• Sonuç bulunamadı

Birinci Dünya Savaşı ve Lozan Barış Antlaşması

Balkan Savaşları’ndan kısa bir süre sonra gerçekleşecek Birinci Dünya Savaşı özelde Türk tarihi genelde insanlık tarihi için önemlidir. Balkan Savaşları ardından hem siyasal hem de askeri anlamda sıkıntılar yaşayan Osmanlı Devleti buna eklenen ekonomik sorunlarla beraber içerisinden çıkılmaz bir durum ile karşı karşıya kalmıştır. Dönemin büyük güçlerin arasında sömürgecilik, hammadde ve yeni pazar rekabeti ile bu topraklara giden yolların garanti altına alınması bir dünya savaşının gelişinin habercisi olmuştur.

İlk işareti Balkanlarda ortaya çıkacak olan Birinci Dünya Savaşı ile Osmanlı Devleti yıkılacak ve yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulacaktır. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahtı Ferdinand’ın Saraybosna’ya yapmış olduğu ziyaret esnasında Sırp milliyetçisi Princip tarafından gerçekleştirilen suikast ile öldürülmesi sonucunda savaşın ilk kıvılcımı ateşlendi. Süreç Avusturya’nın Sırplara vermiş olduğu bir nota ardından 28 Temmuz 1914’te Belgrad’ı bombalaması ile başlamıştır. Bu adım ise diğer ülkeleri takip etmiştir. Gelişmeler sonrasında Ruslar seferberlik ilan etmiş, Rus seferberlik ilanını daha önce kendisine savaş ilanı olarak göreceğini açıklamış olan Almanya seferberlik ilanının geri çekilmemesi üzerine, 1 Ağustos’ta Rusya ve 3 Ağustos’ta Fransa’ya savaş ilan etmiştir. Almanya Belçika’dan zararsız geçiş hakkı istemiş, İngiltere’ye danışan Belçika’nın bunu reddetmesi üzerine Almanya 4 Ağustos’ta Belçika’ya saldırmış ve İngiltere de Almanya’ya savaş ilan etmiştir.51

Osmanlı Devleti’nin tarafsız kalması özellikle İngiltere tarafından dikkate alınıyor ancak devletin yaşamış olduğu toprak kayıpları ve bunun telafi edilebilme ihtimali Osmanlı Devleti’nin savaşa girebilmesi için neden olarak görülüyordu.

51 Oral Sander, Siyasi Tarih İlkçağlardan 1918’e, İmge Kitabevi Yayınları, 18. Baskı, Ankara 2009, s.

Osmanlı Devleti İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin yanında savaşa girebilmek için çeşitli görüşmeler yapmış ve bundan bir sonuç alamamıştır. Osmanlı Devleti toprakları üzerinde ve devletin İslam Dünyası üzerinde etkisi nedeniyle Almanya Osmanlı Devleti’nin kendi yanında savaşa girmesini desteklemiştir. Bu hem yeni bir cephenin açılmasına neden olacak hem de olası bir zaferde özellikle İngiltere’nin sömürgeleri ile bağlantısına büyük bir zarar verecektir. Tüm bu gelişmeler ve çeşitli siyasi öngörüler sonucunda Osmanlı Devleti ile Almanya arasında 2 Ağustos 1914’te ittifak anlaşması imzalandı.52 Osmanlı Devleti’nin fiili olarak savaşa girmesi ise 29 Ekim’de

