• Sonuç bulunamadı

Silahla donanmış Avrupa’yı küçük bir kıvılcım savaşa sürükleyecek durumdadır.

Saray – Bosna’da gerçekleşen Avusturya veliahdına yapılan suikast işte bu kıvılcım

olmuştur. Avusturya hükümeti Sırbistan’da bulunan Kara – El cemiyetinin olayı gerçekleştirdiğini anlamış, Sırpların bu cemiyeti tehlikeli bulduğunu bilmesine karşın Sırplarla mücadeleye girmek için bu olayı kullanmıştır. Yalnız savaş açmadan önce Macaristan başkanı ultimatom verilmesi taraftarıdır, oldukça ağır hükümlerden oluşan bu ultimatom’a müttefiki Almanya’nın da onayını alarak bir ay sonra yanıt verir. Ancak bu cevapla Sırp hükümeti Avusturya’nın dileklerini kabul etmekle beraber, Avusturya delegelerinin mahkemede görev almasının anayasa ve cezaî hükümlere aykırı olduğunu bildirmiştir. Bunun üzerine Avusturya Sırbistan’a savaş ilan eder. Fahri Belen bu olayı şu şekilde aktarır:

“ Avusturya Sırbistan’a savaş ilan ettiğinde Almanya’ya güveniyordu. Avusturya İmparatoru’nun Wilheim’e, Sırbistan’ı cezalandıracağı hakkında yazdığı mektuba olumlu cevap almıştı. Almanya Rusya’nın savaşa hazır olmadığını sanıyordu. İngiltere, İrlanda’da meşgul olduğu gibi Fransa’nın da iç durumu iyi olmadığından bir genel savaşa da ihtimal verilmiyordu. ”15

Almanya, Rusya ve İngiltere’nin savaşın dışında kalmasını istemektedir; ancak Rusya kısa bir süre sonra seferberlik ilan eder; Fransa ise ne yolda hareket edeceği konusunda Almanya’ya net bir cevap vermemektedir. Almanya’nın Rusya’nın seferberliği durdurması isteğine bir cevap alamaması ve Fransa’nın tutumu, Almanya’nın bu iki ülkeye savaş ilan etmesine sebep olur. Rusya’nın seferberlik ilan etmesi Almanya’nın tehlikeli bir duruma düşmesine sebep olur. Böylece Almanya savaş ilan etmek, Belçika’nın tarafsızlığını bozmak durumunda kalır. İngiltere ise askerî anlaşma gereğince Fransa saldırıya uğrarsa ona bir orduyla yardım edecektir.

Belçika’nın saldırıya uğraması, İngiltere’nin parlamento kararıyla meşru bir savaşa girmesine de yaramıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa katılmasına İttihat ve Terakki sebep olur. Yakın çağın başından I. Dünya Savaşı’na kadar fetih yapma siyasetini hep yenildiği ve sürekli toprak kaybettiği için bir kenara bırakan Osmanlı’nın başlıca amacı imparatorluğun

15 Fahri Belen, 20. Yüzyılda Osmanlı Devleti, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1973, s. 191

varlığını koruması için savunma siyaseti yapmaktır. Ancak İttihat ve Terakki iktidarı, Turancılık ve İslâmcılık akımlarının tesirleri ile imparatorluğun da sınırlarını genişletmek amacıyla emperyalist bir politika uygulanması taraftarıdır. Bu dönemde İmparatorluğun geleceğine yönelik çalışmalarıyla gündeme gelen pek çok akım doğmuştur. Bunların içeriğini Hazma Eroğlu kısaca şu şekilde aktarmaktadır:

“İslamcılık ve Turancılık gibi akımlar Osmanlı İmparatorluğunu kurtarmaya yönelik ortaya çıkmıştır.

Osmanlılık fikrine mensup olanlar, Abdülaziz devrinde Osmanlı tarihinde ilk defa bazı aydınların Genç Osmanlılar adı altında bir cemiyet kurarak hükümetin icraatını kontrol etmek için kurulacak bir idare sisteminin oluşturulmasına yönelik siyasî faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bu görüşe sahip olanlar devletin hudutları içinde yaşayan fertler arasında dil, ırk ve din bakımından hiçbir fark olmadan hepsinin aynı hak ve yetkilere sahip olduğunun kabulüyle Osmanlı içinde tam bir dayanışma olacağı görüşündedirler. Onların çalışmaları II. Meşrutiyet’in ilanına imkân sağlamıştır.

Osmanlıcılık akımı gelişmekte olan milliyetçilik akımı fikrine zıt olduğu ve gerçekçi bir yapıya sahip olmadığı için başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

İslâmcılık, Osmanlı devletinin sosyal ve siyasî bütünlüğünü korumak amacıyla ortaya çıkmıştır. Bütün Müslümanlar arasında bir birliğin gerçekleşmesini ve devletin sosyal bütünlüğünün din birliğinde oluşmasını sağlama amacı gütmüştür.

