• Sonuç bulunamadı

6. ULUSLARARASI DÜZENLEMELERİN YEREL YÖNETİŞİM AÇISINDAN

6.2. BM İkiz Sözleşmeleri

İkiz sözleşmeler olarak anılan Medeni ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (International Covenant on Civil and Political Rights) ve Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (International Covenant on Economic, Social and Cultural Rights) Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 16 Aralık 1966 yılında kabul edilen iki ayrı sözleşmedir. Yürürlüğe girmeleri için 35 ülkenin onaylaması ve katılma belgelerini Genel Sekreterliğe göndermesi gerekliliği sözleşmelerin 10 yıl sonra yürürlüğe girmesine neden olmuştur.

Türkiye ise bu sözleşmeleri 15 Ağustos 2000 tarihinde imzalamış fakat sözleşmeler 4 Haziran 2003 günü 4867 ve 4868 sayılı kanunlar ile TBMM’de kabul edilmiştir. Kabul edilen sözleşmeler 17 Haziran 2003 günü Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından onaylanmış ve 18.06.2003 tarih ve 25142 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Türkiye sözleşmeleri 3 beyan ve 2 çekince ile onaylamıştır.

Sözleşmelerin her ikisinde de 1. madde olan “halkların kendi geleceğini belirleme hakkı (self-determination)” üzerinde en çok konuşulan konudur. Bu hakka göre; bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler. Bütün halklar uluslararası hukuka ve karşılıklı menfaat ilkesine dayanan uluslararası ekonomik işbirliği yükümlülüklerine zarar vermemek koşuluyla, doğal kaynakları ve zenginlikleri üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir. Bir halk sahip olduğu maddi kaynaklardan hiç bir koşulda yoksun bırakılamaz. Kendini yönetemeyen ve vesayet altındaki ülkelerden sorumlu olan devletler de dahil bu sözleşmeye taraf bütün devletler, kendi kaderini tayin

* Bu bölümün hazırlanmasında Osman AKAGÜNDÜZ tarafından www.haberkapisi.com sitesinde yayınlanan Birleşmiş Milletler İkiz Sözleşmeleri ve Türkiye (1)-(2) sunumlarından ve İkiz Sözleşmelerin metinlerinden yararlanılmıştır.

130

hakkının gerçekleştirilmesi için çaba gösterir ve Birleşmiş Milletler Şartı’nın hükümlerine uygun olarak bu hakka saygı gösterir.

Bu maddede geçen halk kelimesinin yorumlanması konusunda farklı görüşler vardır. Burada geçen “halk” kelimesinin sömürge ülke halkları için geçerli olduğunu söyleyenler bulunmakla birlikte, “halk” kelimesinin ülke sınırları içinde yaşayan etnik gruplar içinde geçerli olabileceği söylenmektedir. İkinci durumda Türkiye gibi etnik çeşitlilik barındıran ülkeler ağır bir yükümlülüğün altına girmiş olmaktadırlar. Bu yükümlülük kendi sınırları içinde farklı bir ülke kurulmasına kadar götürülebilir. Her iki sözleşmede de geçen bu maddeyi Türkiye üç beyan ile onaylamıştır:

* Türkiye Cumhuriyeti bu sözleşmeden doğan yükümlülüklerini BM yasası (Charter) (özellikle 1 ve 2. maddeler) çerçevesindeki yükümlülüklerine uygun olarak yerine getireceğini beyan eder. Bu beyan ile kastedilen diğer ülkelerin ülkenin içişlerine karışmamasıdır.

* Türkiye Cumhuriyeti, bu sözleşmenin hükümlerinin yalnızca diplomatik ilişkisi bulunan Taraf Devletlere karşı uygulanacağını beyan eder.” Bu beyan ile Türkiye, diplomatik ilişkisinin olmadığı ülkelere karşı bir yükümlülüğünün doğmamasını esas almıştır.

* Türkiye Cumhuriyeti, bu Sözleşme’nin ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasasının ve yasal ve idari düzeninin yürürlükte olduğu ülkesel sınırlar itibarıyla onaylanmış bulunduğunu beyan eder.” Bu beyan ile Türkiye, antlaşma ile ülkesel sınırları dışındaki uygulamalardan sorumlu tutulmasını önlemek istemiştir.

Yukarıda ki beyanların yanında Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 27. maddesi bir çekince ile onaylanmıştır. Maddeye göre; etnik, dinsel veya dilsel azınlıkların bulunduğu bir devlette, böyle bir azınlığa mensup bulunan kişilerin grubun diğer üyeleri ile birlikte toplu olarak kendi kültürel haklarını kullanma kendi dinlerinin gereği ibadeti etme ve uygulama veya kendi dillerini kullanma hakları engellenmez. Bu maddeye koyulan çekince ise şöyledir: Türkiye Cumhuriyeti, Sözleşme’nin 27.maddesini, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın ve 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Andlaşması ve Ek’lerinin ilgili hükümlerine ve usullerine göre uygulama hakkını saklı tutar. Türkiye’nin çekince koymaktaki amacı “azınlık”

kavramının etnik ve dilsel olarak algılanmasını engellemektir. Lozan Andlaşması’nda azınlık kavramı sadece Müslüman olmayanlar için kullanılmıştır

131

(www.sam.baskent.edu.tr, 2012). Türkiye’nin diğer çekincesi ise Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme ile ilgilidir; Türkiye Cumhuriyeti, Sözleşme’nin 13. maddesinin (3) ve (4). Paragrafları hükümlerini, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 3, 14 ve 42. Maddelerindeki hükümler çerçevesinde uygulama hakkını saklı tutar. Adı geçen 13. maddenin 3. ve 4. paragrafları şöyledir:

* Bu sözleşmeye taraf devletler, ana babaların veya –bazı durumlarda- yasal yoldan tayin edilmiş velilerin çocukları için, kamu makamlarınca kurulmuş okulların dışında, Devletin koyduğu ya da onayladığı asgari eğitim standartlarına uygun diğer okulları seçme özgürlüğüne ve çocuklarına kendi inançlarına uygun dinsel ve ahlaki eğitim verme serbestliklerine saygı göstermekle yükümlüdürler.

