• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: Emmanuel Levinas Düşüncesinde “Şiddet” Sorunu

1.2. Başkalık Sorunu

35

gözlemlenen çokluk ve çeşitlilik nereden kaynaklanır?” Bu da Levinas’ta başkalık (alterity/otherness) sorununu ortaya çıkarır (Lim, 2007).

36

gelmesidir. Levinas buna dünyanın ontolojik bir anlayışı demektedir. İkincisi, özne ve varlık arasındaki ayrımın karışmasıdır ki bu, özne ve dünyanın öznenin izdüşümüne dönüşümü olmaktadır. Nedensellik bizi “dünya-ötesi-dünya” yanılsamasından kurtarır görünmektedir. Böylece insan için bir bilgi nesnesi haline gelen dünya, rahatsız edici garipliğini yitirmektedir. Bu nedenle dünya hiç giz kalmadan açığa çıkmakta, teorik araştırmaya açılmakta ve teknolojik kavrayışta yer alabilmektedir (Levinas, 1997: 68).

Levinas’a göre bilgi yoluyla dünyayı ve başkayı yakalama arzusu insanın hem manupilatif hem de bencil bir özneye dönüşmesine neden olur. Bu nedenle Batı rasyonalist felsefesi egoizm’in bir formuna haline gelmiştir (Levinas, 1969: 43). Brian Schroeder’a göre Levinas’ın “metafiziğin kavramsallaştırılması” olarak gördüğü bilinç eleştirisi onto-teolojik söylem eleştirisidir ve başkayı kavramsal olarak bütünleyen

‘kendinde aynı’ya yöneliktir (Schroeder, 2008). Çünkü Levinas açısından başkalık, yani başkanın radikal heterojenliği, başka sadece özü bir ayrım noktasında kalan, ilişkiye giriş olarak hizmet eden, görece değil, mutlak olarak aynı olan bir terim açısından başka olduğunda olasıdır.Bir terim sadece ‘Ben’ olarak ilişkinin ayrım noktasında mutlak bir biçimde kalabilir. Ben olmak, bir referans sisteminden türetilebilecek herhangi bir bireyselleşmenin ötesinde, kişinin özü olarak özdeşliğe sahip olmasıdır. Ben, her zaman aynı kalan bir varlık değil, varoluşu kendini tanımlamaktan, başına gelen her şeyde özdeşliğini yeniden kazanmaktan ibaret olan bir varlıktır. Bu, ilk özdeşliktir, özdeşleşmenin ilkel çabasıdır. Ben mutlak başkalaşmalarında özdeşleşir. Onları kendisinde temsil eder ve düşünür. Heterojen olanın kucaklanabildiği evrensel kimlik, bir öznenin, birinci kişinin yapısına sahiptir. Evrensel düşünce bir “düşünüyorum”dur.

Düşünen Ben düşündüğünü duyar ve kendisine bir başka olur. Böylece doğrudan ilk düşündüğü şey düşüncesinin saflığını keşfetme olarak bilinen şey olur. Düşündüğünü duyması ve dogmatik, kendine yabancı olması şaşırtır. Yabancı ve düşman dünya mantıklı bir biçimde Ben’i başkalaştırması gerekir. Ben ve dünya arasındaki gerçek ve

37

ilksel ilişki ve içinde Ben’in tam olarak aynı şekilde açığa çıkarıldığı, dünyada bir

‘konukluk’ (sojourn/ sejour) olarak üretilir. Ben’in dünyanın “başka”sına (other) karşı tarzı konuklukta, kendisi ile birlikte burada evde varolarak kendisini özdeşleştirmesinde (chez soi) kurulur. Başkanın önce geldiği bir dünyada Ben yine de aslidir. Ben’in asli oluşu bu başkalaşmanın mutlak başa dönüşüdür. Dünyada bir alan [site/lieu] ve bir ev [home/maison] bulur. İkamet etme kendini korumanın mutlak bir biçimi olur (se tenir).

“Se tenir" kendini (oneself) kapsama fikrini içerir; kendi ile birlikte aktif bir özdeşliğin fikridir. Aynı zamanda bir konum ve davranış, bir tavır ve yönelim olan bir duruma sahip olma, duruş ve kendini gösterme kavramını içerir. “Evde” (at home/Le “chez soi”) olmak bir yük aracı değildir, ama başka olanın gerçekliğine tabi olduğum yerde eyleyebildiğim bir alan, ona bağlı olmama rağmen özgür olduğum alandır. Yürümek, yapmak [to do/faire], her şeyi yakalamak için almak yeterlidir. Bir anlamda her şey bu alanda, son tahlilde her şey benim kullanımımda olur, yıldızlar bile, ama onları hesaba katarsam, aracıları veya araçları hesaplarsam. Yer bir ortam (Le lieu/milieu/çevre), araçlar sağlar.

Her şey burada, her şey bana ait; her şey önceden bir alanın ilksel oluşuyla gerçekleşen işgalinde yakalanır, her şey kavranabilir olur. Başkalık, ihtiyaç duyulan bir ben ve ihtiyaç duyulan bir düşünce olan varlıkta üretilmiş bir düzenin içinde yer alır (Levinas, 1969: 37-40).

