• Sonuç bulunamadı

Alper Bilgili

Doç. Dr., Acıbadem Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi

1

9. yüzyılın birçok önemli düşünürü, rasyonel düşünce-nin ve bilimin zaman içerisinde dinlerin yerini alacağını iddia etmişlerdir. Bu kişiler dinlerin gitgide daha az referans verilen ve zaman içerisinde tamamen yok olmaya mahkûm kurumlar olacağını düşünmüşlerdir. Örneğin Engels bilimin açıklama gücünün artmasıyla beraber dine daha az ihtiyaç duyulacağını iddia etmiştir. Büchner, benzer şekilde, bili-min her alanda hâkimiyetini ilan edeceğini ve dinlerin halk nazarında da geçerliliğini yitireceğini düşünmüştür. Aslında bu görüşün “Boşlukların Tanrısı” fikrine dayandığını görü-yoruz. Buna göre, Tanrı, doğada açıklayamadığımız şeyleri açıklamak için başvurulan bir fenomendir. Aynı görüşe göre, zamanla, açıklama gücü arttığında Tanrı’ya da ihtiyaç duyul-mayacak ve Tanrı fikri geçersiz olacaktır. Tabii bu sıkıntılı bir açıklamadır. Çünkü Tanrı’ya ve dine inanmak, “Boşlukların Tanrısı” fikrine inanmayı gerektirmez. Bir dindar, Tanrı’ya

1 Bu yazı, Alper Bilgili’nin YouTube kanalımızda yer alan “Bilimsel ilerleme ile dinler zaman içinde yok mu olacak?” başlıklı videosunun yazıya geçirilmiş ve düzenlenmiş halidir.

açıklayamadığı şeylerden yola çıkarak inanmak zorunda de-ğildir. Hatta bu tür bir inancın ne kadar makbul olduğu da tartışmaya açıktır. Robert Boyle, Isaac Newton gibi birçok doğa filozofu ve düşünür, dinî inancını bilgisizlik üzerine de-ğil, bilgi üzerine inşa etmiştir. Doğayı daha iyi tanımayı dinî bir vecibe olarak görmüştür.

Bugün dünyaya baktığımızda her ne kadar zaman içerisinde Batı Avrupa’da ciddi bir sekülerleşme yaşanmışsa da dünya ge-nelinde dinlerin düşünüldüğü gibi yok olmadığını hatta bazı coğrafyalarda eskisinden daha da güçlü hale geldiğini ifade edebiliriz. Örneğin Güney Kore’de 1900’lerin başında nüfu-sun %1’i Hristiyan iken bugün bu oran %29’dur. Bugün Gü-ney Kore’nin sadece modern ve müreffeh bir ülke olmadığını, Freedom House’un değerlendirmesinde “özgür” ülke statü-sünde olduğunu hatırlatmakta fayda var.

Batı Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da aynı hızlarda olmasa da bir sekülerleşme yaşanmaktadır. Ancak daha derine inince bu bölgelerde bulunan ülkelerle ilgili ilginç verilere de rastla-maktayız. World Values Survey’in, PEW’in yaptığı araştırma-lar, bize Batı Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da her ne kadar se-külerleşme yaşansa da insanların manevi arayışlarının devam ettiğini, bazı insanların spiritüelliği tamamen bırakmak yerine

“New Age” dinlerde cevap aradığını, Tanrı fikrinin çoğu Batı Avrupa ülkesinde halen yaygın olduğunu, en azından bir spi-ritüel güç olarak Tanrı’ya inancın sürdüğünü gösteriyor. Bu anlamda insanların sadece materyal değerlerin peşinde olma-dığını, maneviyat gibi post-materyal arayışlar içerisinde oldu-ğunu da gözlemlemekteyiz. Özetle, iki asırdır seslendirilen mo-dern dünyada Tanrı’nın ve dinlerin kısa sürede yok olacağına yönelik kehanet henüz doğrulanmaktan uzaktır.

Sadece modern dünyada dinlerin kısa sürede yok olacağı fikri değil, bilimin dinlerin yerini alacağı görüşü de problem-lidir. Öncelikle bilim ve din büyük oranda farklı sorulara ce-vap aramaktadır. Bilim, doğanın nasıl çalıştığını anlamaya ça-balarken din, Tanrı ile insanlar arasında sağlıklı bir iletişimin yollarını gösterme ve insana ahlak ve anlam hususlarında bir rehber olma iddiasındadır. Bilimcilik ile ilgili soruya verdi-ğim cevapta da görüleceği gibi bilim, ahlak ve anlam konu-sunda çoğu zaman sessiz kalmaktadır. Buna ilaveten her din için söyleyemesem de İbrahimî dinlerin, özellikle de İslam’ın doğa ile ilgili bilgi verme iddiasında olmadığını, hatta bu ko-nuda bilgi edinmek isteyenleri doğayı gözlemlemeye yönelt-tiğini hatırlatmam gerek. Örneğin Ankebut suresi 20. ayette inananlar, yaratılışın nasıl başlayıp devam ettiğini görmek için doğaya yönlendirilir. Yani en azından İslam özelinde konuşur-sak dinin de bilimin yerini alma ve bilimsel konularda ona ra-kip olma gibi bir iddiası ve beklentisi yoktur.