Sivastopol, Odessa gibi Rus limanların bombalanması ile olmuştur. Rusya, İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti’ne saldırmış ve savaş Osmanlı topraklarına da taşınmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin konumu tam bir diplomasi örneği olarak görülebilir. İstanbul’un çeşitli devletlerle yaptığı görüşmeler ve bu devletlerin Osmanlı Devleti’ne vermiş oldukları yanıtlar realist teorinin öngördüğü şekilde çıkarlar etrafında şekillenmiştir. Her ülke kendi çıkarları bağlamında konuyu ele alırken, Almanya ise Osmanlı Devleti’nin beklentilerine uygun şekilde karşılık vermiştir. İstanbul’nu devletin bekasını düşünmesi ve topraklarını genişletme isteği Almanya ile savaşa girmesini sağlamıştır. Burada savaşın taraflar açısından ne anlama geldiğine bakılmayacaktır ancak bir nokta ifade edilmeli, Osmanlı Devleti’nin Almanya ile savaşa girmesi her iki ülke için bir güç dengelemedir. Almanya için Osmanlı yeni bir cephe, kazanması halinde yeni bir politik alan, Osmanlı Devleti içinse yeni topraklar kazanmak ve uluslararası siyasette güçlü bir ittifak anlamına geliyordu. Devletin bu tercihine rağmen güçlü olmayan ekonomi ve askeri durum devletin savaşlarda istediği sonuçları almasını engelleyecektir.

Yunanistan’da da Osmanlı Devleti’nde olduğu gibi gelişmeler yaşanmıştır. Yunanistan’ın İngiltere ile savaşa girmeyi teklif etmiş ancak ilk aşamada Osmanlı ve Bulgaristan’ın tarafsız olması nedeniyle İngilizler bunu reddetmiştir. Balkanlar açısından ise İngiltere’nin dikkat ettiği hususlar vardır. Buna göre Balkan devletlerinin kendi aralarında toprak sorunları birçok karmaşık diplomasinin yürütülmesi ve çeşitli

52 Almanya 1 Ağustos saat 17.00’de Rusya’ya harp ilan etmiş, antlaşma 2 Ağustos’da imzalanmış

olduğu için yapılan anlaşmaya göre Türkiye antlaşmayı imzaladığı gün Almanya’nın yanında harbe girmeyi kabul etmiş oluyordu. Buna rağmen Osmanlı İmparatorluğu, 3 Ağustos 1914’te bir yandan seferberlik ilan ederken diğer taraftan da silahlı tarafsızlığını ilan etti. İsmet Görgülü, a.g.e. , s. 61.

ön kabulleri gerektiriyor, İngiltere ilk aşamada bu riske girmeyi uygun görmüyordu. Osmanlı Devleti’nin savaşa dâhil olması ise İtilaf Devletleri Osmanlı toprakları üzerinden pay önererek Yunanistan’ı savaşa katılmasını sağlamayı amaçladı. Burada bir noktaya dikkat çekilmelidir. Çıkarlar bağımsızlığından itibaren destek verilmiş olunan Yunanistan ile ittifak yapılmasını uygun bulmamaktadır. Evrensel bir ahlak olmadığı ve çıkarların egemen olduğunu ortaya koyan realist teori burada adeta doğrulanmaktadır. Bu kapsamda Batı Anadolu toprakları önerilmiş, Kavala’nın Bulgaristan’a verilmesi istenmiştir ancak Yunanistan’da ise kabul görmemiştir. Ardından İtilaf Devletleri’nin Selanik’i üs olarak kullanması karşılığında Osmanlı’ya ait Ege Adaları Yunanistan’a ait olduğu kabul edildi. İtilaf Devletleri’nin yaptığı her yeni teklif Yunanistan sınırları veya komşuları ile ilgili garantiler istemesi nedeniyle reddedilmiştir. Reddedilen topraklar içerisinde Güney Arnavutluk, Aydın, Kıbrıs gibi yerler bulunmaktadır.53

Uyuşmazlık, Yunanistan’ı 1917 yılına kadar savaşın dışında olmasını sağlamıştır. Yunanistan’ın savaş sürecinde ve sonrasında atacağı adımlarda iç siyasetinde yaşanan gelişmelerin büyük etkisi olacaktır. Başbakan Venizelos ile Kral Konstantin arasındaki fikir ayrılığı Aralık 1916’da İtilaf Devletleri tarafından Atina’nın bombalanmasına neden olacak kadar ilerlemiştir. Bu süreçte Yunanistan Kral merkezli Atina ve Venizelos merkezli Selanik olarak ortaya çıkmıştır. Bu durumun ortadan kalkması için devletin kuruluşundan bu yana olduğu üzere bir kez daha dış ülkeler Yunanistan siyasetine dâhil olmuşlardır. Yapılan baskılar ile Konstantin ülkeyi terk etmiş, Haziran ayında yeni Başbakan Venizelos olurken yeni kral ise Konstantin’in oğlu Aleksandr olacaktır.54

