• Sonuç bulunamadı

“Esnek İstihdam Politikalarının Geçici Personele Etkileri: Elazığ Eğitim Araştırma Hastanesi Örneği” adlı çalışmanın kuramsal verileri ve takiben verilen anket çalışmasına ait verilerden de görüleceği üzere sağlık sektörü ciddi sorun ve problemlerle karşı karşıyadır.

Sağlık sektörü insanların hayat kalitelerinin yükseltilmesi ve toplum sağlığı açısından vazgeçilmez önemde olan bir konumdadır. Özellikle, İkinci Dünya Savaşından sonra dünyadaki özelleştirme uygulamalarıyla, çalışma ilişkilerindeki esneklik uygulamaları yaygınlık kazanmaya ve genelleşmeye başlamıştır. Bu sürecin sonunda, sağlık sektöründe özelleştirme ve devlet desteğinin kademeli olarak kaldırılması yönünde çalışmalar hız kazanmış ve bu yönde politikalar işlerlik kazanmaya başlamıştır. Bu politikaların özellikle gelişmiş ülkelerde ortaya çıktığı ve fikri arka planının bu ülkelerde oluşturulduğu, ilk uygulama alanlarının da buralar olduğunu belirtilebilir. Bu ülkelerde sağlık hizmetlerinde özelleştirme ve özel sektöre açılma uygulamaları sonunda, beklenildiği üzere hizmette kaliteyi (kimi noktalarda) ve alternatifleri arttırması yanında; bu alandaki harcamaların devlete getirdiği yükün daha da artması ve bunun sonucunda toplumun büyük bir bölümünde bu hizmetlerden duyulan memnuniyetsizlik ve benzeri konular gündeme gelmiştir. Toplumun alt kesimlerinin sunulan sağlık hizmetlerine ulaşması (önceki dönemlere göre) daha da zorlaşmış ve kişilerin aldığı sağlık hizmetlerinde ödedikleri katkı payları ve miktarları daha da artmıştır. Uygulama alanlarındaki bu kötü deneyimlere rağmen özelleştirme ve devletin küçültülmesi uygulamaları gelişmiş ülkeler tarafından gelişmekte olan ülkelere empoze edilmeye çalışılmaktadır. Çok uluslu devletlerin ve bunların uzantısı olan şirket ve firmaların rant alanı haline getirilen sağlık hizmetleri (diğer bir çok sektör gibi) özelleştirilmeye ve devletin sunduğu sosyal hizmet olma niteliğini kaybetmeye başlamıştır.

Bu politikaların Türkiye’de yaygınlık kazanmaya başladığı 1980’li yıllardan sonra, sağlık sektöründe piyasaya açılma ve esnekleşme uygulamaları yaygınlık kazanmaya

başlamıştır. Bu dönemden sonra; özellikle devletin sağlık alanındaki yatırımlarının azaldığı, bu alanda özel sektörün gelişti(rildi)ği ve devlet tarafından da desteklendiği bir politikanın işlerlik kazanması dikkatleri çekmektedir. Bu yıllardan sonra sağlık sektöründe özellikle alt işlerde (yemekhane, temizlik gibi alanlarda) taşeron (alt işveren) yoluyla personel istihdamına başlanmış ve ilk defa aynı kurumda farklı pozisyonlarda personel istihdam edildiği bir dönemin kapıları aralanmıştır. Personel istihdamı yanında sağlık alanında birçok alan özel sektörden hizmet ve mal alımı yoluyla işletilmeye başlanmış ve sağlık alanının büyük şirket ve firmaların büyük kârlar kazandığı alanlar haline gelmesine yol açmıştır. Devletin kademeli olarak çekilmeyi hedeflediği sağlık sektöründe özelleştirmeler sonucunda hizmetlerin niteliğinin tartışılabileceği söylenebilir. Sağlık hizmetlerinin paralı hale gelmesi durumu, vatandaşlar için yine hak ve gelir kayıpları anlamına geleceği ve tartışılacak bir alan haline geleceği söylenebilir. Genel Sağlık Sigortası (GSS) kapsamında herkesin gelirine göre prim ödediği (asgari ücretin üçte birinden az kazancı olan kişilerin primini devletin ödemesi planlanmakta), kişinin prim ödemediği zaman ise sağlık hizmeti alamadığı bir sistem oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bu durum da sağlık sektörünün, kişinin sağlık hizmetini alırken cebinden daha çok para çıkacağı, kendisinin ticari bir meta haline geldiği bir alan haline gelmesine yol açmaktadır. Kişinin sahip olduğu güce ve paraya göre hizmet alacağı bir sistemin oluşturulmaya çalışıldığı bir durumla karşı karşıya olduğumuz belirtilebilir.

