• Sonuç bulunamadı

diler! Bütün insanlar değil de sadece kendinizin Allah'ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsanız, bunda da samimi iseniz haydi ölümü isteyin (bakalım)!"23

Belgede . - - lhvan-ı Safa Risaleleri (sayfa 49-64)

Bu ayetler, Yüce Allah'ın dostlarının bir alametine işaret etmektedir ki, [bu da]

onların ölümden sonra Rablerine kavuşacaklarını bildikleri için ölümü istemeleri­

dir. Öyleyse ölüm bir hikmet ve nimettir.

Bölüm

Yine Ölümün Hikmetine Dair

Ey kardeşim, bil ki;

Bedenin Bileşimi Risalesi

'nde açıkladığımız üzere, nefisler zanaatkarlar gibi, bedenler dükkanlar gibi, bedenin organları da aletler gibidir. Son­

ra bil ki; zanaatkarlar mesleklerde çalışırlar; mal kazanmak ve zenginliği elde etmek için işin zorluğunu yüklenirler. Onlardan biri zenginleşince dükkanı ve aletleri bı­

rakır ve işten kurtulur. Nefislerin durumu da böyledir: Nefis, bedenle bir arada bu­

lunduğu halde ahiret azığı olarak kendisinden isteneni yerli yerinde yapınca, bedene ihtiyaç duymaz ve yalnız başına kalır. Şayet kendisinden beden alınmamış olsaydı, bu, nefsin gök/sema melekutuna yükselmesine ve melekler zümresine katılmasına, felekler aleminde dolaşmasına, göklerin boşluğunun genişliğinde yolculuk yapma­

sına ve güzel kokuları koklamasına zarar verir ve engel olurdu. Öyleyse ölüm, Yüce Allah'tan salih kulları için bir hikmet ve nimettir.

Çok dürüst olan Hz. Yusuf (a.s.) şöyle demiştir: "Ey göklerin ve yerin yaratıcısı olan Rabbim, bana mülk verdin ve olayların tevilini öğrettin. Sen benim dünyada ve ahirette dostumsun. Beni Müslüman olarak öldür ve beni salihler arasına kat."24

Onun (a.s.), salihlerle buluşmanın ancak ölümden sonra olduğunu bildiği için ölümü "Beni Müslüman olarak öldür." sözüyle istediğini görmüyor musun? Öyleyse ölüm bir hikmet ve nimettir.

22. Bakara, 2/223.

23. Cuma, 62/6.

24. Yusuf, l 2/1 Ol.

49

Rahman'ın Dostu Hz. İbrahim (a.s.) da şöyle demiştir: "Beni yaratan ve doğru yolu gösteren Oaur. Beni yediren ve içiren Oaur. Hastalandığım zaman bana ş�fa veren Oaur; benim canımı alacak, sonra beni diriltecek Oaur. Hesap günü hatalarımı bağış­

layacağını umduğum Oaur. Rabbim! Bana hikmet nasip eyle, beni salihlerin arasına kat; bana sonra gelecekler için de iyilikle anılmayı nasip eyle! Beni naim cennetlerine mirasçı eyle. "25

Öyleyse cennete mirasçı olmak yalnızca ölümden sonra mümkün olacağı için ölüm bir hikmettir.

Sonra bil ki; nefse Allah'tan gelen şeref, özellikle nefse ulaşır, bedene değil. Çünkü beden toprakta yok olur; salihlere/iyilere katılacak olan onun nefsidir.

Bölüm

Nefsin Kuvveden Fiile Çıkmasının Keyfiyetine D air

Deriz ki: Allah burhanım aydınlatsın, bil ki; çocukların nefisleri bilkuvve/potan­

siyel olarak akıllıdır (akil), ergenlerin nefisleri bilfiil akıllıdır, akıllı olan nef sler bil­

kuvve alimdir, alimlerin nefisleri de bilfiil alimdir. Yine alimlerin nefisleri bilkuvve felsefidir, filozofların nefisleri de bilfiil bilge (hakim)'dir. Seçkin bilgeler bilkuvve melektir, nefisleri bedenlerinden ayrıldığında ise bilfiil melek olurlar. Öyleyse ölüm bir hikmet ve rahmettir.

