• Sonuç bulunamadı

Bireysel Bir Özellik Olarak Güven

1.1. Sosyal Güven Kavramının Betimlenmesi

1.1.1. Sosyal Güven ve Temelleri

1.1.1.1. Bireysel Bir Özellik Olarak Güven

Literatürde soysal güvenin temelleri (kaynağı) üzerine bir inceleme yapıldığında, bilim adamları tarafından kabul edilmiş bir genel-geçer güven kaynağı olmadığını görürüz. Çalışmalar tartışmanın bu boyutunda da oldukça çeşitlenmiştir.

Güven, psikolojik “ben” özelliği olarak, deneysel psikologlar tarafından laboratuar ortamlarında çalışılmıştır. Sosyologlara yakın olan birçok araştırma siyaset bilimciler tarafından yapılmıştır. Siyaset bilimciler, sosyal güveni etkileyen faktörler, politik sistemler ve liderlere olan güven gibi konularla ilgilenmişlerdir (Misztal, 1998: 13-14)

Ancak teorileri iki ayrı grupta toplamak mümkün olabilir. İlki, sosyal güvenin temellerini bireysel özelliklerde arayanlar; ikincisi ise sosyal yapı içerisinde arayanlar. Bu çalışmada ise temel vurgu, sosyal güvenin kaynağının sosyal yapı olduğu varsayımına dayanmaktadır.

Güvene dair ilk çalışmalarda tartışmalar daha çok, aldatma-yalan söyleme, güven ve güvenilir olma, yüksek güven, düşük güven, kavramları etrafında şekillenir. Karşı tarafa (ötekine) güvenmeye dair bir kazanma-kaybetme oyununa dönük psikolojik yönelime ilişkin tasvirleri içerir.

Psikolojik bir temayül olarak ya da özellik olarak ele alınan güven, bireyin ayrılmaz ve koparılamaz bir özelliği olmuştur. Burada kastedilen psikolojik “ben” değildir. Daha çok güvenmenin psikolojisi üzerine yapılan bir analizdir.

Breeman’ın ‘Olumlu beklentilerin ruhsal durumu’ olarak tanımladığı ‘güven duygusu’ da benzer bir bakış açısını içerir; Ancak kaçırılmaması gereken nokta buradaki güven hissi, beraberinde olumlu bir beklenti içerir (Breeman, 2006: 20–22).

Güven, psikolojik eğilimlerden kaynaklanan bir fenomen gibi görünse de, içinde bulunduğu ortam ve güvenin ortaya çıkması, ancak bireyler arası ilişkilerde kendisini gösterecektir.

Bu analizlerden birisi de Uslaner’e (2002) aittir. Güven ve iyimserlik de dünyaya karşı genel eğilimin bir yönü olarak aynı alanın parçalarıdır. Tam tersi güvensizler, anti-sosyal kişiliklerdir ve kötümserlerdir. Bu, sosyal ve siyasal katılımlarda kendini göstermektedir. Sosyal güvene dair bu psikolojik yaklaşım Eric Uslaner tarafından dile getirilmiştir. Ona göre iyimserlik, sosyal güvene öncülük eder (Delhey ve Newton, 2002: 4). Uslaner (2002: 14-21) bu düşüncesini ahlaki güven olarak tanımlar ve bu tür duyguların toplum için gerekli olduğunu ifade eder.

Glanville ve Paxton (2007: 230–242), genel güvenin kaynağı üzerine yapmış oldukları doğrulamacı dörtlü analizde (Confirmatory tatred analyses), güvenin kaynağına dair bir araştırma yapmışlardır.

Araştırmacılar güvenin belirleyicileri üzerine iki genel eğilimde karar kılmışlardır. Birincisi güvenin kaynağı üzerine psikolojik eğilimler modeli; ikincisi ise sosyal öğrenme modelidir.

İlk eğilimde; çocukluk yaşantıları, ailenin önemi ve eğitimi güveni belirlerken, ikinci eğilimde; yakın akraba çevreleri, komşular, iş grupları ve sivil toplum kuruluşları güveni belirlemektedir. Eğer güvenin kaynağı gerçekten belirlenebilirse uygun bir reçeteyle güvenli bireyler ve güvenli bir toplum oluşturmakta bu durumda mümkün olabilir.