İlk olarak yemekhane ve temizlik gibi alt alanlarda uygulama alanı bulan taşeronlaşma süreci daha sonradan temel işlerde de ( sağlık hizmetleri sınıfı: ebe hemşire gibi) kullanılan bir istihdam şekli haline gelmiştir. Hemşire, ebe, sağlık memuru gibi yardımcı sağlık hizmetlerinde çalışanların çoğunlukla üniversite hastanelerindeki taşeron yoluyla istihdamı, bu sürecin varmak istediği nokta hakkında bir fikir vermektedir. Bu şekilde üretim maliyetlerinden tasarruf etme amacıyla başlatılan ve yeni zenginler yaratan bu süreç; çevre işgücünden (temizlik, yemekhane, güvenlik), merkez işgücüne (hemşire, teknisyen, doktor)

doğru uygulama alanını genişletmeye devam etmektedir. Doğal olarak bu durum da aynı kurum içinde aynı işi yapan, farklı (ve orantısız) ücretler kazanan, farklı kanunlara tabi (ve birbirini sevmeyen) çalışanların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu durum, DMK (Devlet Memurları Kanunu) ve Anayasa’nın çalışma ve çalışma ilişkilerini düzenleyen birçok hükmüne aykırı olduğu halde, sermaye temsilcilerinin siyasi güç ve baskılarıyla çalışma alanlarının kısmen de olsa kanunsuz ve kuralsız alanlar olmasına yol açmaktadır. Çalışanların yaptıkları işin karşılığını alamamaları durumu, sözleşmeli ve taşeron pozisyonlarda her an işini kaybetme korkusu içinde çalışmaları, çalışma alanlarının çalışanlar için kendilerini yabancı hissettikleri ve kurumla bütünleşemedikleri yerler haline gelmesine yol açmıştır.

Araştırmanın ilk bölümünde; araştırmanın konusu, amacı ve metodu, evreni, sınırlılıkları hakkında gerekli açıklamalar yapılmıştır. Araştırmaya yön veren sorularla ve taşeronlaşma sürecini anlamaya yönelik daha önceki gözlem ve görüşmelerden elde edilen verilere dayalı araştırmanın soruları belirtilmiştir.

Araştırmanın ikinci bölümünde çalışma hayatı ve esneklik uygulamaları hakkında kuramsal ve teorik bilgiler verilerek konunun daha açık bir şekilde anlaşılması amaçlanmıştır. Çalışma olgusu ve esneklik kavramı ana başlığı altında; çalışma kavramı ve tarihsel süreçteki gelişimine değinilmiş, çalışmaya ilişkin klasik ve çağdaş yaklaşımlar hakkında açıklamalar yapılmıştır. Üretim sistemleri alt başlığında; taylorist, fordist ve post-fordist üretim sistemleri hakkında kısa bir açıklama yapılmıştır. Daha sonra esneklik ve taşeron (alt yüklenici) konusu hakkında açıklamalar yapılmıştır. Esneklik kavramıyla ilgili açıklamalardan sonra esnekliğin nedenleri, esneklikle ilgili teoriler, esneklik biçimleri ile ilgili açıklamalar verilmiştir. Esneklik biçimleri içinde özellikle ücret esnekliği ve alt işveren uygulamaları üzerinde özellikle durulmuştur. Ücret esnekliği başlığı altında, asgari ücret konusu hakkında açıklamalar yapılmıştır. Alt işveren yoluyla çalışma biçiminin günümüzde yaygın bir uygulama alanı bulması, bu konu üzerinde özellikle durulmasının ana nedenidir. Esnek

çalışma şekilleri başlığı altında ise, çalışma hayatında görülen esnek çalışma biçimleri hakkında kısmi bir açıklama yapmak amaçlanmıştır. Esnek istihdam politikalarının genel olarak etkileri alt başlığında ise; Türkiye’de çalışma hayatında esneklik ve özelleştirme uygulamalarına değinilmiş, sağlık alanında yaşanan esneklik ve özelleştirme uygulamaları hakkında kısmi bilgiler verilmiş ve son olarak meslekler ve sağlık sosyolojisi açısından alt işveren uygulamasına değinilmiştir.

