• Sonuç bulunamadı

Toplumsal Bir Özellik Olarak Güven

1.1. Sosyal Güven Kavramının Betimlenmesi

1.1.1. Sosyal Güven ve Temelleri

1.1.1.2. Toplumsal Bir Özellik Olarak Güven

Yabancılara, yani ötekine olan güven, ‘genel güven’ olarak ölçüme tabi tutulur. Deneysel veya anket (ölçek) temelli çalışmalarda kavramsal vurgu, ötekine ve yabancılaradır. Birey zaten yakın çevresine ve ailesine güvenir, bu nedenle onlar yakın çevresi olarak adlandırılır.

Araştırmaya konu olan bu kavram ‘sosyal güven’, ‘toplumsal güven’, ‘kişiler arası güven’ olarak adlandırılabilecektir. Psikolojik temelli olarak da algılanabilen ‘ben ve öteki’ ayrımı, çok çabuk ‘biz ve ötekiler’ ayrımına uğrayabilir. Böylece güven konusunun kavramsal boyutu birey-birey, birey-grup, grup-grup, grup-kurum karşılıklı etkileşimini içerir hale gelir.

Fukuyama’ya (2009: 35) göre aslında bütün toplumlarda sosyal sermaye birikimi az veya çok vardır. Bu birikimlerin arasındaki gerçek farklılıklar ‘güven

çapı’ olarak adlandırılabilecek durumla ilgilidir. Güven çapı, dürüstlük ve

karşılıklılık gibi ortak normların toplumdaki bütün diğer bireylerlerle değil de, sınırlı insan grupları içerisinde paylaşılabilmesidir.

Bu haliyle güven kolektif bir özellik olarak görülür ve böylece toplumun kurumsal dokusuna uygulanabilir olur. Bu bağlamda örnek olması açısından fordizm, bir üretim tipi olarak ‘düşük güvenli sistem’ olarak tanımlanırken, esnek uzmanlaşma veya post-fordist imalat organizasyonları ise ‘güven bağımlı sistem’ olarak etiketlenmiştir (Fukuyama, 2005: 272-274). Dolayısıyla güven, belirli organizasyonel hedeflere ulaşmak için yararlanılan sosyal bir kaynak olarak görülmüştür (Misztal, 1998: 14; Knack ve Keefer, 1997; Fukuyama, 2005; Putnam, 1993). Bu yapılara sivil toplum kuruşları, gönüllü kuruluşlar, dernek ve vakıflar, birlikler, sendikalar kolayca dâhil olurlar. Güven, bu yapıların hepsinin temelinde olması gereken bir topluluk duygusudur (sense of community).

Fukuyama, sosyal sermayenin tek bir soruyla ölçülemeyeceği noktasını tartışırken, konunun çok değişkenli olduğunu ifade etmeye çalışıyordu. Güvenin ilk başta ailede olması gereken bir his olduğunu vurgulamaya, özellikle ailenin önemi üzerine durarak aile normlarının, hem sosyal sermayeyi teşkil ettirdiği, hem de sosyal sermayeyi sonraki nesillere aktaran bir fonksiyonu olduğunu ifade eder. Parçalanmış aile yapılarını eleştirerek, aile reisinin dul kadınlar olduğu bir toplumda sosyal sermaye oluşumunun olumsuz etkilendiğini ifade eder (Fukuyama, 2009: 43).

Tartışma konularından birisi de, ötekini değerlendirirken hangi koşullar içerisinde ve hangi nedenlerle güvenilir olarak hüküm verdiğimizdir (Cook vd, 2005: 26). Geniş sosyal bağlamda yer alan bu tartışma, aile üyeleri ve yakın arkadaş çevresi için değil de, daha çok ötekine yönelik bir değerlendirmedir.

Bireylerin tabii ki insanlara güvenirken içerisinde bulundukları sosyo- psikolojik durum ve karşı tarafın sosyo-psikolojik yapısı, güven oluşumunu ve güven sürecini etkileyen önemli faktörlerdendir. Ayrıca her şeyden önce güvenin oluşumunun teşvik edilmesi ve sürdürülmesi, kültürel ve toplumsal bazda görecelik arz edebilir.

Bu sebeple kişiler arası güven oluşumunda bireysel değerlendirmeler genel olarak iki kategoride ele alınabilir. Bunları ‘kültürel stereo tipleştirmeler’ ve sosyal açıdan önemli özelliklere yapılan vurgular sebebiyle ‘sosyal değerlilik’ olarak kavramsallaştırabiliriz. Bu arada organizasyonel ve kurumsal işleyişlerin kendisi de, muhtemel riski azaltmak açısından inanılırlığa ve dolayısıyla güven oluşumuna yardım eder (Cook vd, 2005: 26-27).

Stereo tipler, kültürel anlamda bir tabakalaşmanın da ortaya çıkmasına vesile olurken; benzerliğe dayalı bir güvenlik çemberinin de oluşmasına engel olamazlar. Cook vd. tartışmanın merkezindeki değişkenleri yaş, cinsiyet, meslek, eğitimsel başarı, ırksal aidiyet veya etnisiteye bağlılık olarak görmüşlerdir (Cook vd, 2005: 27- 29). Bahsedilen değişkenlere göre, güven çapının daralması ve genişlemesi söz konusudur. Değişik kültür ve toplumlara göre de bu değişkenlerin güven çapına olan etkisi görecelik arz etmektedir.

