• Sonuç bulunamadı

Büyüsel Dans

Belgede Dans ve iletişim (sayfa 61-70)

BÖLÜM 3: DANS VE TÜRK HALK DANSLARI

3.1.1 Büyüsel Dans

“Bazı bilim adamları ilkel dansların ritüel kökenli olduğunu, halk dansının ise keyif amaçlı yapıldığını ifade etmek suretiyle aradaki farka işaret etmeye çalışmışlardır (Kealıınohomoku, 2007: 129).

Örnek (1971: 69); dansı “insanın ruhsal durumunu birtakım bedensel hareketlerle ifade etmesi, açığa vurması” olarak tanımlamaktadır. O’na göre ilkellerin dansı, dinsel ve büyüsel karakter taşımaktadır.

Savaş, av, totem, bolluk, ölüm, erginlik vb. danslarında genellikle maskeler takıldığından söz eden Örnek, dansların insanı kendinden geçirmek suretiyle (şamanların dansında olduğu gibi), büyücünün doğaüstü kudretler ya da din adamının tanrısıyla ilişkisini sağlamak amacıyla yapıldığından bahsetmektedir.

Ayinsel (ritüel) tören, evreni yansılayan bir olgunun sahnelenmesidir. Bu sahneleme, daha çok mistik bir yineleme, bir olgunun yeniden ortaya getirilip gösterilmesi için bir özdeş olmalıdır. Ayinsel oyun, ayrıca inananları, tapınanları, kutsal sayılan olgunun kendine katılmasını sağlar. Ayinsel törenlerde, mevsimlerin dönüşümü, küme yıldızların hareketi, ürünlerin büyümesi ve olgunlaşması, canlıların doğması, yaşaması ve ölümü gibi doğasal görünümlerine benzetmeler yapılır, bu olaylar oyun biçiminde sahnelenirdi.

Bu, ilkellerde daha çok görülmektedir. Güneş, kralı, güneşin hareketi de krallığı simgelemiş olurdu. Kral, ölene dek hep güneştir. Güneşin batması da, kralın tahttan indirilmesini ya da halk tarafından öldürülmesini simgeler(Erseven, 2002).

“İlkel insan algılayabildiği ölçüde kendine nedensellik yaratır. Algılayamadığı ya da bir nedene bağlayamadığı olayları, nesneleri; doğaüstü nedenlerle, kavramlarla, güçlerle açıklamaya çalışır. Böylece insan bilincinin soyutlama yeteneği gelişir. Kendine kutsal varlıklar oluşturur, çeşitli nesnelere saygı göstermeye başlar. Ardından tapınmalar, ayin ve büyüler gibi ritüel törenler oluşur.

İlk dans bu törenlerde tarım (tahıl, pamuk, fındık, üzüm gibi ürünlerin ekimi, hasadı, harmanı); hayvancılık, deniz-kara avcılığı, savaş, evlenme gibi sosyal ve ekonomik olayların; yağmur, kar, fırtına, deprem, dalga, ağaçların rüzgârla sallanması gibi doğa olaylarının; kötü ruhları kovma, bereket, güç dileme, sağaltma gibi ruhsal-dinsel olayların “gerçek”ten soyutlanarak hareket ve ritimle anlatılması sonucu doğmuştur. Dans ilk insanlar için anlaşmakta çektikleri güçlüğe buldukları ilk çözümdür” (Koçkar, 1998: 6).

Törensel büyüsel oyunlarda oyun kişisi kutsal bir geleneği yerine getirme inancı içinde oynar. Bu eyleme büyü hâkimdir. Büyü, toplumun birlikte katılımı sonucunda duyulan heyecan ve coşku ile güçlenmeyi sağlar. İçten olunması istenilen güçlenme içten katılımı gerektirir. Bu tür törenlerde katılanlardan beklenen, belirli kurallara ve kalıplara uymaktır. En azından kalıpları bozmamaktır. Oyun kişisi, taklidini yaptığı simgeye benzediği oranda, ondan güç aldığı ya da güç yarattığı inancındadır (Sağlam, 1999: 60,61).

