• Sonuç bulunamadı

2.6. Örgütsel Bağlılık ve İş Doyumu Arasındaki ilişki

3.1.1. Bankacılığın Önemi

Günümüzde bankalar ile birlikte finansal sistemin diğer aktörleri; sigorta şirketleri, yatırım danışmanlığı şirketleri, yatırım fonları, yatırım ortaklıkları, portföy yönetim şirketleri, leasing ve faktöring şirketleridir. Ancak bankalar sektörün içindeki payı nedeniyle ayrı bir yere sahiptir.

Bankalar, bireysel ve kurumsal mevduat sahiplerinden ihtiyaç fazlası mevduatlarını belli bir kullanım payı karşılığı alarak bu fonları ihtiyaç sahibi şahıs veya tüzel kişiliklere hatta kamuya kredi olarak borç verirler. Böylelikle fon fazlası olandan fon açığı olanlara bu fonların transferini sağlayarak ekonomik büyümede temel rol oynamaktadır.

Bankalar birer ticari işletme olarak kar amacıyla faaliyetlerini sürdürürken, ekonomik sistemin bir parçası olarak üstlendikleri pek çok işlev bulunmaktadır. Bu işlevleri finansal aracılık yapmak, likidite yaratmak, kredi talep edenleri değerlendirmek ve izlemek, asimetrik bilgi problemlerini çözmek, para politikalarının etkinliğini arttırmak, ekonomik istikrarı etkilemek, ölçek ve kapsam ekonomilerinden faydalanmak, ödeme sistemlerinin etkinliğini arttırmak ve dış ticareti fonlamak ve ihracatı teşvik etmek şeklinde sıralamak mümkündür. (Ünal, 2014: 8)

Bankalar kuruluş amaçları gereği kar amacı güden işletmelerdir. Bankacılık sektöründe yaşanan gelişmeler ülke ekonomisine olumlu ve ya olumsuz etkilemektedir. Sektör ülke ve dünya genelindeki iktisadi gelişmeler, siyasi istikrarsızlıklar, ekonomik daralmalar, savaş ve para politikalarından çok kolay etkilenebilmekte ve olumsuzluklar ekonomik yapıyı diğer sektörlere göre daha fazla etkilemektedir.

Diğer sektörlerde olduğu gibi bankacılık sektöründe de rekabet unsurları sektörün dinamiklerinin belirlenmesinde etkindir. Bankalar gerek bireysel gerek KOBİ ve kurumsal ölçekli firmalara, finansman sağlamada en büyük pay sahibidir. Bu sayede mikrodan başlayarak makro ölçekli bir istikrarın oluşmasına yol açacaktır. Bu sebeple ister bireysel yatırımcıların isterse KOBİ ve kurumsal ölçekli işletmelerin bankalar ile olan finansal ilişkisi göz ardı edilmemesi gereken bir konudur. Çünkü işletmelerin üretim artışını sağlayacak sermaye yatırımlarını gerçekleştirme şansı en uygun maliyetle finansman desteği bulmalarına bağlıdır. Sektörde yüksek rekabet ortamında, mevduata yüksek faiz, kredilere de düşük faiz uygulanacaktır. Böylece, tasarrufların artmasına, işletmelerin yatırım yapmasına olanak tanınacaktır.

3.1.2. Türk Bankacılık Sektörünün Tarihi Gelişimi

Osmanlı döneminde basılan ilk kağıt para ‘’Kayme’’nin yabancı paralar karşısındaki değerini korumak ve içerideki yabancı azınlıkların yurt dışı tahvillere gösterdikleri ilgi nedeniyle alım satıma aracılık etmek üzere Türkiye’de bankacılık sektörünün temelleri ilk olarak iki Galata Bankerlerinin 1847 yılında ‘’İstanbul Bankası’’nı kurmalarıyla atılmıştır. Bankanın ömrü 5 yıl sürmüş ve 1852 yılında faaliyetlerine sona erdirmek zorunda kalmıştır.

O dönem kapitilasyonların da etkisi ile zaten yurt dışına yüklü borçları ve savaş tazminatları yüzünden maddi sıkıntı çeken İmparatorluk ile yabancı yatırımcı arasında aracılık etmek amacıyla ilk kurulan banka ‘’Osmanlı Bankası’’dır (1856). Bu bankayı önceki bankalardan ayıran özellik; kağıt para basma yetkisinin verilmesidir. Daha sonra bankanın yetkileri arasına devletin parasını tutma, bütçesini denetleme ve dış borçlarını ödeme yetkileri de girmiştir. İlerleyen dönemde ulusal bankacılık akımları ile kurulan yerli bankalar İngiliz sermayesi ile başa çıkamadıklarından faaliyetlerini sona erdirmek zorunda kalınca 1888 yılında ilk milli sermayeli banka olan ve günümüzde de en büyük banka olma özelliğine sahip olan ‘’Ziraat Bankası’’ kurulmuştur. Ziraat Bankası’nın kurulmasıyla Osmanlı Bankasına verilen devlet yetkileri bu bankaya devredilmiş, tarımsal krediler ve likidite sağlama devletin kontrolü altına alınmıştır.

