• Sonuç bulunamadı

Aynü’l-Kudât’a Yöneltilen Suçlamalara Neden Olan İfadeleri ve Onun Bunlara

Onun Bunlara Cevabı

Aynü’l-Kudât, yaşadığı bütün sıkıntıların sebebi olarak daha çocuk sayılabilecek bir yaşta yazdığı risâleyi işaret eder. O, bu risâlede kullandığı ifâdelerinin, kendisi hakkında art niyetli hasımları tarafından maksadı aşan bir yorumla ortaya koyulduğunu ve böylece kendisine olmayacak ithamların yapılmasının yolunun açıldığını söyler. Aynü’l-Kudât bu risâlede aleyhinde yorumlanmaya müsait bazı muğlâk ifâdelerin bulunduğunu itiraf eder. Ancakrisâle baştan sona okunduğu takdirde, kendisine yöneltilen ithamların ve suçlamaların ne kadar haksız olduğunun gün yüzüne çıkacağını dile getirir. Çünkü bu bölümde, hakkında yapılan bazı eleştirilerin cevabının dikkatli okunduğu takdirde aynı risâlede bulunduğuhakîkatini göz önüne serer. Geriye kalan diğer itham ve suçlamaların cevaplarının ise yazdığı diğer eserlerinde cevap bulduğunu dile getiri.

Aynü’l-Kudât,risâlesinde dile getirdiği “Ezelî hükümranlığın azameti parıldadı ve kâtip yok oldu, sadece kalem kaldı.”, “Kadîm benliğim beni bürüdü ve yeni benliğimden sıyrıldım.”, “Kuş kafesine uçtu.” ve ‘’Eğer aralarındaki –sırlar- ortaya çıksaydı, ne kürsü kalırdı ne de arş, hepsi yok olup giderdi.’’ gibi sözlerinden dolayı

98

kendisine zındıklığı ve küfrü yakıştırdıklarını ifâde eder. Hatta daha önce de belirttiğimiz gibi peygamberlik iddiasında bulunduğunu söyleyecek kadar ileriye gitmişlerdir.

Aslında yukarıdaki ifâdelerin basit cümlelerden ibaret olduğunu söyleyemeyiz. Ancak Aynü’l-Kudât’ın da belirttiği gibi birçok sûfî aynı manaları ihtiva eden ifâdeleri kullanmıştır. Sûfiyye katında bunlar anlaşılır ve sorunsuz ifâdelerdir. Çünkü her birinin bu ifâdelerden kasdı ‘’tevhid’’dir. Manaların nüfûz edilirse bu ifâdelerin hakîkatinden anlaşılacak tek şey budur. Biz bunu daha bu müdafaa’da geçen “Allah (c.c.) her şeyin kaynağı ve menba’ıdır” ifâdesinde de dile getirmiştik. Bütün bu ifâdelerin üzerinde tefekkür edilirse, bu ifâdelerin “Biz Allahtan geldik ve yine Ona döneceğiz”239 ayeti ile örtüştüğü anlaşılacaktır.

Aynü’l-Kudât, ilk bakışta sorunlu gözüken ifâdelerin her birinin tevhid inancını yansıttığını belirtir. Hasımları ise bunları onun küfrüne delil olarak ortaya koymuşlardır. Özellikle onun bir risalesinde dile getirdiği “Yazar yok oldu ve kalem kaldı” ifâdesinden peygamberlik iddiasında bulunduğuna hükmetmek çok haksız bir durumdur. Ondan önce ve sonra dahi bu gibi ifâdeler kullanılmıştır. Ancak bu gibi ifâdeler ‘’ İnsana bilmediğini öğretti’’240veya ‘’Senin bize öğretinden başkasını bilmiyoruz’241’ gibi

ayetlerde bildirilen ilmin kaynağının Allah (c.c.) olduğu hakîkatini haykırmak için kullanıldığı unutulmamalıdır. İbn Arâbî veya Bedîuzzaman Sa’id Nursî gibisûfî meşrepli bazı müellifler eserlerini kaleme alırken“Bize bu yüce hakîkatler yazdırıldı” şeklinde ifâdeler kullanmışlardır. Ancak ne bu kimseler peygamberliğe soyunmuş ne de insaf sahibi zâtlar bu kimselerin peygamberlik iddiasında bulunduğunu iddia etmemiştir.

