• Sonuç bulunamadı

2.2. BİLİM, NEDENSELLİK VE SOSYAL BİLGİLER

2.2.2. Bilimde ve Felsefede Nedensellik Kavramı

Nedensellik en genel ve en kaba tanımıyla, neden ile sonuç arasındaki ilişkidir. Nedenselliğin ne olduğunu anlayabilmek için bu kavramın içinde geçen neden ve sonuç kelimelerinin anlamlarının irdelenmesinde fayda olabilir. Bu bağlamda önce neden sözcüğünün anlamı üzerinde durulmuştur.

Neden, Latincede causa, İngilizce ve Fransızcada cause, Almancada ursache ve Osmanlıcada illet sözcükleri ile ifade edilmektedir. Bu sözcük çoğu zaman günlük yaşamımızda sebep şeklinde de kullanılabilmektedir. Neden bir şeyi değiştirmeye,

3 A priori; duyu deneyine hiç başvurmadan, yalnızca akıldan ve aklın etkinliğinden türetilen yani deneysel olmayan bilgi (geniş bilgi için bkz. Cevizci, 1999: 67; Bozkurt, 1998: 247).

bir fenomen ya da olayı meydana getirmeye yetili olan şey ya da koşul, yaratıcı etken; bir şeyi ortaya çıkartan, kendisi olmadan o şeyin kesinlikle varlığa gelemeyeceği şey olarak ifade edilebilir (Cevizci, 1999: 617; Akarsu, 1998: 131). Hegel (1996: 180) göre neden, kökensel olgu olarak saltık bağımsızlık ve kendini etkiye karşı sürdüren kalıcı bir şey belirlenimi taşır, zorunlulukta –ki bunun özdeşliği o kökenselliğin kendisini oluşturur– yalnızca etkiye geçmiştir.

Latincede neden sözcüğü anlamında kullanılan iki sözcük vardır. Bunlardan ilki causa ikincisi ise ratio sözcüğüdür. Her ne kadar ratio sözcüğü “us” ya da “akıl” anlamında kullanılsa da bir diğer anlamı “neden”dir (Özçınar, 1997: 1). Latincedeki bu kullanım akıl ile neden arasındaki bir ilişkinin varlığını gösterir niteliktedir diyebiliriz. Neden kavramının bilimde sorulan ve karşılığı aranan sözcük olmasının yanında günlük yaşamımızda da sıkça kullanılan bir kelime olduğunu kabul edebiliriz. “Bu sabah neden işe geç kaldın?”, “Acaba bana kızmasının nedeni nedir?”, “Bunu bana söylemesinin nedeni ne olabilir?”, “Bu işi kabul etmesinin nedeni nedir?” vs. gibi cümleler hemen hemen her gün duyabileceğimiz türdendir. Bu ve buna benzer sorularla insan kendi yaşamı içinde gerçekleşen olaylara ve süreçlere anlam vermeye çalışırken bir nevi akıl yürütme etkinliğinde bulunarak hayatını anlamlandırma uğraşında olur. Latincede ratio sözcüğünün hem akıl hem de neden anlamına gelmesi tesadüf olamaz denilebilir. Çünkü akıl, neden sözcüğünü çözüme ulaştırabilmek için her gün farklı etkinliklerde bulunmaktadır. İnsanın önce kendine sonra da doğaya yönelen merakı ve hayreti onun kendini ve doğayı çözümleme ve anlamlandırma ihtiyacını ortaya çıkarmıştır denilebilir. Bu ihtiyaç çeşitli türden “neden” sorularını gündeme getirmekte ve insan aklı bunlara bir cevap (çözüm) aramaya çalışmaktadır. Neden sorusunun cevabının bulunması bir başka deyişle sonucun ortaya çıkarılması bu örnekte olduğu gibi zihinsel bir etkinliktir ve bu etkinliğin nedenselliğin kendisi olduğu söylenebilir. Bu bağlamda da nedensellik akıl yürütme ilkesi olarak ifade edilebilir.