Savaş süresince Osmanlı Devleti ülke içerisindeki azınlıklara yönelik izlemiş olduğu politika ile herhangi bir zafiyetten kaynaklı sorunların oluşmasını engellemeyi amaçlamış hem de Müslüman tebaa ile Gayrimüslim tebaa arasında oluşabilecek olası bir kargaşanın önüne geçmeyi hedeflemiştir. Bu nedenle Ermeni ve Rumları nakil ederek, bir başka ifade ile mevcut yerlerinden bir başka yere gitmesine yönelik bir politika izlemiştir.55 Bu dönemde devletin uygulanacak politika bağlamında Rumların

53 M. Murat Hatipoğlu, Yunanistan’daki Gelişmelerin Işığında… , s. 62-66. 54 M. Murat Hatipoğlu, Yunanistan’daki Gelişmelerin Işığında… , s. 69-71. 55 Çalışmanın çerçevesi nedeniyle Rumlar hakkında bilgi verilecektir.

yer değiştirmesinde özenli bir politika izlemeye gayret ettiği görülmüştür.56

Birinci Dünya Savaşı ise bu süreçlerden sonra Ekim 1918 yılında sona ermiş ve Osmanlı Devleti bir ateşkes anlaşması için İtilaf Devletleri ile iletişime geçmiştir. 30 Ekim 1918’de Osmanlı Devleti Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanmıştır. Antlaşma ile Osmanlı Devleti’nin işgali için yasal zemin hazırlanırken, yüzyıllardır barış içinde yaşayan Rum toplumu işgallere yönelik olumlu beklentiler içerisine girmiştir. Yunanistan ise Osmanlı toprakları üzerinde genişlemek için politika izlemeye başlamıştır. Bu Megali İdea’nın gerçekleşmesi için yeni bir fırsat doğacağı anlamına gelmekteydi. 13 Kasım 1918’de İstanbul’un İtilaf Devletleri kuvvetlerinin donanmaları İstanbul’a gelmiş ve kente asker çıkarmışlardır ve bu durum Rumlar, Ermeniler ve Yunanistan tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. 1919 Paris Konferansı öncesi değerlendirme yapılması devletin izlemiş olduğu siyaseti ve gelecekte yaşanacakların anlaşılması adına önemlidir.

Ocak 1919’da Paris Konferansı toplanmadan önce Yunanistan taleplerini katılımcı devletlere sunmuştur.57 Toprak talepleri nüfus istatistikleri ile de

desteklenmiştir. Venizelos’un vermiş olduğu nüfus istatistikleri ise içerisinde birçok şüphe barındırmaktaydı. Venizelos genel olarak ifade ettiği yerlerde Rumların çoğunlukta olduğunu, Türklerin sayıca öne çıktığı bölgelerde ise Türklerin dünya savaşı süresince Ermeni ve Rumlara yaptıklarıyla Türk idaresine bırakılamayacağını ifade ediyordu.58 Amaç bu toprakların Yunan idaresine girmesi veya bir muhtariyet verilerek ilerleyen süreçlerde Yunanistan ile birleşmesiydi.59

Paris Barış Konferansı’nda savaşın galip devletleri karar verici olarak temsil

56 Rumların nâkili için devlet 6.640.000 kuruşluk bir bütçe hazırlamıştır. Ayvalık’ta yaşanan

tahliyelerde Talat Paşa muhtaç olanlara yardım edilmesini isterken, yağma-tecavüz gibi olayların yaşanmaması için özen gösterilmesini aksi durumlarda bunun sert bir şekilde cezalandırılacağını belirtmiştir. Cengiz Mutlu, Mütareke Döneminde Rum Nüfus Hareketleri, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, 1. Baskı, Ankara 2014, s. 19-24.