Aynü’l-Kudât hakkında yapılan ithamların gerçeklerden ne kadar uzak olduğunu ortaya koymak adına sûfiyye’nin kendi ifâdelerine benzeyen sözlerini aktarmaya ve bunların hakîkatini anlatmaya çalışır. Öncelikle kendi risâlesinde de yer verdiği Vâsıtî’nin şu sözlerini nakleder:

Allah Teâlâ, yarattıkları’nın bazılarını rubûbiyyetine –âlemlerin Rabbi

239 Bakara Sûresi, 2/156. 240 Alak Sûresi, 96/5. 241 Bakara Sûresi, 2/32.

99

olduğuna- işaret ve delil olsun diye bu âlemde ortaya çıkarmıştır. Sonra bu ortaya çıkarıp görünür kıldıklarını tekrar gizlemiş ve ademiyete göndermiştir. Çünkü ‘’O’nun zâtından başka her şey yok olacaktır’’242ayeti bunu gerektirir. O’nun yarattıkları

azameti karşısında bir toz zerreciği hükmündedir ve ilimden başka, yaratılmışları Ona ulaştıracak hiçbir vesile yoktur. Onu akıllarıyla kavradıkları gibi ispat ettiler.243

Aynü’l-Kudât, yukarıdaki ifâdelere paralel olarak eleştirilen risâlesinde geçen ‘’Hakîkat şudur ki, Allah (c.c.)’a“küll’’ ve “kesret”i, O’nun haricindekilere ise “cüz” ve “bir”liği nispet ettim.’’244şeklindeki sözleri ie ilgi şu açıklamalarda bulunur: ‘’Bu

söylediklerimin manası şudur ki, bütün varlıkların O’nun zâtının azametine göre nispetleri, ‘’cüz’ ‘’lerin ‘’küll’’e yani parçaların bütüne ve yine ‘’bir’’lerin ‘’kesret’’e nispetleri gibidir. Çünkü bütün varlıklar –tek tek – Onun kudret deryasından bir damla gibidirler.’’245 Görüldüğü gibi Aynü’l-Kudât, bu ifâdeleriyle hasımlarının iddia ettiği

gibi ne Allah (c.c.)’ın“bir” den çok olduğuna ne de O’nun “cüz” lere yani parçalara ayrıldığını dile getirmeye çalışmıştır. Aksine bunlar, yaratılmışların Ona nispeten durumlarını izah etmek için söylediği ifâdelerdir. Çünkü yine onun ifâdesi ile Allah c.c. kısımlara ayrılmaktan ve bölünmekten hâşâ münezzehtir.

Yukarıda da görüldüğü gibi o ifâdeleri kullanan kişinin görüşlerine ve açıklamalarına başvurulmadan yapılan yorum ve te’viller çok büyük yanlışlara sürükleyebiliyor. Bu arada Aynü’l-Kudât, sûfiyye’nin ‘’Cebrâil, arş, kürsî, ve melekût âlemi’nin bütünü, onun ötesinde bulunan âleme nispeten bir kum zerreciği ya da ondan küçük bir şeydir.’’246ifâdesi’nin kendi ifâdelerine yakın olduğunu ve burada dile

getirilen ‘’azlık’’ ve ‘’çokluk’’ terimlerinin mücerred manadaoransal bir karşılığı’nın bulunmadığını bunlara mecâzî anlamlar yüklenildiğini ifâde etmektedir.

Bunların hepsi Allah Teâlâ’nın azamet, güç ve kudretinin enginliğini ortaya koymak için sarf edilmiş sözlerdir. Aslında yukarıdaki ifâdeleri filozoflara bir reddiye olarak da kabul etmek mümkündür. Çünkü filozoflar, Allah Teâlâ’nın sadece bir şeyi yarattığını, onun hâricindekilerin O’nun masnuâtı olmadığı şeklinde görüşler ileri 242 Kasas Sûresi, 28/88. 243Aynü’l-Kudât, Şekva’l-Garîb, s. 27. 244Aynü’l-Kudât, a.g.e.,s. 27. 245Aynü’l-Kudât, a.g.e., s. 27. 246Aynü’l-Kudât, Şekva’l-Garîb, s. 28.

100

sürmüşlerdir. Aynü’l-Kudât da, daha önce geçen ifâdelerindeki ‘’kesret’’ ve ‘’bir’’ terimleriyle filozofların bu nazariyesini çürütmeye çalışmıştır. Bunların haricinde dile getirilen tüm iddialar sadece yorum yapanı bağlayan gerçek dışı ifâdelerdir.