Nedenin cevabı olan sonuç felsefede ve bilimde etki ya da eser sözcüğü ile ifade edilebilmektedir. İngilizcede effect sözcüğü sonuç, etki anlamında kullanılmaktadır. Belli bir nedenin eseri olan olay, kendine ayrılmazcasına bağlı

olduğu bir nedenden kaynaklanan etki; bir etkene bağlı olarak ortaya çıkan olgu ya da bir koşul bildiren tümceden sonra gelen ve belli bir netice bildiren tümceye sonuç denilir (Cevizci, 1999: 785).

Tanımdan hareketle sonucun yani etkinin ortaya çıkabilmesi bir nedene bir koşula bağlıdır denilebilir. Bununla birlikte burada da sonuç/etki ifadesinin zihinsel bir işlem/süreç olduğu sonucuna ulaşılabilir. Zira koşul bildiren bir ifadenin açıklanması yani nedenin sonuçlandırılması zihinsel bir etkinliği gerektirecektir. Neden sorularına geri dönecek olursak bunlara verilecek cevapları görmekte yarar olduğu düşünülmüştür.

Bunlardan ilki; “Bu sabah neden işe geç kaldın?” sorusu idi. Bu sorunun cevabı şunlar olabilir: “Çünkü uyuya kalmışım.”, “Çünkü, otobüsü kaçırdım.” vs. gibi cevaplar çoğaltılabilir. Burada bir sonuç bildiren ve bu sonucun nedenini arayan ifade vardır.

Sonuç: İşe geç kalınmış olmasıdır.

Neden: Uyuya kalmak ya da otobüsü kaçırmaktır.

Zamanında uyanamamak ya da otobüsü kaçırmanın sonucu işe geç kalmak olarak ortaya çıkmaktadır. Neden etkiyi/sonucu doğurmuştur denilebilir. Burada zihinsel bir etkinlikle durum ele alındığında; bir olayın nedeninin onun ortaya çıkardığı sonuç ile ilgili olduğu görülebilir. İlgilidir çünkü ikisi arasında bir ilişki vardır. Bu ilişki zaman ve mekan açısından birbirini izlemiştir ve bu ilişki nedensellik ilişkisi olarak ifade edilebilir. Öyleyse nedensellik neden ile sonuç arasındaki ilişkinin adıdır. Bir başka ifade ile nedensellik varlığı zaman içinde birbirine bağlayan şeydir denilebilir (Denkel, 1996:173).

Nedensellik ilkesi; birbirine sıkı sıkıya bağlı varlıkbilimsel (ontolojik) ve bilgikuramsal (epistemolojik) olmak üzere iki ayrı özelliğe sahiptir. Nedensellik ilkesinin varlıkbilimsel bir özellik taşıması, varlığın (evrenin ya da doğanın) belirlenimci (determinist) yorumuna karşılık gelir. Bilgikurumsal yanı, evrenin ya da doğanın olgusal gerçekliğinin belirlenim süreci içerisinde bilgisini elde etmek

yoluyla, iki olay ya da olgu arasında nedensel bir bağıntı kurarak ‘açıklama’ yapmak ile ilgilidir (Özçınar, 1997: 18). Nedensel açıklama gerçeğe “uyan” işlemlerin gerçeğe “ait” olmalarını, yani, gerçekliğin kendisinin işlem-yöneticilerden oluşmasını gerektirir (Piaget, 1982: 42-43).

Nedensellik, nesneler, fenomenler, süreçler arasındaki karşılıklı ilişkinin biçimlerinden biridir. Bir diğer nesne, fenomen ya da süreç, onun nedenidir. Nedensellik, fenomenler arasında öyle bir ilişkidir ki diğerinden önce var olur ve zorunlu olarak diğer fenomenin doğmasına yol açar. Bir diğer deyişle, bu ilişkide fenomen, belirli koşullar altında, zorunlu olarak, sonuç olarak ortaya çıkar. Nedensellik, fenomenler arasındaki nesnel ve genel geçerli bir ilişkidir (Büyük Ansiklopedi, 1990a: 4160).