Bu konuda Levinas’ın eleştirisi öncelikle dünya ve başkayı öznenin izdüşümü olarak gören Hegel’e yöneliktir. Çünkü Hegel, öznellik ile bilinebilir olan arasında radikal bir kırılma olduğunu reddeder. Bilinç varlıkların varlığını görünür kılan şey olmaktadır. Başka bir deyişle, Hegel “özü, bilmenin içkinliği olarak anlar ve onu kavram, düşünce ya da mutlak özün bir anına indirger” (Levinas, 1981: 17). Levinas için, Hegel’in sisteminin sorunu, özneyi yalnızca mutlak bir bilene dönüştürmekle kalmayıp aynı zamanda dünyanın başkalığını da bir kavram veya mutlak bir öze indirgemesidir;

sonsuzluk için bir alan bırakmamasıdır. Başkanın sonsuzluğu soyut bir evrensellik olarak

38

görülmüş ya da bilinç tarafından ehlileştirilmiştir. Ancak kendisi açısından sonsuz fikri, içine girilebilen ya da yakalanabilen bir şey değildir, “radikal bir şekilde mutlak başkadır”

(Levinas, 1987: 54).

Levinas açısından evrensellik, başkayı soyut evrensel bir kural, Tin veya kavramsal bir diyalektik haline getirerek özgünlüğünü görmezden gelmekte ya da reddetmektedir.

Evrensellik başka insanın başkalığını baskılamakta ve insanın başkalığını bir kavrama ya da temaya indirgemektedir, böylece özneyi yüzsüz kılmaktadır (Levinas, 1981: 115).

Brian Schroeder öznelliğin oluşumuna dair Hegel ile Levinas düşüncesi arasındaki farkı şöyle açıklar:

“Hegel’e göre öznellik onun başka ile kavramsal diyalektik ilişkisinde bütünleyerek gerçekleşmektedir. Bu ilişkide başkalığı varlık-olmayanla ve varlığı hiçlik ile mantıksal eşitleyen bir kavram olan bütünlük kavramına dayandırmaktadır. Tin’in bütünlüğü Hegel için sonsuz olmaktadır… Levinas’a göre kavramsal bir bütünlüğün benzetim düzeninde Başka’nın yeniden inşası bireyin varoluşunu yüzsüz kılması ve birinin ilksel başkalığını ortadan kaldırması nedeniyle şiddet içerecektir”

(Schroeder, 1996: 6-7).

Levinas, bilincin içkinliğinin şiddetinin, cogito olarak, dünyanın başkalığını ve insanı yok edebileceğini düşünür. Çünkü cogito sistematik yapı içinde rasyonel bir harekete tabi olarak politik güç ve şiddet olarak ortaya çıkabilir (Schroeder, 1996: 6-7).

Özneler arası ilişki, her bireyin diğerinin özgürlüğü ile yüz yüze durduğu bir ayna ilişkisi olarak sunulduğunda, başkalık hala Ben’in özdeşliği temelinde düşünülmektedir.

Böyle bir ilişkisel bağlamda çatışma kaçınılmaz olarak başka ile olan ilişkinin temel modu haline gelir (Levinas, 1999: 79-89). Ancak Levinas, ben ve başkanın birlikte alınmasının, bir birliğin ya da bütünlüğün formuna gönderme yapmayacağını düşünür.

Önerdiği anlamdaki ilişkide ‘Başka’ olan, üzerine konuşulabilecek ama deneyimlemeksizin asla tam olarak anlaşılamayacak bir tasarımdır. Bu nedenle de ontolojik olarak ne olduğunu bilmek de olası görünmemektedir (Davis, 1996: 78-80).

39

Başka ile kurulan bu etik ilişkiyi öznelliğin temeli olarak gören Levinas başkaya maruz kalmayı da bir şiddet olarak düşünür. Ona göre şiddet, yalnızca başkanın varlığını ortadan kaldırmak değildir, aynı zamanda kendisine hayatta kalma şansı tanınmayan bir dünyada Başka’nın hayatta kalma çabası olarak bir karşı şiddettir. Başka olmadan fiziksel olduğu kadar felsefi olarak da hiçbir şey varlığını sürdüremeyeceğinden karşı-şiddet doğalından gerçekleşir. Levinas’a göre başka ile kurulan ilksel, kökensel ilişkide görünüme, açığa çıkan şey Başka’nın Yüz’üdür (face/visage). Bu görünümün verdiği rahatsızlık, benliğin gerçekliğini kırmakta ve dünyayı oluşturan “doğrusal bütünleşmiş varlık kategorileri”

beklentisini bozmaktadır. Bu da başkanın şiddetidir (Levinas, 1995: 145).

Levinas için Ben’in bilme tarzıyla yarattığı hâkimiyet, başka özgürlükler arasında kurulmaya çalışılan eşitlik ilişkisi, farklılığı ve Başka’yı görmezden gelen düşünce geleneksel felsefenin şiddetinin kaynağıdır. Bu durum felsefe tarihinde kendisini ontoloji, epistemoloji, etik, politika ya da sıradan, banal şiddet şeklinde gösterir.