Çalışma hayatının tarihsel arka planını vermek suretiyle çalışma olgusunun geçirdiği tarihsel süreç ve değişimler, klasik ve çağdaş yaklaşımlar çerçevesinde verilmeye, bir perspektif oluşturmaya çalışılmıştır. Burada çalışma kavramının anlam ve içerik bakımından özellikle Endüstri Devriminden sonra radikal bir şekilde değiştiği belirtilebilir. Sanayi devriminden önce hayatın içinde olan çalışma, bir oyun olarak algılanıp yapılmakta (kötü özelliklerini de unutmadan: kölelik gibi) ve daha çok ihtiyacı olduğu kadar ve sınırlı bir oranda yapılmaktaydı. Sanayi devriminden sonra zamanla üretimin kitleselleşmeye başladığını ve devasa boyutlara ulaştığı bilinmektedir. Bu süreçle çalışma, bürokratik bir örgüt yapısı içinde, sınırları daha önceden çizilmiş bir süreç dâhilinde örgütlenen ve gerçekleştirilen bir faaliyet haline gelmiştir. Sanayi devriminin ilk yıllarında üretimin devasa artışı ve kitleselleşmesiyle beraber çalışanlar kentlerde yoğunlaşmaya ve buralarda birikmeye başlamışlardır. Büyük fabrikalarda ağır işlerde ve uzun çalışma saatleri (16–18 saat) içinde kadın ve çocuklarında dâhil olduğu durumlar ve hak ihlalleri gündeme gelmeye başlamıştır. Uzun süren mücadeleler sonucunda çalışanlar örgütlenmeye ve birer baskı grubu haline gelmeye başlamışlardır. Bu sürecin meyveleri, çalışma sürelerinin kısalması, ücretlerin adil ve eşit hale gelmesi ve sosyal hak ve imkânların arttırılması şeklinde alınmıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise ulus devletlerin zayıflaması ve buna paralel ulus ötesi devlet ve yapıların güç kazanmasına paralel üretim ilişkileri alanında da değişimler olmuş ve çalışma ilişkileri yeniden yapılanıp değişmiştir. Fordist üretimin ülke sınırları içinde, büyük

fabrikalarda, yürüyen bantlardan geçerek ve kitlesel yapılması süreci de bu andan sonra sekteye uğramıştır. Üretimde Post-Fordist aşama olarak belirtilen süreçte üretim süreci parçalara ayrılmış, her bir işin farklı yerlerde ve firmalarda yapıldığı ve ulus ötesi ülkelerde daha ucuza ve üretim maliyetlerinin daha az olduğu alanlara kaydırıldığı yeni bir dönemin kapıları aralanmaya başlamıştır. Yukarıdaki gelişmeler ışığında amacı net olarak ortaya konan bu süreç temelde; personel istihdamında esnek bir yapılanmayı ve beraberinde sözleşmeliliği, taşeronlaşma sürecini getiren bir niteliktedir. Gelişmemiş ve ucuz işgücünün yoğun olduğu ülkelerde üretim yapma yoluyla üretim maliyetlerini azaltmayı hedefleyen ve belli kesimlerin kârını maksimize etmeyi amaç edinen bir çalışma ve üretim biçimidir.

Buna paralel olarak, çalışma hayatında görülen esnek çalışma biçimleri, nedenleri ve çalışma hayatındaki etkileri üzerinde de gerekli açıklama ve değerlendirmeleri yapılmıştır. Üretimde fordist yapının yerini post fordist çalışma ve üretim ilişkilerinin alması sonucu, çalışma hayatının parçalanma sürecine girdiğini ve farklı çalışma biçimlerinin ortaya çıktığı belirtilebilir. Bu çalışma biçimlerinde temelde esnek bir üretimin ve esnek pazar ilişkilerinin hâkim olduğu değişken bir yapının var olduğu söylenebilir. Bu bağlamda araştırma konusunu oluşturan taşeronlaşma (alt işveren) yoluyla istihdamın, esnek çalışma biçimlerinden biri olarak sınıflandırıldığı görülmüştür. Fordist dönemi hâkim kamu personeli istihdam biçimi olan kurumların kendi bünyesinde kadrolu pozisyonda eleman istihdam etme biçimi, Post-Fordist dönemde değişime uğramış ve kadrolu istihdamın yerini sözleşmeli-taşeron istihdam şekli almıştır. Taşeron yoluyla istihdamda kişi, çalıştığı kurumda alt işverene bağlı ve ücretini ondan alan, alt işverenin kendi adına üst işverenle pazarlık yaptığı bir meta haline geldiği bir süreç söz konusudur. Bu durumun da çalışanların kendilerini kuruma ait hissetmemelerine, kurumsal özdeşleşme ve benimseme süreçlerinin eksik ve yetersiz olmasına buna bağlı olarak kişinin verimsizleşmesine ve yabancılaşmasına yol açabileceği vurgulanmaktadır.