İktisat Kongresinde alınan kararlar ile ulusal bankacılık sektörünün güçlendirilmesi ve kamu sermayeli diğer bankaların kurulmasına karar verilmiştir. Başka bir deyişle tasarruf-mevduat-kredi-yatırım akışının devlet eliyle yapılandırılması anlamına gelmektedir. Bu kararlar sonrasında özel sektörün de önünün açılarak desteklenmesi kararlarına takiben 1924 yılında ilk özel sermayeli banka olan İş Bankası kurulmuştur. Bu dönemin en önemli gelişmelerinden biride 1930 yılında Merkez Bankasının kurulması olmuştur.1929 yılındaki Büyük Buhranın ardından yaşanan durgunluğu aşmak amacıyla devlet birinci ve ikinci sanayi planlarını gerçekleştirebilmek adına 1933 tarihinde Sümerbank, 1935 tarihinde Etibank, 1937 tarihinde Denizbank, 1938 tarihinde de Halk Bankası’nı kurmuştur.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında oluşan enflasyon ve spekülasyon ortamı beraberinde varlıklı yeni bir kesimi de ortaya çıkarmıştır. 1950’li yıllarda iktidara gelen Demokrat Parti’nin benimsediği liberal politikalar sayesinde; devlet eliyle sanayileşme düşüncesinin özel sektörün sanayileşme düşüncesiyle yer değiştirdiği bir döneme girilmiş ve bu dönemde özel kesim sermayesi ile: Yapı Kredi Bankası (1944), Garanti Bankası (1946), Akbank (1948) ve Pamukbank (1955) kurulmuştur.

Türkiye Ekonomisinin dışarıya açılmaya başladığı 1980’den 2001 krizine kadar geçen süre hem Türk ekonomi hem de finansal sektör açısından dalgalanmaların yaşandığı bir dönem olmuştur. Bu dönemde faaliyet gösteren bankalar özellikle devletin artan kamu açıklarının kapatılması amacıyla devleti finanse etmeye başlamışlardır. Artmaya devam eden kamu finansman açığı beraberinde faiz ve enflasyon oranları hızlı bir şekilde artış göstermeye başlamıştır. Kamu borçlanma açıklarını devletin Merkez Bankası fonlamasıyla kapamaya çalışmıştır. Merkez Bankası bu açıkları kapatabilmek adına para basmaya başlamasıyla enflasyon kronik bir hal almıştır. Bu süreç cebindeki sürekli değer kaybeden TL yerine hane halklarının daha güvenilir para birimlerine yönelmesine sebep olmuştur. Sonuçta artan kur riski ve mevduat maliyetleri nedeniyle bankalar bilançolarına yüksek oranda zarar yazmak zorunda kalmışlardır. Bu dönemde bankaların öz kaynakları ve toplam aktifleri kısa süre içinde % 25 oranında küçülmüştür. Sektördeki kötü gidişatı engellemek ve takip edebilmek amacıyla 2000 yılında tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatlerini korumak, mali piyasalarda güven ve istikrarı sağlamak, ekonomik kalkınmanın gereklerini de dikkate alarak kredi sisteminin etkin bir şekilde çalışmasını sağlamak üzere bankaların kuruluş, yönetim, çalışma, devir, birleşme, tasfiye

ve denetlenmelerine ilişkin esasları düzenlemek üzere Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu (BDDK) faaliyete geçirilmiştir.

Bu dönemde azalan yurt dışından sermaye girişi ve artan mevduat maliyetleri nedeniyle yasal yükümlülüklerini yerine getiremeyecek duruma düşen 11 banka BDDK kararıyla Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devredilmiştir. Sonrasında yaşanan gelişmelerde oldukça cazip hale gelen Türk bankaları yabancı bankalar ile ortaklık kurma ve ya satın alınma dönemine girmiş, böylelikle Türk Bankacılık Sektörüne doğrudan yabancı yatımcının girmesi sonucunu doğurmuştur. (http://www.ekodialog.com/ Makaleler/turkiyede-bankacilik-sektorunun-gelisimi-1847-2001-donemi.html)

Benzer Belgeler