Ey kardeşim, bil ki; madenler bitkinin cisimlerine dönüşür, bitki cisimleri hay­

vanın cisimlerine dönüşür ve en şerefli hayvan insandır. Bitkinin sureti derinliğe giden girift bir yoldur. Hayvani nefis onu geçer ve ondan kurtulur. Hayvanın sureti yüzeye yayılmış bir yoldur. İnsani nefis onu geçer ve ondan kurtulur. İnsanın sureti doğru ve dik bir çizgi gibi cennet ile ateş -ki o da cehennemin sonlarıdır- arasın­

da dosdoğru bir yoldur. Dolayısıyla hangi nefis onu geçerse cehennemden kurtulur ve meleklerin sureti olan cennete girer; aksi takdirde aşağılıkların en aşağısına geri gönderilir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Şüphesiz biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. Ancak iman edenler ve salih amel işleyenler için eksilmeyen devamlı bir ecir vardır�'26

Ey kardeşim, bu konuya bak ve onun hakkında iyice düşün, çünkü sen büyük bir tehlike üzeresin. Sen cennet kapısının yakınına ulaştın, şayet bedenden ayrılma­

dan önce nefsini düşünüp, salih/iyi ameller, doğru görüşler, güzel ahlak ve hakiki ilimlerle hazırlık yapıp azığını temin ettiysen, senden ricam şudur: Oluş ve bozuluş alemi olan derin ateşten kendini kurtar; felekler alemine, göklerin genişliğine, dai­

mi, baki ve ebedi aleme yükselerek, nebiler, sıddikler, şehitler ve salihlerle -ki bun­

lar ne güzel dostlardır- beraber nimet ve mutluluk içinde cennete ulaş. Bu Allah' tan bir ikramdır!

25. Şuara, 26/80-86.

26. Tin, 95/4-6.

50

Bölüm

Yönetimlerin Gayesine Dair

Bil ki; beden yönetilen, nefis ise yönetendir. Hangi nefis bedeninin yönetiminde

ı•,l' r ckı iği gibi riyazet yaparsa; aile, hizmetçiler ve köleleri yönetebilir. Kim ailesini

. ıı 1 ıl bir biçimde yönetirse, bir kabileyi yönetebilir. Kim bir kabileyi gerektiği gibi

yilııl'l irse, şehrin tüm halkını yönetebilir. Kim şehir halkını gerektiği gibi yönetirse, ıl.ılıi kanunları yönetebilir. Kim ilahi kanunları yönetirse, yaptığı iyiliğin karşılığını

1 il .ıda görmesi için felekler alemine, göklerin genişliğine ve daimi aleme yükselebilir.

Oy leyse ölüm bir hikmettir.

l ·.y kardeşim, şayet ilahi kanunların yönetimi düzeyinde değilsen onda usta-1.ı� ki, belki ehlinin şefaatiyle27 cehennemden kurtulur ve onların yardımıyla sema ıı ıclckütuna ulaşır, Allah'ın rahmeti, ikramı ve rahmetinin genişliği sayesinde

cenne-1 l' girersin. Ey kardeşim, Allah seni doğruda başarılı kılsın; seni ve ülkede bulunan

k .ı rdeşlerimizi doğru düşünceye erdirsin; Allah merhametlidir, cömerttir.

Bölüm

B edenin Kusurları ve Eksiklikleri

Ey kardeşim, bil ki;

"Bedenin Bileşimi Risalesi", "insan Küçük Alemdir Risalesi"

ve

"IJuyu ve Duyulur Risalesi"nde,

bedenle bir arada bulunduğu halde nefsin hikmet, ilimler ve kazançlar elde ettiğini; sanatları, yönetimleri, idareyi, otorite sahibi olma­

yı ve insanın gücü ölçüsünde ilahına benzemeyi başarabilmek için riyazet yaptığını açıklamıştık. Bu beden bu nefis için dünya ile ahiret arasında uzanan bir yol olduğu için, şayet nefs kurtuluşa erenlerin yolunu tutup bu yolu geçer ve onun afetlerinden korunursa, bundan sonraki diğer şeyler ona kolay gelir.

