• Sonuç bulunamadı

Siyaset biliminin geleneksel eğilimleri içinde herhangi bir konunun basitleştirme ve soyutlama amaçlı olarak – fakat aynı zamanda konuyu bir ölçüde çarpıtma riskini de göze alarak – sınırlı bir boyutuyla tek bir analiz düzeyinde ele alındığı gözlenmektedir60. Ne var ki, bugün Batı Avrupa siyaseti, klasik bir siyaset bilimi çalışmasında her biri başlıbaşına birer analiz düzeyi olarak ele alınabilecek uluslarüstü, ulusal ve ulusaltı gibi farklı etkileşim düzeyleri bakımından hem karmaşık, hem de oldukça renkli bir tabloyu yansıttığından, bütünleşme sürecinin herhangi bir boyutunu tek bir analiz düzeyiyle sınırlayan yaklaşımların tablonun genelini kavramakta yetersiz kaldığına dikkat çekilmektedir61. Örneğin hükümetlerarası işbirliği yaklaşımı bütünleşme sürecinin uluslararası düzeydeki işleyişini açıklaması bakımından genelgeçer denebilecek ölçüde kabul görürken, söz konusu yaklaşım yalnızca üye devletler düzeyinde geçerli olduğundan hem bir siyasi yapının inşasını, hem de bu siyasi yapının politika üretme sürecini kapsayan AB’yi etraflıca açıklamakta yeterince etkili bulunamamakta, bu durum karşısında geleneksel tek düzeyli yaklaşımların sınırlarını zorlayarak farklı düzeyleri hesaba katacak bütüncül analizlere başvurulması salık verilmektedir62.

59 Çalışmanın kapsamına giren düzeyler arasındaki karşılıklı ilişkiler – en azından mevcut durum itibariyle – henüz ‘yönetişim’ kavramına karşılık gelmeyeceğinden, burada benimsenecek yaklaşımı ilgili literatürdeki ifadesiyle ‘çok düzeyli yönetişim’ (multi-level governance) yerine ‘çok düzeyli etkileşim’ olarak adlandırmak daha yerinde olacaktır.

60 Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi (üçüncü baskı), Filiz Kitabevi, İstanbul, 2000, ss. 69-70.

61 Peterson, 293. 62 Peterson, 291.

Dolayısıyla çok düzeyli bir analizin getireceği bir takım yöntem sorunlarını hatta riskleri göze alarak bölgeselleşme sürecini farklı düzeyler arasındaki etkileşimleri de hesaba katacak şekilde ele almak çalışmanın sağlıklı temellere oturması bakımından son derece önemli bulunmuştur. Bu doğrultuda, temel düzeylere karşılık gelmek üzere farklı kaynaklarda farklı ifadelerle yer alabilen, bazıları zaman zaman birbirlerinin yerine de kullanılabilen uluslararası, hükümetlerarası, ulusaşırı, uluslarüstü, ulusal, ulusaltı ve bölgesel gibi sıfatlardan ulusal (national), ulusaltı/bölgesel (subnational/regional) ve uluslarüstü (supranational), ilgili literatürle de uyumlu bir biçimde63 bütünleşme sürecinin üç

temel düzeyini ifade etmek üzere benimsenmiştir64. Bu sebeple bu çalışmada hem konuyu sınırlandırıp kuramsal açılımlara imkân verecek ölçüde basitleştirmek bakımından, hem de muhtemelen aynı saikle hareket eden diğer çalışmalarla uyum bakımından65 bu üç düzeyde etkinlik gösteren dinamikler ve bunlar arasındaki ilişkiler incelenmiş ve gözlem sonuçları mümkün ölçüde kuramsal bir yaklaşım çerçevesinde dile getirilmeye çalışılmıştır.

1.1.5. “Kuramlararası” Perspektiften Disiplinlerarası Yaklaşıma: “Durumlar” ve “Bağlamlar”

Yukarıda sözü edilen kısıtlayıcı unsurları aşmak üzere benimsenen tutumların doğal ve zorunlu bir sonucu olarak çalışma disiplinlerarası bir çerçeveye oturmuş, belli başlı aşamalarda kullanılan yöntemler ve çalışmanın disipliner bağlamı da bu

63 Kees van Kersbergen, Frans van Waarden, “Governance as a bridge between disciplines: Cross- disciplinary inspiration regarding shifts in governance and problems of governability, accountability and legitimacy”, European Journal of Political Research, sayı: 43 (2004), ss. 149-150.