Büyü her an hareket ve söylemin olmasını gerekli kılar. Büyüde her şey kesin olarak belirlenmiştir ve asla değişmez. Büyülü formüller özel bir ton ve ritimle söylenmeli ya da mırıldanılmalıdır… Büyücü hareketlere bir dans gibi ritim katar. Ayin usulleri, büyücüye hareketi hangi elle ve hangi parmakla yapması gerektiğini ve hangi adımını atması gerektiğini söyler; oturduğunda, kalktığında, yattığında, zıpladığında ya da bağırdığında hangi yönde yürümesi gerektiğini söyler (Mauss, 2006: 108).

Dansın ilk olarak nerede ve ne zaman ortaya çıktığı bilinmiyorsa da mağara resimlerinden yapılan yorumlar çok eski olduğunu göstermektedir. Eski kavimler (ilk insanlar) doğum, ölüm, hastalık, gündüz, gece, rüzgâr, yağmur gibi tabiat olaylarının nasıl meydana geldiğini bilmiyorlardı. Anlayamadıkları olaylar meydana geldiği zaman duydukları korkuyu ifade edemiyorlardı. Bu yüzden düşüncelerini vücut hareketleriyle ifade ettiler. Rüzgârlarda sallanan ağaçların, düzgün adımlarla koşan hayvanların, hızlı uçan kuşların tesiriyle ritmik hareketler yapıyor, dönüyor, ellerini kaldırıyor, eğilip kalkıyorlardı. Tabiattaki seslerden aldıkları ilhamlarla ellerini çırpıp bağırıyor, davullara vurarak ahenkli sesler çıkarıyorlardı. İlk insanlar tamamen göçebe olup, geçici bir ev kurma teşebbüsünde dahi bulunmamışlardır. Geniş ormanlarda başıboş dolaşmış, gittikleri yerlerde yiyecek toplayıp, tabii mağaralara sığınmışlardır. Toplayıcı oldukları için de

ağaçlardan, hayvanlardan yararlanmışlardır. Böylece ağaç ve hayvanlarla ilgili danslar ortaya çıkmıştır. Daha sonra tabii güçleri kontrol etmeyi başaran insanların dansları ve dansların fonksiyonları değişmiştir (Eroğlu, 1995: 17, 18).

Antik toplumların çoğu dans enerjileri üzerinde sürekli bir koruma ve kontrol oluşturmuşlardır. Dansın tedavi edici ve eğitici değerini tanımışlar ve kutsal yönü üzerine yoğunlaşmışlardır.

Büyüsel dans insanlığımızı aşmanın bir aracıdır. Daha alt düzeylerdeki duyguları ve enerjileri canlandırıp onları dansla yönlendirerek, otomatikleşmiş tepkiler üzerinde kontrol sağlayabilirsiniz. Büyüsel dans canlılığımızı ateşlendiren bir sanattır. Boşalmış enerjileri canlandırır, bireysel yaratıcılık ve doğaçlama yeteneklerini uyandırır (Andrews, 2002: 13).

!Kung toplumundaki inanca göre bazen atalara ait bir ruh insanlara şifa verebilir ya da örneğin hiç dikkate alınmayan ve aldatılan bir kadını gökyüzüne kaçırabilir. N/um adlı şifa gücüne sahip !Kunglu erkek ve kadınlar iyileştirme törenlerindeki trans dansıyla güçlerini harekete geçirirler. Burada müziğin, yorucu dansın, ateşin sıcaklığının, dumanın ve konsantrasyonun etkisiyle güçler harekete geçer. Şifa dağıtan kişi ateşin çevresinde oturanlara yaklaşır, hastalıklı bölgeye, kafaya ya da göğe elleriyle dokunur, derin nefes alır, vücudu titrer ve terler. “kötülük” şifacının omuriliğine geçer ve şifacı çığlık atarak hastalığı dışarı atar (Haviland, 2002: 420). Danslar zamanla savaş, tapınma, tören, erişkin, kutsal tören (cenaze) dansları diye sınıflandırılmıştır. Oyun kavramı ile eş anlamlı olan dans, müzik eşliğinde vücut hareketleri yapan, dans eden kişi ya da kişiler tarafından yapılmaktadır (Ay, 1999: 163).

