır. Bu gelişmeler ile birlikte Sırp ve Arnavut kesim arasındaki çatışmalar şiddetlenmiş ve Avrupa’nın güvenliğine tehdit olarak algılanmaya başlanmıştır205.

203Richard Sobel, "Trends: United States Intervention in Bosnia", The Public Opinion Quarterly, Vol:

62, No: 2, Summer 1998, s. 252.

204Ahmet Çevikbaş. "Müttefik Güç Harekâtı İnsani Müdahalelerin Bir İstisnası mıdır? NATO'nun

Kosova'ya Yönelik Harekatının Uluslararası Hukuk ve Askeri Bakış Açılarından Değerlendirilmesi",

Savunma Bilimleri Dergisi, Cilt: 10, Sayı: 2, 2011, s.23.

205Ekavi Athanassopoulou, "Hopingforthe Best, Planning Forthe Worst: Conflict in Kosova." The

Bosna-Hersek ile başlayan süreç ABD’nin balkanlara yönelik tutumunu değiştirmiştir. Bu bağlamda “Clinton Doktrini” yayınlanmıştır. Bu doktrin206;

-Küresel güvenliğin kötüye gittiğini,

-ABD’nin birtakım çıkarlarının olması gerektiğini,

-ABD’nin karşılaşabileceği tehditlere yönelik olarak küresel çapta herhangi bir yerde eşanlı olarak asker bulundurma hakkına sahip olması şeklinde maddeler içermektedir.

Bosna-Hersek’te olduğu gibi burada da krizin ve çatışmaların sona ermesi için çeşitli girişimlerde bulunulmuş fakat istenilen sonuçlar elde edilememiştir. Kriz ortamının sürekli olarak devam etmesi NATO müdahalesini gündeme getirmiştir. Fakat Çin ve Rus hükümetler müdahale olaylarına en baştan beri karşı durduklarından dolayı BM olaylara müdahale edememiştir. Bu olaylar neticesinde konu NATO’ya taşınmıştır207.

NATO 1999 yılında ABD öncülüğünde harekete geçmiş ve Sırbistan’a yönelik hava saldırısı düzenlemiştir. NATO uçaklarının bombardımanı 78 gün boyunca devam etmiştir. Genelde askeri hedefler ve stratejik hedeflere yönelik bombardımanlar yapılmıştır. Bombardıman sonucunda Yugoslav ordusu Kosova’yı terk etmek durumunda kalmıştır208.

Kosova olayları ABD hükümeti ve NATO’nun balkanlar yöresinde ikinci sınavı olmuş, Bosna da gerçekleşen gecikmenin aksine burada ABD öncü olarak hızlı hareket etmiştir. Burada yaşanılan kriz insanlığa ve insanlık barışına tehdit olarak görülmüştür. NATO insanlık için tehdit gördüğü olaylara hızla müdahale etmeye çalışmaktadır. NATO’nun Kosova müdahalesi ABD ve NATO’ya prestij kazandırmıştır.

206M. Cem Oğultürk, "Kosova'nın Bağımsızlık Süreci Kapsamında ABD Dış Politikasının Analizi",

Güvenlik Stratejileri Dergisi, Yıl: 10, Sayı: 19. 2010, s. 210.

207 Caner Sancaktar, "NATO'nun Kosova Müdahalesi", Uluslararası Güvenlik Kongresi. 2013, s.140. 208 Funda Keskin, "İnsancıl Müdahale: 1999 Kosova ve 2003 Irak Sonrası Durum." Uluslararası

