• Sonuç bulunamadı

Biyoteknolojinin Olası Yarar ve Riskleri

BÖLÜM 2 BİYOTEKNOLOJİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ VE

2.3. Biyoteknolojinin Olası Yarar ve Riskleri

Biyoteknolojinin yararları ve olası riskleri konusunda tartışmalar, doğal olarak daha çok bu teknolojinin kullanımının daha yaygın ve görece eski olduğu tarımsal alanlardaki uygulamalarının sonuçları üzerinden yürütülmektedir. Dolayısıyla, özellikle sağlık ve ilaç, sanayi alanındaki

kullanımına ilişkin uygulamalar görece daha yeni olduğundan, sonuçları konusunda yürütülen tartışmalar hem çok az hem de çok yenidir. Bu nedenle de biyoteknolojinin yararları ve riskleri konusundaki tartışmalar daha çok tarımsal alanda gerçekleştirilen uygulamaların sonuçlarına dayanmaktadır. Kaldı ki, bu alandaki tartışmaların bir kısmı görece kesinlik taşımakla birlikte, diğer bir kısmı sonuçları ilerleyen zamanda ortaya çıkabilecek olasılıklara dayanmaktadır.

Ülkemizde ise, bu konudaki çalışmalar gelişmiş ülkelere kıyasla daha yenidir. Biyoteknolojinin yarar ve olası risklerinin tarımsal biyoteknoloji ile sınırlı biçimde yürütülmesi de oldukça belirgindir. Tartışmalar akademide ve akademi dışı alanda olmak üzere yürütülmektedir. Akademi dışı olan tartışmalar görece daha popüler ve medyada daha fazla yer alırken ne yazık ki, bilimsel araştırmalar sonucu yapılan çalışmalar ve tartışmalar medyada pek yer almamaktadır. Dolayısıyla bu alandaki gelişmeleri doğru kanallardan izleme şansına çok az sahip olduklarından insanlar ya bu konulardan haberdar olamamakta ya da gelişmeleri doğru bir biçimde izleyememek-tedirler.

Bilindiği üzere biyoteknolojinin tarımsal alandaki kullanımının gerekli olduğuna en çok gösterilen gerekçe, dünyada giderek artmakta olan gıda güvenliği sorununa çözüm olabilmesi yönündeki temel iddiadır. Bu iddianın kendisi tartışmalı olmakla birlikte, verim ve ürün kalitesinin arttırılmasının gereği gün geçtikçe önemi artan bir gerçekliktir. Çünkü şu an dünyada hiçbir dönem olmadığı kadar, açlık sorunu ile karşı karşıya kalan pek çok insanın mevcudiyetinin yanı sıra, yeteri kadar beslenememe sorunu da dünya ölçeğinde özellikle belirli bölgelerde giderek artmaktadır. Bu anlamda biyoteknolojinin tarım ve hayvancılık alanındaki yararları özellikle de azgelişmiş ülkeler açısından daha bir önem kazanmaktadır. Tarımsal alandaki kullanımının yararlarına bakıldığında günümüzde kültür bitkilerinin büyük bir kısmına gen aktarımı yapılabilmektedir. Ticari olarak kullanılan transgenik ürünlerin başında soya, mısır, pamuk ve kanola gibi tarla bitkileri gelmektedir.

Tarımsal alanda biyoteknolojinin kullanımının yarar ve olası riskleri konusunda tam karşıt iddialar bulunmaktadır. Bu kullanımın yararlı sonuçlara yol açacağını ve risklerinin pek bulunmadığını iddia edenler de karşı olanlar da veriler sunarak savunularında haklı olduklarını göstermeye çalışmaktadırlar. Ancak, bu karşıt savlardan hangisinin doğru ve hangisinin yanlış olduğu ilerleyen zaman içinde ortaya çıkacaktır.

GDO’ların yararları 1) pestisit kullanımının azaltılması; 2) toprak ve suyun korunması; 2) kirli toprakların temizlenmesi; 3) ürün kalitesinin

arttırılması; 4) verimliliğin arttırılması biçiminde savunulmaktadır (Özgen ve diğ. 2005).