“Düşüncenin ilk aşamasında insan başat yere sahiptir. Ancak ilkel insan bilgilendikçe, doğayı ve onun gücünü tanıdıkça kendi küçüklüğünün ve zayıflığının farkına varır. Anlaşılamayan, açıklanamayan durum ve olayların ardında olduğu varsayılan doğaüstü varlıkların gücü gözünde bir kat daha artar. Böylece, bilginin ilk gelişimi beraberinde inancı, dua ve kurban törenlerini getirir” (Ergin, 2002: 19).

Bu dua ve kurban törenlerinde en önemli unsur elbette dans olmuştur. İnsanlar şükranlarını sunmak, af dilemek, saygı göstermek ya da benzer nedenlerle gerçekleştirdikleri büyüsel törenleri, büyüsel dansla daha estetik ama her şeyden önemlisi daha etkili bir yapıya dönüştürmeye çalışmışlardır.

İlk topluluklar üstün güç kabul ettikleri varlıklara sığınma ve onlara olan inançlarını ifade edebilmek için, dini mahiyet arz eden bir takım törenleri, duygu ve heyecanları pantomima, raks, şiir ve musikinin bir arada kullanılmasıyla yapmışlardır (Şengül, 2001: 54).

“Zamanında iyilik yapacak güç kötülük yapmaya da kudretlidir. Bu kudretleri hoşnut etmek ve onlarla barışık yaşamın, kurban ve duanın dışında, ilişkiyi canlı tutmak adına onlara büyüsel törenler düzenlemek gibi yolları vardır. Bu erekle, toplumun birlikte oluşturduğu büyüsel tören, toplu gerçekleri canlandırır. Birlikte

bilinçlenme sağlarken kişiye kutsal değerler, olaylar karşısında nasıl davranılması gerektiğini gösterir. Bir arada yapılan bu törenler, katılanları canlandırır, kışkırtır, korur ve yeniden yaratır. Bu bağlamda ana düşünce güç toplamak ve üstün güçleri etkilemektir” (Sağlam, 1999: 48).

Büyüsel dans, dünya üzerindeki her topluluğun ve her medeniyetin işleyen bir parçası olmuştur. Şamanlar ve rahipler/rahibeler trans durumları oluşturmak için müzik ve dansı kullanmışlardır. Dansların hepsinde yoğun duygular ve vücut hareketleri birbiriyle ilişkili olmuştur.

Hepimizin içinde evrenin enerjileri vardır. Kutsal dans, bunları canlandırmanın ve bilincimizin en derin düzeylerinin dışarıya ifade edilmesinin bir aracısı olmuştur. Kaçina dansçıları güneşin hareketini taklit etmek üzere yuvarlak veya çembersel dansları kullanmışlardır. Zincir dansları eril ve dişil enerjiler arasında bağ kurmak, bereketi canlandırmak ve gökle yeri birleştirmek için kullanılmıştır (Andrews, 2002: 14, 15).

“İlkel topluluk, kendine dünyanın esenliğini güvenceye alma olanağı sağlayan kutsal ayinlerini, adaklarını, bağışlarını ve törenlerini kelimenin gerçek anlamıyla basit oyunlar biçiminde gerçekleştirmektedir” (Huizinga, 1995: 21).

