• Sonuç bulunamadı

1.1.2. Bölgeselleşme ve Avrupa Bütünleşmesi Kuramları

1.1.2.2. Bölgeselleşme, Uluslararası İlişkiler Kuramı ve

araştırma soruları ortaya çıkmaktadır.

1.1.2.2. Bölgeselleşme, Uluslararası İlişkiler Kuramı ve Hükümetlerarası Yaklaşım

Hükümetlerarası yaklaşımın bölgeselleşme açısından önemi, söz konusu yaklaşımın klasik uluslararası ilişkiler kuramıyla olan ilişkisi bağlamında ortaya çıkmaktadır. Zira aşağıda görüleceği gibi çalışmanın temel araştırma sorularından biri ilgili literatürde pek de belirgin görünmeyen bu ilişkiden kaynaklanmaktadır. Buna göre ulusaltı birimlerin birer aktör olarak ön plana çıktıklarının öne sürüldüğü bir ortamda hala klasik kuram doğrultusundaki uluslararası ilişkilerin devam etmesi bu aktörlerin konumunun sorgulanmasını gerektirmektedir.

Avrupa Bütünleşmesinin yukarıda sözü edilen farklı görünümlerinden biri de süreç/yapının aynı zamanda egemen devletlerin sürekli etkileşim halinde bulundukları bir uluslararası sisteme karşılık gelmesidir. Bir başka deyişle bir yandan birtakım yetki alanları uluslarüstü mekanizmalara devredilirken diğer yandan bütünleşmenin aktörleri arasındaki ilişkiler uluslararası ilişkiler çerçevesinde devam etmektedir. Bu bakımdan AB bir yandan başlı başına bir aktör olarak küresel

ölçekteki uluslararası ilişkiler sisteminin parçasını oluştururken aynı zamanda kendi içinde uluslararası ilişkilerin bir alt sistemini (sub system) oluşturmaktadır35.

Uluslararası ilişkiler alanında etkili olan iki temel akım olarak dikkati çeken realizm ve liberalizm Avrupa bütünleşmesini açıklamaya çalışan kuramlar üzerinde de etkili olduğundan bu akımların temel savlarına burada kısaca yer vermek uygun görülmektedir. Klasik uluslararası ilişkiler kuramı olarak da anılan realizm şu üç temel varsayıma dayanmaktadır36:

- devletler uluslararası arenada hakim aktörler olarak tutarlı ve rasyonel davranmaktadırlar;

- devletler kendi üzerlerinde otorite tanımadıklarından uluslararası ilişkilere anarşi hakimdir. Devletler bu ortamda kendilerini savunmak durumundadırlar;

- Anarşi halinde devletler arasındaki güven ve işbirliği son derece hassas dengeler üzerinde yürümekte olup her an savaş olasıdır.

Daha esnek ve pozitif bir yaklaşımı temsil eden liberal ekol ise şu varsayımlar çerçevesinde şekillenmiştir37:

- Dünya politikasına yön veren temel aktörler yalnızca devletler değildir. Uluslarüstü düzeyde AB gibi, ulusaşırı (transnational) ölçekte çokuluslu şirketler gibi, ulusaltı düzeyde de çıkar grupları ve siyasal partiler gibi diğer bir takım aktörler mevcuttur;

- Dolayısıyla devletler arasındaki ilişkilerde söz konusu olan anarşi devletler arasında, devletlerle yukarıda sayılan diğer aktörler arasında veya bu aktörlerin kendi aralarında oluşturulan şebekeler vasıtasıyla önemli ölçüde azaltılabilir;

35 Christopher Hill, Michael Smith, “International Relations and the European Union: Themes and Issues”, Christopher Hill, Michael Smith (der.), International Relations and the European Union, Oxford University Press, Oxford, 2005, ss. 7-9.

36 Filippo Andreatta, “Theory and the European Union’s International Relations”, Christopher Hill, Michael Smith (der.), International Relations and the European Union, Oxford University Press, Oxford, 2005, s. 23.

- Uluslararası politika tamamen askeri güç tarafından belirlenmemektedir. Özellikle iktisadi nitelikli diğer faktörlerin de etkili olduğu bu süreçte realizmin öngördüğünden daha fazla seçenek söz konusu olup işbirliği ve uluslararası kurumların oluşması bunlar arasındadır.

Temel kaygıları küresel ölçekte uluslararası ilişkileri açıklamak olan bu iki ekol de münhasıran Avrupa bütünleşmesini temel alan yaklaşımlar üzerinde etkili olmuştur. Bunlardan hükümetlerarası yaklaşımın (intergovernmentalism) düşünsel temeli realist kurama dayanmakta olup38 bu yaklaşımın yukarıda sözü edilen liberal

çizgi doğrultusundaki uzantısı ise liberal hükümetlerarası yaklaşımdır (liberal intergovernmentalism). Hükümetlerarası yaklaşıma göre uluslararası birer aktör olarak üye devletlerin aralarında yaptıkları büyük pazarlıklar bütünleşme sürecinin temel itici gücünü oluşturmaktadır39. Liberal hükümetlerarası yaklaşım ise üye devletlerin yanı sıra ulusaltı idari-siyasi birimler de dahil olmak üzere diğer aktörlerin de sürece etkin olarak katıldıkları varsayımından hareket eder.