57 ‘‘Venizelos, şu toprak isteklerini, 30 Aralık 1918’de bir muhtırayla konferansa katılan devletlerin

delegelerine sundu: Kuzey Epir (güney Arnavutluk), İstanbul ve Boğazlar hariç Doğu ve Batı Trakya, Pontus (Ermenistan’la birleşmesi için Pontus yerine Trabzon diyerek), Batı Anadolu, İmroz, Bozcaada ve Onikiadalar, örtülü bir ifadeyle de son olarak Kıbrıs. Sınırları geniş tutulmuş olan Yunan istekleri batı Anadolu üzerinde yoğunlaşmıştı… Bu toprak istekleri Wilson’ın self determinasyon hakkına dayandıran Yunan başbakanı, ilgili bölgelerin nüfusuyla ilgili istatistikler veriyordu.’’ Melek Fırat,

‘‘Yunanistan’la İlişkiler’’ , Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne, Olgular, Belgeler,

Yorumlar, Derleyen: Baskın Oran, C. 1, 16. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul 2011, s. 180.

58 Cengiz Mutlu, a.g.e. , s. 43-47.

59 Akt. Salim Gökçen, Türkiye’de Rum- Yunan Vahşet ve Terörü, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 1. Baskı,

edilirken, Yunanistan ise özellikle İngiltere’nin desteğini alarak Anadolu topraklarını kendi bünyesine katmayı amaçlayan bir siyaset ile var olmuştur. Trakya bölgesi ile ilgili olarak Batı ve Doğu Trakya’nın kendisine verilmesini istemiş, Doğu Trakya ile ilgili olarak büyük güçleri ikna edebilmek adına Bulgar Devleti’nin Selanik veya Kavala’da limanlarının kullanabilmesi için özel bir ayrıcalık verilebileceğini belirtmiştir. Yunanistan’ın bu konferansta ise en büyük rakibi İtalya’ydı. İtalyanlara Batı Anadolu ve Antalya 1915 Saint-Jean de Maurienne Antlaşmasıyla vaat edilmişti. Ancak İngiltere ve Fransa bu bölgeleri İtalyanlara vererek Anadolu topraklarında ve Akdeniz’de güçlenmiş bir İtalya istemiyordu. İtalyanlar yaşanan bu gelişmeler üzerine ilerleyen süreçte konferansı terk etmişlerdir. İtalyanların bir anlaşmaya varılmamasına rağmen Antalya’ya çıkarma yaparak İzmir çevresine yürümeye başlaması, Yunanistan ile beraber İngiltere, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’ni rahatsız etti ve bunun üzerine Yunan ordusunun İzmir’e çıkmasına karar verildi.60 14 Mayıs günü

Osmanlı Devleti’ne verilen nota ile 15 Mayıs sabahı Yunanistan tarafından İzmir’in işgal edileceği ve bir takım çeşitli talimatlar iletilmiştir. İzmir’in işgali hem Türk hem de Yunan tarihi için önemli bir gündür. Yunan tarihi açısından İzmir’in işgali ile bağlayan süreç Küçük Asya felaketine dönüşecek ve büyük devletlerin güdümünde Anadolu topraklarına girerek gerçekleştirmek istedikleri Büyük Ülkü darbe alarak sona erecektir. Türk tarihi açısından ise İzmir’in işgali ilerleyen süreçte yaşanacak işgallerin ve olumsuz süreçlerin habercisi olmuş ancak bu durum Türk Milleti’nin kendisini yeniden toplayarak Türkiye Cumhuriyeti’ni kurması ile sonuçlanacaktır. Savaşın sona ermesi ile yaşanan gelişmeler ittifak yapan devletler arasında ulusal çıkar, güç ve karşılıklı iyi-kötü algılarının ne kadar farklı olduğunu ortaya koymuştur. Osmanlı Devleti toprakları ile ilgili İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan ve ABD’nin bakış açısı işgaller açısından ortak ancak uygulama olarak farklıydı. İşgaller ile ilgili devletlerin kendi aralarında yapmış oldukları diplomasi Morgenthau’nun barış için diplomasi ve uluslararası konsensüs önerisi ile uyumludur. Galip devletler Osmanlı Devleti topraklarını barış dönemi olarak gördükleri süreçte kendi çıkarlarına göre paylaşma amaçları diplomasi kullanmalarında etkilidir. Ancak İtalya karşısında Yunanistan’ın desteklenmesi ise bir başka çıkar ve güç rekabetinin göstergesidir.