2.9. Afganistan Müdahalesi

11 Eylül 2001 tarihinde ABD, 1800’lü yıllarda İngilizler tarafından beyaz Sarayın yakılması ve Japonlar tarafından Pearl Harbor’a saldırılması hariç tutulduğunda ilk ve kendi tarihinin en büyük saldırısına uğramıştır. 11 Eylül saldırıları olarak nitelendirilen bu terörizm faaliyeti küresel siyasetin ve tarihin dönüm noktası olmuştur. Çünkü bu saldırılanın etkileri bütün dünyaca hissedilmiştir. Yapılan saldırıların ardından küresel sistemde yer alan aktörler tarafından uluslararası terörizme yönelik olarak hiç görülmemiş derecede önem verilmeye başlanmış ve politikalar geliştirilmiştir. ABD yönetimi saldırıların sonrasında ulusal güvenlik seviyesini en üste çıkarmış ve ulusal gündem uluslararası terörizm olmuştur. NATO, 11 Eylül saldırıları ardından uluslararası terörizm konusuna karşı koyma şeklini değiştirmiş; terör konusunu devletlerin kendi içlerinde halledebileceği güvenlik meselesi olarak görmek yerine, bu konuyu tüm dünyanın dikkate etmesi gereken bir tehdit olarak algılamış ve terör ile ilgili önlemler almaya başlamıştır209.

Dönemin ABD başkanı George W. Bush 20 Eylül’de yaptığı konuşmada araştırmalar sonucunda saldırıların faili olarak El-Kaide terör örgütünü göstermiş ve bunun için yeterli kanıtlarının olduğunu açıklamıştır.

15 Eylül’de birlik tarafından yapılan açıklama ile saldırıların ABD’nin hükmü dışında yönlendirildiği ortaya çıktığı takdirde kurucu antlaşmanın 5. maddesini hayata geçirileceği belirtilmiştir.

NATO, militarist yönünü güçlendirmek için 16 Nisan 2003 yılında 42 ülkenin askerlerinden meydana gelen Uluslararası Yardım Kuvveti’ni (ISAF) kendi bünyesine kattı. Bu karar o zamanda bu kuvvette sayısal olarak en çok askeri güce sahip olan Almanya ve Hollanda tarafından bulunulan bir rica ile 19 NATO elçisinin onayı ile gerçekleşmiştir. Bu kontrolün gücünün NATO’ya geçmesi ile NATO tarihinde ilk olarak Kuzey Atlantik Bölgesi dışında bir bölgeye operasyon düzenleme görevini üstlenmiştir. ISAF, ilk olarak Taliban, El-

Kaide ve benzeri cihat örgütlerini bölgeden uzaklaştırmaya çalışmış, böylelikle yeni kurulacak olan ve Hamid Karzai’nin öncülüğünde kurulan Afganistan Geçiş Yönetimi zaman kazanmış olabilecektir. 2003 Ekim ayında BM güvenlik konseyi aldığı bir karar ile ISAF’ın operasyonlarını ülke geneline yaymasına izin vermiştir.

Ancak ISAF, Afganistan’da gerçekleştirdiği olası sorunların oluşmadan önüne geçebilme çalışmalarını 31 Temmuz 2006 tarihinde ABD kontrolünde terör karşıtı bir politika ile yönetmeye başlamıştır. Öncelikle bölgenin güney kısmında çatışmalar şiddetlendiğinde Fransa’nın savaş uçaklarının Kandehar’a gönderilmesine izin vermiştir. NATO, Afganistan’da süren savaşın taraflarından olmak istemiyordu. Bu bağlamda 2012 yılında Chicago Zirvesi’nde NATO komutasında bulunan ISAF güçlerinin Afganistan savaşını sonlandırarak, 2014 yılının Aralık ayının sonuna kadar ülkeden ayrılma kararı verilmiştir. ABD ve Birleşik Krallık askerleri belirlenen tarihte ülkeden ayrılarak yerlerini Afgan Ulusal Ordusu’na bırakmışlardır210.