Bu bedenin kusurlarından birisi, nefsin kenefte/tuvalette tutsak biri gibi olması­

dır. Çünkü kenef aslında bu bedenin kendisidir. Beden; kir, idrar, dışkı, sümük, tükü­

rük, kan, irin, salya, kötü kokulu ter, kötü ağız kokusu ve (diğer) iğrenç kokular gibi her türlü pisliğin kaynağıdır. Kenefte pislik adına her ne varsa bedenden çıkar ve onda oluşur. Onun başlangıcı pis bir sperm, sonu kötü kokan bir ceset, bu iki duru­

mun arası ise pislikle

(el-aziret)

doludur. Nefis ise sürekli bedeni temizleme, yıkama, arındırma, tedavi etme, ayıplarını ötme; sıcak, soğuk, açlık, susuzluk, çarpma, darbe alma ve sayısı bilinmeyen arızi sıkıntılardan onu koruma üzeredir.

Özetle, dünyada ne kadar kötü koku, necaset, pislik ve leş varsa hepsi bedenden kaynaklanır. Diğer açıdan diyoruz ki, bedenle birlikte bulunan nefsin örneği, sabah akşam puta tapan putperest gibidir. Şöyle ki; nef s, ilim öğrenmeyi, Aziz ve Celil olan Allah'a kulluğu, bedenden ayrıldıktan sonraki hayatı konusunda düşünmeyi, onun için hazırlık yapmayı ve dünyadan ahirete yolculuğu için azık hazırlamayı bırakır;

yeme, içme, giyim, barınma, binek vb dünya hayatının süsleri gibi bedene uygun olan şeylerle meşgul olursa, puta tapan bir Yahudi28 gibi olur ki, Yüce Allah şöyle 27. Ehlinin Şefaati (şefaati ehliha): Yani ilahi kanunların yönetiminin ehline ait şefaat.

28. Hıidi: Yahudi.

5 1

buyurmuştur: "Heva ve hevesini tanrı edinen ve Allah'ın (kendi katındaki) bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kim­

seyi gördün mü? Şimdi onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hala ibret almayacak mısınız?"29

Bir açıdan da şöyle deriz: Beden Yüce Allah'tan habersiz bir kafir gibidir; O'nu bilmez, kendisini yaratan ve rızıklandıranın kim olduğunu anlamaz.

Başka bir açıdan beden, kendi heveslerine davet eden ve işlerin kendi isteğine göre olmasını isteyen bir bidat sahibi gibidir.

Diğer açıdan beden, neticeleri düşünmeyen aceleci bir cahil gibidir. Yine o, düş­

manlığı gizleyip sadakati göstererek nefsin düşmanı gibidir. Yine o vesvesenin çok­

luğundan dolayı bir şeytan gibidir. Yine o, düşmanlığa çağıran iblis gibidir. Yine beden, nefsin omuzlarında taşıdığı tabuttaki bir ölü gibidir; vah o nefse ki, bedeni toprağa gömünceye kadar ondan yana rahata kavuşamaz. Aynı şekilde beden, ba­

kanların gözleriyle güneşin ışığı arasında bir bulut gibidir; çünkü karanlıklar be­