Yunan Ordusu 15 Mayıs sabahı İzmir’e çıkarma yapmaya başlamış ve şehir işgal edilmeye başlanmıştır. İzmir’in işgali hem Yunanistan’da hem de İzmir’de yerli Rum halkı tarafından büyük bir sevinç ile karşılanmıştır. Her ne kadar işgale devlet sessiz kalsa da Türk Milli Mücadelesi’nin ilk kurşunu İzmir işgaline tepki olarak Osman Nevres Bey (Hasan Tahsin) tarafından sıkılan bir kurşun olmuştur. Bu süreçten sonra ise kentte tam bir kargaşa ortaya çıkmıştır.61 Yunan işgalinin ise yaptıkları

Yunan İsyanı sırasında Mora’da ve Balkan Savaşları sırasında ele geçirdikleri bölgelerde yaptıklarından farksızdı. Örneğin, Justin McCarthy ise Ölüm ve Sürgün isimli eserinde Aydın’da yaşananlara şu şekilde yer vermektedir:

‘‘İlk başta Osmanlı polisiyle askeri ve Müslüman halk silahtan arındırıldı.

Arkasından yerli Yunanlılara silah dağıtıldı. Sonra, Osmanlı yöneticileriyle İslami din önderleri hapse atıldı veya sürüldü. Bunu takiben, bazen derhal bazen de kısa süre sonra soygun, katliam ve ırza geçemeler başladı. Türklerin evleriyle hükümet binaları harap edildi.’’62

İzmir’in işgali ve Batı Anadolu’da yaşananlar İtilaf Devletleri tarafından da dönem dönem tepkilerin gelmesine neden olmuştur. İzmir ve Türk topraklarının birçok yerinde protestolar yapılırken, yaşanan işgal ile ilgili çeşitli cemiyetlerin kurulması gibi sonuçlar ortaya çıkmıştır. İşgale tepkiler sadece Türklerden değil gayrimüslimlerden de gelmiştir.63

İşgalin gündemde olduğu süreçte Çanakkale Savaşları’ndan tanınmış olan Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a çıkmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın buradan başlayacağı Türk Millî Mücadelesi ilerleyen süreçte hem İtilaf

61 16 Mayıs 1919 tarihli İstiklal Harbi Gazetesi işgal haberinde atılan kurşun sonrası ile ilgili şu ifadelere

yer vermektedir, ‘‘şehirde örfi idare ilan edildi, Türkler evlerinden çıkamamaktadırlar. Fakat birçok

yerlerde sivil Rumların belledikleri Türk evlerine girerek, silahlı soygun yaptıkları öğrenilmiştir. Polis ve inzibat karakolları tamamıyla Yunan askeri birliklerinin eline geçtiğinden bu soygunlara kimse müdahale etmiyor. Şu anda şehirde tecavüz, yağmacılık ve katliam devam etmektedir.’’ ‘‘İzmir’de

Katliam’’, İstiklal Harbi Gazetesi, No: 2, 16 Mayıs 1919, s. 1.