Özellikle doğa felsefelerinin hiçten hiçbir şey meydana gelmez ilkesine dayanarak, evrendeki oluşum ve değişim sürecinin açıklanmaya çalışılması yani evreni neden-sonuç bağlantısı içinde açıklama çabası nedensellik kavramının varlığının temelini oluşturmaktadır. Bilim ve felsefenin ortaya çıkışında, nedenselci bir yaklaşımı doğa-bilimci filozofların benimsemiş olmalarından yola çıkarak, bu yaklaşım biçiminin bilim ve felsefe gibi her iki düşünsel etkinliğin benzer niteliği olduğunu vurgulayabiliriz (Özçınar, 1997: 27).

Neden ve sonuç arasındaki ilişki çoğu zaman zihinsel olarak algılanabilmektedir. Bu anlamda da zaten akıl; özde, nesneleri ve olayları nedenleriyle kavrama, nedensel bağlantıları, yani neden sonuç ilişkisini kurma yetisi şeklinde ifade edilebilir. Bu yeti geçmişte olduğu gibi günümüzde de böyledir. Ne var ki, nedenleri kavrama ve nedensel ilişkileri kurma etkinliğinin nasıl gerçekleştiği sorusuna, insanlığın zihinsel ve kültürel evrimi içerisinde, hep aynı şekilde yanıt verilmiş değildir. Hiç kuşkusuz, bu durum, bir yönüyle psikolojik bir olgu olan kavrama ve nedensel bağlantıları kurma eyleminin, insanlığın zihinsel ve kültürel evriminin her aşamasında, bilgi birikiminin göreceli doğasına bağlı olarak farklı anlaşılmasından; bir yönüyle de, neden kavramına farklı anlamlar yüklenilmesinden kaynaklanmıştır diyebiliriz (Aydın, 2005: 14). Böylece sürüp gelen nedensellik

kavramı bilim ve felsefenin vazgeçilemezi ve vazgeçilemez olduğu kadar anlamı tam olarak ifadelendirilememiş kavramlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Nedenselliğin bütün bilim dünyasında ortak bir tanımının yapılamamış olması ve geçmişten günümüze tartışılıyor olması, onu anlamada bu tartışmalara genel hatları ile geçmişten günümüze yer vermeyi gerekli kılmaktadır. Bu bağlamda bir nevi nedensellik kavramının geçirmiş olduğu evrimi de gözler önüne serme imkanı bulunmuş olabilecektir.

Antropologlar ve uygarlık tarihçilerine göre, göçebe olarak yaşayan, avcılık ve toplayıcılıkla geçinen ilkel insanın, bilgi birikiminin eksikliğine ve doğanın kaprislerine bağlı olarak, gizemsel bir evren imgesi oluşturduğunu ve buna bağlı olarak varlık, nesne ve olaylar arasındaki nedensel ilişkiyi sihirsel bir temele oturttuğunu belirtmektedirler. Bu düşünüş tarzı çok tanrılı dinlerin doğuşuna kadar devam etmiştir. Nitekim çok tanrılı dinlerde nedensel açıklamaların bu tanrılara atfedilerek yapıldığı görülür. Burada evrendeki her türden varlık, nesne ve olayın hem varlık nedeni hem de birbirleriyle olan ilişkileri tanrılar aracılığı ile açıklanmıştır. Tek tanrılı inanca geçildiğinde ise bu ilişkiler tek tanrıya atfedilmiştir (Aydın, 2005: 81).

Dünyayı anlama ve anlamlandırma çabasında olan insan, zihinsel etkinliğini varlıklar, nesneler ve olgular arasındaki ilişkileri çözümlemek üzerine yoğunlaştırmıştır. Nitekim Antik Yunan’da bunun ilk örneklerini görmek mümkündür. Thales, Anaximandros ve Anaximenes bunların ilkleridir. Thales suyu ilk neden olarak ya da her şeyin nedeni olarak kabul ederken, Anaximandros ondan bir adım ileri giderek ilk nedeni aperion olarak ifade eder. Aperion Thales’in belirlediği gibi bir nesne değildir ve daha çok soyut içerikli bir kavramdır. Anaximenes ise Thales gibi ilk nedeni duyumlanabilir bir nesne olan hava olarak belirlemiştir (Copleston, 1986: 25; Kranz, 1984: 31; Özçınar, 1997: 118-119).