Araştırmanın üçüncü bölümünde alandan elde edilen veriler, kuramsal bilgiler paralelinde yorumlayıp değerlendirilmiştir. Araştırmanın ilk bölümünde araştırmamıza yön veren sorular belirtilmiştir. Daha sonra alandan elde edilen verilerle bu soruların cevapları verilmeye çalışılmıştır. İlk bölümde geçici personelin kişisel özelliklerine ilişkin cinsiyet, yaş, doğum yeri, eğitim durumu, medeni hal gibi değişkenlere ilişkin veriler belirtilmiştir. Geçici personelin cinsiyet dağılımında, erkekler lehinde bir yanlılık söz konusudur. Yapılan işin ağır ve zahmetli olması durumu bu durumu açıklayan başlıca nedenlerdendir. Geçici personelin yaş değişkeni bakımından çoğunlukla genç bir grup olduğu söylenebilir. Geçici personellerin doğum yeri durumlarında ise ağırlıklı olarak ‘Elazığ’ doğumlu kişiler olduğu görülmektedir. Bu durum, işverenin tercihi veya başvuranların tercihi ile ilişkisi olabilir. Geçici personelin, eğitim durumu bakımından daha çok ilköğretim ve lise mezunu kişilerden oluştuğunu belirtilebilir. Sekreterlik ve poliklinik hizmetleri birimlerinde çalışan geçici personelin, çoğunlukla lise ve ön lisans mezunu kişilerden oluştuğu belirtilebilir. Medeni hal değişkeni bakımından çalışanların çoğunlukla evli olması durumu, çalışanların evlilik ve aile kurumuna verdikleri önemle açıklanabilir.

Geçici personelin ailelerine ilişkin genel bulgular kısmında çalışanların; eş eğitim durumları, eş meslek durumları, çocuk sayıları ve eğitim gören çocuk sayıları, aylık gelir miktarları, alınan ücretin harcandığı yerler ve ekonomik bakımdan içinde bulundukları koşullar tespit edilmeye çalışılmıştır. Araştırma bulgularına göre, çoğu çalışanın eşlerinin eğitim durumu bakımından ilköğretim düzeyinde olduğu ve meslek olarak ev hanımı oldukları belirtilebilir. Araştırmadaki bulgulardan ve gözlemlerden çalışanların çoğunun erkek olması, kadınların eğitim düzeyi bakımından düşük bir konumda olmaları ve kadının çalışmasına yönelik bazı ön yargıların mevcudiyeti bu durumun bir açıklayıcısı olarak belirtilebilir. Araştırma bulguları ve gözlemlerden çalışanların, çocuk sayıları bakımından 1–3 tane arasında çocuk sahibi oldukları; bu durumun da, çocuk yetiştirmenin ekonomik

bakımdan maliyetinin yüksek olması ve kentsel yaşamda ideal çocuk sayısının 1–2 tane arasında olduğu yönündeki yaygın kanının çalışanlar tarafından da paylaşılması durumundan kaynaklandığı belirtilebilir. Çalışanların çoğunun; çocuklarının eğitimine önem verdikleri ve imkânlar dâhilinde çocuklarının okumaları yönünde bir eğilimde oldukları, bulgulardan ve alandaki gözlemlerden hareketle belirtilebilir.