62 Justin McCarthy, a.g.e. s. 295.

63 ‘‘Kütahyalı gayri Müslimler de işgal ve ilhakın aleyhinde olduklarını bildirmişlerdi; bunların

arasında Ermeni murahhasa vekili Sahak, Rum metropoliti vekili Papa Gavril, Katolik murahassa vekili Agop, Papazoglu Yanako, Çürükdişyan, Simanidis, Anastas, Meldanyan vs. bulunmaktaydı.’’ M. Murat

Devletleri’nin hem de Yunanistan’ın Türk toprakları üzerindeki planlarını bozacaktır. Yunan Ordusunun Batı Anadolu’da ilerlemesi ile Kuvayi Milliye ile karşılaşmaları ve Yunan-İtalyan rekabeti Milne Hattı’nın çizilmesine neden olmuştur. Ancak bu hattın Yunan işgalini kalıcı hale getirecek bir hat olacağının ortaya çıkması üzerine Türk güçleri işgale karşı savunmalarına devam etmiştir. Milne Hattı’nın64 çizilmesi ile hat

içinde kalan bölgelerinde Yunanistan’a ilhakı için çalışmalar yapmaya başlamıştır.65

İtilaf Devletleri ve Yunanistan’ın Türk toprakları üzerinde işgali devam ederken 28 Ocak 1920’de Osmanlı Mebusan Meclisi Misak-ı Milli kararlarını almıştır.66

Çalışmanın konusu nedeniyle burada ifade edilmesi gereken husus Misak-ı Milli kararlarının Batı Trakya için bir halkoylamasını öngörmesiydi. Misak-ı Milli kararları İtilaf Devletleri tarafından sert bir karşılık buldu. Karar sonucunda sert tepki gösteren İtilaf Devletleri 16 Mart 1920’de iki senedir bulundukları başkent İstanbul’u işgal etmişler ve tutukladıkları mebusları Malta Adasına sürgüne göndermişlerdir. Daha önce İtilaf Devletleri’nin askeri varlığının olduğu başkent İngilizler tarafından işgal edilmiş ve kentte fiili durum resmiyet kazanmıştır. Türk topraklarının işgali ve İstanbul Hükümeti’nin içerisinde bulunduğu durum ve izlemiş olduğu siyaset Türk milletinin yeni bir adım atması gereğini ortaya koymuştur. Tüm bu etkenler bir araya gelmesi sonucunda 23 Nisan 1920 Büyük Millet Meclisi açılmış ve Millî Mücadele daha kurumsal ve sistemli bir yapı haline dönüşmüştür. Bu süreçten sonra İtilaf Devletleri ve Yunanistan dışında İstanbul Hükümeti de Ankara’nın karşısında olan tarafta olacaktır.

64 Yunan işgal sınırlarının belirlenmesi için İngiliz General Milne tarafından belirlenmiş olan Ayvalık-

Kozluca ile Manisa'nın kuzeyinden, Soma-Akhisar ile Salihli'nin batısından, Aydın ile Ödemiş'in doğusundan geçip Büyük Menderes Boyunca uzanan hattır. Adnan Sofuoğlu, ‘‘İzmir İşgali Sonrasında Yunanlıların Batı Anadolu’da İşgali Genişletmeleri ve Bölgede Oluşan Milli Direniş’’, Ankara

Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, C. 8, S. 29, Ankara 2002, s. 140.