64 Yalnız bu bağlamda hükümetlerarası düzeye ilişkin bir noktayı açıklığa kavuşturmak gerekmektedir. Çok düzeyli yönetişim yaklaşımını temel alan bazı çalışmalarda bir kararalma sistemi olarak analiz edilen AB, kendi içinde düzeylere ayrılarak hükümetlerarası düzeyi temsil eden AB Konseyi en üst düzey olarak değerlendirilmekte ve “sistem üstü düzey” olarak adlandırılmaktadır (Peterson, 296). Fakat bu çalışma açısından birinci derecede önemli olan husus, burada gerçekleştirilen analiz bağlamında herbiri aynı düzeyde olan üye devletlerin bölgeselleşmeye ilişkin olarak aralarında yaptıkları pazarlıklar değil, farklı düzeyler arasındaki ilişkilerdir. Zira bölgeselleşme süreci hükümetlerarası görüşme ve pazarlıkların konusunu oluşturmamakta, ancak bunların dolaylı bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Buralarda alınan nispeten genel nitelikli kararlar teknik yönü ağır basan uluslarüstü organlar tarafından işlendikten sonra ulusal ve bölgesel düzeylerde dönüşüme yol açmaktadırlar. Örneğin Ekonomik ve Parasal Birliğe gitme yolunda hükümetlerarası düzeyde alınan kararların bölgeselleşme ile doğrudan doğruya ilgili olduğu iddia edilemez, fakat aşağıda görüleceği gibi bu kararlar doğrultusunda gelişen politikalar bölgeselleşme süreci üzerinde etkili olmuştur. 65 Michael Keating, “Europeanism and Regionalism”, Barry Jones; Michael Keating (der.), The European Union and the Regions, Oxford University Press, New York, 1995, s. 1.

doğrultuda belirginleşmiştir. Bir başka deyişle, Avrupa Bütünleşmesinin farklı boyutlarını ele alan kuramsal yaklaşımların bölgeselleşme bağlamındaki ortak zeminleri üzerinden yapılacak bir analiz, zorunlu olarak söz konusu süreç/yapı ile ilgilenen disiplinlerin de hesaba katılmasını gerektirmiştir.

Esasen bu çalışmanın hangi disiplin kapsamında yer aldığı sorusunun cevabı en kısa yoldan “Avrupa çalışmaları”66 (European studies) olarak verilebilir. Bununla birlikte doksanlı yılların başından itibaren gelişip son yıllarda akademik düzeyde kurumsallaşarak bir anabilim dalı haline gelen bu disiplinin de doğası gereği farklı disiplinlerden beslenmesi, disiplinlerarası yaklaşıma Avrupa çalışmaları bağlamında kısaca değinmeyi gerektirmektedir.

Klasik disipliner yöntemlerin gerçek hayatta ortaya çıkan birtakım karmaşık sorunlar karşısında yetersiz kalmasına bağlı olarak son 10-15 yılda ivme kazanarak gelişen ve zamanla büyük ölçüde kabul gören disiplinlerarası yaklaşım, bu tarz sorunlara birden fazla disiplinin kavram, tutum ve yöntemleriyle yaklaşmayı ifade eder67. Bu bakımdan bazı kaynaklarda “çok disiplinli” (multi-disciplinary), “çoğul disiplinli” (pluri-disciplinary) veya “disiplinleraşırı” (transdisciplinary) gibi terimlerle de ifade edilen bu yaklaşım68, analiz ve çözümde bağlamsallığa (contextuality) verdiği önem bakımından özellikle durum çalışmalarında etkin sonuçlar sağlamış, bağlamı oluşturan farklı boyutları anlayıp açıklamak üzere farklı yöntemlerin kullanılması etkin çözümler sağlamıştır69. Disiplinlerarası yaklaşımın bir diğer boyutu da farklı disipliner yaklaşımları sentezlemenin yanısıra disiplinlerin arasında kalarak gözden kaçan hususları bulup çıkararak, aynı konuyu ilgilendiren fakat ilk bakışta bağlantısız gibi görünen noktalar arasında bağlantılar kurmaya

66 Coğrafi bağlamı Avrupa’yı ilgilendiren çalışmaların büyük kısmının AB üzerine yoğunlaşmasına bağlı olarak bu ifadenin yerine zaman zaman “AB çalışmaları” (EU studies) ifadesi de kullanılabilmektedir (Peterson, 289; Wallace, ss. 100, 102). Bu çalışmada gerek AB öncesi tarihsel perspektiflerin önemli ölçüde yer tutması, gerek geniş anlamıyla AB bütünleşmesi kavramının AB’nin mevcut sınırlarını aşması dolayısıyla birinci ifade tercih edilmiştir.