Nedensellik kavramının temelini oluşturan kavram neden kavramıdır ve buna bağlı olarak “İlk neden nedir?” sorusu filozofların nedenselliği açıklamak için çıkış noktası olmuştur. Aristotales (M.Ö. 384-322) nedensellik kavramını ilk sınıflandıran

filozof olarak karşımıza çıkar. Aristotales öncesi felsefede de neden kavramı üzerinde durulmuş ve Miletliler maddi neden, Empedokles fail neden, Ploton da formel neden üzerinde vurgu yapmıştır. Aristotales ise bir adım ileri giderek maddi (causa materialis), fail (causa efficiens), formel (causa formalis) ve ereksel (causa finalis) olarak nedenleri dört başlık4 altında toplamıştır (Yıldırım, 1997: 291; Cevizci, 1999: 617; Aristotales, 1985: 241). Bu nedenleri kısaca açıklayacak olursak; Maddi Neden: Herhangi bir olay, olgu ve nesnenin oluşmasının ya da olmasının asıl kaynağına maddi neden denilir. Örneğin bir heykelin oluşmasının ya da olmasının ana etkeni tunçtur (eğer bu heykel topraktan yapılacaksa ana etkeni topraktır). Bir başka ifade ile olay, olgu ve nesnenin ana maddesi, ana etkeni denilebilir.

Fail Neden: Herhangi bir olay, olgu ve nesnenin oluşmasının ya da olmasının gerçekleşmesindeki hareketi ya da durağanlığı ifade eder. Tunç örneğini devam ettirecek olursak tuncun yapılışında ortaya çıkan iş ve bu işin ortaya çıkardığı enerjidir. Bu nedene bir bakıma maddi nedenin işlenmesi, onun varlığa gelmesini sağlayan neden denilebilir (tuncun işlenmesi ve işleniş esnasında uğradığı eylemler örnek gösterilebilir).

Formel Neden: Herhangi bir olay, olgu ve nesnenin oluşması ya da olması beklenen durumudur. Başka bir ifade ile alacağı görünümün nedenidir. Örneğin tuncun vazo şeklini alacak olması onun formel biçimsel nedenidir denilebilir.

Ereksel Neden: Herhangi bir olay, olgu ve nesnenin oluşması ya da olması beklenen durumun ortaya çıkışı ve bu durumun olmasının nedenidir. Bir anlamda etken nedenin karşıtı olarak sonuçlanmasıdır. Nitekim vazo örneği ile devam edecek olursak vazonun son halini almasında ortaya çıkan neden olarak ifade edilebilir.

Aristotales felsefesinde ereksel neden önemli bir yere sahiptir. Nitekim Aristotales’in nedenselliği dört ana nedenle açıklarken maddi (özdek)-formel (biçim) ayrımına gittiği görülür (Russell, 1972: 264). Ona göre maddi (özdek) olan kötülüğü

4 Aristotales’in neden öğretisi (geniş bilgi için bkz. Aristotales, 1985: 241; Aristotales, 1993: 91-92; Özçınar, 1997: 50-51).

ve eksikliği, formel (biçim) olan iyiliği ve yetkinliği ifade etmektedir (Aydın, 2005: 84). Bununla birlikte onun nedenlerinden ilk ikisi varlık ile ilgili iken diğer ikisi de oluş ile ilgilidir (Bunge, 1979: 32). Bu bağlamda Aristotales için ereksel nedenselliği savunmuştur denilebilir (Yıldırım, 1997: 290).

Aristotales bilimsel açıklamayı, nedenselliğe dayalı bir açıklama olarak görmüş ve böylelikle bilimsel açıklama ile nedensellik arasında bir bağ kurmuştur. Bununla birlikte nedensellik ile ilgili kavramsal belirlemelerde bulunmuş, döngüsel nedenselliği açıklamaya çalışmış ve neden ile sonuç arasında zamandaşlığın varlığını ileri sürmüştür (Özçınar, 1997: 49; Aristotales, 1989: 127-130).