Yapılan işe ilişkin bulgular kısmında ise, çalışma süresi, işe giriş biçimi, hastanede çalışma nedeni, fazla mesai şekilleri ve karşılığında alınanlar, kurumun mesleki hastalık ve risklere karşı aldığı önlem ve uygulamalar, kurumun sunduğu sosyal hizmetler ve yararlanma durumu gibi değişkenlere ilişkin veriler sunulmaktadır. Hastanede çalışma süresi bakımından, temizlik ve yardımcı hizmetleri biriminde çalışanların, güvenlik ve sekreterlik- poliklinik hizmetleri birimindeki çalışanlara göre daha fazla çalışma sürelerinin olduğu görülmektedir. Bu durum, hastanede ilk olarak temizlik ve yardımcı hizmetler alanında taşeronlaşma sürecinin başlaması ve akabinde diğer birimlerde devam etmesiyle açıklanabilir. Araştırma bulguları ve alandaki gözlemlerden çalışanların işe, referans aracılığıyla girmenin yaygın bir durum olduğu belirtilebilir. Taşeronlaşma süreci, devletin izin verdiği alanlarda özel sektörün ekonomik gücü ve iktidar bağlarının kuvveti oranında bazı hizmetleri devlete sunma (satma) amacıyla oluşturulmuş bir kurumdur. Taşeron firma bünyesindeki çalışan; ekonomik bakımdan düşük bir gelire sahip olan, işi daha çok sosyal sigorta imkânlarından faydalanmak için kabul eden, belli bir referansın varlığını da (kurumda çalışan idareci, milletvekili vd.) bulmuş ve bunu harekete geçirmeyi başarmış kişi olarak karakterize edilebilir. Anket sonuçlarına göre çalışanların çoğunun, referans aracılığıyla işe girdiği tespit edilmiştir. Geçici çalışanların hastanede çalışma nedeni olarak, sigortalı ve devamlı (diğer taşeron işlere göre daha sürekli) bir iş olması ve başka bir iş bulamama durumunun etkili olduğu belirtilebilir. Geçici çalışanların fazla mesaiye kalma durumları olarak, daha çok hafta sonu ve bayram tatillerinde yapılan çalışmaları ima

ettiklerini bunun yanında, bazen ekstra işler için fazladan çalıştırıldıkları durumların olduğu ayrıca belirtilebilir. Fazla mesai karşılığında daha çok izin kullanıldığı, bayram tatili nöbetlerinin ücretinin alındığı belirtilebilir. Kurumun mesleki hastalık ve risklere karşı aldığı önlemlerin yetersiz veya hiç olmadığı belirtilebilir. Taşeron çalışmanın olması ve buna bağlı kalifiye eleman istihdamının yapılmaması, elemanların çalıştıkları birimlerin sık sık değiştirilmesi, hizmet içi eğitim ve uygulamaların yetersiz olması, denetim mekanizmalarının zayıflığı gibi nedenlerde ayrıca belirtilebilir. Geçici çalışanların kurumun asli personeli sayılmaması nedeniyle kurumun azda olsa sunduğu sosyal hizmetlerden faydalanamamasına neden olduğu söylenebilir.

Çalışanların ekonomik durumlarına ilişkin bulgular kısmında; mevcut gelirleri, harcama şekilleri, ev sahipliği ve kiracılık durumu, harcamaların ödenme biçimi, alınan ücretin ihtiyacı karşılaması durumu, alınan yardımlar, ek iş yapılması, gibi değişkenlere ilişkin elde edilen veriler sunulmaktadır. Geçici çalışanların aylık gelirlerinin çok az olduğu belirtilebilir. Bu durumda alınan ücretin, çalışanların ihtiyaçlarını karşılayamadığı ve dışarıdan yardım veya ek işler yapmalarını zorunlu kıldığı belirtilebilir. Çalışanların, aldıkları ücretin çoğunu zaruri ihtiyaçlarını kısmi olarak karşılayacak şekilde sınırlı bir şekilde kullandıkları belirtilebilir. Geçici çalışanların aldıkları ücretin az olması sebebiyle, ek iş yapma eğiliminde oldukları ve iş buldukları zamanlarda çalıştıkları söylenebilir. Çalışanların daha çok temizlik, inşaat işçiliği, tarım ve hayvancılık gibi ek işlerle uğraştıkları söylenebilir. Kredi kartı kullanma oranının % 50’den fazla olması, kredi kartı kullanımının kolaylıkları yanında özendirilmesi süreçlerinin bir sonucu olarak görülebilir.