Afganistan savaşının ilk zamanlarında ABD, NATO desteğini reddetmiştir. Operasyonları kendi imkânları ve askerleri ile gerçekleştireceğini belirtmiştir. Böyle bir durumdan, ABD’nin Afganistan’daki varlığını devam ettireceği çıkarımı yapılabilmektedir. Ayrıca Barack Obama 2001 yılında başlayan Afganistan Savaşı’nı “ABD tarihinin en uzun savaşı” olarak tanımlamıştır. 2014 yılının Mayıs ayında yaptığı bir konuşmasında bu savaşı bitirmek için Afganistan’da ki asker varlığının alınan kararlar ile azaltılacağını ve 2015 yılı itibariyle yaklaşık 10.000 personelin çeşitli noktalar da görev yapacağını belirtmiştir211.

2.10. Irak Müdahalesi

Amerika’da ikiz kulelere yapılan saldırı sonrası söz konusu olmaya başlayan travma Amerikan dış politikaları ve güvenlik stratejilerinde önceki dönemlerden

210https://www.tarihiolaylar.com/tarihi-olaylar/nato-nun-afganistan-mudahalesi-743 (21.05.2019). 211 Barack Obama’nın Afganistan Savaşı’nın sonlandırılacağına dair açıklaması için bkz.

farklı sayılabilecek önemli değişikliklere neden olmuştur. Söz konusu bu saldırılara karşı toplumda giderek yayılan korku, güvensizlik ve duyarlılık, ulusal çıkarların ön plana alındığı ve uluslararası toplum, anlaşmalar, örgütler, özet olarak çok taraflılıktan tek taraflılığa yönelen yeni bir dış politika sürecini başlatmıştır. Dönemin Amerikan hükümeti, bu yeni bakış açısına paralel olarak terörizme karşı mücadelede, özellikle kitle imha silahlarına karşı koyma ve ulusal güvenliği tehdit eden devletlerle mücadele etmek için her türlü askeri ve teknolojik yeteneğini devreye sokacağını ilan etmiş ve bu hedef doğrultusunda yeni bir güvenlik stratejisini uygulamaya başlamıştır212.

Irak savaşı koalisyon güçleri veya Irak halkı için değilse bile sonuçta kanlı bir savaş olmuştur. En büyük kayıplar Soğuk Savaş döneminde dünyada istikrar sağlanmasına yardımcı olmuş olan ve aralarında tarihin en başarılı ittifakı NATO’nun da bulunduğu kurumlar tarafından verilmiştir. Irak savaşından önce sürdürülen diplomasi faaliyetleri ve kampanyanın bizzat kendisi ittifakının temel direkleri olan Fransa, Almanya, Birleşik Krallık ve ABD arasındaki görüş farklılıklarını açıkça ortaya çıkarmıştır. Bunun yanında genel itibariyle Avrupa devletleri arasındaki görüş farklılıklarını da ortaya çıkarmıştır.

Irak müdahalesi NATO standartları doğrultusunda dizayn edilmiş birleşik kuvvetlerin daha önce görülmeyen şekilde büyük bir askeri güce ulaşmış olduğunu da göstermesi bakımından önemlidir. Bütün güçler müdahale esnasında bir bütün olarak hareket ettiler ve savaş halinden, savaş sonrası istikrar sağlama faaliyetlerine sorunsuz bir geçiş yapmışlardır. Bu iki farklı tür uygulama bir arada yürütülmüştür. Irak müdahalesinin sonrasında Amerika, dünyanın tek süper gücünün bile yardıma ihtiyacı olduğunu anlamaya başlamıştır. Dolayısıyla Pax Americana’nın kurumsallaştırılması artık kaçınılmaz hale gelmiştir. Artık küresel düzeni tek başına sağlayabilmek gerçekçi bir seçenek olmaktan çıkmıştır. Bu nedenle Amerikalılar

212 Sevilay Kahraman, “Avrupa Birliği ve Irak Krizi: Bölünmeden Yeniden Birleşmeye Uzun, İnce Bir

açısından sorun NATO’nun yeni stratejik şartlara uyarlanmasının gerekli olup olmadığının ve bunun nasıl yapılacağıdır213.