Aristotales’in erekselci nedensellik anlayışı Orta Çağ düşünürlerini de etkilemiş ve Orta Çağ skolastik düşüncesinin temellerini oluşturmuştur. Orta Çağ felsefesi klasik çağ ile modern çağ arasında kalan tarihsel dönemdeki felsefe faaliyetlerini yani M.S. 2. yüzyılla, 15. yüzyıl arasında kalan tarihsel kesitin felsefesini ifade eder. Bu bağlamda Orta Çağ felsefesinin kendi içinde üç5 ayrı geleneği barındırdığı söylenebilir. Bunlar; İslam felsefesi, Hıristiyan felsefesi ve Yahudi felsefesidir. Bu felsefelerin ortak noktası tek din anlayışını temele alması ve teoloji ile yani din ile ilgili felsefelerin olmasıdır.

Orta Çağ felsefesinde bütün insanları kapsayan genel bir felsefe görüşünden söz etmek mümkün değildir. Bir diğer ifade ile bütün insanları kapsayıcı olmayan, bir bakıma ait olduğu görüşe hitap eden bir felsefeden söz edilebilir. Zira üç farklı geleneğin olduğu Orta Çağ felsefesinde her geleneğin felsefesi kendi düşünüşüne sahip insanları kapsayabilmiştir. Bu durumun nedeni ise her görüşün başta din etkisinde teoloji ile ilgili olması ve her görüşün kendi inanç sisteminin var olmasıdır. Her ne kadar bu üç gelenekte tek tanrı inancı var olmuş olsa da inançların birbirinden farklı olması geleneklerin de farklılığını ortaya çıkarmıştır. Nitekim her felsefe geleneği buna bağlı olarak kendi mensuplarını etkilemiş ve kendi mensuplarını kapsar özellikte olmuştur. Antik dönem felsefesinin dünya ile ilgili olduğu düşünülürse Orta Çağ felsefesinin öte dünya ile ilgili olduğu söylenebilir. Bu

5 Orta Çağ felsefesinde bazı kaynaklara göre dört ayrı geleneğin olduğu ifade edilir ve dördüncü gelenek olarak Bizans felsefesi gösterilir (geniş bilgi için bkz. http://www2.gantep.edu.tr/ ~gd25035/ORTA.htm).

düşünce eksenine bağlı olarak Orta Çağ felsefesinde problem, teorik ya da bilimsel bir problem olmayıp, tümüyle pratik bir problem olarak karşımıza çıkar.

Orta Çağ felsefesi, teleolojik bir anlayışla, doğayı Tanrı tarafından bir amaca göre yaratılmış ve düzenlenmiş statik bir sistem olarak görmüştür. Açıklamadan niteliksel bir açıklamayı anlayan ve nedensellikten büyük ölçüde ereksel nedenselliği anlayan Orta Çağ düşünürlerine göre, maddi dünya, tanrısal gerçekliğin çok soluk bir gölgesinden başka hiçbir şey değildir. Bu dönemin Platon, Plotinos ve Aristotales’in felsefe düşüncelerinin etkisi altında olduğu söylenebilir (http1). Onaltıncı yüzyıla gelene kadar bilimsel bir sorunu çözmek için özellikle Aristotales’in düşüncelerine başvurulduğu görülmektedir (Berry, 2003: 195).

Orta Çağ’ın dine dayalı felsefe görüşü 15. yüzyılda eleştirilmeye başlanmış ve yeniden doğuş olarak adlandırılan Rönesans felsefe düşüncesinin doğmasına ve gelişmesine neden olmuştur. Bu dönemin 15. ve 16. yüzyıllarda Avrupa’da yaşanan Rönesans hareketlerinin etkisi altında olduğu ve temel düşüncesini bu dönemin felsefe anlayışı oluşturduğu söylenebilir. Rönesans felsefesine damgasını vuran akım, hümanizmdir. Bu dönem felsefesi, insan merkezli bir felsefedir. Yaşanan dünyaya önem vermenin, demokrasinin, bilimin, din yerine aklı öne almanın yeniden canlandırılmasıdır. Genel olarak Orta Çağ’ın dindarlığı, metafiziği, bireyselliği yok etmeyi amaçlayan Hristiyan ahlakı ve felsefesine tepki şeklindedir (Cevizci, 1999: 737; http2).