“İlkeller usları ile çözemedikleri, algılayamadıkları, yorumlayamadıkları, güçlerden korku duymuşlar ve bu korkuyu başkaları ile paylaşmak istemişlerdir. İlkellerin endişe duydukları, çözülemeyen saltık olan, onlar için tanrıdır. Korkulu olanla barışık yaşamak ancak adına tören düzenlemekle olasıdır. Böylece kurulu düzen korunmuş olacaktır. İlkellerin çözemediği güç, doğanın ve yaşamın kendisidir. Birbirini ardışık ve döngüsel takip eden bu durumu ilkeller, tanrının ölüp dirilmesi olarak yorumlamış ve ölüp dirilme motifiyle canlandırmışlardır.” “Saltık olanın, tabiatın döngüsüne bağlı kendiliğinden çözülmesi, ilkellerin kendi büyü güçlerinin ötesinde bazı üstün varlıkların olduğunu uslarına getirmiştir. İşte toplumdaki inanç değişiklikleri ritüellere olan inancı sarsmış, büyü kavram olmaktan çıkmış somut olana, tanrıya yönelmiştir. Böylelikle büyü; tanrıya yakarma, dua ve kült törenlerine dönüşmüştür” (Sağlam, 1999: 45).

Dansın ilkellerin yaşamındaki işlevleri çeşitlidir. Örneğin; yaşamsal fonksiyonlarını sürdürebilmek için beslenmeye ihtiyaç duyan insan avlanmak zorunda kalmıştır. Ava gelişigüzel çıkmamış, av öncesini ve sonrasını ritüellerle süslemiştir.

Av bugünkü gibi zevk için yapılan bir uğraş değil; hayatta kalma mücadelesinin bir sonucudur. İlk insanın ava çıkmadan önce ve avdan sonra yaptığı ritüeller ait olduğu doğaya seslenişidir.

Din tarihine baktığımızda ilk din olarak totemizmi görürüz. İlk dinsel törenlere de bu devirde rastlamaktayız. Yukarı Paleotik dönemden önce dünya bir buzul dönemi geçirmiştir. Buzul döneminde, daha uygun ve elverişli iklimi olan yerlere gitmek için güneye inen Ren geyikleri, bizon ve atlar, o dönemde avcılıkla geçinen insanların büyük beslenme kaynaklarıydı. Devrin karakteristik hayvanı olduğu için bu döneme Ren Devri de denilmektedir. Ren geyiği avı, kabilenin bütün yaşamı

dolduran başlıca bir uğraş oluyordu. Ren geyiğini avladıktan sonra avcı, kendince av töreni yapar, başına Ren geyiği kafası geçirir ve yaptığı avı kutsayan ritüel bir dans yapardı, yani oynardı. Oyunlar, taşıdıkları inanç sistemine ve içinden çıktığı toplumun kültürel yapısına göre farklılıklar taşır. İlkellerdeki oyunun temelini av, savaş ve doğal olaylar oluşturmaktadır. Günümüze değin ise oyunların içeriği gittikçe zenginleşmiş, çeşitli anlam ve figür zenginliğine kavuşmuştur. Oyunlar, bir yerde dinsel-törensel bir görevi yerine getirirken, öte yandan toplumsal görevi de üstlenmiştir (Erseven, 2002)

İlkel insan düşmanı ya da avıyla karşı karşıya kaldığı zaman çıplaktır, kolay zarar görebilir. Kendini korumak için tek güvendiği doğaüstü güçlerdir. Yerlere çömelmiş ya da gökyüzüne dönmüş olsa da bir yerlerden yardım beklemektedir. Düşmanıyla, avıyla uzlaşmak ya da onu yenmek zorundadır yoksa er ya da geç yok edilecektir (Aktürk, 1999: 16).

Avcı, av hayvanının insana benzediğine, özel güçlerle dolu olduğuna inanır. Avcı kültürlerde ve avcılıkta gördüğümüz bu mistik ve majik bağ, totemizmin ilk basamaklarından biridir ve Alter Ego (öteki ben) inancında; öldürülen hayvanlarla barışmak, onlardan özür dilemek için yapılan pratiklerde; hayvan kemikleriyle fala bakmakta; av büyüsünde ve hayvanları taklit eden oyunlarda kendini gösterir (Örnek; 1971: 20).