Çalışanların yaptıkları işe ve hayata yükledikleri anlamlar konusunda; çalışanlara göre geçici işin anlamı, geçici pozisyonda çalışmanın iş yerindeki verimliliğe etkisi, geçici- kadrolu personel arasındaki farklar, kuruma ve işe aidiyet, boş zaman aktiviteleri, sendikalara ve siyasi bakış açıları, ülkenin genel gidişatı hakkındaki düşüncelerine ilişkin veriler

sunulmaktadır. Geçici çalışanların geçici işe yükledikleri anlamlar ve tanımlar konusunda; yapılan işin geçici, zor, karşılığı alınamayan, kölelik sistemine benzer ortak yönleri olan bir nitelikle olduğunu düşünmektedirler. Bu durumunda, çalışanların iş yerindeki verimliliklerini ve örgütsel bütünleşmelerini olumsuz etkilediği vurgulanabilir. Geçici çalışanların kadrolu çalışanlardan farklı olduklarını düşündükleri konular; daha ağır ve yorucu çalışmaları, emeklerinin karşılığını tam olarak alamamaları ve sendikal haklardan yoksun kalmaları, yöneticilerin kendilerine farklı davranmaları olarak sıralanabilir. Bu sebeplerden dolayı çalışanların çoğu, kendilerini kuruma ait hissedememekte, mesleki doyum ve bütünleşme süreçlerinin tam olarak alınamamasına yol açtığını düşünmektedirler. Taşeronlaşma yoluyla çalışmanın çalışanlar üzerinde olumsuz etkileri olduğu ayrıca belirtilebilir. Bu şekilde çalışanlar; ağır şartlarda, çok düşük ücretler karşılığında, kadrolu pozisyondaki çalışanlara göre daha alt pozisyonda olduğu durumu hissettirilerek ve bu durumu ona bazı ekstra işler yüklenerek de kullanılan ve hatırlatılan bir pozisyondadırlar. Ayrıca taşeron çalışanları şikâyet hakkı olmayan ve olduğu zaman işini kaybetme durumuyla karşı karşıya kalınan, sendikal hak arama yolları olmayan ve bu noktada yalnızlaşan ve silikleşen bir noktada, “kurumun asıl personeli” olmadıkları için kurumun sunduğu sosyal hizmetlerden faydalanılamayan bir çalışma ortamında çalışmaktadırlar. Bu durumda, çalışanların işe karşı isteksiz olmaları, iş ortamında gergin ve sinirli olmaları, kendilerini kuruma ait hissetmemeleri ve yabancılaşmaları gibi durumları ortaya çıkardığını sahadan elde edilen verilere dayanılarak ifade edilebilir. Çalışanların işe başladıktan sonra gelirleri ve hayat standartlarında belirgin bir değişmenin olmadığı bulgulardan hareketle vurgulanabilir. Kişilerin çalıştıkları işin ekonomik bakımdan getirisinin fazla olmaması, yaptıkları işin karşılığını tam olarak alamamaları yaşamdan memnuniyet düzeylerini olumsuz etkilemektedir. Geçici çalışanların boş zamanlarında; dinlenerek, aileleri ve çocuklarıyla ilgilenerek ve televizyon izleyerek geçirdikleri belirtilebilir. Çalışanlar taşeronlaşma

sürecinin çok kolay değişemeyeceğini, bu alanda çok zorlu bir sürecin kendilerini beklediğini ve bu şartlar altında hak arama faaliyetlerinin çok tehlikeli ve göze alınamayacak bir iş olduğunu düşünmektedirler. Çalışanların sendikal hak arama faaliyetlerine karşı temkinli ve soğuk bakmaları durumuna, çalışanların eğitim seviyelerinin ve sosyo ekonomik düzeylerinin düşük olması yanında, devletten talepte bulunma ve hak arama faaliyetinin yerleşik siyasal kültürümüzde olmayan bir uygulama olması durumunun neden olduğunu belirtilebilir. Asgari ücretli işe referans yoluyla giren çalışanlar hak arama faaliyetlerine girmeleri durumunda kendilerinin yerine dışarıdan birinin ikame edilmesinin çok kolay olduğunu ve bu durumun da Demokles’in kılıcı gibi enselerinde varlığını daima hissettirdiğini ve bundan kaynaklı bu hareketlerden uzak durma eğiliminde oldukları söylenebilir. Ancak özellikle büyük şehirlerde taşeron çalışanların; bilinçlenme ve örgütlenme düzeylerinin artmasına paralel sendikal hareketler içinde yer almalarıyla mevcut hayat ve çalışma koşullarının düzeldiğini ve bu durumun diğer çalışanları emsal teşkil cesaretlendirdiğini ifade edilebilir. Bu süreci üreten mekanizmaların çalışanlar lehine düzeltilmesi zor olmakla birlikte imkânsız