Erikson’un (1984) sosyo-kültürel gelişim kuramına göre, bireyin geçirdiği aşamalardan ilki, güven ya da güvensizliktir. Erikson’a göre birey, bu ilk evrede güven ya da güvensizliği öğrenmektedir. Ancak daha kişiye özel bir değerlendirme yapacak olursak, ailenin fonksiyonu, özellikle annenin bebeklikten itibaren bireye davranış tarzı, güvenin oluşumunda önemli bir yer işgal eder. Erikson’a (1984: 6) göre güvenin temelinde çocuğa verilen yiyecekler ve içecekler değil; çocuğun anne ile olan nitelikli ilişkisi ve bunun karşılıklılık bağına dayanması, yani çocuğa güvene değer bir kişi olduğunun hissettirilmesi önem arz eder.

Bütün bunların haricinde, Erikson’un aile yapısı özelinde vurguladığı bir husus vardır ki araştırmamız açısından önemlidir. Ona göre (Erikson, 1984: 8) ‘anne babanın yeni doğanda ortaya çıkacak olan güveni desteklemesine dair inancı, tüm tarih boyunca örgütlenmiş din içerisinde kendisini bulmuştur. Bu bakımdan çocuğa verilen güven belirli bir dinin gerçekliğinin denek taşıdır.’ Görüldüğü gibi Erikson temel güven duygusunun öncüllerini din kurumuna dayandırmaktadır.

Yine sosyal güveni, bireyin temel kişilik özelliği olarak gören psikolog ve sosyal psikologlar arsında Allport (2004), Cattel, Rossenberg bulunmaktadır (Delhey and Newton, 2002: 4). Bireysel özellik olarak erken çocuklukta öğrenilen güvenin sonraki aşamalarda ve hayatın geri kalanında etkili olacağı kanaati bu çerçevede hâkimdir.

Diğer taraftan ‘büyük beş’ (beş faktör modeli: açıklık, uyumluluk, sorumluluk, dışadönüklük, duygusal denge) kişilik özellikleri ile de sosyal güveni ilişkilendirme çalışmaları vardır.2

Rotter, güven konusunda çalışan ilk önemli bilim kadınlarından birisidir. Onun bilim dünyasına kattığı KGÖ (Kişiler Arası Güven Ölçeği) ve analizlerine değinmek, ilk dönem güven anlayışını değerlendirmek açısından önemli olacaktır.

Rotter çalışmalarında, güvenin bireysel özelliklerine değinerek, bireylerin yüksek düzeyde ve düşük düzeyde güvenir olduklarına yönelik bir toplum analizi

2 Konu ilgili detaylı çalışmalar için bknz. 1-) Goldberg, L. R. (1993). The structure of phenotypic personality traits. American Psychologist, 48, 26-34. 2-) Thurstone, L. L. (1934). The vectors of the mind. Psychological Review, 41, 1-32. 3-) Bacanlı H., İlhan T. Aslan S. Beş faktör kuramına dayalı bir kişilik ölçeğinin geliştirilmesi: sıfatlara dayalı kişilik testi (sdkt). Türk Eğitim Bilimleri Dergisi. Bahar 2009, 7(2), 261-279

yapmıştır. Tartışmanın temelinde yer alan argümanlar ise, aile üyeleri ile olan ve diğer bireylerle olan deneyimleri ve erken çocukluk etkileşimleri sonucu kişinin güvene dair yöneliminin belirlenmesidir (Cook vd, 2005: 22).

Rotter’in yüksek güven üzerine olan analizi iki noktada özetlenebilir (Cook vd, 2005: 23–24). İlki, yüksek güven sahipleri ile düşük güven sahiplerinin ihtiyat düzeyleri (level of cautiousness) ile ilgili olacaktır. Yüksek güven düzeyine sahip olan kişiler yabancılarla olan ilişkilerinde şöyle düşünecektir; ‘Ben bu şahsa, onun güvenilmez olduğunu gösteren açık bir kanıt buluncaya kadar güveneceğim’. Diğer taraftan düşük güven düzeyine sahip diğer birey ise aynı durumda şöyle düşünecektir; ‘Ben bu şahsa, onun güvenilir olduğunu gösteren açık bir kanıt buluncaya kadar güvenmeyeceğim.’