Ava çıkmadan önceki çılgın toplu danslar, topluluğun güven duygusunu arttırmıştır. Bu onlara, avlarına karşı üstünlük duygusu vermiş; böylelikle tehlikeli, anlaşılmaz, ürkütücü tabiat karşısındaki güçsüz yaratık insan, büyüden büyük destek görmüştür (Artun, 1987; Fischer, 1985).

Hayvan danslarının doğuşuna dört ana düşünce sebep olmuştur; birincisi avlanma içgüdüsü (hayvanların olduğu gibi taklit edilmesinin onlar üzerinde sağlayacağı hâkimiyet), ikincisi öldürülen hayvanın ruhunun teskin edilmesi suretiyle kötülüklerden korunma, üçüncüsü bazı hayvanların doğaüstü güçleri olduğu yönündeki inançtır. Bu hayvanların taklit edilmesiyle bu güçlerin insanoğlunun yararına kullanılabilmesi, dördüncüsü hayvanın yakalanışının taklidinin yapılmasıyla avlarının bereketli olacağının düşünülmesidir (Aktürk, 1999, 13). Genelde bütün ilkel dansçılar savaşta cesarete ve güce kavuşmak için dans ederler. Bütün av ve savaş danslarında büyü kullanılır. Bu danslarda savaşçılardan biri düşman veya avlanacak hayvan rolüne bürünür, diğerleri de zafer kazanan avcı veya savaşçılar olurlar. Böylece dans ederek kendilerini zafere hazırlarlar. Kızılderililer eğer doğru dans ederlerse avlanacak hayvanla fiziksel bir yakınlaşma sağlayacaklarına ve hayvanın avlanmaya direnmeyeceğine inanırlardı. Bu danslarda ayrıca meydana gelmesi gerekli ölümler için özür dileme amaçlı bölümler de bulunurdu.

Genelde savaş dansları hücuma geçmeden önce yapılırdı. Ancak arada düşmanla yüz yüze yapılan danslara da rastlanır. Yüz yüze yapılan danslar arasında en ilgi çekici olanları her iki taraftan seçilen birer dansçının ölüm düetleridir (Aktürk, 1999: 9).

İlk insanlar büyüsel dansı sadece av ritüellerinde kullanmamışlardır. Dans hayatlarının her anında bir kurtarıcı gibi bedenlerinde var olmuştur. Tabiat olaylarının gücü

karşısında direnen insanlar, korkularını dans sayesinde yenebilmiş ve şartları eşit hale getirebilmiştir.

Eski Tasmanyalılar, kendilerini yerden yere vurarak, yerlerde yuvarlanarak toprağı elleri ve ayaklarıyla döverek, fırtınayı, şimşekleri vücutlarıyla taklit ederek kendilerinden geçip doğaya boyun eğdirmeye çalışmışlardır (Aktürk, 1999: 6).

Bereket danslarında dansçılar doğadan aldıkları örnekleri kullanarak kendilerini doğanın canlanması için güçlerle donatılmış olarak görmüşlerdir. Güney Amerika Agonileri yağmur dansında ellerinde ağaçlardan koparılmış dallar tutarken, Galalılar kutsal ağaç etrafında dans ederken, otlar ve tohumlar taşırken, eski Mısırlı kadın dansçılar kendilerini asma yapraklarıyla donatıp ellerindeki bitki demetlerini sallarken, Japon kadınları danslarına kiraz dallarını katarken hep aynı düşünce hâkimdir (Aktürk, 1999: 6).

İlkel insanlar öylesine doğayla bütünleşmiş bir yaşam sürdürmüşlerdir ki kendilerini dünyadan, denizlerden, hayvanlardan, bitkilerden ayrı düşünmeleri mümkün değildir. Tohum ekmek ya da çiftleşmek, bitkilerin filizlenmesi ya da bir kadının hamileliği, hasat ya da doğum onlar için aynı şeyi ifade etmiştir (Aktürk, 1999: 7).