Yabancıların ya da ötekinin en belirgin ayırt edici özelliği olan benzemezlikten (biçimsel ve bilişsel farklılık) yola çıkarsak, kişiler arası ilişkilerde aykırı tiplerin alt-kültür ürünü olarak algılandığını ve sapkın diye tanımladığımız insanların aslında kültürel stereo- tipleşmenin dışında kalmış insanlar olabileceğini hatırlamamız gerekir.

Beden siyasetinin son derece önem arz ettiği bu nokta, aslında tartışmaların birbirine düğümlendiği bir yerde olmaktadır. Güven kavramı tartışılırken aniden, kültürel tek-tipleşme, tabakalaşma, alt kültür, sosyal sapma konularına girme imkânı bulunuverdi. Bu imkân şu an için sadece güven oluşumuna yönelik değerlendirmeler yaparken ve güvenin öncüllerine yönelik sosyolojik değerlendirmeler yaparken karşımıza çıktı. Güven çalışmalarının, makro sosyolojik değerlendirmelere ve özel tartışmalara kapı araladığı gayet iyi görülecektir.

Bir başka yaklaşım ise güveni, verili toplumun üyelerinin geliştirdiği ‘kamu yararı’ olarak değerlendirir. Bu, ilk bakışta, Tocqueville’in, işbirliği ve hamiyetli vatandaş davranışlarını güvenin sosyal dokusu olarak işaret ettiği sivil toplumun klasik betimlemelerinde görülebilir (Misztal, 1998: 13).

Miztsal’ın tasvirinde insanlar arası ilişkilerde güvenin, kolektif ve toplum dokusuna yansımış yapısı, şu öğelerle olan irtibatında kendisini daha iyi gösterecektir. Ekonomik ve politik sonuçları dolayısıyla ekonomik büyümeye olan

katkısı; hükümetin iyileşmesine olan katkısı dolayısıyla demokratik yönelimin sürdürülmesi; bireysel ve toplumsal refahın artırılmasındaki etkisi bunlardan bazılarıdır. Makro perspektifle yapılan bu analiz güvenin, bireye ve topluma içkinliğinin belirgin öğelerine vurgu yapmaktadır.

Güven, bu kişiler arası yapısıyla, önemli bir etik değerler alanını ifade eder. Rushworth’e (1999: 1) göre bu açıdan güven, içinde geniş karmaşık ahlaki bağlamlar içeren kaynaşık bir terimdir (portmanteau term). Dolayısıyla güven, sadece güçlü iletişim ağlarının ve paylaşılan normların kaçınılmaz bir sonucu değildir. Bu yüzden de ayrı bir değişken olarak ele alınabilmektedir (Field, 2006: 90).

Güvenin sosyolojik nosyon olarak yeterli-uygun kavramsallaştırması, ‘kişilerarası köprülemeyi’ amaçlamasıyla da izah edilebilir. Güven bir sosyal düzenek olarak görülmelidir burada (Misztsal, 1998: 15). Güveni sosyal düzenek olarak çalışmak, insanların hareketlerini, onların inanç ve motivasyonlarıyla açıklamaya sevk eder (Misztsal, 1998: 15). Tartışmanın bu boyutuyla, ileride tartışılacak olan, güvenin sosyal sermaye ile olan ilişkisine bir giriş yapılmaktadır.

Bu da bizi literatürde güvene dair yapılan vurgulamalara götürmektedir. Sosyolojik yazında güven analizleri de genellikle, teorisyenlerin genel sosyal teori bağlamında nerede durduklarıyla çok yakından bağlantılı olmaktadır.

Bu açıdan modern dünyanın en önemli sorunlarından biri olan ‘risk’in, geleneksel dünyanın ‘güveni’ ile olan ilişkisinde yeni anlamlar ortaya çıkacak ve güven bir kez daha sosyal teorinin merkezinde yer alacaktır.

Modern dünyanın belirsizlik ve risk dolu florasında güven, klasik öğeleriyle yeniden can bulmaktadır adeta. Giddens (2008: 159), gelenekselin çokça dönüştüğü bir dünyada, geleneksel güven biçimlerinin değişime uğradığını ifade eder. Yerel topluluklara dayanan güven biçimleri, küreselleşme ile birlikte hiç görmediğimiz, belki de dünyanın öbür ucunda yaşayan insanlara, soyut sistemler aracılığıyla güvenme durumu ortaya çıkmıştır.

Küresel boyuttaki tehlikelere karşı da otoritelere ve sistemlere güvenerek etkili bir tepki vermiş oluruz. Bu sebeplerle güven modern toplumda çok önemli bir yapı taşı olmaktadır (Giddens, 2008: 159).