İkinci önemli analiz noktası ise, yüksek güven düzeyine sahip şahısların, kime güvenip güvenmeyeceği noktasında, insan ilişkilerindeki belli özel işaretleri değerlendirme kapasitesine sahip oldukları vurgusudur. Yamagashi vd. (1999: 145- 161) bu noktaya parmak basarak kişiler arası ilişkilerde insanları güvenirlikleri noktasında kolayca ayırt etme melekesini ‘sosyal zekâ’ (social intelligence) olarak kavramsallaştırır. Tabii ki bu duygunun gelişmesi süresince güvenilir insanlarla karşılaşmak önem arz eden bir konudur.

Rotter’in çalışmalarında, yüksek güven düzeyine sahip olma ile güvenilir olma düzeyi arasında pozitif ilişkiler bulunmuştur. Ancak kendisi açıkça bunu dile getirmemiştir (Cook vd, 2005: 26).

Bu bakış açısının temel kurgusu bireyin psikolojik yapısı ve yukarıdaki saydığımız özellikleri itibariyle güvenmeye yöneldiği şeklindedir. Rotter başta olmak üzere, kişisel bir özellik olarak güven tahlili yapanlar arasında Yamagashi vd. (1999), Allport (2004), Ericsson (1984) ve Rosenberg gelmektedir.

Rotter’in oluşturduğu kişiler arası güven ölçeği, daha çok bireysel psikolojik güven eğilimini ölçtüğünü ve çalışmalarının bireysel indirgemeciliğe kaydığı, bu sebeple sosyal bağlamı kaçırdığı gerekçesiyle eleştirilir (Cook vd, 2005: 10).

Bazı açılardan sosyo-psikolojik güven çalışmaları dürüstlük, sadakat, samimiyet, işbirliği zihniyeti, umut ve fedakârlık ile karıştırılır veya yakın ilişkisi kurulur. Güven burada bireysel kişilik değerlerinin işlevi olarak görülür. Bu girişimler güvenin kişilik teorisini geliştirmeye yönelik olmaktan uzaktır ve sosyal

bağlama olan dikkat eksikliğinden dolayı çok basittir. Bu çalışmalarda güven kavramına indirgemeci sonuçları açısından yaklaşıldığı için metodolojik olarak bunların kabul edilemez olduğu paylaşılan bir görüştür (Misztal, 1998: 14).

Psikolojik eğilim olarak güvenin ele alınmasında, teorisyenlerin temel vurgusu sıklıkla çocukluk yaşantılarına ve geçmiş yaşama dayalı tecrübeleri olmuştur.

Erken çocukluk döneminde elde edilemeyen güven duygusu daha sonraki gelişim dönemlerinde çocuğun diğer kişilere olan güvenini olumsuz etkileyecektir. Örneğin Rotenburg (1995), araştırmasında annenin, babanın ve öğretmenin sözlerini tutması ve güvenilir olmaları ile çocuğun güvenilirliği arasında pozitif ilişki bulmuştur (Cook vd, 2005: 23).

Coleman’ın (1999: 27–29) ise beşeri sermayeye ilişkin analizinde çocuk ve ebeveyn arasındaki etkileşimi, beşeri sermaye ve sosyal sermaye açısından yorumlaması hayli ilginçtir. Çocukluk yaşantısı ve içinde bulunulan ailenin bağları ve beşeri sermaye düzeyi, çocuğun beşeri sermaye düzeyine ve sosyal sermaye düzeyine de etki yapabilmektedir. Aile içi bireysel etkileşimlere yapılan sosyal boyut vurgusu gözden kaçırılmamalıdır.

Bakış açımıza göre Ericsson’un (1984) temel güven anlayışının ( sosyo- psikolojik gelişim kuramındaki ) bireyin sonraki gelişim aşamalarına olan etkisi de sosyal bağlamda önem arz eder.