• Sonuç bulunamadı

Bölgenin Jeomorfolojik Gelişimi ve Sonuç

II. Bölüm: FİZİKİ COĞRAFYA ÖZELLİKLERİ

2.11. Bölgenin Jeomorfolojik Gelişimi ve Sonuç

Araştırma sahası olan Sultandağı ilçesi ve çevresi paleozoikten neojene kadar su altında kalmış, neojen başlarında ise su yüzüne çıkarak kara haline gelmiştir. Neojen başlarında az belirgin bir relief arz eden araştırma sahası, üst oligosende kuzey-güney yönlü sıkışma oluşturan alp tektonik hareketleri ile bir taraftan kıvrılmaya diğer taraftan da kırılmaya maruz kalmıştır. Kırılmalar neticesinde Sultandağları’nın kuzeydoğu kesiminde meydana gelen KB- GD yönlü doğrultu atımlı Sultandağı fayı ile Akşehir Gölü’nün kuzeyindeki GB-KD yönlü bir diğer doğrultu atımlı fay olan Üçkuyu fayı oluşmuştur. Fayların olduğu kesimlerden itibaren Sultandağları ve Emirdağları yükselerek kabaca bugünkü şeklini almıştır. Buna göre, araştırma sahasının su yüzeyine çıkmasından sonra üst oligosende vuku bulan alpin tektonik hareketler, Sultandağları ve Emirdağları’nın yükselmesine, dağlar arasında kalan kesimde ise Eber-Akşehir Havzasının oluşumuna yol açmıştır (Öğdüm, F.,1991).

Miosende oluşan relief şartlarına bağlı olarak, Sultandağları ve Emirdağları üzerinde genellikle kuzey-güney istikametinde uzanan akarsular gelişmiştir. Relief amplitüdünün fazlalığından dolayı akarsuların aşındırma güçleri artmış, akarsular bir yandan dağların yüksek kesimlerini aşındırmış ve fay dikliklerini yarmış, diğer yandan da aşındırdığı malzemeleri Eber-Akşehir Havzasına biriktirmişlerdir. Miosen esnasında flüvyal aşındırma ile Sultandağları ve Emirdağları irtifa kaybederek yassı bir topoğrafya haline dönüşmüştür. Böylece Sultandağları’nın 1800-1900 m seviyelerinde miosen aşınım yüzeyleri oluşmuştur. Ancak Sultandağları’nda kuvarsit ve kalkerlerden oluşan sahalar aşınmaya karşı dirençli

oldukları için bu kesimler tepe ve zirveler halinde kalmıştır. Ayrıca, miosen aşınma devri esnasında, Sultandağları ve Emirdağları’nı kat eden akarsular, Eber-Akşehir Havzasının kaide seviyesine kadar yataklarını kazmışlar, dağlık kesimden aşındırdıkları malzemeleri havzaya taşıyıp biriktirerek miosen göllerini doldurmuşlar ve böylece dağ için peneplasyon süreci tamamlanmıştır. Dağdan aşındırdığı malzemeleri Eber-Akşehir Havzasına biriktiren akarsular, dağların Eber-Akşehir Ovası ile kesiştiği kesimlerine kaba kum, çakıl ve blok gibi iri klastik elemanları biriktirirken göllere yakın kesimlere ise ince kum, kil, silt ve marn gibi küçük elemanları biriktirmişlerdir (Atalay, İ., 1977).