Gerek Avrupa ülkeleri arasındaki anlaşmazlık gerekse dünya dengeleri bakımından sonraki dönemde NATO, Irak’ta çok sayıda askeri güç ve sivil personel bulundurmamaktadır. Bulunanlar ise mayın temizliği, el yapımı patlayıcı mücadelesi gibi konularda yerel birlikleri eğitmek amacıyla mobilize ekiplerini kullanmaktadır. “Iraklı güçlerin eğitilmesi” gerekçe gösterilerek Irak’a çok uluslu bir ekip yerleştiren NATO, farklı ülkelerden gelen eğitmenler ile yerel güvenlik güçlerine eğitim vereceğini ifade etmiştir. Güvenlik güçlerinin terör örgütü DEAŞ ile mücadelede daha etkin bir şekilde ilerlemesini sağlamak için hazırlandığı iddia edilen bu program, “NATO Barış ve Güvenlik Bilim Programı” tarafından gerçekleştirileceği ifade edilmektedir.

Bu süreçte NATO Irak’lı askeri birliklerin verilecek görevleri daha etkin bir şekilde gerçekleştirmelerine yönelik eğitim veren birimler olarak hareket etmekte ve bu misyona yönelik çalışma planlanması, geliştirilmesi ve yürütülmesi şeklinde kendisini konumlandırmaktadır. Bu çerçevede NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, NATO’nun Irak’taki askeri varlığını sürmesini savunmakta ve ittifakın askeri eğitim programını genişleteceğini ifade etmektedir. Ayrıca NATO’nun Irak Silahlı Kuvvetleri için yeni okul ve akademiler açılmasına yardımcı olacaklarını da belirtmektedir214.

213 Tom Donelly, “Irak Savaşının Ardından”, NATO Dergisi,

https://www.nato.int/docu/review/2003/issue2/turkish/art2.html, (22.06.2019).

214Hüda Nur Yıldırım, “Irak’ta ki NATO Varlığı”, https://www.diplomatikstrateji.com/iraktaki-nato-

Şekil 2.9.1. NATO’nun Irak’taki askeri varlığı

Kaynak: Anadolu Haber Ajansı https://www.star.com.tr/dunya/irakta-kimin-ne-kadar- askeri-var-bir-tek-turk-askeri-istemiyor-haber-1147365/, (18.05.2019).

NATO diplomatları ise genişletilmiş misyonda, 200 personele yer verilebileceğini belirtmiştir. Eğitim faaliyetlerinin Irak dahilindeki pek çok kent ile bazı komşu ülkelerde dahil personelin yer alacağı belirtilmiştir. Aynı şekilde Kuzey Irak’ta yer alan Erbil’de de geniş çaplı eğitim verilebileceği ifade edilmiştir. Bunun yanı sıra bazı batılı ülkelerin eğitimlerini gerçekleştirdikleri Kuzey Irak’ta ki Peşmerge güçlerinin eğitimini de NATO üstlenmiş, terörle mücadele konusu doğrultusunda bu güçlere destek verileceğini ve eğitim faaliyetlerinin başlanacağı ifade edilmiştir. Ayrıca NATO zirvesinde bu hususta Kanada’nın görevlendirildiği ifade edilmiştir. Yine zirve öncesi NATO genel sekreteri bir açıklama yapmış ve terörizm faaliyetlerinin Irak’ta kök salmasını engellemek maksadı ile ülkeye ve askerlerine verecekleri desteğin devam edeceğini ifade edilmiştir215.