Transgenik bitkilere aktarılan özelliklerin başında ise, ot öldürücüler (herbisit) ve zararlılara (pestisit) dayanıklılık gelmektedir. Bunun dışında ürün kalitesini ve besin değerini artırıcı özellik de tarla bitkilerine aktarılan özellikler arasında yer almaktadır. GDO’ların toksik etki gösteren herbisit ve pestisit kullanımını azaltarak çevreye yarar sağlayacağı iddialarının yanı sıra, GDO’ların üretimi sonucu herbisit kullanımının üç kat artacağı savı da oldukça yaygındır. Kaliforniya Üniversitesi’nde yapılan bir çalışma, Roundup’un aktif maddesinin "Çiftçi Hastalığı" adı verilen bir tür rahatsızlığa neden olduğunu ortaya çıkarmıştır (Batallion, 2000).

Biyoteknolojinin tarımsal alanda kullanımının yararlı olduğunu savunanlar transgenik çeşitlerin kullanımı ile yabancı ot mücadelesinde geleneksel yöntemlere bağlılık azalmış, daha az toprak işlenmesi nedeniyle, toprağın yapısı ve neminin korunmuş olduğu iddiasında bulunmaktadırlar.

Onlara göre tarımsal ilaçların daha az kullanılması ile de toprak ve yeraltı sularının kimyasal maddelerle kirlenmesi azalmakta ve böylece de sürdürülebilir kaynak kullanımı ve sürdürülebilir tarım olanaklı olabilmektedir (McGloughlin 1999).

Bitkilerin kalitesini ve besinsel içeriğini arttırma, genetiği değiştirilmiş gıdaların insan sağlığına en önemli katkısı olacaktır. Dirençlilik genlerinin aktarıldığı ilk kuşaktan sonra ikinci kuşak, besin değeri arttırılmış bitkiler olacaktır. Bu alanda ise, son yıllarda önemli başarılar elde edilmiştir. Ancak bu konuda da henüz kesinleşmiş bir sonuca ulaşılamadığından hala risklerinin olabileceğini düşünmek, oldukça yaygındır.

Besin değeri yüksek gıda üretimi amacıyla yürütülen biyoteknolojik çalışmalar ile elde edilen A vitamini ve demir içeriği yüksek çeltik (Altın Çeltik) çeşidinin, pirince dayalı beslenmede ortaya çıkan bozuklukların giderilmesinde kullanılabileceği öngörülmektedir. A vitamini eksikliğinin çok görüldüğü ülkelerin aynı zamanda pirinç tüketiminin de çok olduğu ülkeler olduğundan bilim adamları, A vitamini eksikliğine bağlı oluşan bağışıklık sisteminin zayıflamasına bağlı enfeksiyonlar, gece körlüğü, artan ölüm oranları ve düşen insan gücü kaybı gibi sorunları önlemek ya da azaltmak amacıyla pirince gen aktarım yapmışlar ve A vitamininin öncül maddesi olan beta-karoten’in sentezlenmesini sağlamışlardır. Bu yönde yürütülen çalışmalar yolu ile yakın gelecekte protein içeriği yüksek tatlı patates ve çeltik ile A vitamini içeriği yüksek kanola, antioksidant içeriği yüksek sebze ve meyvelerin üretilmesi beklenmektedir.

Tarımsal biyoteknolojinin bir diğer uygulama alanı ise, gıda enzimlerinin üretimidir. Bu uygulama ile % 60 daha sert peynir yapımını sağlayacak peynir mayası elde edilmesine çalışılmaktadır. Besin içeriği zenginleştirilmiş GDO’lar sadece insanlar için değil hayvanlar için de yarar sağlayacaktır (Kefi 2000). Sebze ve meyvelerde raf ömrünün uzatılması özellikle domateste başarılmış, bu alandaki benzer çalışmalar ise halen çeşitli meyvelerde sürdürülmektedir.

Tarımsal biyoteknolojinin kullanımının zararlı olduğunu savunanlar ise, 1) ekolojik etkileri; 2) insan ve hayvan sağlığına etkileri 3) sosyo-ekonomik yapıya etkileri açısından zararlarını dile getirmektedirler.