denin karışım malzemesidir, bakışı aklın ışığından alıkoyar. Beden, (bir yandan) emeller yağdırırken, (diğer yandan) belirlenmiş olanları unutturur. Ve yine şerefi ve cevherinin şerefiyle; oluş ve bozuluşun altında olan bu alemdeki gurbetliğiyle; bu bedenin afetleri ve maddesinin bozgunculuğuyla olan imtihanıyla bu cüz'i nefsin örneği, şu gurbeti yaşayan tecrübeli ve hikmet sahibi adamın örneği gibidir: (Bu adam), ahmak ve günahkar, cahil ve kötü huylu, kötü tabiatlı; sürekli kendisinden güzel yiyecekler, lezzetli içecekler, abartılı elbiseler, süslü mekanlar, kötü şehvetler isteyen bir kadının aşkıyla imtihan edilmektedir. Bu hikmet sahibi kişi, kadına olan sevgisinin baskısının şiddeti ve onunla olan birlikteliğinin belasının büyüklüğün­

den dolayı, tüm gücünü onun durumunu düzeltmeye, tüm ilgisini onun halini ida­

re etmeye harcamış ve ta ki kendisinin durumunu, halinin düzeltilmesini, çıktığı beldesini, beraber büyüdüğü akrabalarını, başlangıçta içinde bulunduğu nimetini unutmuş ve sanki isyankar ve açık bir düşman olan şeytana bağlanmıştır. Bu şey­

tan Yüce Allah'ın şu sözünde söylediğidir:

"Ey Ademoğulları! Şeytan, ana-babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın

. . .

"30

O halde, Adem'i cennetten çıkaran iblis budur.

Sonra şunu bil ki; nefsin cevheri semavi bir cevherdir; onun alemi ruhani bir alemdir. Nefis bizzatihi diridir; varlığını ve bekasının unsurlarını sürdürme husu­

sunda bedenin ihtiyaç duyduğu yeme, içme, giyinme, barınma vb şeylere muhtaç değildir. İnsanın bu dünya arazlarından ihtiyaç duyduğu her şey; durumunu düzelt­

mek, varlığını sürdürmek, ona fayda sağlamak ve zararı ondan def etmek amacıyla bozulan ve dönüşen bu beden içindir. (Bununla birlikte) beden bir an bile tek bir durum üzere durmaz.

Sonra şunu da bil ki; bu nefis belirlenmiş olan vakte kadar bu bedenle birlikte olduğu müddetçe, bu bedenin işlerini düzeltmek için tasasının çokluğuyla kusurlu olacak; insanın dünya hayatı boyunca muhtaç olduğu şeyler ile mal, mülk ve ev

eş-29. Casiye, 45/23.

30. A'raf, 7127.

52

v.ı�ı dde etmek için yorucu meslekler ve sıkıntılı işlerin sorumluluğu hususundaki il�islııin şiddetiyle mutsuz kalacaktır.

Sonra şunu da bilesin ki; nefis bu bedenle ilişkili olduğu sürece, bu bedenden

;ıyrılması dışında ona rahat yoktur. Tıpkı o ahmak ve günahkar kadına aşık olmakla imtihan edilen o hikmet sahibi adam gibi. Bu adam için o kadından ayrılmaktan

Vl' onun sevgi ve aşkını unutmaktan başka imtihan edildiği şeyden ona rahat yak­

ı ıı ı . O halde ölüm, bedenlerin yok oluşundan sonra, iyilerin nefsleri için bir hikmet,

ı .ılı met ve nimettir. Ölüm ancak bir nimet ve mutluluktur. Dünya hayatı ise aldatıcı ıııcıadan başka bir şey değildir.

l lüznü bizden gideren Allah'a hamd olsun. Gerçekten Rabbimiz affedicidir,

�t·kürdur.31 Allah seni, bizi ve bütün kardeşlerimizi doğru olana muvaffak kılsın.

�liphesiz O, kullarına çok merhametlidir, çok şefkatlidir.

Hayatın ve ölümün mahiyeti hakkındaki on beşinci risale tamamlandı. Bunu, l fıızlar Risalesi (Risaletu'l-lezzat) takip edecektir.

3 l . Eş-Şekur: Allah'ın isimlerinden olup; kulların az miktardaki amellerini yanında büyüten ve karşılığını onlara kat kat geri veren demektir. O nun kullarına şükranı, onlara olan mağfiretidir.