Pliosende, Sultandağları ve Emirdağları tekrar tektonik hareketler neticesinde yükselmiş ve doğrultu atımlı faylar olan Sultandağı fayı ve Üçkuyu fayı bir daha gençleşmiştir. Kuzey ve güneydeki dağların yükselmesi ile bu dağlar üzerinde daha önce oluşmuş olan akarsuların aşındırma ve derine kazma olayları şiddetlenmiş böylece dağ üzerinde oluşan miosen dönemine ait peneplen (yontukdüz) hızla derine doğru kazılmaya başlanmış, aşınım ürünü gereçler de havza içerisindeki göllerde biriktirilmiştir. Fayların gençleşmesi sonucunda gerek Sultandağları’nı gerekse Emirdağları’nı kat eden akarsuların vadileri, fay dikliği önünde asılı vadiler halinde kalmışlardır. Bu devrede ilerleyen aşınım faaliyetleri neticesinde, asılı vadilerin yatakları yeniden teşekkül eden kaide seviyesine göre yarılırken, içlerinde akan derelerin getirmiş oldukları materyaller fayların olduğu kesimlerde yığılmaya başlamıştır. Sultandağları’nın kuzeydoğu etekleri ile Emirdağları’nın güney eteklerinde genellikle kum, çakıl, iri çakıl ve bloklar; havzanın merkezi kısımlarında ise kil, kum ve kısmen de marnlardan oluşan ince unsurlardan oluşan elemanlar birikmiştir. Pliosende tektonik olayların yavaşladığı evrelerde aşınım faaliyetleri hız kazanmış, daha önce teşekkül etmiş olan miosen aşınım yüzeyi yer yer parçalanmıştır. Miosen peneplenini derine kazan konsekant akarsular, tektonik aktivitenin durgun olmasından dolayı vadilerini sadece derine kazmakla yetinmemiş aynı zamanda yanal aşındırma yapmak suretiyle tabanlı ve olgun görünüm kazandırmışlardır. Ana akarsuların kollarını oluşturan derelerin vadileri ise, bu yeni aşınım faaliyetlerine ayak uyduramayarak asılı vadiler halinde kalmışlardır. Diğer taraftan, aşınım neticesinde hasıl olan detritik materyaller depresyonda biriktirilmiştir. Ancak pliosen aşınım devresi, miosen aşınım devresine nazaran kısa olması sebebiyle, geriye doğru aşınım dalgası fazlaca içlere sokulamamıştır (Öğdüm, F., 1991).

Pliosen ortalarına kadar sakince devam etmekte olan tektonik olaylar pliosen sonlarında birdenbire daha farklı ve şiddetli bir tektonik rejimin etkisi altında kalmıştır. Üst pliosende batıya kayan Anadolu levhasının hareketine Sultandağları kütlesinin tampon teşkil etmesi ile

bölgede daha önce başlamış olan kuzey-güney yönlü sıkışmanın yanı sıra egemen olarak doğu-batı yönlü yeni bir sıkışma rejimi ortaya çıkmıştır. Bu tektonik rejim değişikliği sonucunda daha önce kuzey-güney yönlü sıkışma nedeniyle oluşmuş doğrultu özellikteki Sultandağı fayı nitelik değiştirerek eğim atım özelliğini kazanmıştır. Eğim atım, büyük bölümlerde normal, bazı kesimlerde ise bindirmeye varan ters fay özelliğindedir (Öğdüm, F., 1991).

Doğu-batı yönlü sıkışma rejiminin yarattığı tektonik aktivite Sultandağları’nın kuzeybatı bölümlerinde daha çok, güneydoğu bölümlerinde daha az yükselmeye neden olmuş, dağın Akşehir-Eber Havzasına bakan kuzey kesimi, Yalvaç Havzasına bakan güney kesimine göre daha çok yükselmiştir. Sonuçta Sultandağları genel olarak kuzeyden güneye doğru çarpılmıştır. Bu çarpılma bölgenin jeomorfolojik biçimlenmesinde bir takım değişikliklere yol açmıştır. Nitekim, bölgedeki önceleri kuzey-güney yönündeki sıkışma rejiminin üst pliosenden itibaren doğu-batı yönüne dönüşmesi ile Eber-Akşehir Havzası KB-GD yönünde gelişmiştir. Ayrıca, dağın kuzeybatısının güneydoğusuna nispetle yüksek olması bu çarpılmanın sonucudur. Ayrıca su bölümü çizgisinin sürekli olarak güneybatıya göçü sonucunda bir çok vadi kapmaları gerçekleşmiştir. Vadilerin kuzeybatıda aşırı yarılmalarına karşılık güneydoğudakiler daha az yarılmıştır. Sultandağları’nın çarpılması, Sultandağları’nın ve bu dağ üzerinde gelişmiş olan akarsu vadilerinin asimetri kazanmasına yol açmıştır. Üst pliosen tektonizması ile, Sultandağları üzerinde oluşmakta olan pliosen aşınım yüzeylerinin gelişmesi yarıda kesilmiş, aşınım yüzeyleri yaklaşık 400 m yükselerek şerit biçiminde dar düzlükler halinde kalmıştır (Öğdüm, F., 1991).