Transgenik ürünlerin çevre ve bitki çeşitliliğine olası zararları oldukça fazla tartışma alanı bulmuştur. Bu tartışmalara göre, bitkilere kazandırılan yeni özellikler bu bitkilerin yaşadıkları çevredeki floranın bozulmasına, doğal türlerde genetik çeşitlilik kaybına, ekosistemdeki tür dağılımının ve dengesinin bozularak genetik kaynakları oluşturan yabani türlerin yok olmasına neden olabilecektir. Çünkü genetik olarak değiştirilmiş bitki polenlerinin rüzgâr, kuşlar, arılar, böcekler, mantarlar ve bakterilerce taşınması sonucunda metrelerce uzaktaki bitki türleri de etkilenecek ve genetik bir kirlilik ortaya çıkacaktır (Özgen ve diğ, 1995; Batallion, 2000;

Haspolat 2004).

Ayrıca transgenik ürünlerden olabilecek bir gen kaçışı yabani türlerin de aynı özelliğe sahip olmalarına neden olabilir. Bu gen kaynakları geri dönülmesi zor bir tahribatla karşı karşıya kalacaktır. Eğer aktarılan yabancı otlara dayanıklılık geni, transgenik bitkinin yabani akrabalarına da geçerse, bu türlerle yapılacak mücadelenin zorluğu açıktır (Özgen ve diğ. 1995).

Zararlılara dayanıklı transgenik çeşitlerin, doğada hedef olmayan diğer canlılara da olumsuz etkileri olası bir risktir. Bu nedenle Berlin’de yapılan alan denemeleri durdurulmuştur. Tayland’da hükümet, Bt genli pamuklarda yapılan alan denemeleri sırasında çevre çiftliklerde gen geçişi olduğunun tespitinden sonra alan denemelerini durdurmuştur. Son olarak İngiltere’de yapılan bir çalışmada genetik olarak değiştirilmiş tarım ürünlerinin üretiminin; yalnız bilimsel amaçlı ve son derece az olmasına rağmen bal arılarında gen geçişine neden olduğu ortaya konulmuştur (Batalion, 2000).

GDO’ların etkileri konusunda tartışmaların yürütüldüğü diğer bir alan ise, onun insan sağlığı açısından taşıdığı risklerdir. GDO’lu ürünlerin insan sağlığı üzerine olumsuz etkileri konusunda pek çok örnek verilmektedir.

Batallion’un 50 risk örneği verdiği çalışması bu konuda çok başvurulan bir kaynaktır. GDO’ların yaratabileceği diğer bir risk de allerji tehlikesidir. Bu

tür transgenik gıdaların tüketilmeleri halinde, bu gıdalarda bulunan yabancı genetik materyal tarafından meydana getirilen proteinlerin, allerjik sorunu bulunan insanlarda rahatsızlıklara yol açması söz konusudur. Pioneer Hi-Bred firması, 1996 yılında Brezilya kestanesinden soya fasulyesine gen transferi yapmıştır. Bu kestaneye allerjik olan bazı bireylerde ölüme yol açabilen arı sokması reaksiyonuna benzer reaksiyonlar görülmüştür. Yapılan hayvan deneyleri sonucunda ürün piyasadan toplatılmıştır (Batalion 2000).

Transgenik bitkilerin insan ve hayvan sağlığı açısından taşıdığı riskler allerji, toksisite, kanser, besin kalitesinde bozulma, yatay gen geçişi ve çalışmayan genlerin çalışmaya başlaması şeklinde sıralanmaktadır (Batalion 2000). Transgenik bitkilerin sahip oldukları çevresel riskler ise, genellikle gen ürünü toksiklerin toprağa ve suya geçmesi, kimyasal madde kullanımının artması, antibiyotik birikimi, faunadaki çeşitlilik dengesinin bozulması, ölen böceklerle beslenen diğer canlıların ölmesi, yararlı akraba türlerin yok olması, yeni patojen ve zararlı tiplerinin oluşması, florada bitkisel gen kaynaklarının kaybolması veya yapısının değişmesi olarak sıralanmaktadır.