Türkçülük, milli bir coğrafya, milli bir dil ve milli tarih için yapılan araştırmalar bu hareketin ilmi ve hissi cephesini oluşturmuştur. II. Abdülhamit devrinde sadece dil, edebiyat ve tarih alanlarında bir fikir hareketi olmaktan öteye geçememiştir. Bu akım Balkan Harbi’nin olumsuz sonuçlar doğurmasıyla ve Osmanlılık idealinin başarısızlıkla sonuçlanmasının yansımalarıyla halk arasında büyük bir önem kazanmıştır. Balkan Harbi’nin acı sonuçları Türklük bilincini uyandırmış, kendilerini tehdit eden tehlikelerin büyüklüğünü fark eden Türkler birbirlerine daha sıkı bağlanmıştır. II.

Meşrutiyet döneminde sadece ana vatan değil tüm Türkler’in kurtuluşuna yönelik bir hareket olmuştur. İttihat ve Terakki Partisi’nin siyasî programında değer kazanan Turancılık I. Dünya Savaşı sırasında dış tehlikeleri üzerine çektiği için ve gerçekçi olmadığından başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Batıcılık akımının temellerini Batı’nın sosyal, siyasî ve felsefî görüşlerinde aramak gerekmektedir. Bu görüş Devlet’in yalnızca Batılılaşmak koşuluyla kurtulabileceğini bunun için de gerekli inkılâpların yapılması gerektiğini ileri sürmektedir. Batıcılık akımının taraftarları Meşrutî idarenin yeniden kurulmasına rağmen Osmanlı İmparatorluğunun kurtulamamasının sebebini Osmanlı devletinin bünyesinde Meşrutî idarenin yaptığı değişikliklerin sınırlı ve eksik oluşunda aramaktadır. I. Meşrutiyet’e kadar süregelen Batılılaşma hareketlerinin önderleri ya padişahlar ya da sadrazamlardır. I. Meşrutiyet’ten sonra Batılılaşmanın fikir yönünden önderliğini

“Genç Türkler” üstlenmiştir. ”16

İttihat ve Terakki’nin Panislamizm yanlıları diğer Müslümanların da desteğini alarak Mısır, Trablusgarp ve Tunus’u tekrar kazanmanın mümkün olduğunu düşünmektedir. Turancılık görüşüne sahip olanlarsa Rusya’nın dağılacağı ve bu parçalanmanın ardından Türkçe konuşan, Türk aslından gelenlerin büyük bir imparatorluk kurabileceği görüşündedir. Trablusgarp ve Balkan Harbi’nin ağır yenilgisini bir türlü hazmedemeyen İttihat ve Terakki bir genişleme politikasına doğru memleketi sürüklemektedir. Osmanlı’nın bu savaştan başarıyla çıkması için gereken güce sahip olmaması onun güçlü bir devletle birleşmek ve bu yolla hedefine ulaşmaktan başka çaresi bulunmamaktadır. Bu ülke de Fransa ve İngiltere’ye karşı cephe almış olan Rusya’ya karşı düşmanlığıyla tanınan Almanya olmuştur. Osmanlı Hükümeti tarafsızlığını ilan etmesine rağmen Almanya, Osmanlı’nın savaşa bilfiil katılmasını sağlamak için önce Akdeniz’den gelen zırhlılarının Çanakkale Boğazı‘nı geçmesini sağlamıştır. Osmanlı bunun açıklamasını, zırhlıları aldığı doğrultusunda yapmıştır;

ancak kısa bir süre sonra Enver Paşa’nın emriyle Alman kumandan Souchan komutasındaki Türk donanması Odesa ve Sivastopol’u bombardımana tutmuş ve Türkiye’nin böylece harbe katılmasına sebep olmuştur. Amerika’nın İtilaf Devletleri yanında savaşa girişi Türkiye’nin yanında yer aldığı müttefikler grubu için harbin bir çıkmaza girdiğinin göstergesidir. Art arda Avusturya – Macaristan, Bulgaristan, Almanya, mütareke talebinde bulunmuştur. Bulgaristan İtilaf Devletleriyle mütareke yaparak müttefiklerden ayrılmış ve bu durum Makedonya cephesinin çökmesine

16 Hamza Eroğlu, Türk Devrim Tarihi, A. İ. T. İ. A. Sosyal Faaliyetler ve Geliştirme Derneği Yayını, Ankara, 1972, s. 43

dolayısıyla da Osmanlı’nın Avusturya ve Almanya’yla bağlantılarının kesilmesine sebep olmuştur. İttihat ve Terakki her şeyi kaybettiğini anlayınca hükümetten çekilmiş yerine Tevfik Paşa gelmiş o da kabineyi oluşturamayınca yerine gelen İzzet Paşa kabineyi kurmuş ve ilk iş olarak mütareke teklifinde bulunmuştur. Mütareke 1918’de Mondros koyunda imzalanmıştır.

Bu anlaşmanın öncesinde aslında Osmanlı’yı paylaşmak için birçok anlaşma yapılmıştır. Bu paylaşıma Rusya, İtalya, Fransa, İngiltere, Almanya ve hatta Avusturya katılmıştır. Bu dönemde yalnızca Doğu Trakya, İstanbul ve Boğazlar paylaşılamamıştır.