Hükümetlerarası yaklaşım ile çok düzeyli yönetişim sürecin iki farklı boyutunu açıklamakta olup bu açıdan ilk bakışta birbirleriyle çelişebilecek gibi algılansalar da aslında her biri ele aldıkları konular bakımından tutarlı ve tamamlayıcı özellikler sergilemektedirler. Fakat bu iki yaklaşımın neo- fonksiyonalizmden farkı, temelde açıklayıcı-tanımlayıcı (descriptive) amaçlarla geliştirilmiş iseler de, yer yer normatif bağlamlarda da kullanılabilmeleridir. Örneğin bütünleşme sürecinde her biri birer bağımsız aktör olarak yer alan üye devletlerin rolünü ön plana çıkaran ve bütünleşmenin öncelikli olarak bu aktörler arasındaki güç ilişkileri ve diplomatik pazarlıklar yoluyla ilerlediğini savunan hükümetlerarası yaklaşım yer yer sürecin bu şekilde ilerlemeye devam etmesi gerektiği yolundaki argümanları desteklemek için de gündeme getirilmektedir. Diğer yandan bütünleşmenin özellikle Maastricht sonrası süreçte kazandığı yapısal unsurlarına

38 Rosamond, 130.

39 Janne Haaland-Matlary, “International Theory And International Relations Theory: What Does The Elephant Look Like Today And How Should It Be Studied ?”, Avrupa Topluluğu Çalışmaları Birliği (European Community Studies Association - ECSA ) tarafından 5-6 Mayıs 1994’te Brüksel’de düzenlenen Federalism, Subsidiarity and Democracy in the European Union başlıklı konferansta sunulan bildiri, http://www.ecsanet.org/ , 10.10.2006.

bağlı olarak süreçten çok yapı özelliğini ön planda tutan çok düzeyli yönetişim yaklaşımı da öncelikli olarak ulusal, ulusaltı ve uluslarüstü düzeyler arasındaki ilişkileri açıklar görünse de, bu yaklaşım doğrultusunda geliştirilen kimi argümanlar çok düzeyli yönetişimi normatif bir yaklaşım olarak ön plana çıkarmakta, kuramsal düzlemde varolan ile olması gereken arasındaki ayrımı ortadan kaldırmaktadır.

Bir bütünleşme kuramı olarak hükümetlerarası yaklaşım ile çok düzeyli yönetişim arasındaki girift kuramsal ilişki tam da bu çalışmanın temel araştırma sorusu bağlamında şekillenmektedir: çok düzeyli bir sisteme iştirak ederek orada konvansiyonel aktörlerle birlikte etkileşime giren yeni aktörlerin devreye girdiği bir sistemde klasik kuram nasıl işler, veya işler mi? Bu temel araştırma sorusu aslında ilk bakışta pek dikkati çekmeyen kuramsal bir boşluğa da işaret etmektedir. Esasen her ne kadar uluslararası ilişkiler kuramı Avrupa bütünleşmesine yön veren temel kuramsal yaklaşımlar üzerinde – özellikle de hükümetlerarası yaklaşım üzerinde – etkili olmuş ise de söz konusu kuramın temel savlarının Avrupa bütünleşmesi bağlamında pek dile getirilmediği gözlenmekte, bütünleşme kuramlarıyla uluslararası ilişkiler kuramı arasında gözlenen kopukluğun buradakine benzer kuramsal boşluklar doldurularak giderilmesi gerektiğine dikkat çekilmektedir40. Ayrıca yukarıda değinilen tamamlayıcılık ilişkisi düşünüldüğünde söz konusu kuramsal yaklaşımlar arasındaki boşluklar bilhassa önem kazanmaktadır.

Yukarıda da değinildiği gibi klasik uluslararası ilişkiler kuramı doğrultusunda şekillenen hükümetlerarası yaklaşımın temel savı rasyonel aktörler olarak davranan ulus-devletlerin bütünleşmenin temel itici gücünü oluşturduklarıdır. Ne var ki bütünleşmenin yeni “aktörleri” olarak bölgelerin analize dahil edilmesi halinde bu yaklaşım yetersiz kalmaktadır. Bu durumda söz konusu yaklaşımın sınanması için bölgelerin ne derece birer aktör oldukları sorusu gündeme gelmektedir. Bu sorunun cevabını ararken bölgelerin ulusal ve uluslarüstü kurumlarla hangi iletişim-etkileşim kanalları vasıtasıyla ilişki kurdukları sorusu gündeme gelmektedir.

40 Thomas Diez, Richard Whitman, “Analysing European Integration: Reflecting on the English School – Scenarios for an Encounter”, Journal of Common Market Studies, cilt: 40, sayı: 1, ss. 44- 45.

Yukarıdaki sorulara hipotez düzeyinde verilebilecek bir takım cevaplar araştırmacıyı çok düzeyli yönetişim yaklaşımına yönlendirmektedir. Düzeyler arasındaki ilişkileri tüm düzeylerin sürece etkin ve işbirliğine istekli olarak katılımı varsayımı üzerinden açıklayan çok düzeyli yönetişim yaklaşımı ise bölgelerin yine kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden rasyonel aktörler olarak değerlendirilmesini gerektiğini ima etmektedir. Bu noktada karşımıza çıkan temel sorular ise şunlardır:

- Bölgeler birer rasyonel aktör olarak değerlendirilebilir mi? - Bu aktörlerin bütünleşme sürecine doğrudan katılımları ve onu

yönlendirebilecek derecede güçlü olabilecekleri düşünülebilir mi?

Kanımızca bu soruların muhtemel cevapları “aktör” kavramının oluşum süreciyle ilişkili olup kavramsal çerçeveye ilişkin alt başlıkta yer alan “bireyselleşme” kavramının bu bağlamda önemli ölçüde açılım sağlaması umulmaktadır. Fakat daha önce çok düzeyli yönetişim kavramına yakından göz atarak realist çizgideki yaklaşımlarla olan karmaşık ilişkileri biraz daha belirginleştirilmek gerekmektedir.