Günümüzde kullanılan biyoteknolojik tekniklerde bitkisel ürünlere aktarılan genlerin büyük bir çoğunluğu bakteri ve virüs kökenlidir. Gen aktarımından sonra transgenik bitkilerin seçilebilmesi amacıyla işaretleyici (markör) gen olarak antibiyotik dayanıklılık genleri kullanılmaktadır Ancak bu antibiyotik dayanıklılığının insan ya da hayvan bünyesindeki bakterilere yatay olarak geçişiyle onların da dayanıklı hale dönüştürülmesi gibi sağlık açısından büyük riskler de taşımaktadır (Wieczorek, 2003’den akt. Özgen ve diğ 2005).

Yirminci yüzyılda antibiyotiklerin bulunması ile birlikte enfeksiyon hastalıklarında azalma oldu. Ancak, kanser gibi vücudun savunma sistemini çökerten sistemik hastalıklarda ise bir artış görülmektedir. Kanser oluşumu hava, su ve besin maddeleri gibi çevresel etkilere bağlıdır. Canlıların yaşamlarını sürdürdükleri çevrede 100.000 ve üzerinde kimyasal kombinasyonu bulunmaktadır. Bilim adamlarının son birkaç yılda elde ettikleri verilere göre tek başlarına test edildiklerinde pek de zararlı görünmeyen bu kimyasalların (özellikle pestisitler) bir arada bulunduklarında zararlı etkilerinin yaklaşık 1000 kat artığı saptanmıştır. Genetik mutasyonlarla bu kimyasalların yeniden düzenlenmesi ve kanserojen etki göstermesi de mümkündür. Amerika’da 1990 yılında kanser her 11 kişiden birini etkilemekte iken, bugün her iki erkekten biri ve her üç kadından biri hayatlarının herhangi bir devresinde kansere yakalanmaktadırlar (Batalion 2000).

Biyoteknolojinin hayvancılık alanındaki kullanımına ilişkin olarak da pek çok yenilik bulunmaktadır. Örneğin ineklerde süt üretimini % 10–15

oranında artıran bir doğal hormonun (bovine somatotropin) rekombinant bir formu (rBST) geliştirilmiştir. Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından 1993 yılında onaylanan rBST, Amerika’da günümüzde ineklerin % 30’unda üreticiler tarafından kullanılmaktadır. Ayrıca değişik balık türlerine değişik hastalıklara dayanıklılık genleri aktarılmıştır (Kefi, 2000).

Değinilen olası riskleri üzerinde durulması bir çok bitkinin gen merkezi olan ülkemiz açısından da son derece önemlidir. Böyle bir durumda mevcut gen kaynağının tamamen kaybedilmesi dahi söz konusudur.

Biyolojik çeşitliliğin korunması açısından, gen kaynakları ülkemizde bulunan transgenik bitkilerin yetiştirilmesinde son derece dikkatli olunması gerekmektedir. Ayrıca, yabancı ot ilaçlarına dayanıklı hale getirilmiş transgenik bitkilerin üretildiği alanlarda bir yıl sonra gelişebilecek kendi gelen bitkiler, ekilen diğer bir ürün için yabancı ot durumunda olup, herbisitlerle mücadeleleri de güç olabilecektir (Özgen vd. 1995).

Biyoteknoloji uygulamalarının risklerinden çok yararları özellikle tıp alanındaki uygulamalarının gelişim seyrine bağlı olacaktır. Belli hastalıkların tanı ve tedavisinde kullanımında etkili olması biyoteknolojinin bu alandaki kullanımının önünü açacaktır. Bu konuda şimdilerde bile pek çok aşama kaydedilmiştir. Ancak bu uygulamaların da tıpkı tarım, gıda ve gıda sanayinde olduğu gibi riskleri söz konusudur. Bu alan daha çok kötüye kullanılması yönündeki riskleri içermesinin yanı sıra insan üzerinden ilerlemesi nedeniyle etik açıdan tarım ve gıda alanındaki uygulamalardan daha yoğun tartışmalara sahne olmakta ve ilerledikçe de bu tartışmaların şiddeti de artacak gibi görünmektedir.

Görüldüğü gibi aynı konuda karşıt savların varlığı söz konusudur. Bu durum, bazı konuların hala araştırılmayı gerektirdiğini göstermektedir.