67 Garry D. Brewer, Kerstin Löwgren, “The Theory and Practice of Interdisciplinary Work”, Policy Sciences, sayı: 32 (1999), s. 315.

68 Necdet Teymur, “Disiplinlerin Aralığında(ki) Mekân”, 26-28 Şubat 1998 tarihlerinde “Toplum ve Bilim” ve “Defter” dergileri ortak çalışma grubunca düzenlenen Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek konulu sempozyumun bildirileri (ikinci baskı), Metis Yayınları, İstanbul, 2001, s. 272; Bengt Hansson, “Interdisciplinarity: For what purpose?”, Policy Sciences, sayı: 32 (1999), s. 339. 69 Garry D. Brewer, “The Challenges of Interdisciplinarity”, Policy Sciences, sayı: 32 (1999), s. 329.

imkan tanımasıdır70. Bu bakımdan disiplinlerarası yaklaşım farklı unsurların biraraya getirildiği basit bir sentezi değil, bu unsurların tamamını aşacak orijinal bulgulara ulaştıran bir düşünce tarzını ifade eder71.

Belirli sınırlar dahilinde kurgulanan klasik disiplinlerin getirdiği genelgeçer nitelikli yaklaşımların Sosyal Bilimlerin karmaşık doğasına bağlı olarak pek çok olguyu açıklamada giderek yetersiz kalması özellikle Soğuk Savaşın bitimini takip eden yıllarda siyasi coğrafya/jeopolitik alanında kendini göstermiştir. Bu alandaki spesifik bilgi eksikliğinden kaynaklanan pratik ihtiyaçlar alan çalışmalarının önemini artırmış, Avrupa çalışmaları da bu doğrultuda gelişmiştir72. Öte yandan küresel ölçekte genelgeçerlik iddiasındaki kuramların gerçeği ne derece yansıttıkları sorgulanırken “büyük kuramlar” (grand theories) olarak nitelendirilen bu tarz kuramların – özellikle de Avrupa bütünleşmesi bağlamında – gerekli olup olmadıkları da tartışmaya açılmıştır73. Bu bağlamda “geniş kapsamlı bir kurama ihtiyacımız var mı?” sorusundan çok “belirli bir bağlamda ortaya çıkan şu veya bu sorunu analiz etmek için hangi kavramsal araçlara ihtiyacımız var?” sorusu daha yerinde bulunmaktadır74.

Bu sebeple alan çalışmaları büyük ölçüde durum çalışmaları doğrultusunda gelişmiş, kuramsal yaklaşımlar ise ancak belli bir coğrafi-siyasi bağlamda geçerli olacak şekilde benimsemiştir75. Bu tutum aşağıda değinilecek olan yeni jeopolitik anlayışıyla da yakından ilişkilidir. Buna göre jeopolitik disiplininde son yıllarda ön plana çıkan yaklaşımlar her yerde ve her zaman geçerli olacak kuram ve kurallar yerine son derece karmaşık faktörlerle şekillenen ve çoğunlukla belirsizliklerle yüklü durum çalışmalarına öncelik vermektedir76. Durumsallık yaklaşımına örnek olarak,

70 Anders Karlqvist, “Going Beyond Disciplines, the Meanings of Interdisciplinarity”, Policy Sciences, sayı: 32 (1999), s. 379; Teymur, ss. 271-276.

71 Teymur, 274.

72 Gerard Toal, “Re-asserting the Regional: Political Geography and Geopolitics in a World Thinly Known”, Political Geography, sayı: 22 (2003), s. 654.

73 Ruth Wodak, Gilbert Weiss, “Analyzing European Union Discourses: Theories and Applications,” Ruth Wodak, Paul Chilton (der.), A New Agenda in (Critical) Discourse Analysis, John Benjamin (Yayınları), Amsterdam, 2005, s. 125; Toal, 655.