Giddens, (2008: 159) modern dünyanın tehlikelerle ve belirsizliklerle dolu olduğunu vurgularken, diğer taraftan da güven fikrini tehlike fikrinin yanına

yerleştirmemiz gerektiğini ifade eder. Giddens’ın güven anlayışı, onun soyut sistem olarak kavramsallaştırdığı modern yapılanmalara olan itimadı da kapsadığı gibi, bireylerin birbirine olan itimadını da kapsar.

Bu açıdan, bireylerin birbirlerine olan ‘kişiler arası güven’ ile modern öğelerden olan ‘sistemlere olan güven’ birbirinden ayrı olarak incelenebilir. Bazı açılardan sosyal gerçeklikte bu iki güven türünün birbirine geçkin olduğu ve ayrıştırılamayacağı göze çarparken, bazı alanlarda çok ayrıktır. Çalışmaya ilişkin problem gereği, sosyal gerçekliği sorgularken bu iki analiz düzeyinin de ele alınması gerekmektedir.

Giddens’ın ifadesiyle ‘Soyut sistemlere yönelik güven tutumları, modernlik koşullarında, gündelik yaşam etkinliklerinin sürekliliği içine genellikle rutin bir biçimde girerler ve büyük ölçüde günlük yaşamın iç koşulları tarafından pekiştirilirler (Giddens, 1998: 91).’

Giddens’ın (1998: 89) analizi bir sentezle düzenlenebilir. Kişilere duyulan güven, görünür bağlılıklar içerir ve belirli eylemlerle kişilerin dürüstlüğüne ilişkin işaretler aranır. Bu eylemin icra edildiği etkin küçük gruplar vardır. Kişiler arası etkileşimin ve yeni fırsatların ortaya çıktığı bu yatay ya da dikey ağ grupları, organizasyonel bir yapıyla temsil imkânı bulmaya başladığında, sistemik güven etkili hale gelir ve organizasyonel ağın büyüklüğüne göre görünür bağlılıklar ve güvenilirlik oranı azalarak, yerini soyut sistemlere ve simgelere olan güvene bırakır.

Sonuç itibariyle güveni sosyolojik bağlamda, sosyal gerçeklikte ifade ettiği anlam itibariyle ikili ilişkilerde, grup ilişkilerinde ve birliklerde görebiliriz. Giriş kısmında sosyal güvenin nasıl anlaşıldığı ifade edilmiştir.

Böylece güven, sosyal sistem içerisinde bu sistemin üyeleri tarafından birbirlerinin varlığı ile ve onların sembolik temsilleri ile oluşturulan, güvenli, umulan geleceğin gerçekleşmesi ve üyelerin sistemsel davranışları yaptığı derecesince var olabilir. Simmel’e göre bu karşılıklı sadakattir ki, sonunda bütün sosyal ilişkiler buna dayanır (Lewis ve Weigert, 1985: 968).

Bu analizde güvenin hem insani, hem de sistemik bir sorun olduğunu görmekteyiz. Modern ilişkiler sisteminde güven ve risk iç içe olmaktadır. Bu itibarla risk sadece bireysel değil, toplumsal bir sorun olmaktadır. Bu açıdan kişisel güvenlik alanları ya da korunaklı mekânlar olarak diyebileceğimiz siteril mekânlar türemiştir.

Bu güvenlikli siteler aslında güvensiz bir toplumda, risk toplumunda kişisel bir güven arayışı olarak ortaya çıkmıştır (Alver, 2010: 90).

Sztompka (2003), ‘Güven’ isimli çalışmasında, güvenin temellerine ilişkin analizinde, güvenin esas itibariyle bir karşı taraf (öteki) özelliği olması vurgulanmıştır. Çünkü onun için güven “karşı tarafın gelecekteki muhtemel davranışlarına dair bir bahistir” (Sztompka, 2003: 69). Bundan dolayı Sztompka’nın analizi, öteki ile alakalı olan güvenin temelleridir. Güven’e dair bir karşı taraf analizi yapılınca Sztompka (2003: 71-80 ), güven için ötekinde şu üç özelliğin istendik şekilde olması gerektiğini ifade eder: İtibar (Reputation), Eylem (Performance), Görünüş (Appearance).

İtibar, kısaca geçmiş eylemlerin analizidir. İtibar, bir kişi için düşünülebileceği gibi bir kurum, sendika, organizasyon veya birliktelik için de söz konusudur. Güven için gerçekten karşı tarafın itibarı önem arz eden bir konudur.

Eylem ise güncel eylemler, şimdiki davranışlar ve yakın zamanda elde edilmiş sonuçlar, gerçekçi bir biçimde değerlendirildiğini ifade eder. Görünüş ise genel itibariyle hal ve tavır üzerine bir değerlendirmedir.

Görünüş algısı, saç şeklinden ses tonuna; saç-sakaldan kıyafetin rengine; bina tasarımından kapıdaki güvenlik görevlisine kadar değişebilen göreceli bir algının ürünündür. Görünüş bize karşı tarafın ne kadar medeni, rasyonel, anlaşılabilir, insancıl, kurumsal bir yapıda olduğunun ipuçlarını verdiği gibi, tam tersi ipuçlarını da göstermektedir.