İnsanlığın bilim konusunda ilerlemesiyle beraber dinle-rin yok olacağı ile ilgili izahı sorgulatan sosyolojik çalışmalar da mevcuttur. Örneğin bunlardan bir tanesinde Jerry Park ile Elaine Ecklund, Amerika’nın en prestijli yirmi bir üniversite-sinde çalışan bilim insanlarına din hakkında ne düşündükle-rini sormuştur. Yapılan çalışmaya katılan bilim insanlarının çoğu din ile bilim arasında bir çatışma olduğu izahının geçer-siz olduğunu ifade etmiştir. Yani bilim ile din arasında çatışma olduğu iddiasının bilimi en iyi bilen kişiler arasında düşünül-düğü kadar kabul görmediğini ifade edebiliriz. Ayrıca din ile bilim arasında çatışma olduğunu düşünen bilim insanlarının aile geçmişlerine bakıldığında bu insanların çoğunun sekü-ler ailesekü-lerden geldiği görülüyor. Buradan hareketle, din-bilim

ilişkisine dair kanaatlerin bilimin öğrettiklerinden çok ilk sos-yalleşme döneminde şekillendiği söylenebilir.

Ecklund ve arkadaşları Avrupa, Amerika ve Asya’da gerçek-leştirdikleri başka bir kapsamlı araştırmada bilim insanlarının dinle ilgili fikirlerini inceliyorlar. Batı Avrupa ve Amerika’da gerçekten de toplumun geneline göre bilim insanlarının daha seküler olduğunu, fakat bu eğilimin her yerde geçerli olmadı-ğını görüyorlar. Örneğin Hong Kong, Tayvan, Hindistan ve Türkiye’de bilim insanları en az halk kadar dindar çıkmıştır.

Dolayısıyla “bilimle daha çok uğraşmak veya artan bilimsel bilgi insanı sekülerleştirir” fikrinin mutlak bir kaide olmadı-ğını söyleyebiliriz. Tabii şunu da unutmamak lazım ki bilimin ilerlemesi ile beraber toplumların sekülerleşeceği öngörüsü as-lında Batı Avrupa’ya bakılarak oluşturulmuştur. Tekrar Batı Avrupa’ya bakılarak bu öngörünün doğrulandığının düşünül-mesi de çok ikna edici değildir.

Bu noktada son olarak, modern dünyada birçok insanın başka gerekçelerden ötürü dinden uzaklaştığını ama bu dinden uzaklaşma eğilimlerini bilimle ilişkilendirme çabası içerisine girmiş olduklarını söyleyebiliriz. Kuşkusuz bunun arkasında bilimin beraberinde getirdiği prestijden faydalanma isteği yat-maktadır. Benzer bir eğilime Viktorya İngilteresi’nde de rast-lanır. Frank Turner gibi tarihçilerin de dikkat çektiği gibi bu dönemde dinden uzaklaşma nedeni temel olarak bilimsel ve-riler değil, Anglikan Kilisesi’nin insanlar üzerinde artan bas-kısı ve onları zorla daha dindar Anglikanlar kılma çabasıdır.

Ancak insanlar Kilise’nin baskısını arttırması neticesinde din-den uzaklaşırken bu değişimlerine daha rasyonel bir gerekçe bulmaya çalışmışlardır. Böylece bilime referans vermişlerdir.

Burada dikkat edilmesi gereken noktalardan bir tanesini John

Hedley Brooke dile getirir. Bilimin sekülerleşmesi ile bilim yoluyla sekülerleşme farklı kavramlardır. Yani aslında bizim gözlemlediğimiz şey, hayatın birçok alanında, toplumun bir-çok kurumunda gerçekleşen sekülerleşmenin bilime de yansı-dığıdır. Nasıl politikada artık dine daha az referans veriliyorsa aynı şekilde bilimde de Tanrı’ya ve dinî metinlere daha az re-ferans verilmeye başlanmıştır. Bu durum genel sekülerleşme-nin bilimdeki yansımasıdır. Öte yandan bu konuşmamda eleş-tirdiğim insanların var olduğunu iddia ettikleri şey, bilim yolu ile sekülerleşme, yani bilimsel bilgimizin artmasının bizi din-den uzaklaştırdığı yönündeki görüştür. Burada kısaca göster-meye çalıştığım gibi bu kişiler çoğunlukla hatalı bir şekilde il-kinden ikincisine geçiş yapmakta, sekülerleşmenin varlığından hareketle bunun bilimden öğrendiklerimizden kaynaklandığını sağlam bir temele dayanmadan savunmaktadırlar.