Doğayla bütünleşen ilk insanlar doğal yaşamın parçası olan bedenlerini yine tabiatla ve çevresindeki insanlarla barışık yaşamak için bir araç gibi kullanmışlardır. Bedenleriyle anlattıkları; hayatta kalmaları için onlara güç ve güven vermiştir.

Toplumda saygın bir birey olarak yerlerini almada dansı geçiş noktası olarak kullanan ilk insanlar, erginleme törenlerinde dansın büyülü gücünden hareketle cesareti, olgunluğu, sabrı, zaferi, mutluluğu tıpkı bir tuvale resim çizer gibi bedenleriyle anlatmışlardır.

Ergin yaşa giren çocukları topluma kazandırmak için onları dinsel ve dünyasal bilgilerle eğitmek ve bu amaçla yapılan törenler erginleme törenleri olarak adlandırılır (Örnek, 1971: 75, 76).

Dansın erginleme törenlerindeki işlevi de oldukça önemlidir. Dans bu törenlerde erginliğe adım atan gençlere hayata dair mesajlar verirken aynı zamanda erginliğin ilan edilmesinde de önemli rol oynar.

Erginleme törenleri dinsel, büyüsel, mitik ve toplumsal hayatın çok önemli bir parçasıdır. Bu törenlerde 6-10 ya da 8-12 yaşları arasındaki çocuklar grubun ya da köyün dışında cesaret denemelerinden geçirilir. Cinsel açıklamalar yapılır, maskeler ve kutsal araçlar gösterilir, dramatik danslar öğretilir, bunların fonksiyonları anlatılır. Çocuklar bu ve buna benzer pratiklerden sonra ergin kişi olarak topluma kabul edilirler ve evlenebilirler (Örnek, 1971: 75, 76).

Bütün kabul törenlerinde başrol dansındır. Bu tören ister sünnet töreni olsun, ister kulak delme töreni olsun, ister diş sökme töreni… Bu dansların ne anlama geldiği sorusuna değişik cevaplar verilmektedir. Amerika’da hayatın bir safhasından diğer bir safhasına geçerken kötü ruhlardan korunmak için; Afrika’da ise zoru başararak, cesaret ve dayanıklılık testinden geçerek cinsel gücü kanıtlamak ve kabileyi sağlıklı varislere sahip olacağına inandırmak için bu tür danslar yapılmaktadır. Kaliforniya Kızılderililerinde bir genç kız ilk âdetini gördüğünde ve bazen onu takip eden bütün bir kış boyunca her adet gördüğünde dans etmek zorundaydı. Yorulduğu zaman başkaları yardımına koşardı, çünkü dansın kesintisiz yapılması gerekmekteydi. İleri geri dans ederken yüzü hep doğuya dönük olurdu.

Aynı mantığa Orta Avustralya yerlilerinin sünnet dansında da rastlıyoruz. Sünnet olmadan önce adaylar yüzleri batıya dönük olarak otururlardı. Sünnet yapıldıktan sonra yüzlerini doğuya dönerlerdi. Buradaki ilkel düşünce genç oğlanların ölüp tekrar bir erkek olarak dirilmesiydi. Batı “ölümü”, doğu “doğumu ve yaşamı” simgeliyordu (Aktürk, 1999: 8).

Doğaya ve doğaüstü güçlere seslenmede elindeki en doğal aracı, bedenini kullanan insan için dansın önemi sözcüklerle ifade edilemeyecek kadar büyüktür.

Dans insanın tüm hücreleriyle, enerjisiyle, en samimi biçimde ruhunu ve bedenini konuşturduğu en etkili iletişim aracıdır. Ergenliğe geçişte önemli rol oynayan dans, evlilik törenlerinde ve insan için kutsal olan diğer dönemlerde de önemini korur.

Dans evlilik törenlerinin belkemiğidir. Diğer evlilik gelenekleri gibi, bu danslar da gelinle damadın tehlikelerden, kötülüklerden korunmasına gerek duyulmasından doğmuştur.