* Bu maddenin hiç bir hükmü, bireylerin ve kuruluşların eğitim kurumları kurma ve yönetme özgürlüklerini kısıtlayacak şekilde yorumlanamaz; bu özgürlüğün kullanılması, daima, bu maddenin 1.fıkrasında ortaya konmuş olan ilkelere uyulmasına ve böyle kurumlarda verilen eğitimin Devlet tarafından belirlenebilecek asgari standartlara uygun olması gereğine bağlıdır.

Türkiye bu maddeyi Anayasa’nın 3. maddesi yani devletin bütünlüğü ve dilini düzenleyen maddeyi; 14. maddesi temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmaması ve 42. maddesinde düzenlenen eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi hükümleri çerçevesinde uygulamayı esas almış ve çıkabilecek olası uyuşmazlıklara karşı tedbirli olmayı planlamıştır.

İçerdiği olumsuzluklarla birlikte yönetişim açısından incelendiğinde katılım hakkının eşitliği üzerinde duran Medeni ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme her yurttaşın doğrudan doğruya ya da özgürce seçilmiş temsilciler aracılığı ile kamu yönetimine katılma; genel, eşit ve gizli oyla belirli dönemlerde yapılan, seçmenlerin iradelerini özgürce ortaya koymalarını garanti eden gerçek seçimlerde oy kullanma ve seçilme; genel anlamda eşit olarak, ülkesinin kamu hizmetlerine girme hak ve fırsatını desteklemektedir.

Bu sözleşmelerle birlikte ülkemiz Medeni ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeye Ek İhtiyari Protokol’e de iki beyan ile taraf olmuştur. Bu Protokole Taraf haline gelen Sözleşmeye Taraf bir Devlet, kendi egemenlik yetkisine tabi bulunan ve Sözleşmede düzenlenen haklarının bu Taraf Devlet tarafından ihlal edildiğini iddia eden bireylerin yapacağı şikâyetleri Komitenin alma ve değerlendirme yetkisini tanır.

132

Komite, Sözleşmeye Taraf olup da bu Protokole taraf olmayan bir Devlet hakkında yapılan şikâyetleri alamaz. Türkiye, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeye ilişkin üç beyanının ve Sözleşmeye koyduğu çekincenin bu ihtiyari Protokol için de geçerli olduğunu beyan etmiştir. Ayrıca; Protokol’ün birinci maddesini, Komiteye, Sözleşme’de yer alan haklardan herhangi birinin Türkiye Cumhuriyeti tarafından ihlal edilmesinden dolayı mağdur olduğunu iddia eden, Türkiye Cumhuriyetinin yargı yetkisine bağlı bireylerin şikâyetlerini alma ve inceleme yetkisi verdiği şeklinde yorumlar. Bu beyanla ulaşılmak istenen amaç Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce gerçekleşen ihlallerin tekrar devletin önüne getirilmemesidir.

Bilindiği gibi Birleşmiş Milletler İkinci Dünya Savaşı’nın ardından “dünya barışını” sağlamak amacıyla kurulmuştur. İlgili sözleşmelerin 1966 yılında ortaya çıktığı dikkate alınırsa öncelikli amacın sömürge olan halkların özgürlüklerine ulaşması olduğu anlaşılır. Bununla birlikte; uzun zaman geçmesinin ardından dünya düzeninin değişmesi ile birlikte sözleşmeler etnik çeşitlilik barındıran ülkelere tehdit haline gelmiştir. Ulus devletlerde yaşayan farklı kökenli vatandaşlar farklı “halklar” oldukları iddiası ile kışkırtılmaktadırlar. Bu kötü örneği en çok yaşayan ülkelerden biri de Türkiye’dir. Sözleşmelere koyulan beyan ve çekinceler yeterli gelmemektedir. Fakat kendi kaynaklarından yoksun bırakılma durumu ancak birtakım ülkelerin medeniyet götürdüklerini iddia ederek işgal ettiği sömürge ülkelerde sözkonusu olabilir. Bu ülkelerin asıl amacının zengin kaynakları sömürmek olduğunu tarih göstermiştir. Ayrıca

“bazı” ülkelerin medeniyet götürdüklerini iddia ettikleri sömürge ülkeler; bugün sefalet içinde yaşamaktadırlar. Bir ülkenin sınırları içinde, özgürce yaşayan - azınlık veya çoğunluk – farklı gruplar için yoksun bırakılma durumu sözkonusu olmamaktadır.

Ayrıca; sözleşmelerin taraf devletlere tanıdığı “sözleşmeye uymadığı gerekçesi ile şikâyet hakkı” ülkelerin birbirlerinin içişlerine müdahele etmesine ve kötü niyetli kullanılmasına sebep olmaktadır.

133 DÖRDÜNCÜ KESİM GENEL DEĞERLENDİRME

Bu kesimde araştırmanın genel değerlendirmesi yapılmış, araştırma boyunca elde edilen bulgular ve bunlara yönelik geliştirilen öneriler ile genel sonuç bölümüne yer verilmiştir.