Pliosen sonlarında başlayan doğu-batı yönlü sıkıştırma rejiminin ürünü olarak güneye çarpılan Sultandağları’nın yükselmesi ve Eber-Akşehir Havzasının çökmesi pleistosen başlarında da devam etmiştir. İçerisinde Eber ve Akşehir Gölleri’nin de bulunduğu Eber- Akşehir Havzasının, kuaterner başında tektonik olaylar sonucu bir miktar çökmesi ile faylar tekrar gençleşmiştir. Oluşan yeni reliefe bağlı olarak Sultandağları üzerinde pliosende oluşan tabanlı vadiler derine kazma sonucu 400 m kadar yarılarak gençleşmiştir. Söz konusu gençleşme neticesinde aşınma faaliyetleri hızlanmış, aşındırılan enkaz akarsularca Eber- Akşehir Havzasına taşınmıştır. Akarsuların taşıdığı malzemelerin havzaya biriktirilmesiyle şiddetli bir sedimentasyon vuku bulmuş böylece Sultandağları’nın KD’su ile Emirdağları’nın güneyinde bir takım birikinti konileri gelişmeye başlamıştır. Bu birikinti konilerinin taban seviyesi, o dönemin göl seviyesi olan 1000 m’dir. Ayrıca pleistosen sonlarına doğru Eber-

Akşehir Havzasıyla bu havzanın batısındaki Karamuk Havzası etek döküntüleriyle ve çökelleriyle birbirinden ayrılmıştır (Atalay, İ., 1977).

Pleistosende, araştırma sahası sadece tektonik olaylara değil aynı zamanda iklim değişikliklerine de maruz kalmış, bunun sonucunda şimdiki iklim şartları ile izahı mümkün olmayan glasiyal ve periglasiyal topografya şekilleri oluşmuştur. Nitekim, Sultandağları’nın 1800 m’den yüksek kısımları periglasiyal, 2000 m’den yüksek kesimleri ise glasiyal iklim kuşağına girmiş ve bugün dağ üzerinde görülen başta nivasyon sirkleri olmak üzere tekne vadiler, solüflüksüyon, konjeliturbate ve konjelifraksiyon gibi bir takım periglasiyal şekiller teşekkül etmiştir. Bunun yanında pleistosenin plüvial devrelerinde, Akşehir ve Eber Gölleri seviye ve hacim değişikliklerine maruz kalmıştır. Plüviyal devrelerde göllerin hacmi genişlemiş, interplüviyal devrelerde ise göllerin hacmi daralmıştır. Plüviyal göller en fazla 1000 m’ye kadar yükselmişlerdir. Bu değer Akşehir Gölü’nün şimdiki seviyesinden 42 m, Eber Gölü’nün seviyesinden ise 35 m daha fazladır. Plüvial devrelerde Eber ve Akşehir Gölleri’ndeki su yüzeyinin bugünkü seviyelerinden 35-42 m daha yüksek olması göl kenarlarında bir takım taraça ve falezlerin oluşmasına yol açmıştır. Plüviyal devreden sonra göllerin çekilmeğe başlamasıyla kenardaki göl depoları, taraçalar şeklinde yüksekte kalmış, falezler açığa çıkmıştır (Atalay, İ., 1977).

Holosende, göllerin kuruyup daralması sonucu yerel taban seviyesi düşmüş, buna bağlı olarak Sultandağları ve Emirdağları’nın eğim kırıklığının bulunduğu kesimlerde, faylar boyunca alüvyon yelpazeleri ve etek dolguları oluşmuş, akarsularda geriye ve derine kazma işlemi devam etmiştir. Bunun sonucunda eğim kırıklığı önünde ve eski göl tabanları üzerinde bugünkü yüksek alanlardan taşınan malzemelerin yığılmasıyla alüvyon koni ve yelpazeleri ortaya çıkmıştır (Öğdüm, F., 1991).

Sonuç olarak söylemek gerekirse, Sultandağları ve Emirdağları ile bu dağların arasında kalan Eber-Akşehir Havzası, neojende gerçekleşen alp tektonik hareketleri ile kuaternerin plüvial ve interplüviyal devrelerindeki etkin olan klimatik koşul ve süreçlerin denetiminde şekillenmiş ve bugünkü konumunu almıştır.

3. İKLİM ÖZELLİKLERİ