74 Wodak, Weiss, 125.

75 Janet E. Kodras, “Geographies of Power in Political Geography”, Political Geography, sayı: 18 (1999), s. 77.

neo-fonksiyonalizmin daha genelgeçer bir kapsamı hedefleyerek tüm bütünleşme hareketlerini açıklamayı hedefleyen fonksiyonalizmden farklı olarak münhasıran Avrupa bütünleşmesi sürecini açıklamak üzere gelişmesi77, dolayısıyla bu kuramın temel savlarının bütünleşme alanını ifade eden siyasi-coğrafi bağlamla sınırlandırılması gösterilebilir. Görüldüğü gibi, tıpkı ortaya çıktığı yıllarda tarih, hukuk, iktisat, siyaset bilimi gibi disiplinlerin bileşimi olarak algılanan Uluslararası İlişkiler gibi78 Avrupa çalışmaları da disiplinlerarası bir çalışma alanı olarak ortaya çıkmış, fakat kısa sürede akademik düzeyde kurumsallaşma sürecine girmiştir.

Bununla birlikte, her ne kadar başlıbaşına bir disiplin olarak kabul edilse de, siyasi coğrafyayı esas alan diğer alan çalışmaları gibi Avrupa çalışmalarının temel belirleyicileri de klasik disiplinlerden farklı olarak – kimilerine göre yapay olarak oluşturulmuş79 - sınırlar değil, bu alana giren çalışmaların bağlamlarıdır. Bu durumun doğal bir sonucu olarak temel araştırma konusu itibariyle Avrupa çalışmaları kapsamına giren çalışmalar, belli disipliner sınırlar içinde yer almayıp her biri konuları doğrultusunda farklı disiplinlerden beslenmektedir. İşte bu sebeple, temel araştırma konusu ve disiplinlerarası yapısı itibariyle Avrupa çalışmaları kapsamına giren bu çalışmanın hangi disiplinlerden ne şekilde beslendiğinin de kısaca üzerinde durulması gerekmektedir.

Bölgeselleşme süreci Avrupa bütünleşmesinin öncelikli olarak siyasi boyutuyla ilgili olduğundan ve buradaki temel kaygı bu sürece dahil olan aktörler arasındaki güç ilişkilerine ve etkileşimlere ışık tutmak olduğundan, çalışmanın beslendiği temel disiplinler siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler olmuş, ulusal düzeydeki idari-siyasi yapılanmaların uluslarüstü süreçlerden ne şekilde etkilendiğine ilişkin kısımlar da Kamu Yönetiminin kapsamına girmiştir. Ayrıca çalışmanın belirli bir coğrafi alanı ilgilendirmesi ve çalışma süresince ortaya çıkacak temel savların öncelikli olarak bu coğrafi alana yönelik olması sebebiyle zaman

77 Rosamond, ss. 23, 73.

78 Chris Brown, Understanding International Relations, Macmillan Press, Londra 1997, s. 21. 79 Meyda Yeğenoğlu, “Çokkültürlülük Disiplinlerarasılık mıdır?”, 26-28 Şubat 1998 tarihinde “Toplum ve Bilim” ve “Defter” dergileri ortak çalışma grubunca düzenlenen Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek konulu sempozyumun bildirileri (ikinci baskı), Metis Yayınları, İstanbul 2001, s. 287.

zaman birbirinin yerine de kullanılabilen siyasi coğrafya ve jeopolitik disiplinleri de çalışmanın altyapısında önemli bir yere sahiptir. Öte yandan daha sınırlı bir ölçüde de olsa, bölgeselleşmenin ulusal ve bölgesel düzeydeki etkilerini değerlendirirken anayasa hukuku, idare hukuku, iktisat gibi disiplinlerin verileri de gündeme gelmiştir. Özellikle siyaset bilimi ve hukuk kaynaklı veriler ortak bir bağlamda ele alınmak üzere söylem çözümlemesi yöntemleri kullanılarak değerlendirilmiştir. Örneğin konunun salt hukuki boyutunu ele alacak bir çalışmadan farklı olarak, bölgeselleşme sürecinde yürürlüğe giren mevzuat bu mevzuata hakim olan söylem çerçevesinde değerlendirilmiş, böylelikle kanun koyucunun politik tercihleri ve söz konusu tasarrufların ideolojik arkaplanı hakkında fikir yürütmeye çalışılmıştır. Söylem çözümlemesi vasıtasıyla elde edilen veriler çalışmanın belkemiğini oluşturan İtalya örneğinde ulusal düzeye ilişkin uygulamalar hakkında fikir verirken, diğer yandan uluslarüstü hatta küresel düzeydeki gelişmelerin İtalya bağlamında yaşanan süreç üzerindeki etkileri de yine aynı yöntem vasıtasıyla belirginleşmiştir.