Evlilik danslarının temelinde üç ana gerekçe vardır: 1. Hayatın bir safhasından diğerine geçişi kutlamak

2. Yeni evlilere güç vermek

3. Arınmak (Aktürk, 1999: 9).

Doğum, ölüm ve yeniden diriliş için de danslar vardır. Ölümler ve cenaze törenleri için yapılan danslar ortak özellik taşırlar. Çünkü bunlar düşünülmeden içten geldiği gibi yapılan danslar değildir. Büyü içeren ritüellerdir ve genellikle de yapılış sebepleri ölüm olmasına rağmen hayattan, yaşamın güzelliğinde dem vururlar. Dansçılar ölene yeniden doğuş vaat eder ve bunun için dans ederler. Ölüyü rahatlatmak amacıyla ona görevlerini hatırlatır ya da kötü ruhları ondan uzaklaştırmak için çalışırlar. Her durumda hayatın devamlılığı esas alınır bu danslarda.

Bazı Amerikan Kızılderili kabilelerinde ne zaman bir ölüm olsa dans edilirdi. Filipinli İgorotlar da ölü savaşçılarının etrafında şafaktan öğlene kadar durmadan dans ederlerdi, ona kalkması için bağırır ve onu sarsarak, tekrar dirilişine yardım etmeye çalışırlardı. Yeni İrlanda’da da her yıl haziran ayında bir ay süren ağıt dansları yapılırdı. Dansçılar özel tören kostümleri giyer, bu törene özgü saç tuvaletleri uygularlardı.

Buradaki önemli nokta cenazenin güzel maskeler takarak ölülerin yerine geçen dansçılar tarafından temsil edilir oluşuydu. Bütün ölüler adlarıyla çağrılır, selamlanır, herkes acı acı feryat ederdi (Aktürk, 1999: 10,11).

Kuzey Amerika yerlilerinin yaz ortasında kutladıkları dinsel bayramları sırasında yaptıkları dansa güneş dansı adı verilmektedir. Sekiz gün süren bu bayram sırasında adaklar yerine getirilir, dualar edilir. Bu bayram aslında dünyayı yeni baştan kurmak anlamını taşımaktadır.

Dünyanın yaratılışı danslar ve oyunlarla dramatize edilmektedir. Törene katılanlar kutsal güneş direği çevresinde oynarlar ve bu arada kendilerine işkence ederler. Bu tören eski Amerika yerlilerinin güneş ibadetinin değişik bir şeklidir (Örnek, 1971: 100).

Örnek’in sözünü ettiği güneş dansının Kızılderili ritüelindeki uygulamasını Yıldırım (2008; 27) şöyle anlatmaktadır:

Lakota törenlerinde “bedenin dünya bedenine açılıp” dünyanın verdiği bolluklara şükranın gösterilmesi olağan bir gelenektir. Törene katılanların vücuduna kancaların batırıldığı ve o şekilde kavak ağacına bağlandıkları Güneş Dansı töreninde, Kızılderililer kopan etlerini doğaya şükran hediyesi olarak sunarlarken; “Kadınlar çeşitli biçimlerde yer alsalar da Güneş Dansı’na katılmazlardı. Kartal Adam’ın açıklaması, doğum yapmaları kadınlara doğurmanın acısını yaşama imkânı verdiğinden, Güneş Dansı’na ihtiyaçları olmadığı şeklindedir”

Hula dansı, Hawai adası yerlilerinin dinsel kökenli, ulusal dansıdır. Tanrılar ve şefler onuruna yapılan bu dansı öğrenmek için uzun ve ciddi bir çalışma dönemi gerekmektedir. Eski Hawailer için Hula dansı hangi sınıftan olursa olsun herkesin seyrine katıldığı büyük bir toplumsal olaydır (Örnek, 1971: 111).

Avustralya kıtasında yaşayan Avustralya yerlilerinin ekonomileri avcılık ve toplayıcılığa dayanır. Dinsel ve kültik hayatlarının esasını ise mitik kahramanlarla

Belgede Dans ve iletişim (sayfa 61-70)