Rönesans felsefesinde Antik Çağ Hümanizminin yeniden doğuşundan bahsedilir. İkisinin arasındaki fark Rönesans Hümanizminin bireyciliğe daha fazla önem vermesidir. Ayrıca bu dönemde yeni bir bilimsel yöntem olan deneysel yöntem bulunmuştur. Buna bağlı olarak pozitif ve emprist bir bilgi anlayışı ortaya çıkmıştır (Cevizci, 1999: 737; http3).

Aristotales’in duyu verilerini aşırı vurgulamasına, gözlemleme, betimleme ve sınıflama yöntemleriyle doğa bilimlerini kurmasına karşın ona dayanan geleneksel bilimler 17. yüzyılda işlerliklerini yitirmiştir. Bununla birlikte daha çok hayale hitap eden insan bilimleri de birbirine ters düşen ve de geçerliği kuşkulu bir takım

değerleri dile getirdikleri için aynı şekilde doyurucu olmaktan uzaktırlar (Northrop, 1998: 204). Rönesans felsefesi ile bu anlayışın yıkılmaya başlandığı görülür ve bu dönemdeki gelişmeler modern felsefenin doğuşuna neden olmuştur denilebilir. Nedensellik açısından bakıldığında da doğada olup bitenlerin sıkı bir nedensellik belirliliğine bağlı olduğu düşüncesinin bu dönemin (modern çağların) bir ürünü olarak ortaya çıktığı ifade edilebilir (Reichenbach, 1998: 216). Modern çağlardaki felsefe anlayışının gelişmesinde önemli etkisi olan Rönesans felsefesinin ardından modern felsefenin geliştiği söylenebilir. Modern felsefede bilgi ön plana çıkmış ve bilgi kuramına öncelik verilmiştir. Bilginin kaynağı sorunu üzerine tartışmalar iki farklı görüş ortaya çıkarmıştır. Bunlar rasyonalist (usçu) ve empirist (deneyci) yaklaşımdır. Rasyonalizm, zihni, bilgimizin ilksel ve vazgeçilmez tek kaynağı olarak görür. Empirizm ise önceliği duyulara ve doğruca gözlenebilir olan şeylere verir (Özlem, 2003: 39).

Nedensellik tartışmaları açısından empirizm ve rasyonalizm tartışmaları önemlidir (ki bilgi kuramı açısından da böyledir). Zira empirizmi savunanlar nedenselliği deneye, rasyonalizmi savunanlar da usa indirgemektedirler. Rasyonalizmin savunucuları olarak Descartes, Leibniz ve Spinoza, empirizmin savunucuları olarak da Locke, Hume, Hobbes ve Berkeley gösterilebilir. Bununla birlikte başlangıçta rasyonalist olan fakat sonradan Hume’dan etkilenen Kant ise hem rasyonalist hem de empirist olarak nitelendirilebilir (Özlem, 2003: 39-43). Burada kısaca ifade etmek gerekirse empirik görüş açısından nedensellik şu şekilde açıklanmaktadır;

X ve Y olmak üzere iki olguyu ele alalım. Bunlardan X neden Y sonuç (etki, eser) olsun. Buna göre; X, Y’nin nedenidir yargısı, X ve Y arasında gözlenen olgusal bir ilişkiyi betimlemedir. Bu da ne zaman X ortaya çıkarsa, Y de ortaya çıkar anlamına gelmektedir. Gözlem konusu olan bu ilişki bir birlikte gitmeden ibarettir. X, Y’nin nedenidir demek, Y daima X’i izlemektedir veya X ve Y daima birlikte gitmektedir demektir. Bu bağlamda nedensellik sözünün bunun ötesinde bir anlamı yoktur. X ve Y arasındaki bu birliktelik zorunlu bir bağlantıyı ya da bağı ifade etmemektedir. Rasyonalistler ise nedensellikte gözlemin payını inkar etmemekle