2.11. Libya Müdahalesi

2010 Aralığında ilk önce Tunus’ta başlayan ve daha sonra Mısır’a sıçrayarak burada da hükümetin yönetimden el çekmesine yol açan halk ayaklanması kısa sürede Libya’yı da etkilemiş ve başta Bingazi olmak üzere çeşitli şehirlerde

gösteriler başlamıştır. Arap Baharı olarak bilinen ve pek çok Arap devletinde görülen çeşitli ayaklanmaların tetiklediği gösterilerde söz konusu olan taleplere, Libya hükümeti ilk başlarda yumuşak davranarak çözmeye çalışmış, ancak ilerleyen zamanlarda taleplerin rejim değişikliği ve Kaddafi’nin yönetimden ayrılması şekline dönüşmüştür. Bu aşamadan itibaren Libya devlet güçleri bu ayaklanmalara ve gösterilere daha sert yaklaşmaya başlamıştır. Bu sertliğin en önemli nedeni kuşkusuz bazı muhalif grupların rejim değişikliği için artık silahlı mücadeleyi seçmiş olmalarıdır216.

İlerleyen süreçte özellikle Bingazi başta olmak üzere bazı şehirlerde devlet güçlerine, kamu kurumlarına ve hükümet yetkililerine saldırılar artmış, halk gösterilerinin artık silahlı direniş hareketine dönüşmesiyle devlet güçleri daha da sertleşmiş, ancak ülke fiilen ikiye bölünmüştür. Ayaklananlar Bingazi’yi ele geçirmişler ve devlet güçleri ile aralarındaki çatışmalar gittikçe sivillere yönelik şiddete dönüşmüş ve bu şiddet hareketleri neticesinde pek çok sivil hayatını kaybetmiştir.

Libya yönetimi ile direnişçiler arasındaki çatışmaların devam etmesi üzerine BM Güvenlik Konseyi, çatışmaların sona erdirilmesini, Libya’ya karşı silah ambargosu uygulanmasını ve Kaddafi’nin de aralarında bulunduğu ve olaylarda sorumluluğu olduğu düşünülen bazı Libya yöneticilerinin malvarlıklarının dondurulmasını ve seyahat yasağı koyulmasını içeren 1970 (2011) sayılı kararı almıştır. 1970 (2011) sayılı kararın içerdiği yaptırımlar, esas itibari ile soruna barışçıl yollarla çözüm bulmayı amaçlamıştır217.

Bu kararlardan kısa bir süre sonra, BM Güvenlik Konseyi 1973 (2011) sayılı kararı almıştır. Bu kararla, Libya hava sahasının uçuşa yasak bölge ilan edilmesinin yanında, acil ateşkes ve sivillere yönelik şiddete son verilmesi çağrısı yapılmış ve bunların sağlanmaması durumunda da ‘gereken tüm önlemlerin

216 Selin M. Bölme vd., “İsyan, Müdahale ve Sonrası: Libya’da Dönüşümün Sancıları”, SETA Rapor,

Aralık 2011, s. 21-23.

217 Yıldıray Sak, “Uluslararası Hukukta İnsancıl Müdahale ve Libya Örneği: Suriye’de Yaşanan ya da

alınması’ suretiyle sivillerin korunması hüküm altına alınmıştır. Bu kararla müdahaleye giden yol açılmıştır218.

Gerçekte daha görüşmeler ve müzakereler devam ederken ve özellikle uçuşa yasak bölgenin denetiminin nasıl yapılacağına ilişkin BM’den net bir açıklama yapılmadan Libya hava sahasına NATO müdahalesi gerçekleşmiştir. Libya’da yaşanan krize yönelik olarak Mart 2011 tarihinde ilk kez Akdeniz’de NATO kontrolünde erken uyarı uçaklarının(AWACS) yer aldığı bir izleme operasyonu gerçekleştirmiştir. Bu uçuşlar sayesinde Libya hava sahasındaki hareketler hakkında ayrıntılı veri elde etme imkânı elde edilmiştir. Hemen ardından NATO Savunma Bakanları toplantısında Akdeniz’de havadan gerçekleştirilen gözlem operasyonunun desteklemesi amacıyla ittifaka ait gemilerin de bölgeye sevk edilmesi kararı alınmıştır219.