Aynü’l-Kudât’ı bu eleştirilerde asıl hayrete düşüren şey ise daha öncede değindiğimiz gibi risâlenin bir bütün olarak ele alınıp okunmamasıdır. Örneğin, âlemin ezelîliği ile ilgili verdiğimiz bilgiler de olduğu gibi cımbızla seçilmiş bir cümle de Aynü’l-Kudât’a bir eleştiri yapılıyor. Ancak âlemin hâdis -sonradan meydana gelen- olduğu ile ilgili on sayfalık malumat görmemezlikten geliniyor.

Az önce verdiğimiz konu ile ilgili de aynı şey geçerlidir. Risâleden yoruma müsait bir mücmel ifâde seçildikten sonra tevhid ilkesine aykırı bir anlam yükleniyor ve böylece Aynü’l-Kudât’ın küfrüne hükmediliyor. Hâlbuki aynı risâledeki Allah (c.c.)’ın birliğine yapılan vurgular ve savunmalar görmezden geliniyor. Ayrıca daha önce zikrettiğimiz gibi Aynü’l-Kudât’a göre Mutlak Varlık’ın haricindeki her şey bâtıldır ve aslî itibariyle yok hükmündedir. Çünkü varlık âleminde vücûd bulmuş her şey varlığını Kadîm ve Ezelî olana borçludur. Allah (c.c.)’ın haricindeki her şey hadistir ve sonradan meydana gelmiştir. Ve her şeyin tek kaynağı ve menba’ı Allah (c.c.)’tır. Çünkü her şey O’nun yaratmasının bir sonucunda varlık âleminde vücûd buluyor. Bütün bu gerçekler nasıl olurda bir tarafa bırakılır ve sadece bir mücmel bir ifâde te’vil edilerek hüküm verilebilir? Ayrıca risâlesinde hem deist ve hem de panteist tanrı tasavvurunun muhâl olduğunu da özellikle bildirmiştir.

I. Aynü’l-Kudât’ın Hz. Musa (a.s.) Gibi Rü’yetullahı Talep Ettiği

İddiası

Yine hasımların iddia ettiğine göre sözü edilen risâlenin farklı yerlerinde Aynü’l-Kudât, Hz. Musa (a.s.) gibi rü’yetullah konusunda Allah (c.c.)’tan bir talep içerisinde olmuştur. Hz. Musa (a.s.)’a, Allah(c.c.) ‘’Beni göremezsin’’ buyurduğu halde Aynü’l-Kudâtnasıl olurda böyle bir beklenti içerisine girer suçlaması yöneltilmiştir. Hâlbuki yine aynı risâlede kendisinin ‘’Hz. Muhammed (s.a.v.) haricinde ister nebî ve ister velî olsun hiç kimse dünyada Allah (c.c.)’ı göremeyecektir.’’ şeklinde bir ifâdesi mevcuttur. Ve bu cümle yoruma kapalı bir ifâdedir. Çok açık ve net bir şekilde böyle bir şeyin dünyada gerçekleşmeyeceğini ortaya koyuyor. Nasıl oluyor da onun böyle bir

101

talebi dillendirdiği söylenebilir? Evet, açık olmayan mücmel ifâdeleri insanlar istedikleri manaya hamledebilirler ancak hiçbir şekilde farklı bir manaya hamledilmeyecek derecede açık olan ifâdelerin delil olarak alınması ve buna göre hüküm verilmesi daha insaflı olacaktır.

Bu türlü ithamların bütün sûfiyye’ye yapıldığı su götürmez bir hakîkat’tir. Ve çoğunlukla bu suçlamalarda bir art niyet mevcut’tur. Sûfiyye, müşahede makamında varid olan tecellilere hiçbir zaman rü’yetullah dememiştir. Hiçbir sûfî ‘’ Ben Allah(c.c.)’ın zâtını gördüm’’ dememiştir. Kalbî bir müşahede söz konusudur ki, bunlar O’nun esma’ ve sıfatları’nın tecellilerine sebepler noktasında muttalî olmaktır. Bir başka ifâde ile Yaratan ile yaratılanlar arasındaki sıkı bağların farkında olmaktır. Böylece her şeyde Onu görmek ve fark etmektir.