5 3

Tabii-Cismani Şeylerin

(el-Cismaniyyatü 't-tabiiyyat)

On Altıncı -İhvan-ı Safa Risaleleri'nin Otuzuncu- Risalesi:

Lezzetlerin Nitelikleri, Hayatın ve Ölümün Hikmeti ile Bunların M ahiyetlerine Dair'

l. Çeviren: Doç. Dr. Murat Demirkol (Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Ana­

bilim Dalı Öğretim Üyesi); Kamuran Göktaş (Mardin Artuklu Üniversitesi İlahiyat Bilimleri Fakültesi İslam Felsefesi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi). Bu risalenin, 52.-63. sayfaları K. Göktaş, 63.-83. sayfaları M. Demir­

kol tarafından çevrilmiştir.

nahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla!

H

hayırlıdır yoksa O'na ortak koştukları varlıklar mı?'72 amd Allah'a ve selam O'nun seçilmiş kullarının üzerine olsun. ''Allah mı daha

Bölüm

Lezzet ve Elem, Keder ve Sevinç, Neşe ve Üzüntü, D inginlik ve Yorgunluk Gibi Durumların Mahiyetleri Hakkında3

Ey kardeşim, bil ki -Allah seni ve bizi kendi katından bir ruh ile desteklesin­

ölümün ve hayatın hikmetine ve bunların mahiyetlerine ilişkin açıklamalarımızı [bir önceki risalede] tamamladık. [O risalede] ölümün ve hayatın oluş ve bozuluş aleminde varlığa gelmelerinin hikmetinin ne olduğunu, canlıların nefislerinin ölü­

mü sevmemelerinin ve hayatı ise sevmelerinin sebebinin ne olduğunu açıklamıştık.

Bu risalede ise lezzet ve elem, keder ve sevinç, neşe ve üzüntü, dinginlik ve yorgun­

luk gibi durumların mahiyetlerini ele almak istiyoruz. Burada bütün bunların birbi­

rine zıt ya da benzer durumlar olduğunu açıklayacağız.

Ey kardeşim, bil ki -Allah seni ve bizi kendi katından bir ruh ile desteklesin- lez­

zet ve elem cismani ve ruhani olmak üzere iki çeşittir. Bunların benzerleri olan diğer durumlar da bu şekildedir.

Cismani lezzetler, canlı nefislerin elemlerin bitiminde hissettiği rahatlıktır. Her­

hangi bir sebeple canlı nefislerin ifrat ve tefrit (ziyade ve noksan) yönlerine meylede­

rek itidalden sapmasıyla hissettiği elemler ise Allah'tan başka hiç kimsenin sayısını bilemeyeceği kadar çoktur. Fakat biz, elem ve lezzetin mahiyetini ve nasıl meydana geldiklerini öğrenmen için bunlardan sadece bir kısmını ele alacağız.

Yeme ve içme lezzetinin mahiyeti bunlardandır. Bu konuda biz deriz ki; midesi ve taşlığı olan canlıların midelerindeki ısının durumu fitille tutuşturulan kandilin ateşi gibidir. Kandil yağı bittiği zaman kandildeki ateşin fitili yakmasında olduğu gibi, 2. Nemi, 27/59.

3. Bu başlık metnin orijinalinde olmayıp mütercim tarafından konunun anlaşılmasına yardımcı olması için eklenmiştir.

midedeki gıda bittiği zaman, [yani gıda] mide sıvısında tutuşup yok olduğu zaman midedeki sinir dokuları da yanar. İşte bu durumda söz konusu nefisler acı hisseder.

Onların bedenleri ise midede kaybolan gıdaya bedel ve karşılık olarak yeni gıda elde etme isteğiyle harekete geçer. Bu istekler mideye ulaştığında ise, midedeki söz konu­

su ısı onları pişirmek için yakmaya başlar. Böylece midedeki bu yangın dinmiş olur ve bu durumda söz konusu canlılar huzur ve lezzet bulurlar. Yemenin lezzeti ise bu ısının yanmasına ve sönmesine göre değişir.