Çalışmanın disiplinlerarası yapısıyla ilgili olarak dikkati çeken ilginç bir nokta çalışmaya veri ve yöntemleriyle katkıda bulunan belli başlı disiplinlerin de aslında sınırları tam olarak belirlenemeyen, dolayısıyla doğaları itibariyle disiplinlerarası özellikler gösteren çalışma alanlarından meydana gelmesidir. Buna göre siyasi coğrafya veya jeopolitik disiplinlerinin kapsadıkları alan bazı araştırmacılar tarafından coğrafya ve siyaset bilimleri arasında kalan ve her ikisinden de beslenen bir tampon bölgeye benzetilmektedir80. Öte yandan uluslararası ilişkiler disiplininin de kökenleri itibariyle disiplinlerarası eğilimlerle şekillenmiş olması doğal olarak aynı sorunu bu disiplinle siyasi coğrafyanın ilişkisi bakımından gündeme getirmekte ve bu sorun karşısında daha esnek ve bağlama göre değişen dinamik bir disiplinlerarası yaklaşım önerilmektedir81. Bu arada siyasi coğrafya ve jeopolitik disiplinleri arasındaki ilişki de oldukça problematik görünmektedir82. Kimileri temel ilgi alanları itibariyle hemen tamamen örtüşen, dolayısıyla da bazan

80 Ian S. Lustick, “Geography and Political Science”, Political Geography, sayı: 18 (1999), s. 901. 81 Yosef Lapid, “Where Should we Begin? Political Geography and International Relations”, Political Geography, sayı: 18 (1999), ss. 895-898.

82 Peter J. Taylor, “Geopolitics, Political Geography and Political Science”, David Atkinson, Klaus Dodds (der.), Geopolitical Traditions, Routledge, Londra: 2000, s. 375.

aynı disiplini ifade etmek üzere birbirinin yerine kullanılan83 bu terimlerden güç odaklı analizlerde ön plana çıkan jeopolitiği siyasi coğrafyanın bir alt dalı olarak görürken84, kimileri bu kavramın kökenlerinin 20. yüzyılın ilk yarısındaki Alman yayılmacılığına dayandığını hatırlatarak bu çalışma alanını ifade etmek üzere yalnızca siyasi coğrafya terimini benimsemektedirler85. Diğer yandan söz konusu sebeplerden dolayı İkinci Dünya Savaşını takip eden yıllarda akademik çevrelerden dışlanan jeopolitik son yıllarda, özellikle de soğuk savaşın sona ermesi ve spesifik coğrafi ve siyasal özellikleriyle farklılaşan kriz alanlarının uluslararası areneda ön plana çıkmasına bağlı olarak daha nesnel ve soğukkanlı yaklaşımlar ışığında yeniden gündeme gelmiştir86. Bu yeni jeopolitik anlayışı coğrafya ile siyaset bilimi arasındaki ilişkiyi genelgeçer kural ve kuramlar arayışı içinde sürdürmek yerine daha “mütevazı” spesifik özellikleriyle ön plana çıkan münferit durum ve deneyimler üzerine yoğunlaşmayı tercih etmektedir87. Jeopolitik disiplininin bu yeni çığırında belli başlı inceleme alanları olarak Avrupa Birliği, bölgeselleşme ve ademimerkezileşmenin başı çekmesi de bu bağlamda oldukça dikkat çekicidir88.

İşte bu sebeplerden dolayı çağdaş yaklaşımlarla şekillenen jeopolitik disiplini de, çalışmanın beslendiği temel disiplinler arasında yer almaktadır. Çalışma bağlamında siyasi coğrafyadan çok jeopolitik kavramının tercih edilmesinin bir nedeni de bizim akademik geleneğimizde siyasi coğrafyanın daha çok coğrafyanın bir alt dalı olarak görülmesi ve bir disiplin olarak jeopolitiğin bizde pek de olumsuz karşılanmamış olmasıdır. Dolayısıyla zaten farklı disiplinlerin arasında yer alan bu çalışma alanının sınırları pek net görünmemekte89, fakat bu durum bir sorunun değil, bu alanda yaşanan dinamizmin ve sağlıklı bir çoğulculuğun göstergesi olarak yorumlanmaktadır90. 83 Lustick, 901. 84 Taylor, 375. 85 Lapid, 898. 86 Defay, ss. 43-44. 87 Defay, 44. 88 Defay, ss. 112-116.

89 Kodras, ss. 75, 78; Lapid, ss. 896-897; Toal, 653. 90 Toal, 653.