Ancak bu tartışmalar yapılmakla birlikte, biyoteknoloji alanındaki gelişmelere ilişkin bilimsel ve teknik boyutlu tartışmalar ağırlıklı tartışma alanlarını oluşturmakta ve bu sürecin toplumsal sonuçlarına ilişkin tartışmalar sınırlı kalmaktadır. Diğer bir deyişle mevcut tartışmalar daha çok bu alandaki gelişmelere bağlı olarak üretilen ya da üretilecek ürünlerin doğal olana müdahalesinin insan, hayvan ve çevre açısından riskleri tartışılmaktadır.

Ancak tartışmalarda daha çok ayrıntılı bilimsel ve teknik konulara yoğunlaşıldığından, gelişmelerin can alıcı noktası çoğunlukla gözden kaçırılmaktadır. Gözden kaçırılan nokta ise, sürecin ekonomik, politik ve sosyal yönüdür. Etik boyut da bu boyutlar dolayımında şekillenmektedir. Bu boyutların tartışılması ise, biyoteknolojinin sosyo-ekonomik yapıya etkisi düzleminde ele alınmasını gerektirmektedir. Dolayısıyla da biyoteknolojinin sosyo-ekonomik yapıya etkisi en az tartışılan yönü olmaktadır. Bu alandaki

gelişmelerin teknik bir konu olarak görülmesinin yanı sıra, sosyal bilimcilerin ilgi alanı dışında kalması da bu durumu açıklama açısından önemlidir.

Özellikle ülkemizde sınırlı olarak yürütülen sosyo-ekonomik riskler konusunda da karşıt savunular bulunmaktadır. Hem biyoteknolojinin her alanda kullanımı ile azgelişmiş ülkelerin gelişme şansı bulabileceğini ve bu nedenle de biyoteknolojinin öncelikli alan olarak geliştirilmesini vurgulayanlar ile hem de tam tersini savunanlar bulunmaktadır. Biyoteknolojinin sosyo-ekonomik zararlarını savunanlar onun pahalı bir teknoloji olması nedeniyle bu teknolojiyi geliştiren uluslararası şirketleri küresel düzlemde bir sömürüye yol açmaları yönüyle eleştirmektedirler.

Tartışmaların bugünkü görünümüne bakıldığında, biyoteknoloji ile ilgili tartışmaların tarımsal alana ilişkin olarak daha yaygın yürütülmesi durumunda olduğu gibi, biyoteknolojinin olası sonuçlarının değerlendirilme-sinde de yararları yerine zararlarına daha çok odaklanılmakta ve risklerine ilişkin tartışmalar bilimsel araştırmalara dayanmadan yapılmaktadır. Bu da bir anlamda araştırma yapmayı dahi engelleyecek bir sürece yol açmaktadır.

Burada biyoteknolojinin olası, yarar ve riskleri ya da etik tartışmalarda dikkate alınması gereken bir nokta biyoteknolojinin kullanım alanları arasında bir “geçişlilik” durumunun bulunuyor olmasıdır. Biyoteknolojinin tarımda ve yem sanayinde kullanımı hayvancılık alanını da etkilemektedir.

Biyoteknoloji uygulamalarını olumlu değerlendirenler tarımsal alanlarda bitkilerin yapılarında gerçekleştirilecek değişikliklerle ürün ve verimlilik artışı sağlamanın yanı sıra, hücre zarlarında daha çok selüloz bulunması nedeniyle tarım ve ormancılık alanında kâğıt hamuru ve kâğıt sanayisinde kullanılmaya çok daha elverişli ağaçların yetiştirilmesi biyoteknolojinin sanayiyi olumlu yönde etkilemesine neden olduğunu ileri sürmektedirler. Özellikle de ekonomik kaynakların azgelişmiş ülkeler ve alım gücü düşük gelişmiş ve azgelişmiş ülkelerin yoksulları için biyoteknolojinin “katlanan risklerinden”

söz edilebilir. Dolayısıyla biyoteknolojinin belirli bir alanda kullanımı diğer alanları da olumlu ve olumsuz anlamda etkilediğinden, geniş bir perspektifle ayrıntılı bir değerlendirme sürecinin ardından uygulamalara gidilmesini gerektirmektedir.

2.4. Türkiye’de Biyoteknolojinin Durumu ve Gelişiminin Kısa Tarihi