Karaciğer ısısının artmasından kaynaklanan susuzluğa ilişkin durum da bu şekil­

dedir. Bu durumda canlı, tabii ihtiyacını tam olarak alıncaya kadar yeme ve içme lez­

zetini aramaya devam eder. Tabii ihtiyacını tam olarak aldığında ise lezzet sona erer ve teskin olur. Hatta eğer ihtiyaç miktarından daha fazla yenilir ve içilirse söz konusu bu lezzet acıya dönüşür. Bu durumda canlı, yediklerini sindirip hazmedinceye ka­

dar ve bedenin organlarına ulaştırdığı bu gıdaların çözülüp yerine yenisini almaya hazır oluncaya kadar yemeyi ve içmeyi bırakır. Çünkü canlı, göz açıp kapayıncaya kadar olsun bir an bile durmaksızın her zaman bir eritme ve sıvılaştırma halindedir.

Basiret sahibi doktorlar ve tabiat bilginleri bu söylediklerimizin hakikatini ve tavsif ettiklerimizin doğruluğunu bilirler.

Canlıların cinsel ilişkide bulunmaktan aldığı lezzete gelince: Kandan süzülen ve meni olarak isimlendirilen madde canlıların bedeninde çoğaldığında ve kendisine tahsis esilmiş yerlerde biriktiğinde [söz konusu bu yerlerde] ağırlaşma ve uzama meydana gelir. Bu durum, tıpkı idrarın mesanede ve dışkının bağırsakta birikme­

si sonucu [canlılarda] bunların dışarı atılma isteğinin oluşması gibidir. İşte meniye ilişkin durum da aynen bu şekildedir. İlahi hikmet ve Rabbani inayet (yardım), er­

keklerin tabiatında kendi cinsinden olan kadınlarla bir araya gelmek için bir şehvet yaratmıştır. Aynı şekilde kadınların tabiatında da kendilerinden üreme ve doğumun meydana gelmesi için erkeklerle bir araya gelme [şehveti] yaratılmıştır. Çünkü açık­

laması oldukça uzun olan sebeplerden dolayı oluş ve bozuluş aleminde şahısların varlıkları ebedi olmadığından, neslin sürekliliği ancak şahısların sürekliliğiyle ve su­

retin sürekliliği ise ancak maddenin sürekliliğiyle mümkündür. Biz bu sebeplerin bir kısmını

"Yeniden Diriliş ve Kıyamet Risalesi"

4nde bir kısmını ise

"İlletler ve İlletli/er Risalesi

'>snde incelemiştik. O halde bu meni [nutfe] eril canlıların bedeninden çık­

tığı zaman tabiatındaki ağırlık hafifler ve bu durumda söz konusu canlılar rahat ve lezzet bulur.

Canlıların sükunet, dinginlik ve uyku durumlarında aldıkları ruhani lezzetlere gelince; bunun sebebi ise canlıların bedenlerindeki mizacı ısıtan ve organların hare­

ketli kas ve sinirlerindeki rutubeti kurutan harekettir. Bu durumda bedenler hare­

ket etmekten zayıf düşerler. Canlılar sakin, rahat ve dingin olduğunda ise bedenleri soğur ve böylece sükunetten soğukluk, soğukluktan da rutubet meydana gelir. Bu durumda ise sinirler ve bu sinirler ile kasları harekete geçiren kirişler yumuşar ve hareket kolaylaşır. Nitekim bedenlerin, yüklerini ve ağırlıklarını bırakmaları

duru-4. Risa/etu /-Bahsi ve /-Kıyamet.

5. Risaletü'l-'ileli ve'/-Malülat.

58

ı ıı unda buldukları rahatlığın durumu da bu şekildedir. Çünkü aşırı hareket ve ağırlık lıl'dcnlerin mizacını fazlaca ısıtır ve onların itidalden sapmalarına sebep olur.