NATO’nun, Libya sahasındaki uçuşa yasak bölgenin denetimi ve sivillerin korunması da dâhil olmak üzere, hava ve deniz unsurlarının gerçekleştireceği tüm operasyonları devraldığı 27 Mart 2011 tarihine kadar, Fransa’nın yanında, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, İtalya ve Kanada’dan oluşan koalisyon, uçuşa yasak bölgeyi denetlemek ve sivilleri korumak gerekçesi ile havadan ve denizden bir süre Libya’yı bombardıman altında tutmuştur. Ancak ne 1973 sayılı BMGK Kararının ne de herhangi bir NATO belgesinin Kaddafi’nin devrilmesi için doğrudan kuvvet kullanımını meşrulaştırmadığını belirtmek gerekmektedir220. Çünkü Libya’ya NATO tarafından yapılan ve “insancıl” gerekçelerle meşrulaştırılan bu müdahalenin öncelikle insancıl müdahale için gereken, meşru ve haklı nedenlerin varlığı ve insancıl müdahale olgusuna ait ihlallerin yoğun ve yaygın olması ölçütünün, müdahale öncesindeki olaylarla ilgili somut verilere bakıldığında bu gerekçenin değerlendirilmesinde sorunlar olduğu ve müdahalenin tartışmalı olduğu ileri sürülmüştür. Şöyle ki, müdahalenin başladığı günlerin hemen öncesinde, büyük çapta, yaygın ve yoğun

218 Bölme vd., a.g.e., s. 24.

219Milliyet, “Libya’ya bombardıman başladı”, (19.03.2011),

http://www.milliyet.com.tr/dunya/libyaya-bombardiman-basladi-1366410, (20.04.2019).

220Ali Resul Usul, “Arap Halk Hareketleri, Bölgede Demokratikleşme İmkanları, Libya ve

sivil kaybından bahsetmek zordur. Müdahale anına kadar Libya’daki sivil halkın gerek komşu ülkelere mülteci olarak sığınmasının ve gerekse ülkenin kendi içindeki bölgeler arasında yer değiştirme hareketlerinin yaygınlığı ve yoğunluğunun uluslararası barış ve güvenliği tehdit ettiğini ileri sürmek mümkün değildi221. O dönemde operasyona katılan devletlerin açıklamaları ve özellikle operasyonun gerçekleştiriliş tarzı da müdahale kararının ve uygulanmasının öncelikle insancıl nedenlerle değil bazı devletlerin bu bölgedeki çıkarlarıyla yakından ilgili olduğu ileri sürülmüştür. 2011 Mart ayının ikinci yarısında başlayan ve daha sonra NATO’ya devredilen askeri müdahale, Libya’nın askeri güçleri ve özellikle hava kuvvetlerini etkisiz hale getirmesine rağmen 2011 Ağustos sonuna kadar Libya yönetimini tamamen çökertene kadar devam etmiştir. Bu açıdan değerlendirildiğinde de bu müdahalenin görüntüdeki “insancıl” gerekçelerden ziyade başka saiklerle yapıldığı savını güçlendirmektedir.

SONUÇ

1949 yılında ABD liderliğinde, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından değişen düzen ve yapı içerisinde Sovyetler Birliği tehdidine karşı kurulan NATO, ilk başlarda oluşabilecek sorunları önleme misyonunu takip etmiştir. Bu çerçevede her ne kadar Sovyetler Birliği tehdidine karşı kurulmuş olsa da ardından dünya üzerinde güvenliği, barışı ve demokrasiyi yayma ilkelerini esas almış ve politikalarını değişen dünya düzenine göre belirlemeyi hedef edinmiştir.

Kurulduğunda toplamda 12 kurucu üye devlete sahip olan birlik, önem teşkil eden sorunların değişmesi, bunların önlenebilmesi adına bahsedilen genişleme politikaları dâhilinde üye devlet sayısını 29’a kadar çıkartmıştır. Bahsedilen değişen şartlar, dünya düzeninde var olan ekonomik piyasanın liberal

Benzer Belgeler