birlikte gözlemin tek başına nedenselliği açıklamada yetersiz kaldığını bunun yanında gözlemi aşan durumların varlığını yani metafizik bir açıklamanın gerekliliğini ifade etmektedirler. Metafizik nitelikte bir açıklamaya gereksinim duyma nedenleri de X ve Y arasında yer alan birlikte gidişi, birlikte oluşu sağlayan bağı zorunlu bağ olarak görmeleridir. Bu bağlamda rasyonalistlere göre nedensellik iki boyutta oluşmaktadır. Birinci boyutu gözlem ikinci boyutu da gözlemi aşan zorunlu bağlantıdır. Empiristler de rasyonalistleri metafiziksel açıklamalarından dolayı bilimsel olmamakla eleştirmektedirler (Yıldırım, 1998b: 120; Armağan, 1982: 148). Nedensellik tartışmaları açısından önemli sayılabilecek iki görüşü David Hume ve Immenuel Kant’ın nedensellik açıklamalarına yer vererek ifade etmeye çalışacağız.

Hume, deneyci (empirist) yaklaşımın savunucularındandır ve onun bilginin sorunu hakkındaki görüşü deneyci olduğundan, nedensellik ilkesine de bu açıdan yaklaşır. Deneycilik anlayışının temelinde ise John Locke vardır. Deneycilik Locke’da genel felsefe dizgesi olmuş ve usçuluğu ve özellikle doğuştan bilgiler öğretisini yadsımıştır (Denkel, 2003: 21). Locke’a göre insan, idelerle; algı içeriklerini, izlenimleri, tasarımları, düşünceleri, kısacası bilincin tüm içeriklerini, insanın kendisiyle ilgili olarak bilinçli olduğu her şeyi anlar. Ona göre, insan bilgi sahibi olan bir varlıktır. Başka bir deyişle, o insan bilgisini açıklanmak durumunda olmayan, apaçık bir olgu olarak alır. Locke’a göre bilmek, zihinde birtakım idelere sahip olmaktır. Doğuştancılığa (her şeyin doğuştan var olduğu düşüncesine) karşı çıkan Locke, insanın bilgiye temel olan malzemeyi sonradan deneyim yoluyla kazandığını ifade eder. Locke, deneyimi açıklarken dış ve iç olmak üzere iki türe ayırır. Bunlardan birincisi olan dış deneyimde, insan duyu organları yoluyla dış dünyadaki şeyleri tecrübe eder ve bu sırada insan beyni pasif olarak alıcı durumdadır. İkincisinde yani içe bakışta ise, insan varlığı, kendi zihninde, kendi iç dünyasında olup bitenleri tecrübe eder. Bu iki deneyim yolu ile insan zihnindeki tüm ideler oluşur. Bu ideler bilgimizin kendisidir ve ona göre bilgi, idelerin birbirleriyle olan bağlantısına ve uyuşmasına ya da birbirleriyle uyuşmayıp, birbirlerini kabul etmemelerine ilişkin algıdan oluşur. Locke'a göre, ideler arasında dört tür bağıntı vardır. Bunlar: (1) Özdeşlik, (2) İlişki, (3) Birlikte var oluş ya da zorunlu bağıntı ve

(4) Gerçek var oluştur (Locke, 1992: 60-85; Hanratty, 2002: 33-41; Cevizci, 1999: 549-552; http4; http5).

Hume (1711-1776), İskoçlu bir filozof, tarihçi ve ekonomisttir. Onun felsefeye yaptığı en önemli katkı nedensellik kavramını açıklamak ve bu açıklamayı nedensel ilişkilerin deneysel bilincine dayandırmaya çalışması olarak görülebilir. Hume bütün bunları yaparken Newton’un deneysel yöntemini kullanmıştır (Cevizci, 1999: 425). Hume, nedenselliği açıklamada “izlenimler ve ideler” sözcüklerini kullanmıştır. Bu sözcükler modern felsefede duyu-deneyi ve kavram olarak