Canlıların sıcaklık ve soğukluk esnasında buldukları lezzet ve rahatlığa gelince;

bunun sebebi ise şudur: sıcaklık canlıların bedeninde sürekli olduğu zaman bedenin m i zacını fazlaca ısıtır ve böylece itidalden sapmalarına sebep olur. Bu durum ise onlara acı verir. İşte bu durumda canlılar, gölge serinliği ve soğuk ortamlar gibi sı­

caklığın zıddı olan yerlere ihtiyaç duyarlar. Eğer canlılar uzun süre soğuk ortamlarda kalırlarsa, bu kez canlıların bedenindeki soğukluk aşırı bir noktaya varır ki bu du­

nım ise mizacın başka bir yönden itidalden sapmasına sebep olur. Bu kez ise canlılar sıcaklık, güneş ve ateş gibi soğukluğun zıddı olan şeylere ihtiyaç duyarlar.

Bütün bu anlattıklarımızdan ortaya çıkan sonuç şudur: canlılar sürekli olarak ya sıcaklıktan duydukları acıdan onun zıddı olan soğukluğa kavuşmakla ya da tam ter­

sine; soğukluktan duyduğu acıdan onun zıddı olan sıcaklığa kavuşmakla rahat bulur­

lar. Aynı şekilde bütün bu anlattıklarımızdan şu sonuç da ortaya çıkmıştır ki, cismani lezzetler ancak acıların ortadan kalkmasıyla meydana gelir. Bu acılar ise [canlıların mizacının] ya artma veya eksilme şeklinde iki taraftan birine doğru itidalden sap­

masıyla, ya sıcaklıktan soğukluğa veya soğukluktan sıcaklığa, ya hareketlilikten ha­

reketsizliğe veya hareketsizlikten hareketliliğe, ya açlık ve susuzluktan tokluk ve suya kanmışlığa veya tokluk ve suya kanmışlık tan açlık ve susuzluğa geçmesiyle olur. İşte bu örnek ve kıyasa göre diğer bütün cismani lezzetler ve acıların durumu tespit edi­

lebilir. O halde nefsin, varlıklardaki güzelliklere bakmak, hoş sesleri dinlemek, temiz kokuları koklamak ve [pürüzsüz] yüzeylere dokunmakla aldığı lezzetlerin tamamı, bu gibi şeylerin onun mizacına uygun olmasından dolayıdır. Nefsin acı duyması ise, onun mizacına muhalif durumların varlığından dolayıdır. Öyleyse algı, algılayanın mizacını itidalden saptıran her algılanabilir şeyden acı duyar ve ondan hoşlanmaz­

ken, algılayanı itidale ve tabii mizaca geri getiren her algılanabilir şeyden ise lezzet alır, onu sever ve ondan hoşlanır.

O halde, ey kardeşim, bütün bu söylediklerimizi düşündüğün zaman, bu cismani acı ve lezzetlerin canlıların bedenlerindeki mizacın itidalden çıkması ve tekrar itida­

le dönmesiyle olduğunu bilir ve kavrarsın. Çünkü bu acılar canlıları, bedenlerini ve şekillerini kendilerine ilişebilecek af etlerden korumaya teşvik ederken; bu lezzetler ise, onların menfaatlerine olacak şeyleri istemeye ve zararlarına olabilecek şeylerden de uzak durmaya teşvik eder. Zira söz konusu bu bedenler "ölü bedenler" olduğu za­

man, ne kendilerine zarar verebilecek şeylerden uzak durmaya, ne kendilerine fayda sağlayacak şeyleri istemeye ne de kendilerini yok edecek veya mizaçlarını itidalden

man, ne kendilerine zarar verebilecek şeylerden uzak durmaya, ne kendilerine fayda sağlayacak şeyleri istemeye ne de kendilerini yok edecek veya mizaçlarını itidalden

Belgede . - - lhvan-ı Safa Risaleleri (sayfa 49-64)