Bu durum da savaş sırasında karara bağlanmıştır. Mondros Anlaşması, niyetlerinin gerçekleşmesini kolaylaştırıcı hükümler içermektedir:

1. 5. madde: Ordunun derhâl terhisi

2. 6. madde: Bütün savaş gemilerinin teslim edilmesi

3. 7. madde: Müttefiklerin herhangi bir stratejik noktayı işgale yetkili olması

4. 10. madde: Toros tünellerinin müttefiklerce işgali 5. 12. madde: Haberleşmenin denetlenmesi

6. 15. madde: Demiryollarının müttefiklerce işletilmesi

7. 16. madde: Kilikya’daki (Çukurova) Türk kuvvetlerinin geri çekilmesi

8. 20. madde: Silah, cephane ve taşıtlar hakkında verilecek emirlere uyulması

9. 24. madde: Altı Doğu ilinde karışıklık çıktığı takdirde bu illerin işgal edilebileceği17

Bu maddeler ve İtilaf Devletlerinin Mondros’tan beklentisini Ömer Kürkçüoğlu şöyle yorumlamaktadır:

17 Turgut Özakman, Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2000, s. 433

“Böylece ordu tasfiye edilecek, halk ve ulaşım denetim altına alınacak ve İngiltere, Fransa, İtalya nüfuz bölgelerine egemen olmak için harekete geçebilecektir.

Yunanistan’ın İzmir’e çıkışı da bunun bir uzantısıdır.

Savaş sonrasında müttefiklerin işgaline uğrayan Osmanlı’nın buna karşı koyacak askeri gücü görünmemektedir. Mondros Mütarekesi’ne göre askeri güç ortadan kalkmıştır, düşmana karşı kuvvet kullanılamayacağı görüşü Saray’a, yönetici kadroya ve aydın çevrelere hâkimdir. Bu teslimiyetçi tutum, müttefiklere güçlük çıkarılmadığı takdirde Türkiye lehine anlayış gösterileceği umuduna da dayanmaktadır. Başta Sultan Vahidettin olmak üzere bazı Osmanlı devlet adamları ve aydınları İngiltere’nin himayesinin kabul edilmesi gerektiğini savunmaktadır. ” 18

Mütarekelerden sonra barış anlaşmalarının yapılması için 32 devletin temsilcilerinin katıldığı Paris Barış Konferansı toplanır. Konferans 18 Ocak 1919’da açılır ve konferanstaki etkili güçler Amerika, İtalya, Fransa, İngiltere ve Japonya’dır. İtalya bu güçlerin içinde isteklerini en net ve fütursuzca dile getiren ülkedir, üstelik sabırsızdır.

İtalya’nın bu dönemdeki tutumunu ve bu tutumun yol açtığı durumu Yılmaz Altuğ şu şekilde aktarır:

“Yunanistan’ın İzmir’i istemesine karşıdır ve mahâlli bir ayaklanmayı bahane ederek Antalya’yı işgal eder, bununla da sınırlı kalmaz; Bodrum, Alanya, Marmaris’i de işgal eder. İngiltere ise savaşa yanında katıldığı takdirde İzmir bölgesini Yunanistan’a vermeyi kararlaştırmıştır. Özellikle Amerika İzmir’in Yunanlılar tarafından işgaline karşıdır. “Yakındoğu’yu tanıyan ve bölgede çıkarları bulunan birçok ülke bu duruma karşıdır. ” İngiliz Başbakanı ise İzmir’i Yunanistan’ın almasını istemiş, Wilson Georges Clemenceau’da bunu desteklemiştir. Nitekim 6 Mayıs günü Yunanistan’ın İzmir’deki Rumları korumaları bahanesiyle İzmir’i derhâl işgal etmelerine karar verilir. Daha sonra mütareke şartlarına uygun olarak İzmir’i İngiliz, Fransız ve İtalyan birliklerine teslim etmesi için Türkiye’ye bir nota verilmesi kararlaştırılır. Ancak Amerika, İngiltere ve Fransa; İtalya’nın bir kuvvet gösterisinden etkileneceğini umarak İzmir’e savaş gemileri göndermeye karar vermiştir. İzmir’e

18 Ömer Kürkçüoğlu, Türk – İngiliz İlişkileri (1919 – 1926), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1978, s. 58

çıkacak Yunan askerlerinin İtalyanların bölge üzerindeki taleplerine de bir son vereceğini ummuşlardır. Bu ülkeler Yunan kuvvetlerinin Kavala’dan hareket etmeleri, İtalyan birliklerinin de bu harekâta katılmasını istemiştir. İngiliz Dışişleri ve Savunma Bakanlarının ciddi ihtar ve protestolarına rağmen harp gemilerinin ateşi ile korunan yirmi bin Yunan askeri İzmir’de karaya çıkar. ”19

Bunlar çok sayıda Türk’ü öldürür ve şehri işgal eder. İzmir – Aydın demiryoluna ilerleyip Türk askerleri, sivil halk ve çetecilerle kanlı çarpışmalar yaparlar ve böylece Anadolu’yu işgal etmekle kalmayıp yıllardır hayalini kurdukları istilanın gereklerini de yerine getirmiş olurlar.