65 M. Murat Hatipoğlu, Yunanistan’daki Gelişmelerin Işığında… , s. 95.

66 Bildirinin metnini şöylece özetleyebiliriz: “Osmanlı Meclis-i Mebusanı üyeleri barışa kavuşmak için

şu koşulları ileri sürerler: Birinci Dünya Savaşı bitişinde imzalanan Bırakışma Anlaşmasının çizdiği sınırlar içinde “din, ırk ve asılca” (yani Türkler) birlik oluşturan vatandaşların oturduğu yerler hiçbir biçimde yurttan kopartılamaz. Osmanlı Saltanatının ve Halifeliğin merkezi İstanbul’un güvenlik içinde bulunması koşulu ile Boğazlar açılabilir. Daha önce bizden ayrılan Batı Trakya’da, Ateşkes sınırları dışında tutulmak istenen Kars, Ardahan ve Batum’da halkoyuna başvurulması gerektir. Osmanlı Devletindeki Arapların çoğunlukta olduğu yerlerde de halkoyuna başvurulmalıdır… Bağımsızlığımızı sınırlayacak siyasal, ekonomik hiçbir antlaşma kabul edilemez. Bu koşullar kabul edilmezse barış yapmak imkânsızdır.” Ahmet Mumcu, ‘‘Misak-ı Milli ve Anayasamız’’,

Yukarıda ifade edilen gelişmelerin olduğu bir dönemde Yunan Ordusu arka arkaya işgal alanını genişletiyordu. Bu Milne Hattı’nın ilerisine geçildiği anlamına da gelmekteydi. Osmanlı Devleti’ne başkentlik yapmış olan Bursa 8 Temmuz 1920’de işgal edilmiştir. İşgal esnasında Yunan komutan Sofoklis Venizelos’un Osman Gazi’nin türbesine dayalı bir şekilde fotoğrafı Yunan işgalinin ne seviyede ve ne kadar Türk karşıtı olduğunu ortaya koymuştur. Trakya’da 20-25 Temmuz 1920’de Doğu Trakya bir başka eski Osmanlı başkenti Edirne Yunan Ordusu tarafından işgal edilmiş oluyordu. Güney’de 29 Ağustos’ta Uşak işgal edilmiş ve Osmanlı Devleti’ne vurulacak olan son darbe 10 Ağustos 1920 Sevr Barış Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma ile hem Osmanlı Devleti’ne hem de Türk milletine yaşam şansı tanınmadığı gibi, Osmanlı toprakları büyük güçler tarafından hem bölünmüş ve hem de nüfuz alanlarına ayrılmıştır. İzmir ve çevresi Yunanistan’a 5 yıl için verilmiş, bu sürenin sonunda bir oylama öngörülmüştür. Buna göre İzmir ve çevresi bu sürenin sonunda yapılacak bir plebisit ile Yunanistan veya Osmanlı Devleti’nde kalacaktır. Ancak 5 yıl fiili işgal altında olacak bir bölgede ve sürekli olarak Türklerin sürüldüğü ve Rumların getirildiği bir gerçeği göz önüne alındığında İzmir’in Yunanistan’a verildiği görülmektedir. Antlaşma maddelerine göre Gökçeada ve Bozcaada Yunanistan’a verilmiş, Trakya toprakları büyük oranda Yunanistan ve Boğazlar Bölgesi olarak öngörülen yapı arasında paylaşılmaktaydı.

Yunanistan’da ise bu dönemde 14 Kasım 1920’de yapılan seçimleri Venizelos kaybetmiştir. Burada iç ve dış etkenler bulunmaktadır. İç etkenler Yunan halkının savaş yorgunu olması ve savaş istememesi, dış etkenler ise özellikle İngiltere ve Fransa’nın ülkenin iç işlerine karışmasıydı. Seçimler Kral Konstantinos yanlıları kazandı.67 İngiltere ve Fransa seçim sonuçlarına tepki göstermiştir. 3 Aralık 1920’de

yapılan oylama ile Kral Konstantin geri dönmesi ülke siyasetinde ve orduda Venizelos-Konstantin ayrılığının oluşmasına bununda Anadolu’da ki işgale zarar vereceği zamanla ortaya çıkacaktır.

Ocak 1921’de Yunan Ordusu Eskişehir’i ele geçirerek Anadolu içlerine ele geçirmeye yönelik ilerlemeye başlamıştır. Ancak geçmişe göre daha düzenli bir yapıya kavuşmuş olan Ankara Hükümeti bu saldırıyı geri püskürtmüş ve Birinci İnönü Savaşı

kazanılarak Yunan Ordusunun saldırı öncesi durumuna, Bursa’ya geri çekilmesine